DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Ertesi gün hava harikaydı. Güneş, bulut yumaklarını göz alıcı renklere boğuyordu. Daha önce
dostlarımızın çardağında oturduğu La Reserve’in büyük bir odası yemek için hazırlanmıştı. Odayı
şimdiden dolduran sabırsız konuklar arasında Firavun’un sevilen denizcilerinden bazıları ile Dantes’nin
asker arkadaşları vardı. Hepsi de en güzel giysilerini giymişlerdi. Varlığıyla yemeği şereflendiren Bay
Morrel, Firavun’un denizcileri tarafından büyük tezahüratlarla karşılanmıştı. Gemi sahibinin varlığı,
Dantes’nin kaptan olacağı yolundaki haberleri doğruluyordu. Bundan duydukları hoşnutluğu göstermek
istiyorlardı.
Gelin tarafı da gelir gelmez yemek servisine başlandı. İstakozdan karidese, deniz kestanesinden
midyeye, denizin sunduğu çeşit çeşit yiyecekle donatılmıştı masa.
“Ne kadar sessiz bir eğlence bu!” dedi yaşlı Dantes, beyaz şarabın nefis kokusunu içine çekerek.
“Buranın şen şakrak, mutlu insanlarla dolu olduğuna kim inanır!”
“Bir koca her zaman neşeli olmayabilir,” dedi Caderousse.
“Sorun şu,” dedi Dantes, “şu an neşeli olamayacak kadar mutluyum. Kastettiğiniz buysa haklısınız Bay
Caderousse. Mutluluk öyle bir duygudur ki kimi zaman bizi acı kadar gerginleştirebilir.”
Danglars, her duyguyu sonuna kadar yaşayacak hassas bir doğaya sahip olan Fernand’a baktı.
“Nedenmiş o?” dedi. “Sorun ne? İstediğiniz her şeye sahipsiniz.”
“Beni kaygılandıran da bu ya,” dedi Dantes. “Bir insanın mutluluğa bu kadar kolay kavuşması bana
olanaksız geliyor. Mutluluk, kapısında ejderhaların beklediği bir şato gibidir; o ejderhaları yenmeden ona
ulaşamazsınız. Mercedes’in kocası olmayı hak ettiğimden emin değilim.”
“Kocası mı?” dedi Caderousse gülerek. “Henüz değil kaptan.”
“Haklısınız,” dedi Dantes, “ama,” dedi saatine bakarak, “bir buçuk saat sonra, dostlarım, babamdan
sonra bana en büyük desteği veren Bay Morrel’in yardımlarıyla Mercedes, Bayan Dantes adını alacak.
Saat iki buçukta Marsilya Belediye Başkanı Hotel de Ville’de bizi bekliyor olacak.”
Fernand duyduğu acıyla sarsılarak içini çekmekten kendini alamadı, ama sesi kalabalığın neşeli
gürültüsü arasında yitip gitti.
“O halde bu yemek nişanlanmanız şerefine değil, düğün yemeği olarak mı verildi?”
“Hayır,” dedi Dantes. “Dokuz gün sonra, yani Martın ilk günü, Paris’ten dönmüş olacağım. Ertesi gün
asıl düğün yemeğimizi vereceğiz.”
O sırada Danglars, her hareketini izlediği Fernand’ın faltaşı gibi açılmış gözleriyle aniden pencerenin
önündeki koltuğundan kalktığını gördü. Aynı anda merdivenlerde, ayak seslerine karışan kılıç şangırtıları
duyuldu. Sesler yaklaştıkça herkes sus pus oldu. Kapı ısrarlı vuruşlarla çalındığında, tedirgin gözlerle
birbirlerine baktılar.
“Kanun adına açın!” diye bağırdı buyurgan bir ses.
Kapı açıldı. Dört asker ile bir onbaşının izlediği bir polis memuru içeri girdi.
“Neler oluyor?” dedi gemi sahibi, memura yaklaşarak. Onu tanıyordu. “Bir yanlışlık olmalı.”
“Yanlışlık varsa Bay Morrel,” dedi memur, “eminim düzelecektir. Ama şu an bir tutuklama emriyle
görevlendirilmiş bulunuyorum ve tatsız bir iş de olsa bunu yerine getirmek zorundayım. Edmond Dantes
kim beyler?”
Bütün gözler öne doğru çıkan genç adama çevrilmişti.
“Benim efendim,” dedi Dantes, gergin ama güçlü bir sesle.
“Edmond Dantes, sizi kanun adına tutukluyorum.”
“Tutuklamak mı?” dedi Dantes. Beti benzi solmuştu. “Ama neden?”
“Bilmiyorum efendim. İlk sorgulamadan sonra her şeyi öğrenirsiniz.”
Direnmek anlamsızdı. Ama yaşlı Dantes polis memurunun ayaklarına kapanıp yalvarmaktan kendini
alamadı.
“Endişelenmeyin efendim,” dedi polis memuru, yaşlı adamın çaresizliği ona da dokunmuştu. “Belki de
oğlunuz gemideki mallarla ilgili basit bir ayrıntıyı gözden kaçırmıştır. Durum anlaşılır anlaşılmaz serbest
bırakılır.”
Bu arada Dantes, endişelenmemelerini söyleyerek arkadaşlarıyla vedalaşmaya başlamıştı bile.
“Size kefil olmaya hazırım,” dedi Danglars.
Dantes, kapıda bekleyen bir arabaya bindirildi ve Marsilya’ya doğru yola çıktılar.
“Güle güle Edmond, ah benim sevgili Edmond’ım! Güle güle!” diye bağırdı Mercedes.
Edmond sevgilisinin yüreğinden kopan bu son sözleri duydu ve “Görüşürüz Mercedes,” diye
mırıldandı.
“Marsilya’ya giden ilk arabaya atlayıp size haber getireceğim,” dedi Bay Morrel davetlilere.
Herkesin keyfi kaçmıştı. Dantes’nin tutuklanmasının nedenlerini tartışıyorlardı. Danglars kaçakçılıktan
kuşkulanıldığı konusunda emin olduğunu söyleyip duruyordu. Ama Mercedes çok daha önemli bir neden
olduğunu hissediyordu. Birden kendini tutamayarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
“Haydi kızım, umudunu yitirme,” dedi yaşlı Dantes, o da pek kendinde değildi.
“Bir araba geliyor!” diye bağırdı konuklardan biri. “Bay Morrel bu, eminim iyi bir haberle
geliyordur!”
Bay Morrel çökmüş bir yüzle içeri girdi.
“Dostlarım,” dedi, “mesele sandığımızdan daha ciddi.”
“Ah Bay Morrel!” diye bağırdı Mercedes. “Onun suçsuz olduğundan eminim.”
“Ben de öyle, ama Edmond, Bonaparteçıların casusu olmakla suçlanıyor!”
Mercedes’in tek koruyucusu durumuna geçen Fernand onu eve götürdü. Edmond’ın arkadaşları da onun
yıkılmış babasıyla ilgilendiler.
“Buna inanabiliyor musunuz Bay Danglars?” diye sordu Bay Morrel, muhasebecisi ve Caderousse’la
birlikte şehre inerlerken. Savcı yardımcısı olan arkadaşı Bay Villefort’tan bir şeyler öğrenmeyi
umuyordu.
“Ama efendim, size Dantes’nin Elba Adası’nda demirleme kararından kuşkulandığımı söylemiştim.”
“Bu kuşkularınızdan benden başka kimseye söz ettiniz mi?”
“Tabii ki hayır!” dedi Danglars.
“Dantes dürüst bir adam, herkes bunu bilir,” dedi Caderousse.
“Kesinlikle,” dedi Bay Morrel. “Ama bu arada Firavun da kaptansız kaldı.”
“Ben memnuniyetle işi devralabilirim efendim,” dedi Danglars. “Dantes çıkınca da işinin başına
dönebilir.”
“Teşekkürler Danglars, o halde sizi Firavun’un yönetilmesi ve yükün boşaltılması işiyle
görevlendiriyorum. Başımıza ne gelirse gelsin, işlerimizi aksatmamalıyız.”
“şu ana kadar işler yolunda gitti,” dedi Danglars kendi kendine. “şimdilik kaptan olmayı başardım. şu
aptal Caderousse çenesini tutmayı becerirse hep öyle kalacağım.”
|