Bakan neredeyse çaresizlikten Kral’ın ayaklarına kapanacaktı, ama Kral hemen geri çekilerek kaşlarını
çattı:
“Konuşacak mısınız artık? Olanları anlatmanızı emrediyorum!”
“Efendim, darbeci Bonaparte 28 şubat günü Elba Adası’nı terk etmiş ve Mart’ın birinci günü
Fransa’ya, Juan Körfezi’ndeki küçük bir limana ayak basmış.”
“Bonaparte 1 Mart günü Paris’e birkaç saat uzaklıkta bir limana ayak basıyor ve siz bunu ancak bugün,
3 Mart günü bana bildiriyorsunuz, öyle mi?”
Dehşet içinde olduğu yerde doğrulan Louis fena halde sarsılmıştı.
“Fransa’da!” diye bağırdı. “Bonaparte Fransa’da! Paris’e mi geliyormuş?”
“Bilmiyorum efendim. Telgrafta yalnızca Fransa’ya ayak bastığı yazıyor.”
18. Louis bir adım öne çıkıp, Napoleon’un yaptığı gibi kollarını kavuşturdu.
“Demek,” dedi öfkeden solmuş yüzüyle, “yedi müttefik ordunun tahttan indirdiği bu adam,
bana vaat
edilen bu toprakların işleri üzerine kafa yormakla geçirdiğim yirmi beş yıllık sürgünün ardından
atalarımdan devraldığım bu tahtı yine elimden almak üzere! Düşmanlarımızın hakkımızda söyledikleri çok
doğru. Hiçbir şeyden ders almıyoruz. Ama onun gibi ihanete uğramış bile olsam yine de, benim
yokluğumda birer hiç olacak insanların bana olan saygısıyla avunabilirim. Ah, zalim kader! Beyler!” Bay
Blacas ile bakana döndü, “Artık size ihtiyacım kalmadı. Bana yalnızca Savaş Bakanı yardım edebilir.”
Sonra birden Baron Dandré’ye dönerek, “Saint-Jaques Sokağı olayı hakkında ne buldunuz?” diye sordu.
“Tam sizi son gelişmelerden haberdar etmek üzereydim ki, bu uğursuz haber geldi efendim. Artık bu
olayın bir önemi kalmadı herhalde.”
“Tersine bayım, bence iki olay arasında yakın bir ilişki söz konusu. General Quesnel’in ölümü bizi bu
gizli maksatlar konusunda da aydınlatacaktır.”
General Quesnel’in adını duyan Villefort irkildi.
“Aslında,” diye devam etti savunma bakanı, “kanıtlar gösteriyor ki generalin ölüm nedeni sanıldığı gibi
intihar değil, suikastmış efendim. Bonaparte taraftarlarından ayrılan general ortadan kaybolduktan sonra,
bilinmeyen bir adamdan aldığı çağrı üzerine Saint-Jaques Sokağı’na gitmiş.”
Bakan konuştuğu sırada Villefort duydukları karşısında renkten renge giriyordu. Kral ansızın kendisine
dönerek, “Siz de, darbecilerin tarafında olduğuna inanılan, ama aslında tamamen bana bağlı olan
generalin, Bonaparte taraftarlarının suikastına kurban gittiği konusunda bana katılmıyor musunuz Bay
Villefort?”
“Bu
çok muhtemel görünüyor efendim, başka kanıt yok mu?”
“Buluşmayı ayarlayan adamın peşindeyiz. Tanımlara göre elli yaşlarında, kahverengi saçlı, kalın kaşlı,
bıyıklı bir adammış. Mavi paltosunun üzerinde bir onur madalyası varmış. Dün bu tanıma uyan bir adam
izlenmiş, ama Jussienne Sokağı ile Coq Heron Sokağı’nın kesiştiği yerde izini kaybettirmiş.”
Bir an dizlerinin bağı çözülen Villefort, sözü edilen adamın peşindekileri atlattığını öğrenince rahat bir
soluk aldı.
“O adamı bulun!” dedi kral. “Eğer bize o kadar yararı dokunmuş general, bir cinayete kurban gitmişse,
katiller cezasını bulmalıdır. Sizi daha fazla tutmayacağım Baron. Bay Villefort, uzun yolculuğunuzun
ardından yorulmuş olmalısınız, gidip dinlenin. Herhalde babanızın yanında kalıyorsunuzdur, öyle değil
mi?”
Villefort az daha bayılacaktı.
“Hayır efendimiz,” dedi, “Tournon Sokağı’ndaki Madrid Oteli’nde kalıyorum.”
“Ama
onu göreceksiniz, değil mi?”
“Sanmıyorum efendim.”
“Ah, tabii ya!” dedi Louis, bütün bunları belli bir amaçla sorduğunu belli eden bir gülümsemeyle. “Bay
Noirtier’yle pek anlaşamadığınızı unutmuştum. Bu da bize olan bağlılığınızın başka bir göstergesi.” Kral,
üzerinde taşıdığı onur nişanını simgeleyen haçı çıkartarak Villefort’a verdi. “Bu haç sizde kalsın.”
Villefort’un yaşaran gözleri gurur ve sevinçle parladı. Haçı alıp öptü.
Bundan sonra olaylar birbirini izledi. Napoleon’un, tarihte eşine rastlanmayacak dönüşünü herkes
biliyordur. Louis’nin, bu darbenin üstesinden gelme konusundaki yetersizliğini de… Zaten çürük temeller
üzerine kurmuş olduğu monarşiye dayalı yapı, İmparator’un küçük bir el hareketiyle yerle bir olmuştu.
Villefort da böylece, hiçbir işe yaramamak bir yana, kendisi için tehlikeli olabilecek onur nişanından
başka hiçbir şey elde edememişti.
Yüz Günler döneminde epey güçlü bir konuma sahip olan Noirtier olmasa, Napoleon hiç kuşku yok ki
Villefort’u görevden alırdı. Villefort görevinden olmadı ama evliliği bir süreliğine ertelendi.
Dantes’ye gelince, mahkûm yaşamı sürüyordu; zindanının karanlık
köşelerinde, ne Louis’nin tahttan
indirilişinden ne de Napoleon’un dönüşünden haberdardı.
Yüz Günler adıyla imparatorluğun bu kısa canlanışını temsil eden süre boyunca Bay Morrel, Dantes’nin
serbest bırakılması için iki kez başvuruda bulunmuş, ikisinde de Villefort tarafından vaatlerle
kandırılmıştı. Sonra da Waterloo olayı patlak verdi. Sonunda Bay Morrel, genç dostu için elinden geleni
yaptığına karar vererek bu işten vazgeçti.
18. Louis tacı yine ele geçirdikten sonra, Villefort dört gözle beklediği savcılık görevine talip oldu ve
iki hafta sonra da Bayan Saint-Meran’la evlendi.
Napoleon Fransa’ya döndüğünde Danglars, farkında olmadan ne kadar yerinde
bir ihbarda bulunmuş
olduğunu anladı. Ama Napoleon Paris’e ulaşıp sesini yeniden duyurduğunda, Dantes’nin günün birinde
serbest bırakılacağından korkan dostumuz, Bay Morrel’e gemideki işinden ayrılmak istediğini söyleyerek,
kendisinden aldığı bir tavsiye mektubuyla birlikte Madrid’e gitti.
Öte yandan Fernand, Dantes’nin kayıp olması dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Ona ne olduğunu
merak ettiği bile yoktu.
Bu sırada, askerlerine son kez çağrıda bulunan İmparatorluğun sesine kulak veren Fernand da, diğerleri
gibi orduya katıldı. Mercedes’i bırakıp gitmek ona çok zor geliyordu. Mercedes’e olan bağlılığı, acısı
içinde ona gösterdiği şevkat, en küçük bir isteğini bile yerine getirmek
için gösterdiği çaba, sonunda
Mercedes’i etkilemişti: zaten bir dost olarak hoşlandığı bu adama beslediği sevgi, minnet duygusuyla
daha da güçlenmişti. Bu nedenle Fernand yüreğinde umutla gitmişti askere. Mercedes ise tamamen
yalnızlığa gömülmüştü. Gözyaşları içinde gezinip duruyor; kâh gözlerini Marsilya’ya dikerek kızgın öğle
güneşinin altında kımıldamadan duruyor, kâh kumsalda oturup denizin hüzünlü sesine kulak veriyor, bu
umutsuz bekleyiştense, kendisini uçurumdan aşağı bırakmanın daha iyi olacağını düşünüyordu. Böyle
anlarda kendisini alıkoyan tek şey, dinine duyduğu inanç oluyordu.
Yaşlı Dantes oğlundan ayrı kaldığı beş ayın ardından
bütün umudunu yitirmiş, sonunda Mercedes’in
kollarında gözlerini yummuştu. Hastalığı sırasında girdiği bütün borçları, cenaze masraflarıyla birlikte
Bay Morrel karşılamıştı. Bütün Güney alevler içinde yanmaktayken, Dantes gibi tehlikeli bir Bonaparte
yanlısının babasına yardım etmek cesaret isterdi doğrusu.