3.5.1.9 Eserleri – Filmografi ve Ödülleri
Ramazan Çiftlikçi, yazarın yurt içinde ve yurt dışında yayımlanan eserleri hakkında
oldukça ayrıntılı bir çalışmada bulunmuştur.
645
Çiftlikçi, bu çalışmasında Yaşar Kemal’in
1939’dan 1993’e kadar “fictive” (kurmaca) ve “non fictive” (kurmaca olmayan) alanlarda
olmak üzere kırka yakın eser verdiğini dile getirmektedir. Yazarın 28 Şubat 2015’te vefat
ettiğini ve bu tarihten birkaç yıl önceye kadar da eser ürettiğini hesaba katacak olursak toplam
eser sayısı bakımından Çiftlikçi’nin belirlediği rakamın oldukça üzerine çıkıldığını
söyleyebiliriz.
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından yazar adına işletilen
www.yasarkemal.net
adlı internet portalı üzerinden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda Yaşar
Kemal’in belli başlı eserlerinin türlere göre sınıflandırması ve yazarın ulusal-uluslararası
arenada aldığı ödülleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
Öyküler
Sarı Sıcak, Varlık Yayınları, İstanbul, 1952.
Bütün Hikâyeler, Cem Yayınları, İstanbul, 1975.
Kalemler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016.
Beyaz Pantolon, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016.
Romanlar
İnce Memed 1. c., Çağlayan Yayınları, İstanbul, 1955.
İnce Memed 2. c., Ant Yayınları, İstanbul, 1969.
İnce Memed 3. c., Toros Yayınları, İstanbul, 1984.
İnce Memed 3. c., Toros .yayınları, İstanbul, 1987.
Teneke, Varlık Yayınları, İstanbul, 1955.
Orta Direk, Remzi Yayınları, İstanbul, 1960.
Yer Demir Gök Bakır, İstanbul, Güven Yayınları, 1963.
Ölmez Otu, Ant Yayınları, İstanbul, 1968.
644
Altan Gökalp, Yaşar Kemal’i Okumak, Adam Yayınları, İstanbul, İstanbul, 1999, s.13.
645
Bkz. Ramazan Çiftlikçi, Yaşar Kemal Yazar-Eser-Üslup, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997, s.69-99.
179
Akçasazın Ağaları, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Cem Yayınları, İstanbul, 1974.
Akçasazın Ağarları, Yusufçuk Yusuf, Cem Yayınları, İstanbul, 1975.
Yılanı Öldürseler, Cem Yayınları, İstanbul, 1976.
Al Gözüm Seyreyle Salih, Cem Yayınları, İstanbul, 1976.
Kuşlar da Gitti, Milliyet, İstanbul, 1978.
Deniz Küstü, Milliyet, İstanbul, 1978.
Hüyükteki Nar Ağacı, Toros Yayınları, İstanbul, 1982.
Kimsecik 1/Yağmurcuk Kuşu, Toros Yayınları, İstanbul, 1980.
Kimsecik 2/Kale Kapısı, Toros Yayınları, İstanbul, 1985.
Kimsecik 3/Kanın Sesi, Toros Yayınları, İstanbul, 1991.
Bir Ada Hikâyesi 1/Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Adam Yayınları, İstanbul, 1997.
Bir Ada Hikâyesi 2/Karıncanın Su İçtiği, Adam Yayınları, İstanbul, 2002.
Bir Ada Hikâyesi 3/Tanyeri Horozları, Adam Yayınları, İstanbul, 2002.
Bir Ada Hikâyesi 4/Çıplak Deniz Çıplak Ada, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Tek Kanatlı Bir Kuş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013.
Destansı Romanlar
Üç Anadolu Efsanesi, Ararat Yayınları, İstanbul, 1967.
Ağrıdağı Efsanesi, Cem Yayınları, İstanbul, 1970.
Binboğalar Efsanesi, Cem Yayınları, İstanbul, 1971.
Çakırcalı Efe, Ararat Yayınları, İstanbul, 1972.
Şiir
Bugünlerde Bahar İndi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010
Röportajlar
Yanan Ormanlarda Elli Gün, Türkiye Ormancılar Cemiyeti, İstanbul, 1955.
Çukurova Yana Yana, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1955.
Peribacaları, Varlık Yayınları, İstanbul, 1957.
Bu Diyar Baştan Başa, Cem Yayınları, İstanbul, 1971.
Bir Bulut Kaynıyor, Cem Yayınları, İstanbul, 1974.
Allah’ın Askerleri, Milliyet, İstanbul, 1978.
Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011.
Çocukları İnsandır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013.
Neredesin Arkadaşım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.
Yağmurla Gelen, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.
Denemeler-Derlemeler
180
Ağıtlar, Adana Halkevi Yayınları, Adana, 1943.
Taş Çatlasa, Ataç Yayınları, İstanbul, 1961.
Baldaki Tuz, (1959-1974 gazete yazıları), Cem Yayınları, İstanbul, 1974.
Gökyüzü Mavi Kaldı, Halk Edebiyatından Seçmeler S. Eyüboğlu ile.
Ağacın Çürüğü, Yazılar – Konuşmalar, Der. Alpay Kabacalı, Milliyet, İstanbul, 1980.
Yayımlanmamış 10 Ağıt, Anadolu Sanat Yayınları, İstanbul, 1985.
Sarı Defterdekiler, Folklor Derlemeleri, Haz. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 1997.
Ustadır Arı, Can Yayınları, İstanbul, 1995.
Zulmün Artsın, Can Yayınları, İstanbul, 1995.
Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009.
Bu Bir Çağrıdır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
Çocuk Romanı
Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, Cem Yayınları, İstanbul, 1977.
Çeviri
Ayışığı Kuyumcuları, ( A. Vidalie; Thilda Kemal ile) Adam Yayınları, İstanbul, 1977
Yazarın beyaz perdeye aktarılan yapıtları aşağıdaki gibidir:
Filmografi
Beyaz Mendil, 1955, Lütfü Akad
Namus Düşmanı, 1957, Ziya Metin
Alageyik, 1959, Atıf Yılmaz
Karacaoğlan’ın Sevdası, 1959, Atıf Yılmaz
Ölüm Tarlası, 1966, Atıf Yılmaz
Ağrı Dağı Efsanesi, 1974, Memduh Ün
Yılanı Öldürseler, 1981, Türkân Şoray
İnce Memed, 1984, Peter Ustinov
Yer Demir Gök Bakır, 1987, Zülfü Livaneli
Sanatçının yurt içinde ve yurt dışında almış olduğu ödüller ve fahri doktoraların
payelerinin kronolojik sıralaması aşağıdaki gibidir:
1955 - “Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün” adlı röportaj dizisi ile 1955 Gazeteciler
Cemiyeti Başarı Armağanı
1956 - İnce Memed ile 1956 Varlık Roman Armağanı
1966 - Teneke’den aynı adla uyarlanan oyunu ile 1966 İlhan İskender Armağanı
1966 - “Teneke” oyunu ile 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali Birincilik Ödülü
1974 - Demirciler Çarşısı Cinayeti ile 1974 Madaralı Roman Armağanı
181
1977 - Yer Demir Gök Bakır ile 1977 Fransa Eleştirmenler Sendikası En İyi Yabancı Roman
Ödülü
1978 - Ölmez Otu ile 1978’de Fransa’da En İyi Yabancı Kitap Ödülü
1979 - Binboğalar Efsanesi ile 1979 Fransa “Büyük Jüri” En İyi Kitap Ödülü
1982 - Uluslararası Cino Del Duca Ödülü
1984 - Fransız Legion d’Honneur Ödülü Commandeur payesi
1984 - TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü 1985 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü
1986 - Kale Kapısı ile 1986 Orhan Kemal Roman Ödülü
1988 - TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü
1988 - Fransa Kültür Bakanlığı “Commandeur des Arts et des Lettres” Nişanı
1991 - Fransa Strasbourg Üniversitesi Onur Doktorası
1992 - 11. TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı
1992 - Antalya Akdeniz Üniversitesi Onur Doktorası
1993 - Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü
1994 - Mülkiyeliler Birliği Rüştü Koray Armağanı
1995 - Morgenavissen Jylaand-Pösten Ödülü (Danimarka)
1996 - Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü
1996 - Kanun Sesi ile 1996 Akdeniz Yabancı Kitap Ödülü (Perpignan, Fransa)
1996 - VIII Katalunya Uluslararası Ödülü (Barcelona, İspanya)
1996 - Lillian Hellman/Dashiell Hammett Baskıya Karşı Cesaret Ödülü (New York, ABD)
1997 - Uluslararası Nonino Ödülü (İtalya)
1997 - Kenne Vakfı Düşünce ve Söz Özgürlüğü Ödülü (Uppsda, İsveç)
1997 - Norveç Yazarlar Birliği Ödülü, Wole Soyinka ile ortak
1997 - Frankfurt Kitap Fuarı Alman Yayıncalar Birliği Ödülü
1998 - Frei Üniversitesi Berlin fahri doktora
1998 - Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat Ödülü
2002 - Bilkent Üniversitesi fahri doktora
2003 - Z. Homerus Şiir Ödülü
2003 - Savanos Ödülü (Selanik)
2003 - Türkiye Yayıncılar Birliği Yayıncılık Emek Ödülü.
2008 - Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
2011 - Türkiye Gazeteciler Derneği Özel Onur Ödülü
2011 - Grand Officier dans l'Ordre National de la Légion d'Honneur Nişanı
2013 - Ermeni Krikor Naregatsi Nişanı
182
2.5.2. Siyasi Duruşu
Adana Halkevi vasıtası ile irtibat kurduğu sosyalist çevre Yaşar Kemal’in siyasi
duruşunun şekillenmesinde etkin rol oynar. “Özgürlük, boyun eğmeme benim içimdeydi.”
646
diyen yazar yaşamı boyunca adımını bulunduğu yerden bir adım dahi geriye atmayacaktır.
Başta ailesi ve arkadaşları olmak üzere en yakınındakiler, benimsediği kişiler, sempati
duyduğu siyasi parti, etnik aidiyetini dile getirdiği zümre, özlemini çektiği yönetim modeline
sahip ülke; makam-mevki vs. hiçbir surette Yaşar Kemal’in prensiplerinden taviz vermesi için
hafifletici sebepler olmayacaktır. Yeri geldiğinde tüm bu saydığımız kişi, grup, zümre ve
kurumlarla ters düşme pahasına da olsa sözünü sakınmadan doğru bildiklerini söylemekten
geri durmamıştır.
647
Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal için “Hayatı boyunca yazdığı binlerce sayfa içinde, daha
sonra utanacağı, pişman olacağı tek bir cümle bile yoktur.”
648
diyecektir. İsyan ahlakı her
seferinde yazarı harekete geçirmeyi başarmış, o da her seferinde bu içsel sese cevap vermiştir.
Siyasi kimliğinden ötürü en ağır bedelleri ödemiş, linç edilmek istenmiş, hapse düşmüş,
işkence görmüş, bıçaklanmış, kovulmuş, ismini değiştirmek durumunda kalmıştır.
Yaşar Kemal, çağın gereklerine uygun bir yönetim modeli olan cumhuriyeti benimser
ve cumhuriyetin kurucusuna olan hayranlığını her platformda dile getirir. Demokrasinin tam
anlamıyla ülkede hâkim kılınması için de siyasal alanda çalışmalar yürütür. 22-28 Mart 1987
tarihini içeren “Haftaya Bakış”
649
adlı yayında Ahmet Taner Kışlalı’yla gerçekleştirdiği
mülakat yer alır. Kışlalı’ya “Vaktim olsa Mustafa Kemal’in hayatını yazmak isterdim.” diyen
yazar, Atatürk için, “Ben İnce Memed’de başkaldırıyı savundum. İnsanoğlunun en büyük
değerlerinden birisi, başkaldırıdır. İnsanın doğaya başkaldırısı, insanın insana başkaldırısı,
insanın zulme başkaldırısı… Mustafa Kemal bir kere, büyük bir başkaldırının büyük bir
timsaliydi… Emperyalizme karşı, halka dayanarak bilinçli dövüşmüş bir insandı. Diliyle,
tarihiyle, tüm olarak kültürüyle Türkiye’yi kendine döndürebilmek için dehşet bir çaba
harcamış.” diyecektir.
646
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.87.
647
Yaşar Kemal Marksist/sosyalist bir yazar olmasına rağmen 1968 yılında Sovyetler Birliği’nin
Çekoslavakya’yı işgaline en sert tepkiyi gösteren isim olmuştur. Bkz. Livaneli, A.g.e., s.38; Sovyetler Birliğine
düşman değilim. Ama benim bağımsızlığıma, sosyalizmime karşı koyduğu zaman onunla da savaşmak
zorundayım. Yaşar Kemal, “Demokrasi, Roman, Dil, Eğitim, Sanat, Politika Üzerine” Ahmet Taner Kışlalı ile
Söyleşi, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.200.
648
Livaneli, A.g.e., s.37.
649
İlgili mülakat için bkz. Yaşar Kemal, “Demokrasi, Roman, Dil, Eğitim, Sanat Politika Üzerine” Ahmet Taner
Kışlalı ile Görüşme, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.196-203.
183
Yazarın tam anlamıyla bir Mustafa Kemal hayranı olduğuna değinen Zülfü Livaneli,
sanatçının, Atatürk’ten sonra gelen pek çok hükümeti kastederek kendisine defalarca
“Mustafa Kemal’e kurban olsunlar” ve “Mustafa Kemal’in tırnağına kurban olsunlar” gibi
sözler sarf ettiğini dile getirir.
650
Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra resmi bir ideoloji haline
getirilen Kemalizm’i Yaşar Kemal’in benimsemediğinin altını çizer ve bunu dogma haline
getirenlerin Atatürk’e en büyük kötülüğü yaptığını vurgular:
“Ben size hiçbir dogma, hiçbir değişmez kural bırakmıyorum” diyerek çağa uygun
akıl ve bilim yolunu işaret edecek kadar zeki bir liderin adını kullanarak yüzlerine Mustafa
Kemal maskesi takan asker ve sivil egemenler, ona taban tabana zıt uygulamaları Kemalizm
diye yutturdular ve akıl almaz işkencelerden, faili meçhul devlet cinayetlerine kadar
işledikleri her suçu, devrimci liderin adını lekelemek için kullandılar.
651
Kendisine “Yaşar Kemal, Kemalist’tir” diyen bir akademisyene kinayeli olarak, “Evet
haklısınız ama olsa olsa Yaşar Kemalist’tir o” dediğini belirtir. Yaşar Kemal’in bu tuzağa
düşmediğini ifade eden Livaneli, devrimci bir yurtsever olarak onun son nefesine kadar
Mustafa Kemal’e saygı duyduğu görüşündedir. Kürt kimliğinden ötürü ondaki Mustafa Kemal
sevgisine anlam veremeyenlere, Atatürk öldüğü vakit Kürtlerin Mustafa Kemal adına yaktığı
ağıdı Yaşar Kemal’den dinlediğini hatırlatır: Mistefa Kemal miriye / Bi sed hezaran xelk
giriye.
652
Yaşar Kemal, 19.09.1967 tarihli “Halka Rağmen Halk İçin mi?”
653
başlıklı yazısında
Türkiye’de devrimlerin birçoğunun halka rağmen gerçekleşmesine karşın Türk halkının
Atatürk’ü çok sevdiğinin altını çizer. Aynı yazıda “Atatürk öldüğü zaman her evden bir ölü
çıkmışçasına ağladı Türk halkı.” diyecek olan yazar, Avşar Türkmenlerinde, Çukurova
Türkmenlerinde ve Kürtlerde Atatürk için ağıtlar yakıldığını dile getirir. Yaşar Kemal,
Atatürk’ün hukuki eşitlik devrimi ile halkın sevgisini kazanmayı başardığına inanır. Çünkü
Osmanlı devrinde halkla derebeyler, yöneticiler ve ağalar arasında hukuki eşitlik
bulunmamaktaydı; bu yüzden ne kadar karşı çıkılırsa çıkılsın halk Mustafa Kemal’e
müteşekkirdir.
Alain Bosquet’le yaptığı görüşmelerde ona, “Ben sosyalist militanım ve
Marksistim.”
654
diyerek fikirsel aidiyetini açık yüreklilikle dile getiren Yaşar Kemal,
650
Yaşar Kemal’in eserlerinde Atatürk’ü konu alan pasajlar için bakınız, Livaneli, A.g.e., s.31-34.
651
Livaneli, A.g.e., s.35.
652
Livaneli, A.g.e., s.36.
653
Yaşar Kemal, “Halka Rağmen Halk İçin mi?” Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2013, s.151-153.
654
Yaşar Yaşar, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatııyor, YKY, İstanbul, 2013, s. 103.
184
Marksizm’i insanın her yönüyle yüzde yüz olarak bağımsızlığını savunan bir ideoloji olarak
adlandırır. Karakteri ile Marksizm’i bağdaştırır; ideolojik olarak onu özümsemesinin altında
yatan nedeni de böyle açıklar. Yazara göre Marks için en büyük değer bireydir ve o yittiğinde
onun yeri hiçbir surette doldurulamaz. Aynı görüşte olan Yaşar Kemal, Marksizm’i, bu
dünyaya bakmak için en aydınlık kapı
655
olarak görür. Hayata bu kapıdan bakarken de hiçbir
dogmaya bağlı kalmadığının altını çizer. Marksizm doktrinini ortaya atan Marks, kendisinden
sonraya edebiyat, sanat teorileri üzerine hiçbir öğreti bırakmamıştır. Marks’tan sonra ona
dayandırılarak çıkarılan edebiyat teorileri ile de ilgilenmediğini dile getiren yazar, şayet böyle
bir teori/öğreti olsaydı dâhi ona karşı duracağının altını çizer: Marks’a dayanılarak çıkarılan
edebiyat teorileri beni fazla ilgilendirmedi. İlgilendirdiği yerde de hep karşı koydum. Bütün
dogmalara karşı olan Marks’a dayanılarak üretilen dogmalara da hep karşı koydum. Politik
yaşamım, parti çalışmalarım ortada. Sosyalist uygulamanın bir tek metodu olduğuna da
inanmadım.
656
O halde yazar, fikirsel aidiyetini dile getirdiği Marksizm’i de bir dogma olarak
görmez; gerektiğinde Marksizmin karşısında duracak kadar eleştireldir.
Yaşar Kemal, sosyalist uygulamanın tek bir metodu olduğuna inanmaz. Çünkü
uygulama metotlarını yaratan, o ülkelerin coğrafi, tarihi, ekonomik, sosyolojik, kültürel
koşullarıdır. Çin, Sovyetler Birliği ve bütün öteki sosyalist ülkeler bu nedenle kendi
metotlarını içinde bulundukları şartları göz önünde tutarak kendileri yaratmışlardır. Türk
sosyalizmi de kendi metodunu oluşturmalıdır. Bu düşüncesini Abdi İpekçi’ye “Sosyalizm
modelini, çağın sosyal, ekonomik, coğrafi, kültürel koşulları yaratır. Türkiye’nin tarihi,
kültürel, ekonomik, sosyal, coğrafik koşullarından doğacaktır.”
657
sözleriyle açıklayacaktır.
Her memleket kendi sosyalizmini öbür kuruluşların deneylerinden de faydalanarak
oluşturmalıdır. Fakat bu, onların taklidi anlamına gelmez. Çünkü Yaşar Kemal sosyalizmi
canlı bir varlık olarak görür; her an yenilenmekte, değişmektedir. Yazara göre kültürler, hiçbir
surette birbirlerini yok etmek için bir savaşıma girmemelidir; hatta bunun tam aksini kültürler
birbirlerini aşılamalı, birbirlerini beslemelidir. Doğanın yok edilmesi, yoksulluk, bir toplumun
başka bir toplumu aşağılaması hep bu anlayıştan sapmaların bir göstergesidir. Yaşamı ve
politik kimliği ile daima bunun karşısında durduğunu belirtir: “Bunun için benim edebiyatım
bir angaje edebiyattır. Bunun için ben bir angaje insanım. İnanmış bir Marksist olmama karşın
elimden geldiğince özgür düşünmeye çalışıyorum.”
658
demesi de bu yüzdendir. Angaje bir
655
Yaşar Kemal, A.g.e., s.103.
656
Yaşar Kemal, A.g.e., s.103.
657
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Politika” Abdi İpekçi ile Söyleşi, Baldaki Tuz, YKY, İstanbul, 213, s.336.
658
Yaşar Yaşar, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 104.
185
yazarın yapıtlarının da angaje olması gerektiğini düşünen sanatçı, eserlerini bu gaye ile
yazdığını açık yüreklilikle dile getirir.
13.04.1970 tarihindeki “Bağımsızlık”
659
başlıklı yazısında
Türkiye’nin sosyalist olmadan bağımsız olamayacağı görüşünü savunur. Emekçilerin doğrudan
doğruya kendi elleriyle kurdukları, sürdürdükleri sosyalizmin kendilerini temsil etmesi gerektiğine
inandığını belirtir.
Milliyetçi-muhafazakâr bir toplum yapısına sahip olan Türk insanı uzun yıllar
Marksizm, sosyalizm, komünizm gibi kavramları İslami literatürle bağdaştıramadığı için
gündelik yaşamlarından olabildiğince uzak tutmuştur. Seküler bir dünya görüşüne kapı
araladığına inandıkları bu ideolojileri benimseyenleri de birer vebalı gibi görüp toplumdan
uzaklaştırmaya çalışmıştır. Bu yüzden 20. yüzyıl Türkiye’sinde Marksizm, sosyalizm,
komünizm gibi ideolojileri benimseyenler, benimsedikleri fikirlerin doktrinlerini tartışıp
değerlendirirken kapalı kapılar ardına saklanmayı yeğlemişlerdir. Yaşar Kemal, bu hususta
farklı bir figür olarak karşımıza çıkar. Yazarlık vasfını da kullanarak bu ideolojilerle ilgili
fikirlerini kamusal alanda korkusuzca deklare etmeyi sürdürmüştür. Bundan ötürü nelerle
karşılaştığını ise şöyle dile getirir:
Düşüncelerimden, davranışlarımdan dolayı bir insanın başına gelebilecek her şey
benim başıma geldi. İşkence gördüm, aç, işsiz kaldım. Ailemden birçok kişi yoksulluk içinde
öldü. Oysa ben başka bir yol seçebilseydim, onların yaşamlarını iyileştirebilirdim.
660
İnsanlara yalan söylemek zorunda kaldığı için “en büyük acım” diye nitelendirdiği
ismini değiştirme hadisesinin altında yatan sebep de burada aranmalıdır. Cumhuriyet
gazetesinde işe başladığı sıralar polis takibinden kurtulmak için Arif Dino’nun tavsiyesi ile bu
yolu seçmiştir. Yaşar Kemal, bu tercihi için Alain Bosquet’e “Yaşamımda bunun kadar
ağırıma giden hiçbir şey olmadı.”
661
diyecektir. Çünkü yazar, bunun gerekçesini her şeyden
önce kendi vicdanına anlatamamıştır.
Yaşar Kemal’e göre Türkiye’de uygulanmaya çalışılan demokrasi yalnızca sözden
ibarettir. Gerçekte ülkede uygulanan koyu bir baskı rejimidir. 30.05.1962 tarihli
“Demokrasicilik Değil, Demokrasi…”
662
başlıklı yazısında Türkiye’de sınıf yok diyenlerin
aslında sömürenler ve sömürülenler diye iki sınıf yok demeye getirdiklerini, bunun yerine ise
idare edenler ve idare edilenler tabirini kullandıklarını belirtir. Sanatçıya göre bu kimseler,
659
Yaşar Kemal, “Bağımsızlık”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.208-210.
660
Yaşar Yaşar, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s. 104.
661
Yaşar Kemal, A.g.e., s.104
662
Yaşar Kemal, “Demokrasicilik Değil, Demokrasi…”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul,
2013, s.104-106
186
sınıfları inkâr ederken aslında idare edilenlere verilmesi gereken hakları da inkâr etmişlerdir.
Aynı yazıda, “Bizde demokrasinin hikmeti vücudu olan çalışanlara hiçbir hak tanınmamıştır.”
diyerek çalışanların haklarının gasp edildiğine vurgu yapar. Emekçilere verilmesi gereken en
temel hak grevdir, demokratik bir ülkede bu hak emekçilere verilmelidir.
02.04.1965 tarihli “Demokrasi Korkusu”
663
başlıklı yazısında ise Türkiye’de ulaşılmak
istenen demokrasiyi biçimsel demokrasi yahut burjuva demokrasisi olarak nitelendirir. Gerçek
demokrasiden oldukça uzak olan biçimsel demokrasilere emekçiler “ehveni şer” mantığıyla
rıza göstermişlerdir. Yine aynı yazıda Yaşar Kemal, faşizmi kapitalizmin bir çaresizliği olarak
görür. Türkiye’deki yaşananları da bir nevi faşizm olarak değerlendirir: “1908’den bu yana –
tam biçimlendirilmemişse de- Türkiye’de bir faşizm, yani bir burjuva- başka çare
bulamadığım için burjuva diyorum- diktatoryası sürüp gelmektedir. 1908’den bu yana aralıkla
sürüp gelen bu burjuva diktatoryasının memlekete hiçbir faydası olmamış, memleketi beladan
belaya atmış, memleketi dünyanın on geri memleketi arasına katmaktan başka hiçbir şey
yapmamıştır.” diyecektir. Çok partili döneme geçiş bile bu gerçeği değiştirememiştir.
1950’lerde gerek Halk Partisi’nin gerekse Demokrat Parti’nin komünistlik kavramı üzerinden
birbirlerini karalama kampanyasına girişmelerini ise kendine mahsus alaycı üslubuyla Yaşar
Kemal, Alain Bosquet’e şöyle aktarır:
Tek partili yönetimden çok partili yönetime geçmiştik. Parti çekişmelerinde, Halk
Partisi Demokrat Partiyi komünistlikle suçluyor, Demokrat Parti Halk Partisini komünistlikle
suçluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü Atatürk’ün Başbakanlığını yapmıştı uzun yıllar. İnönü bir
komünistti. Demokrat Parti’nin önderlerinden, daha doğrusu koruyucularından birisi de
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki yakın arkadaşı Mareşal Fevzi Çakmak’tı, o da komünist
olmuştu. Neredeyse Türkiye’yi Sovyetler’in bir parçası yapacaktı. Celal Bayar da Atatürk’ün
son Başbakanı’ydı. Bütün Demokrat Partililer tek parti yönetiminden, milletvekilliğinden,
bürokratlığından gelmişlerdi. Hepsi de demokrat olmuşlar, sonra da komünist diye
birbirlerini suçluyorlardı.
664
1960 darbesine kadar devam eden sürecin sonunda asker yönetime el koymuştur. Her
ne kadar seçimler yenilense de yazara göre ülkede değişen pek de bir şey olmamıştır, baskı
rejimi artarak devam etmiştir. Bu tarihlerde Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olan Türkiye’de
yazarların, çizerlerin halen hapishanede sürünüyor olmaları
665
bu durumun bir göstergesidir.
663
Yaşar Kemal, A.g.e., s.111-113.
664
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, s.106
665
Yaşar Kemal, A.g.e., s.106
187
Darbeden sonraki süreç Türkiye açısından önemlidir. Darbeyle demokrasiye verilen ayar
ülkede yeni arayışları gündeme getirecektir. Aziz Şeker, 1960’lı yıllar Türkiye’sini, yeni
arayışlar içerisine girilmesi bakımından siyasal düşün tarihi açısından önemli görür. Bu
dönemi “1960’lar, Türkiye’de geniş düşün çevreleri ve ekipleri tarafından düzenin
sorgulandığı ve yeni düzen arayışlarının çok ciddi programlar, siyasal projelerle gündeme
geldiği ve iktidar mücadelesi verildiği bir dönem”
666
olarak tarif eder. Türkiye İşçi Partisi’nin
de böylesi bir dönemde yapılandığının altını çizen Şeker, hedef kitleyi oluşturan çevreleri “…
geniş anlamda sol kategorisi içinde ele alabileceğimiz tüm kesimlerin –buna Kürt hareketi de
dahildir- sempatiyle baktığı, katkıda bulunmaya çalıştığı bir üst örgüt hüviyetini kazandığı”
667
oluşum şeklinde analiz eder. Bu oluşumun benimsediği sosyalist çevrelerin ilk kitle hareketi
olarak Türkiye İşçi Partisi (TİP) on iki sendikacının İstanbul Valiliği’ne verdiği bildirimle 13
Şubat 1961’de kurulmuştur. Yapılan basın açıklamasında “ezilen işçi sınıfını haklarını
korumak için” bu partiyi kurdukları ifade edilmiştir.
668
Yaşar Kemal’in Kayseri’de askerlik
yaptığı dönemde tanıştığı Marksist Mehmet Ali Aybar partinin genel başkanı olur. Aybar,
sekiz yıl boyunca TİP’in genel başkanlığını yürütecektir. Türkiye Sosyalist Partisi de Mayıs
1962’de TİP’e katılacaktır. Yazar, İşçi Partisi’nden ayrılma nedenini ise Abdi İpekçi’ye “TİP
niteliğini yitirdi. Bürokratların eline geçti. Emekçilerden koptu. Bir aydınlar kulübü oldu.
Emekçilerden yana bir insan olarak TİP’te daha uzun kalamazdım.”
669
sözleriyle
açıklayacaktır.
Tarihte ilk olarak 1830-1840 yılları arasında bireyciliğin karşıtı olarak Fransa ve
İngiltere’de sosyalizm teriminin kullanılmaya başlandığını dile getiren Şeker, Türkiye’de
örgütlenen İşçi Partisi’ni de bu yapılanmanın bir devamı (birikimi) olarak görür. 1965
seçimlerinde %03 (276.101) oy alan parti, meclise on beş milletvekili sokma başarısını
göstermiştir.
670
Yaşar Kemal sekiz yıl TİP’in yöneticileri arsında yer almasına rağmen bu süre
içerisinde milletvekili seçilmeyi başaramamıştır. Partinin Merkez Yürütme Kurulu üyeliği ve
Propaganda Komitesi Başkanlığı görevini üstlenir. Bu görevleri üstlenme nedenini ise Alain
Bosquet’e “Geleneksel faşizmi kırmakta halkıma yardım etmeliydim.”
671
sözleriyle
666
Aziz Şeker, A.g.e., s.129,
667
Aziz Şeker, A.g.e., s.129.
668
Aziz Şeker, A.g.e., s.131; TİP’in kuruluş süreci ve Türkiye’deki faaliyetleri için ayrıca Bkz.
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi.
669
Yazarın Sosyalizm, politika, TİP ve edebiyatla ilgili ayrıntılı görüşleri için bakınız: Yaşar Kemal, “Edebiyat
ve Politika”, Abdi İpekçi ile söyleşi, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013.
670
Aziz Şeker, A.g.e., s.132-133.
671
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY, İstanbul, 2013, s.116.
188
açıklayacaktır. Zülfü Livaneli 1 Mart 1996 tarihli “Bir Mahkûmun İki Günü”
672
başlıklı
yazısında sosyal demokrat bir politikacının Yaşar Kemal’e milletvekilliği önerdiğini ancak
yazarın bu teklifi reddettiğini belirtir. Yaşar Kemal’in bu teklifi kabul etmeme nedenini ise
Livaneli, kendine has alaycı üslubu ile aynı yazıda şöyle aktarır: Yaşar Kemal, “İyi ama bu
halk beni seçmez, oy vermez!” diye cevaplamış politikacıyı. İyice şaşıran adam “Neden?”
diye sormuş. Yaşar Kemal “Ben bu halka hiçbir kötülük yapmadım ki beni seçsinler. Onları
ne sömürdüm, ne hakaret ettim, ne emekleriyle oynadım, ne geleceklerini kararttım. Bana
niye oy versinler ki? Yazarın politikaya ve politikacılara yönelik iğneleyici ifadelerinin altında
şüphesiz Türk siyasetinin ve siyasetçilerinin ahlaki yozlaşmışlığı yatmaktadır.
19.04.1971 tarihinde Milliyet gazetesinde Abdi İpekçi’nin Yaşar Kemal’le
gerçekleştirdiği “Edebiyat ve Politika”
673
konulu söyleşide yazarın, “Benim bütün derdim
emekçi sınıfının bizatihi, yüzde yüz yönetime gelmesidir. Sosyalizm, yalnız ve yalnız budur,
işçilerin adına herhangi bir tabakanın, bölüğün yönetime el koymasını kabul etmiyorum.
Emekçileri sömürenlere ne kadar karşıysam, emekçiler adına iktidara gelmek isteyenlere de
aşağı yukarı o kadar karşıyım.” sözlerine yer verecektir. Türk halkının bürokrasiden çektiğini
dünyanın hiçbir halkının hiçbir yönetiminden çekmediğine değinen yazar, Türk halkının
kendisine fırsat verildiğinde 700 yıllık bürokrasi zulmüne son verdiğinin altını çizer ve
Cumhuriyet öncesi yapılanmayı eleştirir. Gerçek bir sosyalizmin dikta rejimine kapıları
kapatacağına değinirken bütün baskıların temelinde yatan sebebi “ekonomik eşitsizlik” olarak
adlandırır. Yaşar Kemal’e göre proletaryanın yüzde yüz iktidara gelmesi bu eşitsizliği ortadan
kaldıracaktır. Solun şiddet metotlarını kullanmasını da doğru bulmadığını belirten yazar,
“şiddet çaresizliktir” diyerek mecbur kalmadıkça insanın şiddete başvurmasını eleştirir.
İpekçi’ye “Yöneticilerin şiddete başvurmamalarını istemekten dilimizde tüy bitti.” derken İşçi
Partililere ve solculara yönelik şiddetin şiddetle karşılık bulduğuna değinir. Şiddete karşı
solcuların şiddet kullanmasını ise meşru savunma saymaktadır. Abdi İpekçi’nin “Sosyalist bir
iktidarın kurulması şiddet yoluyla mı olmalıdır, oy yoluyla mı?” sorusuna ise “birikim
yoluyla” cevabını verecektir.
Yaşar Kemal, Alain Bosquet’e ağır cezaevi koşulları nedeniyle açlık grevine giden (on
ikisinin hayatını kaybettiği) mahkûmların hapishane şartlarının iyileştirilmesi için halihazırda
bir eylemin içerisinde yer aldığına değinir, aynı zamanda duruma tepkisiz kalan yazarlara da
672
Bkz. Livaneli, A.g.e., s.150-152.
673
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Politika” Abdi İpekçi ile söyleşi, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY,
İstanbul, 2013, s.330-339.
189
ağır eleştirilerde bulunur. “Böyle yazarlar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, sanatlarıyla insan
düşüncesine, insanlık düzeyinin yükselmesine ne kadar yardım ederlerse etsinler, ben onları
onaylayamam.”
674
diyecektir. İçinde bulunduğu koşullardan etkilenmeyen, isyan etmeyen,
zulme sessiz kalarak eser üretmeye çalışan yazarların ürettiklerinin de bir değeri olmadığına
inanır. Yaşar Kemal’e göre sanatçı, her şeyden önce çevresinde olup bitenlere duyarlı
olmalıdır.
Türkiye’nin Amerika’nın üssü olmaktan çıkarılması, sömürgecilik, özelleştirmelere
karşı kamulaştırma politikası, kültürel yozlaşma, geleneklerin tersyüz edilmesi, doğadaki
kıyım, insan hak ve özgürlüklerinin arttırılması, işçilerin-emekçilerin ve köylülerin sorunları,
Kürt meselesi, mezhepsel ayrımcılık gibi konularla TİP mecliste siyasetin nabzını tutmaya
çalışır. Parti politikası gereği öncelediği konular, bazı çevrelerin TİP’e karşı saldırgan tutum
içerisine girmelerine neden olacaktır. Yaşar Kemal, “demokrasiden ışık görmüş baykuş gibi
korkarlar”
675
dediği bu çevreleri Türk burjuvazisi olarak adlandırır. Milliyetçileri ve gericileri
bu kategoriye dâhil eder. Hiçbir insani ilkesi olmayan bu burjuvazi takımı yazara göre
Türkiye’deki bürokrasinin ve sömürgeci güçlerin yarattığı uydurma, yapma bir burjuvazidir
ve işleri güçleri iftiralar atmaktır: “Bu millet bağımsız yaşayamaz, Amerika giderse Rusya
gelir.” gibi yaygaraları ortaya atan bu çevrelere, “Sanki koskocaman Türk milleti hiç bağımsız
yaşamamış” diye karşılık verecektir. 14.11.1967 tarihli Curnalcılık Üstüne adlı yazısında,
Anayasanın tek candan savunucusu
676
olarak nitelendirdiği İşçi Partisi’ni, Türkiye’de
demokratik düzeni sağlamaya çalışan tek parti olarak gördüğünü ifade eder. Yine aynı
yazısında İşçi Partisi’ni savunan bağımsızlık yanlısı gencecik Türk çocuklarına Rus casusu,
komünist gibi yakıştırmalarla iftira atanları “alçalıyor, hainleşiyor, köpekleşiyorlar” diye
sertçe eleştirecektir. Anayasayı yozlaştırmaya, yıkmaya çalışanlarla onu korumaya
sürdürmeye, ayakta tutmaya çalışanlar arasında bir savaş verilmektedir:
Türkiye İşçi Partisinin tepesinde bir Demokles kılıcı. Her gün bin bir iftira, bin bir
kapatma tehdidi. Üyelerini iftirayla tutuklamalar… İğrenç terörler… Türkiye İşçi Partisi
üstüne oynanan aşağılık burjuva oyunları, değil bir demokraside, değil böyle sağlam bir
Anayasada, en kötü bir düzende, faşizmde bile oynanamaz.
677
674
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY, İstanbul, 2013, s.117.
675
Kemal, “Curnalcılık Üstüne”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.153.
676
Yaşar Kemal, “Curnalcılık Üstüne”, A.g.e., s.154.
677
Yaşar Kemal, “Curnalcılık Üstüne”, A.g.e., s.154.
190
30.04.1961 “Gene Gereksiz Yasaklar Üstüne”
678
adlı yazısında Türkiye’nin yasaklarla
yönetildiğine değinen yazar, bu yasakları yasalaştıranların düşünceden korktuğunu dile
getirmektedir. İnsanların çoğu bu türden yasaklara karşı olsalar da kanun koyuculardan
korkuları yüzünden bunu açığa çıkaramamaktadırlar. Toplumumuzda bu korkuyu yenip
yasaklara karşı koyan bazı büyük kişiler vardır. Bu kişiler sorumluluğu üzerlerine alıp ortaya
çıktıklarında destekçileri onların etrafında toplanacaklar ve yasakçıları çökerteceklerdir.
Ülkede gericiler olarak adlandırdığı grup bu yasaklardan nemalanmaktadır. Matbaanın
Türkiye’ye geç girmesinde onların din yasağının arkasına sığınmaları etkili olmuştur.
Türkiye’nin geri kalmışlığına bu türden yasaklar neden olmuştur. Çağın koşullarının dışındaki
yasaklar, Yaşar Kemal’e göre gereksizdir. 22.05.1983 tarihli “Aaaaah Amerika, Vaaaaaaaah
Amerika”
679
başlıklı yazısında da aynı konuya eğilen yazar, “Bu memlekete matbaa bile iki
yüzyıl sonra girdi. Elbette bizim demokrasimiz solculuğa izin verse verse iki yüzyıl sonra
verir.” şeklinde eleştiride bulunacaktır.
1961 tarihli “Yasaklar”
680
adlı bir başka yazısında da benzer bir konuyu gündeme
getirecektir. “Gericilerin kaleleri” olarak nitelendirdiği yasaklardan birisi daha yeni gün
yüzüne çıkmıştır. Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen-yazar Mahmut Makal, Bizim Köy adlı
romanını kaleme adlığında yazarın deyişiyle ülkede kıyametler kopar. Türk köylerinin, Türk
köylülerinin sefaletini, ilkelliğini bütün çıplaklığıyla ortaya çıkardığı için “vatanseverlikle
bağdaşmayan” tutum içerisine girdiği gerekçesiyle Mahmut Makal’ın eseri yasaklanır.
Anadolu köylerinin, köylülerinin sefaletini yabancılara bu şekilde duyurmanın ülkede utanç
kaynağı olarak görüldüğünü düşünen yazar yasakları eleştirir. Aynı yazısında “Yasaklar
zararlıdır. Yasakla kötülüğün önüne geçemezsin. Bir şey saklamakla onu ortadan
kaldıramazsın. Hele insan sefaletini hiç kaldıramazsın. Eğer Anadolu’daki hayatımız bu
haldeyse bunun çoğunluk sebebi yasaklardır.” diyecektir. 13.05.1973 tarihli bir “Türkiye
Kendini Savunur”
681
başlıklı yazısında da kitap yasaklarına göndermede bulunurken
“Türkiye’nin uzun süren sürekliliği bunun en büyük ölçüsüdür. Türkiye bu cağda kitap
yasağına izin veremez. Kendisini kitap yasaklanan, yakılan, toplatılan bir memleket haline
düşürmeye çalışanlara gereken sözü söyler.” ifadelerine yer verecektir. 15.07.1973 tarihli
“Kıyım Kıyım Üstüne”
682
başlıklı bir başka yazısında da “Bir yayımcı otuz yıl giyer mi bir
kitaptan? Bir çevirmen on beş yıl? Bir gazeteci on yıl, on beş yıl yer mi? Polis karakollarının
678
Yaşar Kemal, “Gene Gereksiz Yasaklar Üstüne”, A.g.e., YKY, İstanbul, 2013, s.42-44.
679
Yaşar Kemal, “Aaaaah Amerika, Vaaaaaaaah Amerika”, Baldaki Tuz, Der. A.g.e., s.230-233.
680
Yaşar Kemal “Yasaklar”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.56-59.
681
Yaşar Kemal, “Türkiye Kendini Savunur”, Baldaki Tuz, Der. A. Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.223-225.
682
Yaşar Kemal, “Kıyım Kıyım Üstüne”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.238-242
191
depoları toplatılmış kitaplarla doldurulur mu?” diye soracak ve Çetin Altan’ın hapsedilmesini
eleştirecektir. Aynı yazıda Süleyman Demirel’in genç bir ortaokul öğretmenine “Yaşar
Kemal’i okuyacağına Hasan Paşa’yı okuyun.” dediğinin de altını çizen yazar, Demirel’in
kastettiği kişinin Yedi Sekiz Hasan Paşa olduğunu ifade eder. “Eeeeh, ne yapalım,
kültürsever, aydın, mühendis hem de eski başbakan Süleyman Bey de edebiyatımıza Yedi
Sekiz Hasan Paşa’yı kazandırdı.” derken Demirel’le dalga geçecektir.
Doğu Anadolu köylerine yaptığı ziyaretlerde insanların mağaradan beter evlerde
oturduklarını gözlemleyen yazar, bu evlerin yerin altında olmasını eleştirir. Bu çağda bu
sefalet akıl dışıdır. Bir yazar olarak bu durumdan utandığını belirtir; bu gerçekleri dile
getirdiği vakit birtakım çevrelerin rahatsız olduğunu ve kendisinin de bu yasaklarla
yüzleştiğini ifade eder. “Yiğit Yazarlar Çağı”
683
adlı yazısında kendisi gibi birtakım yazarların
bu duruma karşı koyduklarını ancak bunun sonucunda gericilerle ve hükümetle karşı karıya
geldiklerini, başlarına olmadık işlerin açıldığını bildirmektedir. “Yoksulluğu, eşitliği
söylemek, söyleyebilmek artık yiğitlik olmaktan çıkmalı. Bunlar yazarların birinci ödevi
olmalı.” diyen yazar; aynı yazısında eşitliğin savunulmasını, ezenlere, sömürenlere karşı
konulmasını yazarların yurttaşlık ödevi olarak görür.
Türkiye’de milliyetçilerin, Turancıların Anadolu’daki bu sefaletleri görmeden hamaset
edebiyatıyla Orta Asya’ya özlem duyup sefer naraları atmalarını sert bir dille eleştirir.
02.05.1962 tarihli Ne İstiyorlar
684
başlıklı yazısında milliyetçilere “Aman, etmeyin eylemeyin
Anadolu perişan… Bu seferi Anadolu’nun kurtuluşu için yapsak, bütün gücümüzü
Anadolu’nun kurtuluşu için harcasak… Kendi memleketindeki insanların bu halde kalmasına
rıza gösterenler, uzaktaki insanları sevemezler.” diye çatan yazar, bu görüşü dile getirdiği için
kendisinin milliyetçiler tarafından düşman olarak görüldüğünü, bozguncu ve vatan haini ilan
edildiğini dile getirmektedir. Anayurt bu haldeyken atayurdun hayalini kurmak Yaşar
Kemal’e göre gerçek dışıdır. Bunun için adı geçen yazısında okuyucuya “Gözlerini
Altaylardan ayırmayan mı, bir hayale doğru koşan mı, yoksa Anadolu insanının derdini
kendine dert edinen mi vatan haini?” diye sorar.
Yaşar Kemal’in Milliyetçilere ağır eleştiriler yönelttiği yazılarından biri de 07.02.1967
tarihli “Köpeksiz Köy”
685
adlı denemesidir. Yazarın bizim burjuvalar olarak nitelendirdiği
çevre milliyetçilerdir. Milliyetçilerin sosyalistlere yönelik ileri sürdüğü ithamları, “Bizim
683
Yaşar Kemal, “Yiğit Yazarlar Çağı”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.67-70.
684
Yaşar Kemal, “Ne İstiyorlar”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.74-76
685
Yaşar Kemal, “Köpeksiz Köy”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.132-134.
192
burjuvalar ne yapmışlar, komünistlik pezevenkliktir, demişler. Bizim burjuvalar ne yapmışlar,
komünistlik kızlbaşlıktır demişler. Komünistler kendi vatanlarını kültürlerini, geleneklerini
yok ederler, demişler.” şeklinde değerlendirmede bulunurken milliyetçilerin bu ithamları
asılsız, saptırılmış, gayesini aşan ifadeler olarak görür. Çünkü yazara göre Amerika’ya karşı
çıkan bir komünist vatan haini olamaz; Amerikalılar karına kızına saldırınca karşı çıkan
komünist ırz düşmanı olamaz; yozlaştırılan milli kültüre sahip çıkan komünist kültür düşmanı
olamaz; geleneklerin yozlaştırılmasına karşı çıkan komünist gelenek düşmanı olamaz. Yine
aynı yazıda “Yunus Emre’yi Koca Sinan’ı yaratmış bir millet, tutsaklığa, aşağılanmaya layık
bir millet değildir.” diyen yazar milliyetçiler tarafından ortaya atılan komünistlerin kendi
tarihlerine düşman kesildiği söylevinin gerçeği yansıtmadığına değinir. Milliyetçiler
tarafından ortaya atılan Komünistler neden Rusya’ya karşı savaşmıyor, suçlamalarına da bir
paragraf açan yazar “Bir milliyetçi milletini çürütmeye gelen herkese karşı savaşır. Kültürünü
yozlaştıran, milletini aşağılayan, halkını sömüren, toprağının ölmesine sebep olan herkese,
karşı savaşır.” cevabını verir. Yaşar Kemal, sömürünün kimden geldiği ile ilgilenmez,
sömürgeci zihniyetler arasında bir ayrım ya da sömürü türler arasında bir sınıflandırma
yapmaz; ona göre sömürü gayesi ile hareket eden her toplum aynı derecede aşağılıktır ve bu
toplumlara karşı da birlikte mücadele edilmelidir.
14.05.1965 tarihli “Kültür Sömürücülüğü”
686
başlıklı yazısında Sosyalistlerin her tür
sömürücülüğe karşı olduğu gibi kültür sömürücülüğüne de karşı durduğunu belirtir. Batılılar
kültürleri yozlaştırmakla insan tarihinin en büyük cinayetlerini işlemişlerdir. Misyonerlik bu
açıdan önemli bir olgudur. Çünkü Batılılar iyilik kisvesi adı altında girdikleri yerlere
peşlerinden ordularını sürüklemişlerdir. Türkiye’nin de Tanzimat’la birlikte sömürge bir
toplum haline getirildiğine değinen yazar, Tanzimat’ı Batılıların Afrika’ya yaptığı iyiliğe
benzetir. Mustafa Kemal’e gelinceye kadar bu süreç böyle devam etmiştir. Bu süreçte
yaşananları “… bizimkiler, Türk milletini, Türk Edebiyatını, sanatını, geleneklerini, dinini
küçük görmüşlerdir.” sözleriyle açıklar. Bu yüzdendir ki milli bir edebiyatın da Türkiye’de
Mustafa Kemal’le başladığına inanır. Nazım Hikmet’i Türkiye’nin büyük milli şairi olarak
nitelendirirken bu büyüklüğü ona sosyalist olmanın, sömürücülüğe karşı durmanın
kazandırdığına vurgu yapar. Çünkü Yaşar Kemal’e göre yalnız sosyalistler milli kültürlere
saygı duyarlar ve her türlü sömürücülüğe karşıdırlar. Türk burjuvazisi olarak nitelendirdiği
çevreler, zamanlarını başka milletlere öykünmekle harcadıkları için ülkeyi sömürülmeye açık
hale getirmişlerdir. Bu kesim, işe kültür sömürücülüğü ile başlamıştır. Çünkü Yaşar Kemal’e
686
Yaşar Kemal, “Kültür Sömürücülüğü”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.115-119.
193
göre yozlaşmış bir milletin kişileri sömürgeciliğe başkaldıramaz. “Filler Sultanı ile Kırmızı
Sakallı Topal Karınca”
687
adlı çocuk romanında Yaşar Kemal, bu sömürü düzenini konu
edinir. Romanda filler ezen, sömüren, güçlü emperyalist devletleri, karıncalar ise sömürülen,
ülkeleri işgal edilen ulusları simgeliyor diyen Osman Şahin
688
, fil emperyalizminin
karıncaların ülkesine nasıl yerleştiğine dikkat çeker. Dil ile başlayıp kültür ile devam eden
yozlaşma neticesinde karıncalar bir süre sonra “Her karınca bir fildir”; “Aslımız ceddimiz
fildir bizim…” sloganları atacaktır. Karıncaların uyanışı Kırmızı Sakallı Topal bir karıncanın
telkinleri ile olacaktır; Malcolm X’in “Bütün uyuyanları uyandırmak için bir tek uyanık
yeter.” savında olduğu gibi Kırmızı Sakallı Topal Karınca bütün karıncaları örgütler ve fillere
karşı başkaldırı başlar, toprağın altı oyulup filler yerle bir edilir. Romanda verilmek istenen
mesaj açıktır: Emperyalizme karşı birlik olunduğunda sömürgeciler alt edilecektir.
Sömürgecilik düzenini yürüten zihniyeti kapitalistler olarak nitelendiren yazar
03.01.1967 tarihli “Milliyetçilik ve Sosyalizm”
689
başlıklı yazısında kapitalistlerin her türlü
kutsal kavramı sömürdükleri gibi milliyetçilik kavramını da sömürdüklerinin altını çizer.
Kapitalizm yazara göre Beynelminel bir soyguncu şebekesidir ve kendisine karşı direnen her
türlü gücü yok etmeye odaklıdır. Din, milliyetçilik, gelenek ve tarih gibi kavramlar
yozlaştırılarak ülkemizde sömürü düzeni kurulmaya çalışılmıştır. Bir nebze de olsa bunda
başarılı olunmuştur. Çünkü kendilerini milliyetçi, dindar, vatanperver olarak addeden topluluk
kapitalistlerin bu oyununa alet olmaktadır. Yaşar Kemal bu yazısında kendisi gibi bu gerçeği
dile getiren sosyalistleri ise malum çevrelerin vatan haini, dinsiz gibi ithamlarla yaftaladığını
dile getirmektedir. Kapitalist zihniyet ile savaşım halinde olanlar yazara göre dünyanın her
yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sosyalistlerdir. Sosyalistler, milletin çoğunluğu ile birlik
olmaya çalıştıkları için de kapitalistler bu birliği bozma eğilimindedir, onların silahları budur,
çünkü millet birliği sanatçıya göre kapitalizme karşı koyacak en önemli güçtür. Sosyalistler
gücünü halktan alır. Yaşar Kemal bahsi geçen yazısının sonunda bir sosyalist olarak içerisinde
yer aldığı savaşın nedenini, “Nerede olursa olsun, nerede emek sömürülüyorsa biz orada
sömürücülüğe karşıyız. Dövüşüyoruz. Nasıl emekte eşitlik istemekse bizim mesleğimiz,
kültürde de eşitlik istemektir. Hiçbir insan hiçbir insanı sömürmesin, savaş bunun içindir.
Hiçbir millet hiçbir milleti sömürmesin, savaş bunun içindir. Hiçbir milletin kültürü, öteki
milletin kültürünü ezmesin, yok etmesin, savaş bunun içindir.” sözleriyle açıklar.
687
Yaşar Kemal, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, YKY, İstanbul, 2013
688
Fillerin karınca ülkesinde uyguladıkları sömürü düzeni için bkz. Osman Şahin, Yaşar Kemal Geniş Bir
Nehrin Akışı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2013, s.115-116.
689
Yaşar Kemal, “Milliyetçilik ve Sosyalizm”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.124-
127.
194
02.05.1967 tarihli “Sömürgecilik, Milliyetçilik ve Din”
690
başlıklı yazısında da
kapitalist düzene yardım ettiğine inandığı milliyetçilere ağır eleştirilerde bulunmaya devam
eder. Yazar, kapitalistlerin sömürüsü olmaktan kurtulmanın yolunu “sosyalist düzene
yönelmek” olarak gösterir; “beynelminel kapitalistlerle ilişkisi olanlar milliyetçi olamaz”
savını ileri sürür. Bu yüzden onun, çağın milliyetçiliği olarak işaret ettiği kavram “sosyalist
milliyetçilik”tir. Kapitalistlerin dini bir sömürü aracı olarak kendilerine kalkan gibi
kullandıklarına değinen Yaşar Kemal, bu sahte inanç sömürüsünü aynı yazısında
“Ramazanlarda İmam Hatip Okullarında iftar yemeği verenlerin birçoğunun hayatlarına
bakın, Allah’la kitapla, dinle imanla hiçbir ilişkileri var mı? Şu burjuvaların, dindar
burjuvaların yaşayışlarını, gece kulüplerini, yedikleri türlü herzeyi görüyorsunuz ya, dinle
imanla en küçük ilişkileri var mı?” sözleriyle eleştirir. Yazar, din sömürüsü yapan sahte inanç
avcılarına da “Kendi milletlerinin ecnebi kapitalistler tarafından sömürülmesine, öksüzlerin,
hastaların, elsizlerin, dilsizlerin, tüyü bitmedik yetimlerin haklarını yenmesine, halk
uyanmamış diye onların sömürülmesine yardımcı olanların, yardım edenlerin, milliyetçi
güçlere karşı gelenlerin din adamı olmalarının mümkünü yoktur. Allah onları kahredecektir.”
diye seslenir. Gerçek dindarların kapitalistlere alet olmayacağına inandığını belirtir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları göz önünde tutarak zaten geri kalmış bir ülke
olduğuna değinen yazar, bu perişan haliyle bile Amerika’nın sömürgesi olmaktan
kurtulamadığını belirtir. 17.01.1967 tarihli “Amerikan Yazarlarına Açık Mektup Amerika’yı
Kurtarınız”
691
başlıklı yazısında adından da anlaşılacağı üzere onurlu Amerikan yazarlarına
açıkça bir çağrıda bulunur. Türkiye’yi müttefik olarak görmelerinden ötürü Amerikalılara
“Dost gibi geldiniz, bir ihanet hançeri olarak yüreğimize girdiniz.” diye seslenecektir.
Amerikalıların Türkiye’de işbirlikçi uşaklar, kompradorlar yarattıklarını ve bunlar eliyle
ülkeyi sömürge haline getirdiklerine değinen yazar, yine bu kişiler aracılığı ile Köy
Enstitülerinin kapatılarak halkın cahil bırakıldığını, sanayinin kurulmasına imkân
verilmediğini, içinde yetiştikleri kültüre düşman nesiller yetiştirildiğini, sömürgeci kültüre
hayranlığın pompalandığını, bilinçli olarak topraklarımızın verimsiz hale getirildiğini ileri
sürer. Çünkü “Yaşamın ve üretimin içinde eğitim görmüş insanlar baskı düzenlerine, ırkçılığa,
eşitsizliğe izin veremezlerdi.”
692
Amerika’nın bu sömürgecilik anlayışı ile Türk halkını
690
Yaşar Kemal, “Sömürgecilik, Milliyetçilik ve Din”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013,
s.141-144
691
Yaşar Kemal, “Amerikan Yazarlarına Açık Mektup Amerikayı Kurtarınız”, Baldaki Tuz, Der. Alpay
Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.128-131.
692
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Kürt Sorunu Üstüne” Yavuz Baydar ile Söyleşi, Yeni Yüzyıl 31 Temmuz-6 Nisan
1995, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.40
195
aşağıladığına değinen Yaşar Kemal, yaşanan durumdan rahatsızlığını aynı yazısında
“Binlerce, on binlerce kişiyi sokaklara dökecek kadar sokaklarda askerleriniz Türk
kadınlarına saldırıyor. Askerleriniz boyuna Türk bayraklarını yırtıp ayakları altında
çiğniyorlar. Adamlarınız ha bire insan eziyor, Türk mahkemelerinde bile yargılanmıyorlar…”
sözleriyle ifade edecektir. Fakat gayri insani baskıların devamı halinde Amerika’nın karşısına
ikinci bir Vietnam olarak çıkılmasının da kaçınılmaz olduğunu şu sözleriyle belirtir: “Biz
Amerika’yla savaşsak da savaşmasak da bir gün bulunduğumuz bu kötü durumdan mutlaka
kurtulacağız. Çünkü bu topraklar Homerosların, Yunus Emrelerin, Koca Sinanların, Mustafa
Kemallerin, Nazım Hikmetlerin toprağıdır. Gururlu, haysiyetli, kişiliği olan bir topraktır.
Hürriyeti için savaşacaktır.”
11.04.1967 tarihli “Ezeli Polis Oyunları”
693
başlıklı yazısında “Türkiye,
Amerikalıların sömürgesidir. Türkiye işgal altındadır.” diye görüş bildirir, bu kadar verimli
toprakları bulunmasına rağmen ülkedeki yokluğu/yoksulluğu eleştirir. “Bir cihangir devletten
dünyanın en yoksul milletini kim çıkardı?” diye kapitalistlerle işbirliğine giden ülke
burjuvazisini eleştirir. Ezeli polis oyunları şeklinde adlandırdığı bir yapılanma ile emekçilere,
gerçek milliyetçilere, öğretmenlere baskı yapıldığının, halk arasında insan avına çıkıldığının
bilgisini verir. Kanunsuz olduğuna inandığı bu uygulamaların icracılarına “Yok, aklınızı
başınıza toplamaz da baskılara, gayrı meşruluklara devam ederseniz, millet de direnme
hakkını kullanacak.” diyerek uyarılarda bulunur.
Yaşar Kemal, 27.02.1968 tarihli “Zorbaların Gücü”
694
başlıklı yazısında Yassıada
Mahkemesindeki izlenimlerine yer verir. Menderes’in 17 Eylül 1961’de asılmasının
üzerinden yedi yıl geçmiştir. Demokrat Partilileri “Onlar bu halkın düşmanıydılar, bunu iyi
biliyorum. Amerikan işgal güçlerini onlar getirdiler Türkiye’ye. Tarihinde hiç tutsak
edilmemiş milletimizi tutsak ettirenler onlardır.” diye eleştiride bulunan Yaşar Kemal
Menderes’i Türkiye’de zorba idaresi kurmakla ve muhaliflerine kan kusturmakla itham eder.
Yazara göre aradan geçen yedi yılda Türkiye’de siyasal anlamda değişen pek bir şey olmamış;
AP hükümeti yaşananlardan ders çıkarmamış, zorbalıklarına devam etmektedir. Bu açıdan AP
hükümetini DP’nin bir devamı olarak görür. Hatta bunun için yazar, “Onlardan da beter
azdılar. Kanun dışı, insanlık dışı zorbalığa başladılar. Yassıada öncesini bile mumla aratacak
bir zorbalık bu. Mecliste muhalif milletvekillerini linç etmeye kalktılar.” diyecektir.
Demokrasinin selameti uğruna Türk halkının bu yapılanları yuttuğunu, kanunsuzluklara göz
693
Yaşar Kemal, “Ezeli Polis Oyunları”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.139-141.
694
Yaşar Kemal, “Zorbaların Gücü”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.163-166.
196
yumduğunu belirten sanatçı, komprador burjuvazi olarak nitelendirdiği çevrelerin de bu
durumdan nemalanmasını eleştirir. Yazısını “Ve Yassıadada bir sabahtı. Ve bir salon…
Salonda kanı kurumuş insanlar. Ve bir kara yığın, bir insan posası salonun dibine bir tortu gibi
çökmüştü.” sözleriyle bitirirken iktidardakilere Menderes gerçeğini hatırlatır.
Yaşar Kemal, tıpkı Henry David Thoreau gibi Amerikan Hükümetinin kapitalist,
sömürgeci zihniyetine karşıdır. 19.03.1968 tarihindeki “Vietnam Arenası”
695
başlıklı
yazısında Amerika’nın Vietnam politikasını sert bir dille eleştirir. Yazara göre bu savaşta
kaybeden Amerika olmuştur. Sömürgeciliğin efendi ve köleler dünyası yaratmayı
amaçladığına değinen yazar, gücünü kompradorlardan yana kullanan Amerika’nın bu
sınıflandırmada efendi rolüne soyunduğuna değinir. Yüzyıllardır Amerika’da süregelen
siyahları sınıflandırma çalışmasını da aynı gayenin tezahürü olduğunu belirtir. Yazısında “…
kara derililere köle oldukları, köle kalacakları durmadan telkin edilmiştir. Yönetici sınıfların
zenci kültürünü yok etmek için yapmadıkları kalmamıştır.” diyen yazar, nihayetinde
zencilerin Amerika’da başkaldırmalarını köleciliğin hiçbir zaman sürdürülemeyecek bir
anlayış olmasına bağlar. “Türkiye ne bir Vietnam’dır, ne de bir zenciler topluluğudur.
Yeryüzünün en büyük imparatorluklarından birisini kurmuş bir soyun çocuklarıdır Türkler”
diye yazısını sürdüren yazar, ülkeyi Amerika’nın fiili işgali altına getirenleri eleştirir. Çünkü
ona göre Amerika kendi içinde köleleştirdiği zencilere nasıl davranıyorsa işgal ettiği
topraklardaki insanlara da benzer şekilde davranmaktadır. Yaşar Kemal, bu savaşımı zenci-
beyaz dövüşü olarak değil; efendiyle kölenin kavgası, emekçiyle patronun kavgası olarak
görür. 14.05.1968 tarihli “Sandıklı Demokrasi”
696
adlı yazısında da Türkiye’yi elli bin
askeriyle işgal eden Amerika’yı hükümetlerin müttefik olarak gösterme çabalarını hayretle
karşılar. Ülke böylesi bir işgal altındayken çıkardıkları haftalık dergideki muhalif tutumları
nedeniyle haklarında 175,5 yıl hapis istemiyle yargılanmalarını ise alaycı üslubuyla
eleştirecektir.
Yaşar Kemal’in Alpay Kabacalı ile birlikte 6 yıla kadar hapis istemiyle yargılandığı
bir başka yazısı da 30.07.1968 tarihli “Kanlı İktidarın Ortakları”
697
adını taşır. Yazar,
yazısında da Türkiye’nin Amerika’nın üssü olarak kullanılmasına çok sert tepki gösterir.
Sovyetlere karşı Türkiye’yi koruyacağı yalanıyla Amerikan askerlerinin Türkiye’ye
yerleştirilmesi akıl dışıdır. Yaşar Kemal, Amerikalı askerlerinin Türk insanını aşağılayan
695
Yaşar Kemal, “Vietnam Arenası” Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s. 167-169.
696
Yaşar Kemal, “Sandıklı Demokrasi”, Baldaki Tuz, Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 171-174.
697
Yaşar Kemal, “Kanlı İktidarın Ortakları”, Baldaki Tuz, Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 179-181.
197
tutumlarını, “Bayrak yırtmalardan tut da sokakta oynayan çocukları keyif için kurşunlamalara
kadar iğrenç rezaletler.” diye deklare edecektir. Aynı yazıda onuru kırılmış bir Türk olmanın
hicviyle bu süreçteki izlenimlerini şöyle aktarır: Bir zamanlar Türk kızları Amerikalılar
yüzünden şehir sokaklarına çıkamıyorlardı. Türk kıyı şehirleri, Amerikan 6. Filosunun
şehvetlerini tatmin merkezleri haline gelmiştir. Bu millet için ne iğrenç değil mi, ne utanç
verici bir hal değil mi? Sen denizlerde dolaş dolaş, sonra gel Türk şehirlerini genelev olarak
kullan. Şimdi hiçbir Avrupa kıyı şehri, Amerikalıları kabul etmiyor, Amerikalıların genelevi
olmak zilletine düşmek istemiyor. Ama camilerinde beş vakit selalar verilen Türk şehirleri…
Ayıp, rezalet, utanç verici, yüz kızartıcı… Ve Müslüman geçinen gazeteciler de Amerikalıların
yanında… Türk halkının ülkede olup biten tüm bu rezilliklere sessiz kalmasını da eleştiren
yazar, “Türk milleti gibi bir millet buna nasıl katlanır?” diye soracaktır. Bu işgale karşı duran
bir avuç üniversite gencini de “Yüzümüzdeki bu karayı, bu utanç lekesini azıcık da olsa onlar
hafifletiyorlar.” diye savunacak, fakat bu süreçte polisin Türk gençlerine reva gördüğü şiddeti
de nefretle dile getirecektir. Ülkenin aydınlarına “Eğer mülkün temeli olan adalet buysa, bu
mülkten hayır beklemeyin.” diye seslenen yazar, dostlarından harekete geçmelerini ister.
Yaşar Kemal ve Alpay Kabacalı yargılandıkları bu yazıdan beraat edeceklerdir.
03.08.1968 tarihli “Bırakın Çürüsünler” başlıklı yazısında AP hükümetinin gericilere
verdiği tavizleri eleştiren yazar, “yeşil sarıklılar” olarak nitelendirdiği güruhun Sultan
Mahmut’tan bu yana birtakım çevrelerin oyununa alet edildiğini vurgular. “Yunan ordusuyla
birlikte yeşil sarığı da denize döktü Mustafa Kemal. Şeyh Said’i de denize döktü.” diye
belirtirken, sağduyu ile hareket eden gerçek Müslümanların bu oyuna düşmediğinin altını
çizer. Bu sağduyulu kesim, vatan aleyhine kışkırtmalardan ve sömürgeci uşaklığından uzak
kalmış; yeşil sarığa ve sömürgeciliğe pirim vermemiştir. Yaşar Kemal’e göre Menderes, bu
çevrelere verdiği tavizlerden ötürü bir çürümüşlük örneğidir. Çünkü Türkiye, Amerika’nın
güdümüne onun idaresindeki hükümetle sokulmuştur. Türk ordusunun Menderes’i asmakla
onun günahlarının bir kısmını yüklendiğine değinen yazar, Süleyman Demirel iktidarını da
aynı yolda yürümekle eleştirir. “Süleyman Bey’in Morrison firmasının mümessili olduğunu
bilmeyen yok.” diye Demirel’le ilgili ağır ithamlarda bulunurken ülkeye yerleştirilen
Amerikan güdümündeki kompradorluk politikasını Troya Atı’na benzetecektir.
Türk insanının dini zafiyetinin Amerika tarafından kullanıldığını düşünen yazar,
29.10.1968 tarihli “Halka Güvenmek”
698
başlıklı eleştirisinde, “Türkiye’deki her cami bir
698
Yaşar Kemal, “Halka Güvenmek”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.190-192.
198
harp meydanı haline getirildi. Amerikalıların bu uzun araştırmalarından sonradır ki, devlet
içindeki eli sopalı çember sakallılar ordusu kuruldu. Türkiye’de bugün eli sopalı çember
sakallıların diktatörlüğü var.” ifadelerini kullanacaktır. Yazara göre kapitalist Amerika,
Türkiye’de ibadet yerlerini kardeşi kardeşe düşman kılmak için kullanmış, dolayısıyla dini de
sömürüsüne alet etmiştir. Camilerin AP hükümeti lehine propaganda merkezi haline
getirildiğine değinen yazar; Amerika aleyhtarı yahut bağımsızlık yanlısı olanlara karşı bu
camilerde düşmanlık aşılandığını dile getirir. İlgili yazısında, dinin halkı sömürme aracı
olarak kullanılmasına “Bu komünistlere ölüm!” naralarının camilerde atılmasını somut örnek
olarak gösterir.
Demirel hükümetine hakaret ettikleri gerekçesi ile Alpay Kabacalı ile birlikte altı yıla
kadar hapis istemiyle yargılanmalarına neden olan bir diğer yazısı da 25.02.1969 tarihli
“Camiler Kışla Oldu”
699
başlığını taşır. Başlıktan da anlaşılacağı üzere Yaşar Kemal, AP
hükümetinin camileri sömürücü Amerika’nın birer kışlası haline getirdiğine değinir.
Komünistleri camilerde kâfir olmakla itham ettiklerine değinen yazar, “Cami-kışlaların
insanları öylesine şartlandırılmış, öylesine Amerikan kölesi haline getirilmiştir ki, sözümona
Müslümanlar, çember sakallılar Boğazdaki Amerikan filosuna karşı Fındıklı ve Dolmabahçe
camilerinde namaz kılmışlardır.” diyecektir. Yazısında Bunlara gerçek Müslümanları, İslam
dininin müminlerini karıştırmamak gerek diye belirtirken, gerçek Müslümanların
sömürücülere kendilerinden daha çok öfkelendiğini belirtir. Yaşar Kemal, AP’yi camilerde
milis yetiştirmekle suçlar ve 16 Şubat 1969 tarihinde Taksim’de İşçi Partilileri öldürmeye
çalışanların bu milis güçlerin ihtilal kıtası olduğunu iddia eder. “Amerikan Morrison
firmasının Türkiye mümessili Süleyman Demirel, Türk ordusuna karşı kurulacak 200.000
kişilik milis ordusu tehdidini savururken biz ona inanmamıştık” diyen yazar, Türk ordusuna
karşı hareketlenecek milis güçlerini 31 Mart vakasına benzetir. AP iktidarının hegemonyasına
girmiş basını da olup bitenlere kör-sağır kaldıkları gerekçesi ile devekuşuna benzetir.
“Türkiye’yi inek gibi sömürücülere sağdırdı, yanına kaldı. Camiler bir kanlı ihtilal, katliam
hazırlığının alanları oldu, yanına kaldı. Şimdi de, camiler milis kışlası yapıldı, yanına kaldı.”
diye eleştiriler yönelttiği Demirel idaresindeki AP hükümetinin Yüce Divan’da
yargılanmasını ister.
699
Yaşar Kemal, “Camiler Kışla Oldu”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s. 195- 197.
199
Dünya Ticaret Odalar Kongresinin İstanbul’da toplanmasını 10.06.1969 tarihli
“Kapitalizmin Zirve Toplantısı”
700
başlıklı yazısı ile eleştiren yazar, bu toplantının İstanbul’da
gerçekleştirilmesine müsaade eden AP hükümetini kapitalistlerle işbirliği yapmakla suçlar.
İstanbul’un zirve toplantısına mekân olarak seçilmesini, “Konstantiopl dünya kapitalizminin
ilk komprador şehridir.” ifadesiyle eleştirir. Çünkü Yaşar Kemal’e göre İstanbul’un mekân
seçilmesinin simgesel bir anlamı vardır. Yazara göre komünist partilerin zirve toplantısı
Moskova’da yapılırken kapitalistlerin zirve toplantısı da Konstantinoplda yapılmıştır.
Moskova’nın komünist ihtilalin başkenti olduğu düşünülürse İstanbul’un hangi amaçla
kapitalistler tarafından mekân seçildiği yazara göre daha iyi anlaşılacaktır.
Osmanlı kültürüne, bu milletin kültürü denilemeyeceğinin de altını çizen yazar,
Osmanlı’yı kendine ait ayrı bir kültür oluşturmakla suçlar. Sanatçıya göre Osmanlı, halkla
bağını koparmıştır; bu yüzden “bizim kültürümüz, halkımızın kültürü”
701
dür, der.
Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun, Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın halk kültürünü temsil
ettiğini belirtirken Türk milliyetçilerine, Osmanlıya değil hep beraber bu kültüre sahip çıkalım
önerisinde bulunur. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’le birlikte yüzünü halkla dönmüş ve doğru
kaynağa yönelmiştir. Fakat geçiş dönemindeki kontrolsüzlükten yararlanan bazı kimseler
kırsalda derebeylik olgusunu canlandırmaya çalışmış, kendilerine imtiyaz sağlamışlardır.
Dostları ilə paylaş: |