2.5.2.1 Ağaların Zulmüne Bir Örnek: Kadirli Kaymakamı Mehmet Can
Nedim Gürsel, Yaşar Kemal’in tanıklık ettiği dönemi ve bu dönemin eserlerine olan
yansımalarını göz önünde tutarak yazarla ilgili incelemesine “Bir Geçiş Dönemi
Romancısı”
702
adını vermiştir. Yaşar Kemal Cumhuriyetle yaşıttır. Osmanlı’dan Türkiye
Cumhuriyetine uzanan sürece tanıklık etmiştir. Yazılarında yer yer Osmanlı Devletine yönelik
çok sert eleştiriler getirse de Osmanlı’yı, Türk düşüncesi açısından kültürel sürekliliğin bir
devamı olarak görür. Atatürk ile öze dönüşün kapıları aralanmıştır ama süreç meşakkatlidir.
Her ne kadar demokrasi, son Türk devletinin yönetim modeli olarak kabul edilse de uzun
yıllar ülkede tam anlamıyla işlerlik kazanamamış; bu yüzden de yönetim bir nevi
iktidardakilerin keyfi idaresine dönüşmüştür. 1945’ten itibaren çok partili hayata geçilmiş olsa
da ülkede değişen pek bir şey olmamıştır, yalnızca iktidardakilerin çıkar kavgaları
çoğalmıştır.
700
Yaşar Kemal, “Kapitalizmin Zirve Toplantısı”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013,
s.202-204.
701
Yaşar Kemal, “Ne İstiyorlar”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.74-76
702
Nedim Gürsel, Yaşar Kemal, Bir Geçiş Dönemi Romancısı, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2008, s.38.
200
Yaşar Kemal, kurtuluş düşüncesinden kuruluş ideolojisine uzanan süreçteki sıkıntıları,
aksaklıkları, değişimleri, dönüşümleri gözlemlerinden yola çıkarak pek çok eserinde konu
edinmiştir. Eserlerinde konu edindiği bu sıkıntılardan birisi de ondaki başkaldırı bilincini
filizlendirecek olan Çukurova’daki ağalık olgusudur. XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra
Osmanlı Devletinin uygulamış olduğu iskân politikası ve pamuk üretimine bağlı olarak bir
anda sömürgeci devletlerin iştahını kabartan Çukurova toprağı kapitalizmin etkilerine maruz
kalır. Konargöçer aşiretlerin 1865 Kozanoğlu yenilgisi sonrası Cevdet Paşa tarafından
Çukurova toprağına zorla yerleştirilmeleri ilk başlarda yerleşik yaşama alışık olmayan
Türkmenleri, Avşarları zor durumda bırakmıştır. Bu süreçte pek çok konargöçer aşiret kırıma
uğramıştır. Bir süre sonra bu sancılı süreci atlatan aşiretler, coğrafyayı tanıyıp toprakların
verimini anladıklarından yerleşik yaşama karşı fikirlerini değiştirmişlerdir. Toprağa bağımlı
yaşamak istemeyen Türkmenler, Avşarlar ve diğer konargöçerler bir anda kendilerini daha
fazla toprak edinme yarışının içerisinde bulmuşlardır. Yüzyıllardır mülkiyeti taşınmazlığından
ötürü değersiz bulan kültürel yapı kısa sürede değişikliğe uğramış, bu durum insan ilişkilerine
de doğrudan yansımıştır. Her ne kadar tarihi çok eskilere dayansa da Kadirli kasabasının bu
son kuruluşu Cevdet Paşa’nın uygulayıcısı olduğu iskân politikası iledir. 1925’ten sonra çok
güçlenen toprak ağaları dağlara eşkıya çıkarmaya başlar. Yazar, “1930’da öyle hale geldi ki
Toroslar, ağa eşkıyalarından geçilmez oldu.”
703
diyecektir. 1933’te Nazmi Sevgen
kumandasındaki bir birlik eşkıyaları ortadan kaldırıp ağaları Diyarbakır’a sürse de birkaç ay
sonra ağalar bir yolunu bulup sürgünden döner.
Yazarın Akçasazın Ağarları adlı romanı, bir zamanlar Kozanoğlu başkaldırısında
Osmanlıya karşı yan yana mücadele vermiş iki büyük aşiretin yerleşik düzene geçmeleri ile
uğradıkları değişim ve dönüşümler neticesinde birbirlerine düşman kesilmelerini konu
edinmektedir. Yine Binboğalar Efsanesi
704
adlı yapıtında da bir Alevi Türkmen obasının
Çukurova toprağında yerleşecek yurtluk bulamamaları neticesinde dramatik bir şekilde yok
olup gitmeleri anlatılmaktadır. Bu tarihlerde Çukurova’da artık toprak için kan davaları
güdülmeye başlanır. Kimse bir karış toprağını kışlak olarak kullanması için konargöçerlere
vermez. XX. yüzyılın ilk yarısından itibaren kapitalizmin gelişmesiyle Türkiye derin
ekonomik değişimlerin etkilerine maruz kalmıştır. Özellikle Marshall yardımı ile
Çukurova’da makineleşme başta insan ilişkileri olmak üzere kültürel yapı ve doğayı tamamen
değiştirir. Nedim Gürsel, bahsettiğimiz bu değişimlerden ötürü Marshall yardımından
703
Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.14.
704
Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013.
201
Türkiye’de ilk etkilenen bölgenin Çukurova olduğunu dile getirir. Feodal düzenin burada
nasıl kurulduğunu Gürsel şöyle anlatılır:
Devletin göçebe aşiretleri yerleşik düzene geçmeye zorlaması, toprakların bir aşiret
aristokrasisinin elinde toplanması sonucunda gitgide değişik türden bir “feodalite” oluşması,
köyden göç ve topraksız köylünün hızla proleterleşmesi, ayrıca özellikle Marshall Plan
tarafından desteklenen tarımda makineleşme, Çukurova’nın çehresini baştan aşağı
değiştirmiştir.
705
Güçlenen toprak sahiplerinin biçerdöverler, traktörler satın alıp modern çiftlikler
kurmaları, demiryolu ağlarının pamuk sanayii ve ticaretini artırması, toprağın tanınmasıyla
ziraatın ilerlemesi gibi nedenler ağalık olgusunu yaratmıştır. Toprak sahibi olan ağalar, aynı
zamanda Çukurova’nın sözcüleri konumuna da gelmişler, kendileri ile iş tutan bürokratlara
bölgeden oy devşirirken onlara da istediklerini yaptırmayı başarmışlardır. Hiçbir köylü ağayı
aşıp da siyasilere ulaşamamıştır. Köylülerin, ırgatların şikâyetleri ağaların kulağına gittiği
zaman da köylüler bunun bedelini ağır ödemişlerdir. 28.3.1962 tarihli “Ufak İş Deme” başlıklı
yazısında Yaşar Kemal bu durumu şöyle ifade eder:
Köylü Anadolu’da şuna inanmıştır ki, önünde ağa olmazsa, hiçbir devlet dairesinden
iş çıkartamazsın. Köylü, ne yapar ne yapar da, daireye giderken, önüne bir ağa katar. İşin
korkuncu da önüne ağa katmayan hiçbir köylünün işi görülmez. Niçin görülmez, çünkü ağalar
gördürtmezler.
706
Kadirli’de arzuhalcilik yaptığı dönemlerde yazar bu durumu açıkça gözlemlemiştir.
Köylülerin diline tercüman olmasından, köylünün yanında yer almasından, zaman zaman da
köylüye akıl vermesinden ötürü ağaların hışmına uğrayanlardan birisi de kendisi olmuştur.
Çukurova’da ağaların bürokratlar üzerinde etkinliğine en iyi örnek bizim burada
değineceğimiz üzere Kadirli Kaymakamı Mehmet Can’ın sürgün edilişi hadisesidir. Yaşar
Kemal’in 4.3.1962-13.3.1962 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde “Karanlıkta Yol
Açanlar” başlıklı yazı dizisinde yayımladığı bu hadise, ağaların bürokratların desteğini
arkalarında aldıklarında neler yapabileceklerinin en somut delilidir.
Yaşar Kemal, genç kaymakamın sürgün edilişini Teneke
707
adlı romanında da konu
edinmiştir. Türkiye’de ilk defa 1967’de yayımlanan bu roman tiyatroya da uyarlanmış, yurt
705
Gürsel, A.g.e., s.38.
706
Yaşar Kemal, “Ufak İş Deme”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.81.
707
Yaşar Kemal, Teneke, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015.
202
içinde 1966’da İlhan İskender Armağanını yurt dışında da 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro
Festivali Birincilik Ödülünü kazanmıştır. Eserin arka kapağında belirtildiği üzere Derby
Evening Telegraph adlı İngiliz yayın organında bu yapıtla ilgili “Baskı, zulüm ve
yozlaşmışlığın çaresiz kurbanlarının içinde bulundukları kötü duruma karşı bir protesto.”
ifadesi yer almaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Yaşar Kemal’in tüm eserlerinde olduğu
gibi konu, zorba ağalara ve onların sırtını dayadığı bürokratlara karşı yazgısına katlanmayan
halkın başkaldırısıdır.
Cumhuriyet gazetesinde yer alan yazı dizisinde, on beş yılda otuz yedi Kaymakamın
alaşağı edildiğine değinen Yaşar Kemal, Mehmet Can’ın otuz sekizinci kaymakam olduğunu
dile getirir. Yazarın “Teneke” romanına verdiği isim de buradan gelir. Ağalar, Mehmet
Can’dan önceki otuz yedi kaymakamın arkasından teneke çaldırarak kasabadan
uğurlamışlardır. Anadolu’da mülki amirler davul zurna ile karşılanıp uğurlandığı malumdur;
ağaların kaymakamın ardından teneke çaldırması onu küçük düşürmek, onunla alay etmek,
“bizim dediğimizi yapmazsa yeni gelecek kaymakamın da başına gelecek olan budur” demek
içindir. Kendisi de Kadirlili olan dönemin İçişleri Bakanı Ahmet Topaloğlu kasabada olup
bitenleri herkesten iyi bilmesine rağmen ağaların nüfuzundan nemalandığı için böylesi bir
kararın altına imza atmaktan geri durmamıştır. İçişleri Bakanı böylelikle kendi hemşerilerine
en büyük kötülüğü etmiş, kasabanın kalkınmasına engel olmuştur.
Yaşar Kemal, daha önceki otuz yedi kaymakamın Kadirli’den gönderiliş sebeplerini
dört başlıkta sıralar. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Halkın faydasıyla birlik olup ağalara karşı koydukları için.
2- Bir grup ağaya yaranayım derken diğer bölüğü kızdırdıkları için.
3- Bütün ağaların faydasına çalışayım derken binde bir de olsa halkını dinlediği için.
4- Çeltik işinde kendisi de ağalarla iş tutarken diğer grubu zarara uğrattığı için.
708
Yaşar Kemal, Mehmet Can’ın kasabaya gelişi ile kasabada topyekûn bir kalkınmanın
zuhurundan bahseder. Kasabaya gelen daha önceki otuz yedi meslektaşında da daha üstün
meziyetlere sahiptir; donanımlıdır, çalışkandır, kasabalının yanındadır. Milli Birlik
Komitesinin ihtilalle idareyi ele almasıyla Kadirli’ye tayin edilen genç Kaymakam
Osmaniye’nin bir köyünden olduğu için Çukurova gerçeğini iyi bilmekte, ağaları tanımakta,
neler yapabileceklerini de az çok tahmin etmektedir. Bu yüzden ilk iş olarak da ağaların
önünü kesmek ister. Kasabaya gelir gelmez devlet dairesinde köylüye refakatçilik eden
708
Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.14-15.
203
ağaların ayağını kaymakamlıktan kestirir. Kasabalı kendi meramını kaymakama kendisi
anlatacak, ağalar aracı olmaktan çıkacaktır. Ağalar aracılığı ile gelen hiçbir iş devlet
dairesinde yürümeyecektir. Böylelikle ağalar için değirmenin suyu kesilecek, düzmeceleri de
ortadan kalkacaktır. Ancak kısa sürede ağaların propagandaları başlar. Yazarın bildirdiğine
göre Kadirli ağaları kara cahil yahut yobaz insanlar değildir, hepsi büyük şehirlerde okumuş
kişilerdir. İçlerinde hukuk ve ziraat fakültelerini bitirmiş hatta Avrupa görmüş olanları da
vardır. Önce Cumhuriyet Halk Partililer kaymakamı Demokrat Partili; Demokrat Partililer de
Cumhuriyet Halk Partili diye halkı provoke ederler. Daha sonra da iki uç birleşip Mehmet
Can’ı Milli Birlik Komitesi’nin yani darbecilerin kaymakamı olarak ilan ederler. Yaşar Kemal
“Mehmet Can’ın kişiliğinde, o feodal nizam dedikleri ortaçağın bir düzeni yıkılıyor.”
709
ifadesini kullanacaktır.
Kaymakam, üç ay olup bitenleri gözlemledikten sonra icraatlarına başlar. Bu sürede
halkın desteğini de arkasına almayı başardığından ağalara karşı eli epey güçlenmiştir. Ova
köylerine okullar yapılması için çalışma yürütür. Elinde ödenek olmadığından köylüyü bu işe
seferber eder. İnşaat malzemesini temin eden her köye okul yapılacağını taahhüt eder.
Köylüler ilk başta tereddüt etseler de bunu denemeye değer görürler. Kaymakamın talebine
cevap veren, malzemeyi hazır eden köylerde kısa sürede okullar yükselir. Yaşar Kemal, bu
durumla ilgili “Bunu gören köylülerde bir yarış bir yarış… Kumu, taşı, kireci yığan yığana.”
ifadesini kullanacaktır. Böylelikle bir yıl içinde Kadirli’de otuz dört okul yaptırılır. Bu bir
rekordur. Dönemin şartları gereği ülkenin on yıllık kalkınma planlamasında görülen rakama
bir yılda ulaşılmıştır. Kaymakam okullardan sonra ovadaki köy yollarını da aynı şekilde
imece usulü yaptırır. Yaşar Kemal, Kadirli’ye daha önce en son 1958’te gittiğini, o zamana
kadar kasabanın Cevdet Paşa devrindeki gibi durduğunu belirtir. 1962’de Kaymakam Mehmet
Can’ın gelişi sonrasını ise şöyle anlatacaktır:
1962 yılı ocak ayının 12’inci günü… Ben Kadirli’ye girdim. Şaşırdım da kaldım.
Sevincimden deliye döndüm. Hangi sihirli değnek değmiş de bu kasabaya, eski, yıkık,
çamurlu, pislik içindeki kasabayı bir yana atıvermişti. Atıvermiş de yerine bu güzelim
kasabayı getirmiş? Bu kasaba mümkünü yok benim, benim eski kasabam değil. Bu kasaba
eskiye bakarak bir cennet.
710
709
Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.8
710
Yaşar Kemal, A.g.e., s.13.
204
Kasabaya yaptığı on günlük ziyareti ile ilgili izlenimlerini aktarırken yazar, “Şu, hani
bana kötü bakanlar var ya, şimdi onun sebebini anladım. Bunlar kaymakama düşman ağalar,
ağaların çocukları. Şu bana dostluk gösterenler var ya, aşırı sevgi, bunlar da kaymakamın
yaptığı işlere sevinenler, öğretmenler, memurlar, köylüler, esnaf… Kısacası halk.”
711
ifadesini
kullanacaktır. Gazete yazılarında Yaşar Kemal’in Kaymakamdan yana tavır alacağını bilen
ağalar ve destekçileri yazarın orada bulunmasından rahatsızdır.
Kadirli’de ağalar çeltik ekiminden çok para kazanmaktadır. Ne var ki çeltik arazisi
yazları çok sıcak geçen Kadirli’yi sivrisinek bataklığına dönüştürmekte, bu yüzden ovada
sıtmadan her yıl beş-altı yüz çocuk hayatını kaybetmektedir.
712
Çeltik sulamak için Savrun
Çayı’ndaki arklar kullanılır. Belediyenin de bu iş için kullanılan eskiden kalma iki arkı vardır.
Bu arklar çeltik ağalarına yılda 60.000 liraya kiraya verilmektedir. Yıllık geliri altı-yedi bin
lira arasında değişen Belediye için bu rakam oldukça iyidir. Mehmet Can, bu arkları işler hale
getirip açık artırmayla kiraya verir. Bunlara ek olarak iki ark daha açtırır. Arkların sayısı
artınca Savrun Çayı’nın suları azaldığından ağalar kaymakama diş bilemeye başlar.
Kaymakam hakkında Ankara’ya telgraflar çekilir. Bu arada eline geçen paralarla boş
durmayan Kaymakam kasaba merkezindeki yolları yaptırır, Savrun suyunun mecrasını
düzeltir, kasabaya meydanına büyükçe bir park yaptırır, “Maarif Ormanı” adı altında bir
ormana başlar, daha evvel bir bölümü yıkılan tarihi Taş Köprüyü onartır.
713
Kasaba ağalarının
kendilerine ait olmayan arazilere çeltik ekimini yasaklaması bardağı taşıran son damla olur.
Bu toprakların bir kısmı devlet tarafından göçmenlere tahsis edilmiştir. Ermenilerden kalan bu
toprakları ve halkın bataklıkları kurutarak oluşturdukları arazileri sahiplenen ağalar,
kaymakama açıktan düşman kesilir. Onun kasabadan gönderilmesi için bürokratlara baskı
yaparlar. Buna karşın halk kaymakam için ayaklanır, onun gönderilmesine razı olmaz,
kasabada bir dizi eylemler gerçekleşir.
714
Bunun üzerine Milli Birlik Komitesi kasabada ne
olup bittiğini anlamak için iki üye gönderir. İncelemeler neticesinde kaymakamın bir süre
daha Kadirli’de kalmasına karar verilir. Fakta seçimlerden sonra koalisyon hükümetinin
İçişleri Bakanı olarak atadığı AP’li Ahmet Topaloğlu kendisine oy devşiren ağalara minnet
borcunu ödemek için Ahmet Can’ı Kars ilinin Tuzluca ilçesine tayin eder. Yaşar Kemal,
“Yüzyıllardan bu yana, idarecileri kasabalarda, illerde ağalar idare etmişlerdir. Türkiye’de
711
Yaşar Kemal, A.g.e., s.6.
712
Yaşar Kemal, A.g.e., s.13.
713
Kalkınma sürecinde Kaymakamın Kadirli’ye yaptıkları için bakınız: Yaşar Kemal, A.g.e., s.21-22
714
Yaşar Kemal, Kasabalının Kaymakamı kasabada tutmak için bu süreçte aralarında para toplayıp 5000 lira
bankaya para yatırdığını, kasabadaki memurların kaymakam gidiyorsa biz de istifa ederiz dediklerini, şoförlerin
üç gün grev yaptığını, otuz tane öğretmenin istifaya karar verdiğini, kadını, erkeği, çoluğu çocuğuyla bütün
kasabanın ayağa kalktığını anlatmaktadır. Bkz. s.22
205
ağaların gücünü devlet otoritesi temin eylemiştir. Ağalar yüzyıllar boyunca sırtını devletin
gücüne dayayıp kendi gücünü devletin verdiği güçle birleştirip halkı sömürmüşlerdir.”
715
derken bu ağa-bürokrat ilişkisini anlatmak istemiştir. Yazar 28.03.1962 tarihli bu yazısında
Kadirli halkı için endişelenir, nüfusu o zamanlar 65.000’i bulan kasabada ağalar ona göre
halka kaymakam sonrası etmediğini bırakmayacaktır.
Yaşar Kemal, Kadirli Kaymakamının kasabaya yaptıkları iyilikleri gazetedeki
köşesine taşıdığı için sürgünün hızlandırıldığını düşünür. “Ben o yazıları yazmasaydım,
kaymakamın atılma işi bu kadar çabuk olmazdı.”
716
diyecektir. Çünkü Kaymakamın
Kadirli’de kalması onların otoritelerinin önüne çekilmiş settir. Ağalar bu yazıları görünce
meydan okumuşlar ve süreci hızlandırmışlardır. Kaymakamın başına gelenlerden sonra
kendini sorumlu hisseden yazar: “Ben korktum. Bir daha hiçbir kaymakamla röportaj yapmak
istemiyorum. Yazık değil mi güzelim insanlara. Benim yüzümden, ağalar meydan okuyacak
diye, niçin rahatları kaçsın. İşlerinden olsunlar. İşleri yarım kalsın.”
717
diyecektir.
Bir tarafta bolluk bereket içinde hayatını sürdüren ağalar diğer tarafta sömürülen
ırgatlar, toprak ağaların zulmü, hastalıktan kırılan köylüler, değişen yaşam koşulları nedeniyle
yok olan doğa, toplumsal adaletsizlik Çukurova’nın gerçeğidir. Yaşar Kemal içinde yetiştiği
toplum gerçekliğini sindirememiş ve bu duruma karşı koymuştur. Karşısına aldığı ağalar
yazarı hedef haline getirseler de o susmamış, gazete yazılarında ve eserlerinde ağalık
olgusunu bir başkaldırı teması içinde işlemiştir. İnce Memed böylesi bir başkaldırının
simgesidir.
2.5.2.2 Zilli Kurt
Yaşar Kemal’e göre Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri değiştiremediği,
dönüştüremediği aydınlara korkunç bir zulüm politikasını devreye sokmuştur. Ona göre
ülkenin yöneticileri sanatçıyı, düşünürleri kendine aykırı gelen aydınları düşman bellemiş,
hiçbirini de iflah etmemiştir Düşüncelerini; “Bu korkunç, insanları aşağılayan, tüketen zilli
kurt uygulaması Cumhuriyet kurulduğundan beri süregelmiş ve çok insanın kanına
girmiştir.”
718
sözleriyle dile getirir. Sabahattin Ali’nin Bulgaristan sınırında öldürülmesi;
Nazım Hikmet’in on yedi yıl, Kemal Tahir’in on üç yıl, Orhan Kemal’in beş yıl, Aziz
715
Yaşar Kemal, “Ufak İş Deme”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.81.
716
Yaşar Kemal, “Çıplaklar, Ağalar ve Kadirli Kaymakamı Üstüne Bir Mektup”, Baldaki Tuz, YKY, İstanbul,
2013, s.85.
717
Yaşar Kemal, A.g.e., s.86.
718
Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.93.
206
Nesin’in 5 yıl, Ahmet Arif’in 5 yıl, Ruhi Su hapis yatması; şair A. Kadir, şair Hasan İzzettin
Dinamo, Nail V. ve daha birçok şairin, düşünce adamının yine hapislere düşmeleri, Arif ve
Abidin Dino kardeşlerin Adana’ya sürgüne gönderilmeleri; karikatürist Turhan Selçuk’un
işkence görmesi bu politikaların ürünüdür. Hepsi zilli kurt olmuşlardır.
719
Yazarın kendisi ile
özdeşleştirdiği “zilli kurt” metaforu da işte böylesi bir politikanın tezahürüdür.
Felsefede metaforlar önemlidir. Platon’un gerçek varlıklar olarak nitelendirdiği
ide’leri ve onların yeryüzündeki yansımaları olan figürleri anlatmak için kurguladığı mağara
istiaresi aradan geçen iki bin beş yüz yıla rağmen hâlâ güncelliğini, şaşırtıcılığını ve
etkinliğini korumaktadır. Çünkü metaforları güncel kılan, birkaç kelime ile insanları hayrete
düşürecek derin manalar içermesidir. Ayrıca metaforlar içinde bulundukları zaman ve zemine
bağlı olarak ortaya çıkarlar. Bir metaforu ortaya atan kişi, içinde bulunduğu zaman ve
mekândan kendisini soyutlayamaz. Metaforları zaman ve zeminden kurtarıp yurtsuzlaştıracak
olansa içerdikleri hakikatlerdir. Böylece metaforlar evrensele vasıl olup kıyamete kadar
varlığını sürdürecektir. Felsefeyi kavramlar oluşturmak, üretmek ve keşfetmek sanatı olarak
nitelendiren Deleuze-Guattari ikilisinin söylediklerini hatırlayacak olursak kavramları
figürlere dönüştürebildiği ölçüde toplumlar/milletler jeo-felsefe yapabilirler.
Yaşar Kemal’in şahsı ile özdeşleştirdiği “Zilli Kurt”
720
metaforunda da en az
Platon’un mağara istiaresi kadar derin manalar yüklüdür. Anadolu bu metaforun zemini;
yirminci yüzyıl zamanı; Yaşar Kemal (ve onun işaret ettiği aydınlar güruhu) ise bu metaforun
müşahhas hali; yani figürleridir. Zaman-zemin ve figür üçlüsünü bir araya getirdiğimizde,
yani yirminci yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’de Yaşar Kemal açısından tablo şudur:
“Demokrasi adı altındaki baskı düzeni bütün şiddetiyle sürüp gidiyor. İşkenceler…
Düşüncelerinden dolayı hapishaneleri doldurmuş binlerce kişi… Üstelik de bugün Türk
hapishaneleri onlar için birer temerküz kampı niteliğinde. Avrupa’nın kıyıcığında, bir kısmı
da Avrupa’da olan bir ülkede, benim ülkemde olup bitenler inanılacak gibi değil.”
721
Yaşamı
boyunca bütün varlığı başkaldırı olgusuyla sarmalanmış olan yazar bu duruma tepkisini de
sıradışı verecektir. Çalışmamızda Zilli Kurt metaforunu bilhassa önemsediğimiz ve
özümsediğimiz için bu kısmı yazarın ağzından olduğu gibi aktarmayı uygun bulduk:
719
Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.93; Yaşar Kemal,
“Yaşar Kemal ve Türk Halkının Epopesi, Le Monde, 4 Ekim 1981, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı,
YKY, İstanbul, 2013, s.189.
720
Bkz. Yaşar Yaşar, A.g.e., s.61; Yaşar Kemal, “Zilli Kurt” Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2013, s.89-91; A.g.e., “Orhan Kemal Üstüne”, s.132; Yaşar Kemal, “Zilli Kurt Hikâyesi”, Ustadır Arı,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.57-59; A.g.e., “Roman ve İnsan Gerçeği Üzerine”, s.207-218.
721
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.113.
207
Orta ve Doğu Anadolu’da kurtlar bir köye girer ağıllardaki, damlardaki koyunlara
saldırırlarsa, koyunlardan bir tekini parçalayıp yemezler, bir sürü koyunu gırtlaklarından
yakalar bir yana atarlar, bundan sonra koyunun yaşaması olanak dışıdır. Koyun sahipleri de
koyunları götürür kasabadaki kasaplara satarlar. Yaralı koyun yüzlerceyse yakın köylere
dağıtırlar. Böylece de koyunları kırıma uğramış köylüler öç alma ardına düşerler. Atlanırlar,
atlarını bozkıra sürerler ve yakalanıncaya kadar kurdu ararlar. Kurdu ararlarken yanlarına
tabanca, mavzer, herhangi bir silah almazlar. Yanlarına köpek bile almazlar. Kurtlar
koyunlara daha çok baharda, kışta saldırırlar. Kurt avcısı atlılar insan boyu karda kurtları
günlerce ararlar. Bulduklarında kurdu hiç incitmez, işkence etmez, kılına bile dokunmazlar.
Okşayarak onun boynuna kalın, kopmaz kirişlerle, zincir tellerle bir zil ya da çok küçük, sesi
uzaklardan duyulur bir çan asar bırakırlar. Karda bozkırdan geçenler yer yer çan sesleri,
keskin zil sesleri duyarlar. Issız karlı bozkırda herkes bu zil, çan seslerinin nerelerden
geldiğini bilir. Bu zil sesleriyle bozkır pırıltıya boğulmuş ipileyen güneşli bir hüzündür.
Gençliğimde benim de başımdan böyle bir zilli kurt olayı geçmişti. Zilli kurt olmanın
ne korkunç bir işkence olduğunu biliyordum. Daha birçok kişinin de…
Gazeteciliğimde bir kış Orta Anadolu’nun bir köyünde bir kurt yakalama törenine ben
de katıldım. Atlara binip kurt yakalamaya çıktık. Birkaç gün bozkırda dolandıktan sonra
kovalayarak üç tane kurt yakaladık. Atlar, diz boyu kara alışkınlardı. Kurtlar da öyle hızlı
koşamıyorlardı. Kurtları yakaladığımızda zaten işleri bitikti, karınları karınlarına geçmişti
açlıktan. Gözlerinin feri de sönmüştü. Kim bilir bozkırda kaç gündür aç aç dolaşıyorlardı.
Köylüler zilleri kurtların boynuna taktılar, sağlam kırılmaz, kopmaz kirişlerle. Sonra da
onları okşayarak, “güle güle” diyerek uğurladılar. Artık bu kurtlar ölüme mahkum
edilmişlerdi. Ölümün en zalimine. Artık boğazındaki zillerden dolayı ne bir köye, ne bir ağıla,
ne bir koyun damına yaklaşabilirlerdi. Yiyebilecekleri en küçük bir hayvana da
yaklaşamazlardı. Boğazlarındaki zil onları hiçbir hayvana yaklaştırmazdı. Kurda kuşa, hiçbir
canlı yaratığa… Ve zilli kurtlar ölümlerin en acısıyla, açlıkla cebelleşerek, günlerce can
çekişerek ölürlerdi. Sonradan köye yaklaşmış bu zilli kurtları yakalayan köylüler de onları
öldürmez sürüp bozkıra bırakırlardı.
208
Bu zilli kurt zulmünü görünce kendimle özdeşleştirdim. Beni de gençliğimin baharında
zilli kurt yapmışlardı. Bende bir zilli kurt olmuştum ya canımı kurtarmıştım. Zilli kurt olup da
canını kurtaramayan çok insan da tanımıştım.
722
Yaşar Kemal, Türkiye Cumhuriyeti tarafından boyunlarına zil takılan insanların en
yakınlarına bile yanaşamadıklarının altını çizer. Alain Bosquet’e kendisiyle ilgili verdiği iki
örnek bu durumun en açık göstergesidir. Birinci örnek, daha evvel Kadirli’den ayrılış
sürecinde değindiğimiz Türkçe öğretmeninin kendisi hakkında öğrencileri provoke eden
komünistlik konuşmaları üzerinedir. Yazar, Okul Müdürü Nurullah Hancı’ya pazar yerinde
rastlar ve ona Türkçe öğretmeninin konuşmalarından duyduğu rahatsızlığı dile getirir.
Hancılar da Yaşar Kemal’in serzenişine hak verir, bunu Türkçe öğretmenine iletir. Ancak
okul müdürünün Yaşar Kemal’le görüşmesi başına olmadık işler açar. Bununla ilgili Alain
Bosquet’e “Müdür Kadirli’de birkaç gün içinde Rus casusu, vatan haini olup çıkıyor.”
723
ifadesini kullanacaktır. Kozan Cezaevinden çıktıktan sonra müdürün başına gelenleri
öğrendiğini belirten yazar buna sebep olduğu için kahrolduğunu belirtir. “Bir kezcik benimle
konuşmakla bu iyi insanı o barbarlar komünist, Rus casusu yaptılar. İşkenceler ettiler, linçe
kıstırdılar. Hapsettiler.” der ve yazının devamında Bosquet’e şunları aktarır: “… müdürün
üstündeki iğrenç baskılar, dedikodular artıyor, bir gün de bir Cuma mitinginde kudurtulmuş
kara kalabalık okulun üstüne saldırıyor, müdürü linç ediyorlar. Ortaokulda kırılmadık hiçbir
şey bırakmıyorlar. Nurullah Hancılar kozan hapishanesine götürülüyor, aylarca hastanede
yatıyor. Arkasından da mahkemeye veriliyor, bir yıl mı iki yıl mı Kozan hapishanesinde
kalıyor.”
724
Yaşar Kemal’in Bosquet’e verdiği ikinci örnek ise Foçalı bir gençtir. Para kazanmak
için Çukurova’ya gelen gençle Savrun suyu kıyısında karşılaşır, tanışır. Bu sıralar “Dükkâncı”
adlı hikâyesini yeni yazmıştır, ona bu hikâyeyi okumak ister. Kadirli’deki evlerinde Foçalıyı
misafir eder. Ancak tam bu sırada jandarmalar evi basar. Yazarın bildirdiğine göre onların eve
birlikte gittiklerini gören iki kişi (Darendeli Uzun Ahmet’le Ekmekçi İsmail) bunu
jandarmaya bildirmişlerdir. Kasabalı, Foçalı genci linç etmek ister. Bosquet’e “Beni bir cipe
delikanlıyı bir cipe koydular” diyen yazar o gece serbest bırakılır; ancak Foçalı genç için işler
iyi gitmez. “Sabaha kadar karakolun avlu kapısında bekledim. Saat ona doğru Foçalıyı
722
Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.89.
723
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, s.59-60;
724
Yaşar Kemal, A.g.e., s.60; Yaşar Kemal, 21.03.1967 tarihli “Öğretmenler, Kardeşlerim” başlıklı yazısında da
Nurullah Hancılar’ın başına gelenleri anlatır. Ağaların kışkırtmalarıyla ayaklanan halk okulu basıp okul
müdürüne linç girişiminde bulunacaktır. Bkz. Yaşar Kemal, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul,
2013, s.135-137.
209
bıraktılar, önümden geçerken yüzüme bile bakmadı. Ben de ondan bir özür bile dileyemedim.
Boğazıma bir yumruk geldi tıkandı. Ağlayamadım.”
725
diyecektir.
Yaşar Kemal, “dışarıda bir yıl zilli kurt olmaktansa on yıl hapiste yatmayı
yeğlerdim”
726
diyerek çektiği acıları anlatır.
Dostları ilə paylaş: |