“Burada,” diye yanıtladı jandarmalardan biri.
“Beni izlesin. Onu hücresine götüreceğim.”
“Yürü!” dedi jandarma, Dantes’yi iterek.
Dantes kendisini yerin altında, çıplak ve nemli duvarları gözyaşlarıyla örülmüşe benzeyen odaya
götüren adamı izledi.
Taburenin üstünde, kokmuş yağın içinde yüzen fitiliyle ışığa benzer bir şey odayı
aydınlatıyor, gardiyanın pis görünümünü ortaya çıkarıyordu.
“Bu akşamlık burada kalacaksın,” dedi adam. “Geç oldu, müdür de yatağında. Yarın burada kalıp
kalmayacağına karar verir. İşte ekmeğin, testinin içinde de biraz su var. şurada yatman için saman
bulacaksın. İyi geceler.”
Dantes’nin bir şey söylemesine fırsat vermeden ışığı alıp ardından kapıyı kapatarak, genç adamı
karanlık hücrenin sessizliğiyle başbaşa bıraktı.
Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte gardiyan, Dantes’nin hücresinin değişmeyeceği haberini getirdi.
Önceki
akşamdan beri aynı noktaya mıhlanmışçasına duran Dantes, gözlerini yere dikmiş, bütün bir gece
uyumadan beklemişti. Kendisine yaklaşarak omzuna dokunan gardiyanı görmemiş gibiydi.
“Uyumadın mı sen?” diye sordu gardiyan.
“Bilmiyorum,” dedi Dantes.
Gardiyan ona şaşkınlıkla baktı.
“Aç değil misin?”
“Bilmiyorum.”
“İstediğin bir şey var mı?”
“Müdürü görmek istiyorum.”
Gardiyan omuzlarını silkip dışarı çıktı. Dantes bir süre onun arkasından bakakaldı. Bütün bedeni tek bir
hıçkırıkla sarsıldı. Yanağından süzülen yaşlarla, alnını yere dayayıp dua etmeye başladı.
Gün sona ermek üzereydi. Dantes ekmeğiyle suyuna dokunmamıştı bile. Oturup
kendini düşüncelere
kaptırmadığı zamanlarda, kafese kapatılmış vahşi bir hayvan gibi hücresinde bir aşağı bir yukarı
yürüyordu.
Ertesi sabah gardiyan yine geldi.
“Eh,” dedi, “bu sabah dünküne göre biraz daha uslandın mı?”
Dantes yanıt vermedi.
“Haydi ama, böyle yapma! Benden istediğin bir şey yok mu?”
“Müdürle konuşmak istiyorum.”
“Bunun olanaksız olduğunu söyledim,” dedi gardiyan sabrı taşarak.
“Ama neden?”
“Çünkü hapishane kuralları buna izin vermiyor.”
“Hapishane kuralları neye izin veriyor peki?”
“Parasını ödersen biraz daha iyi yemek, avluda biraz gezinti, arada sırada da belki bir kitap…”
“Ne
gezinti istiyorum ne de kitap, yemeğim de yeterince iyi. Tek istediğim müdürü görmek.”
“Bana bak,” dedi, gardiyan. “Böyle gidersen iki haftayı bulmadan çıldırırsın.”
“O halde başka bir şey isteyeyim,” dedi Dantes. “Sana yüz altın vereceğime söz verirsem, Marsilya’ya
bir dahaki gidişinde, Katalanlar arasında Mercedes adlı bir kıza benden bir mektup verir misin?”
“O mektupla yakalanırsam işimden olurum. Yılda bin frank maaş verip yemek masraflarımı da
karşılayan bir işi, yüz altın için tehlikeye atmam sence de aptallık olmaz mı?”
“Olabilir,” dedi Dantes. “Ama şunu da unutma. Mercedes’e mektubu ulaştırmazsan, günün birinde şu
kapının arkasına saklanıp bu tabureyle beynini dağıtırım!”
“Tehditler!” dedi gardiyan bir adım gerileyerek. “Neyse ki burada zindanlarımız var.”
Dantes tabureyi kaldırıp gardiyana doğru yürümeye başladı.
“Tamam, yeter!” diye bağırdı gardiyan. “Madem ısrar ediyorsun, gidip müdürle görüşeceğim.”
“Aferin!”
dedi Dantes, tabureyi yerine koyup üzerine otururken. Gerçekten aklı başından gitmiş gibiydi.
Gardiyan birkaç dakika sonra yanında dört asker ile bir onbaşıyla birlikte döndü.
“Müdür tutuklunun zindana atılmasını emretti. Delileri diğerlerinden uzak tutmak gerek.”
Dört asker, kendinden geçmiş bir halde olan Dantes’yi yakalayarak aşağı indirdiler. Zindanın kapısı
açılırken Dantes mırıldandı: “Doğru, delileri uzaklaştırmak gerek.”