Yüksek Sosyete
Wall Street'e, aralarında Morgan, J.D.
Rockefeller, Vanderbiltler, E. H. Harriman, Jay
Gould, Thomas Fortune Ryan gibi efsanevi ve
diğer daha geçici ama aynı derecede renkli
isimlerin bulunduğu maceracı tipler hakimdi.
Bazıları bir gün içinde serpiliyorlar, neden
sonra baş aşağı oluyor, unutulup gidiyorlardı.
Çoğu, yasallığı oldukça şüpheli yollardan
ticaret yapan bu kişilerin başı derde girdiğinde
suçlu iadesi anlaşması bulunmayan başka
eyaletlere
kaçması
gerekirdi.
Kömür,
demiryolları, çelik, tütün ve yeni bir saha olan
elektrik üzerine ticaret yapanlar yüksek fiyattan
senetler pazarlıyor, sivriliyor, köşe oluyorlardı.
Twain'e göre, sanayi devriminin hakimleri
olan soyguncu baronların vaazları şöyleydi:
"Para
kazan.
En
kısa
yoldan
kazan.
Kazanabildiğin
kadar
kazan.
Eğer
becerebiliyorsan namussuzlukla kazan; eğer
mecbursan namusunla kazan."
Borsanın kapanışıyla birlikte bütün para
tacirleri soluğu Walfdorf-Astoria otelinde alırdı.
"Walfdorf Cemiyeti"ne kabul edilmek için
"başarılı" olmak gerekirdi. Tesla da para
babalarına yakın olmak için akşam yemeklerini
düzenli bir şekilde burada yemeye başlamıştı.
Elbette onlar kadar zengin değildi ama
yakışıklılığı, parlak geleceği ve zekası ile
büyük bir hazineye sahipmiş gibi yaşamak
onun da hakkıydı.
Tesla da artık McAllister'ın, varlık ve
toplumsal mevki sıralamasını belirleyen New
York
"400"
listesinin
bir
üyesiydi.
Efsaneleştirildiği şekliyle o "soğuk bakışlı, zor
gülümseyen dev adamlar"la kendi oyun
sahalarında
karşılaşıyordu.
Bilgisi
takdir
görüyordu, o da bunun tadını çıkarmasını
biliyordu. Acaba o da Edison gibi kendisinin
"Morgan'laştırılmasına" izin verecek miydi?
"Astor",
"Insull",
"Mellon"
ya
da
"Ryan'laştırılacak" mıydı? İcatlarını kim finanse
ederse etsin işine burunlarını sokmalarından,
kendisini
kesin
tahakküm
altında
bulundurmalarından yakayı sıyıramayacaktı.
Sistem böyle işliyordu, bu da mucidin ödemesi
gereken bedeldi.
Bazı aydın insanlar Tesla'nın tarihteki en
büyük mucit olduğundan, Edison'dan dahi
büyük
olduğundan
dem
vurmaya
başlamışlardı. Doğrusu bunun en büyük
kanıtlarında biri de New York'ta ona karşı
alınan cephenin genişlemeye başlamasıydı. Bu
cephede sadece Edison ve çevresi yoktu,
basının ilgisini onun kadar çekemeyenler ve
laboratuvarındaki heyecanlı gösterilere davet
edilmeyenler
de
saflara
katılmaya
başlamışlardı.
Tesla hayatı boyunca birçok gazeteci,
editör,
yayıncı
ve
edebiyatçı
arkadaş
edinecekti. Seminerleri ona dünya çapında bir
ün kazandırmış ve daha o zamandan pek çok
bilim kurumunun arşivinde kendisine yer
bulmuştu ama buna karşın hiçbir zaman
akademik bir yayın ekibine dahil olmamıştı.
Doğrusu, Amerika'ya ilk ayak bastığında zaten
böyle bir yayın da yoktu. Büyük üçlünün, yani
hükümet, sanayi ve üniversitelerin kesiştiği
nokta henüz bir bilim insanına ün kazandıracak
denli önemli değildi. Ama işin rengi değişmeye
başlamıştı.
Yalnız
çalışanların
devri
geçmeye
başlamıştı ama o yine de yalnız olmayı tercih
ediyordu. "Bağımsızlar"ın son temsilcilerinden
Edison, modern bilime örnek olan büyük
endüstriyel araştırma laboratuvarları ile bir
geçiş tipi teşkil ediyordu.
Tesla'nın
hayatı
boyunca
birlikte
çalışmaktan hoşlanmamasının iki nedeni vardı:
Birincisi diğer mühendislerin çoğunun sabırsız
davranması onu çileden çıkarıyordu, ikincisi de
her türlü kontrol mekanizmasından nefret
ediyordu.
Eğer işbirliği yapabileceği bir kişi varsa o da
ancak yönetim kurulu başkanı olabilirdi.
Waldorftaki kodamanlar ne politikayla ne de
sanatla ilgililerdi. Onlar için önemli olan faizler,
vergilerin durumu, ekonomik krizler ya da işçi
ayaklanmalarıydı. Diğer yandan, gazeteciler ve
entelektüel hanımlar Tesla'nın zevklerine daha
çok uyuyorlardı. Çevresindeki bu yeni dostlar
Tesla ile zaman geçirmekten hoşnutlardı. Onun
karizmatik ve güçlü yapısının çekim alanına
girip farklı bir evrende seyahat ediyormuş
hissine kapılıyorlardı.
Bir güz akşamı gösterişli faytonu Tesla'yı
Robert
Underwood
Johnson'ların
327
Lexington
Bulvan'ndakı
meşhur
evlerine
bıraktı. Faytonlar ve diğer gösterişli arabalar
birbiri ardına eve misafir taşırken ark lambaları
dondurucu havayı aydınlatıyordu. Kapının her
açılışında Mozart'ın piyano konçertosundan
birkaç ezgi yayılıyordu sokağa. Johnsonlar o
kadar varlıklı bir aile değildi ama şehrin tüm
milyonerlerini, milyarderlerini, fakir sanatçılarını
ve entelektüellerini açık gönüllülükle bir araya
toplamışlardı. Ne Robert, ne de Kathrine
bilimden anlıyordu ama her ikisi de Tesla'nın
büyülü gösterilerine bayılıyordu.
Oldukça etkileyici bir çifttiler. Robert
dilbilimine ilgili, şiire düşkün ve hazır cevaptı.
Kathrine de minyon, tatlı bir kadındı ve
annelikev hanımlığı rolü ile tatmin olamayacak
kadar zeki bir kadındı.
Sanatçı dostlar edinmişlerdi ve sanata da
canı gönülden bir ilgi duyuyorlardı. Johnson
Century
dergisinde
yardımcı
editörlük
yapıyordu ve kısa süre içinde baş editörlüğe
de terfi edecekti. Evleri, eski dünya şehirlerinin
kültür ritüellerini özleyen medeni Tesla için
doğal bir cennetti. Yugoslavya'nın yoksul
dünyasından Amerika'nın acımasız dünyasına
düşen Tesla ve Michael Pupin için bu ev
sığınılacak bir liman olmuştu. Johnsonlar'ın
evinde Tesla, Amerikan toplumunun kaymak
tabakasının yanı sıra Avrupa'nın ressamları,
yazarları ve politik şahsiyetleri ile de görüşme
şansını yakalıyordu.
1893 yılında, Thomas Commerfold Martin
tarafından Johnsonlar'a davet edilmiş ve
hemen kanı kaynayıvermişti. Kısa zamanda bu
üçlü
arasında
yakın
dostluk
bağları
kurulacaktı. Robert ve Katharine sayesinde
Tesla resmi tavırlardan sıyrılabilmeyi, ön
isimlerle hitap edebilmeyi, hatta ve hatta o
zamanların dedikodularından zevk alabilmeyi
öğrenecekti. Tesla'nın çalışmalarını finanse
edecek bir milyoner bulma çabaları üçlünün
favori şakalarından biri haline gelecekti.
Beraber olmadıkları zaman birbirlerine -
bazen günde iki üç kere- notlar yolluyorlardı
ulaklarla. Yıllar süren bu yazışmaların sonunda
Tesla ile Robert'in birbirlerine gönderdiği
binlerce mektupluk bir arşiv oluşacaktı.
Katharine'den - ona karşı hissettiği en derin
duygularını açıkça yazdığı mektuplarda bile hiç
şaşmadan vurguladığı gibi- "Mr. Tesla"ya giden
mektupların
sayısı
da
bundan
aşağı
kalmıyordu. Kısa bir süre içinde Tesla
muhataplarına takma isimler verecek kadar
yakınlaşmıştı.
Johnson'a,
hayran
olduğu
efsanevi bir Sırp kahramanın, "Luka Filipov"un
adı ile hitap ediyordu. Mrs. Johnson da
"Madame Filipov" olmuştu. Buna mukabil,
Johnson da Sırpça çalışmaya başlamıştı.
Johnsonlar'dan Tesla'ya gelen davetler,
mucidin o dönemlerde deli dolu bir hayat
yaşadığı izlenimini uyandırıyor. "Hemen Van
Allenler'den
çıkıp
Leggetler'e
atla
gel,
gelebiliyorsan... " "Gel de Kipling'le tanış",
"Çabuk gel Paderewski'yi gör", "Baron Kaneko
ile
tanışmak
istiyorsan
hemen
çıkıp
gelmelisin..."
Tesla
Filipovlar'a
verdiği
cevaplarda arada sırada I. Nikola, G.I. (büyük
mucit) gibi imzalar kullanıyordu. Bu tip şakalar
yapabileceği pek fazla arkadaşı yoktu.
Johnsonlar sayesinde Tesla da zengin
avarelerin zaman geçirmek için kabaca
değerlendirdikleri ayrıcalıklardan nasibini alma
şansını yakalamıştı. Robert ona Karun gibi
zengin
Delmonicolar'ın
düzenledikleri
ziyafetlerden söz etmişti. Bu ziyafetlere, kadın
misafirleri sevindirmek için peçetelerin içine
gizlenen mücevherlerin cinsine göre, altın,
gümüş ya da elmas yemekler adı veriliyordu.
Bazen sadece heyecan yaşamak için yüz
dolarlık banknotlara sarılan sigaralar elden ele
dolaştırılıyor, tüttürülüyordu.
Bunlara katılmamışsa da büyük mucit
sosyete sayfalarında "Yoksulluk Toplantıları"
denilen tuhaf akşam partileri hakkında birkaç
satır okumuştu. Bu toplantılar zenginlerden
birinin konağında düzenleniyordu. Konukların
partiye
kirli
paçavralar
içinde
gelmeleri
gerekiyordu.
Pis
bir
yerde
oturuyorlar,
üniformalar
giyinmiş
uşakların
getirdiği
konserve kutuları içindeki biralardan içiyor,
tahta kaplarda yemek yiyorlardı. Duyarlılık,
Cilalı Taş Devri insanlarının sahip olduğu
meziyetlerden değildi.
Ama tercihler bir yana, zenginlik yine de
insana oldukça çekici geliyordu. "Cebimde bir
sent olabilmesi için önce pencereden dışarı
avuç dolusu para atabilecek kadar zengin
olmam gerekiyor" diyordu Tesla.
O sıralarda tabelasında "yangına kesinlikle
dayanıklı
aile
oteli"
yazan
Gerlach'da
kalıyordu. Bu göz alıcı olmaktan hayli uzak
yere fitil oluyor, Fifth Avenue'daki altın
kaplamalı Waldorf'da kalacağı günlerin hayalini
kuruyordu.
Johnson'un malikanesinde Robert'in ve
kendisinin çağlarının en büyük şairi olarak
gördükleri Rudyard Kipling'in yanı sıra, yazar
John Muir ve Helen Hunt Jackson, besteci
Ignace Paderewski ve Anton Dvorak, prima
donna Nellie Melba ve aralarında Senatör
George Hearst'ın da bulunduğu bir dizi siyasi
ve
toplumsal
kişilikle
tanışma
şansını
yakalamıştı. Bu tanınmış simaların yanı sıra
ABD Donanma Akademisi'nden henüz mezun
olmuş yakışıklı bir genç olan Richmond
Pearson Hobson ile de tanışmıştı.
Tesla çoktan otuz yedi yaşına girmiş
kozmopolit bir adamdı ve yeni tanıştığı kişiler
onu o kadar da etkilemiyordu. Ama bu, oğlansı
tavırları ve kara bıyığı ile oldukça zıt kaçan
genç subaydan çok etkilenmişti. Zekasını
kültürünün gücü ile birleştiren yağız bir eylem
adamı olarak Tesla'nın hayallerindeki Sırp
kahramanı ile Hobson pek örtüşüyordu
doğrusu.
Hakkında dolaşan söylentiler arasında
Tesla'nın bir homoseksüel olduğu fısıltısı da
yayılmaya başlamıştı. Başka bir zamanda ya
da ülkede bunun kariyerine pek etkisi olmazdı
ama
Viktorya
döneminin
Amerika'sında
bunun ortaya çıkması onu alaşağı edebilecek
bir felaket haline dönüşebilirdi. Dedikodulara
metelik
vermemesine
karşın
neden
evlenmediği sorulduğu zaman yoğun çalışma
temposunu mazeret olarak göstermek zorunda
hissediyordu kendisini. Gel gör ki, bu o
dönemin toplumu için kabul edilemeyecek bir
lakırdıydı ve evlenmesi gerektiği yollu baskılar
iyiden iyiye artıyordu.
Bununla birlikte Tesla'nın fobileri yakın
ilişkiler kurabilmekten uzak bir insan olmasına
neden oluyordu. Yine de bir ara, başka bir
otelde sürekli ikamet etmesine karşın Hotel
Marguery'nin lüks odalarından birini tutmuş ve
bir keresinde de Kenneth Sweezey'e bu odayı
"özel
arkadaşlarını"
ağırlamak
amacıyla
kullandığını anlatmıştı. Her şeye karşın bu
değişik yorumlara açık bir ifadeydi. Johnsonlar
onu birçok kadınla tanıştırıyordu. Bunların kimi
güzel,
kimi
varlıklı,
kimi
de
yetenekli
hanımlardı. Bazıları bu üç özelliği de taşıyordu.
Bu hanımların birçoğu da ona tutuluyordu.
Ama o bütün teklifleri nazikçe geri
çeviriyordu. Tabii bu arada gururunun bir hayli
okşandığını
da
göz
ardı
etmemek
gerekir. Johnsonlar'a geldiğinde kapıdan dışarı
süzülen Mozart tınılarının uzun bir süredir
akşam yemeklerinin favori partneri Marguerite
Merington'ın çaldığı piyanodan yayıldığını fark
etti. Ona duyduğu hayranlık ve düşkünlük diğer
tüm kadınlara karşı hissettiklerinin önüne
geçmişti.
Johnson hemen yanına gelip, kendisini
Fransız tarzı pahalı bir tuvalet giymiş, uzun
boylu, ciddi görünüşlü, takı olarak boynuna
çiçek iliştirilmiş genç bir hanımla tanıştırmaya
götürdü. Kız dönüp Tesla'yı ela gözleriyle
süzdü. Tesla onu daha önce görmediğinden
emindi ama bu gözleri tanıyordu. Bir aktris
olabilir miydi? Kim bilir?
"Miss Anne Morgan" diye takdim etti
Johnson. "Mr. Tesla." Ve onları baş başa
bıraktı.
Mucidi başıyla selamladı ve dikkatini tekrar
müziğe yöneltti. Tabii ya. Gözleri ve gözü pek
zekası
babasınınkilerle
aynıydı.
Onu
neredeyse siyah bir puro içerken hayal
edebiliyordu. Johnson kızcağızın ona abayı
yakmış
olduğunu
söylemişti.
Eğer
bu
doğruysa, kız açık etmemek için oldukça
kararlı
davranıyordu.
Kız
okullarında
olgunlaşan duruşu Tesla'yı etkilemişti. Çok
zengin ve buna rağmen tatlıydı da.
Ama ne yazık ki inci küpeler takıyordu;
Tesla
neredeyse
dişlerini
gıcırdatmaya
başlayacaktı. Onunla konuşmak için can
atıyordu ama inciler bunu olanaksız kılıyordu.
Belki Robert ona gelecekte bir ipucu verme
nezaketinde bulunurdu. Elisabeth Malbury'ye
sorarsanız Anne o kadar el bebek, gül bebek
büyütülmüştü ki hep bir çocuk olarak kalmıştı.
Ama Tesla'nın da bu konuda söyleyecek bir
şeyleri vardı. Ona göre genç kız pek yakında
kozasını yırtacak gibi duruyordu. Dönüşümünü
izlemek gerçekten de ilginç bir şey olurdu.
Anladığı kadarıyla, J. Pierpont Morgan'ın
kızı ile evlenmek için hemen bir atılımda
bulunmazsa Johnsonlar kendisine rahat yüzü
göstermeyeceklerdi. Paraya ihtiyacı olan bir
mucit
olarak
durumun
hassasiyetinin
farkındaydı. Kendisine sırılsıklam aşık olan bu
genç kadına cesaret verecek bir harekette
bulunmamalıydı, bununla birlikte duygularını
incitmemek
için
son
derece
diplomatik
davranması gerektiğinin de farkındaydı.
Müzik biter bitmez hemen dikkatleri üzerine
topladı. Son zamanlarda partilerde çevresi
kuşatılıveriyordu. Tann vergisi bir hitabet
yeteneğine sahip bu dahi ile konuşmak insanlar
için oldukça cazip bir olaydı. Zengin insanların
bilimsel eleştiriler getirmek gibi bir niyetleri
yoktu, Tesla da buna karşılık onların
sıkıntılarını dağıtıyor ve bu arada fantezilerinin
uçuşmasının tadını çıkarıyordu.
O akşam çevresindekilerden izin istedi ve
açık kalpliliğine hayran olduğu Marguerite'in
yanına gitti. Performansı nedeniyle onu tebrik
ettikten sonra patavatsızca, "Söyler misiniz
bayan, neden siz de diğer hanımlar gibi
elmaslar
ya
da
başka
mücevherler
takmıyorsunuz?" diye sordu.
"Bunun pek de bir tercih meselesi olduğunu
söyleyemeyeceğim"
diye
karşılık
verdi
Margueritte, "ama doğrusu elmas alacak kadar
param olsaydı da onu başka şeyler için
harcamayı tercih ederdim yine de."
İlgiyle,
"Peki
paranız
olsa
nasıl
harcardınız?" diye sordu Tesla.
"Kırlarda bir ev almayı isterdim, gerçi
banliyölerden işe gidip gelmek pek de işime
gelmezdi ama... "
Tesla
samimiyetle
gülümsüyordu.
Mücevher
istemeyen
bu
yetenekli
ve
büyüleyici kadına bayılıyordu. Kendisi de hiçbir
zaman tek bir kravat iğnesi ya da köstekli saat
takmış değildi.
"Ah, Bayan Merrington, milyonlarımı almaya
başladığım zaman bu sorunu kökünden
halledeceğim. Burada New York'ta büyük bir
arsa alacağım, orada sizin için bir villa inşa
ettireceğim ve çevresine ağaçlar diktireceğim.
Bu sayede hem bir kır evinde oturuyor
olacaksınız, hem de şehri terk etmek zorunda
kalmayacaksınız."
Margueritte gülüyor ve içten içe bunun bir
teklif olup olmadığını düşünüyordu. Ama Tesla
bunları sadece laklak etmek için de söylemiş
olabilirdi.
Mucidin
yakın
arkadaşlarından
birinin
söylediklerine bakılırsa, Margueritte sonradan
Tesla'ya dokunabilmiş olan tek kadın olduğunu
iddia edecekti. Arkadaşı buna pek de canı
gönülden inanamamıştı. Tesla'nın Marguerite
ya da herhangi bir kadınla yakın bir ilişkiye
girdiğini gösteren hiçbir kayda rastlanmamıştır.
Aynı sırdaş Anne Morgan'ın da kendisini
Tesla'nın "kollarına attığını" söylüyordu. Ama
ikisinin arasında da arkadaşlıktan öte bir ilişki
olduğunu
gösteren
herhangi
bir
kanıt
bulunamamıştır. Her ikisi de paralel yaşam
tarzları seçmişlerdi. Anne kendi payına hayat
dolu ve önemli bir kadın olmuştu. Adı birkaç
ünlü erkekle beraber anıldıysa da, asla
evlenmedi.
Toplumsal borçlarını ödemek için Tesla da
New York "400"üne ve diğer daha önemsiz
ölümlülere ziyafetler veriyordu. Hazırlanması
ile bizzat ilgilendiği masalarda sadece kuş sütü
eksik
oluyordu.
Hiçbir
harcamadan
kaçınılmıyordu ve avamdan tek bir kişi dahi
davet edilmiyordu.
Böyle günlerin sonunda misafirlere tatlı
olarak
laboratuvarında
düzenlediği
özel
cambazlıklarını sunuyordu. Ertesi gün de
gazetelerde en yeni kerametleri ile boy
gösteriyordu. Bu gösterilere davet edilmeyen
meslektaşlarını sinir etmek için bundan iyi bir
oyun da düşünülemezdi hani.
Yine de hala kadınlara karşı ilgisizliği
ağızdan ağıza yayılmaya devam ediyordu. Bir
gün Fransız bir meslektaşı ile Paris'teki Cafe
de la Paix'de otururken efsanevi Sarah
Bernhart'ın da üyesi olduğu bir tiyatro topluluğu
yakınlarında belirmişti. Aktris cilveli bir şekilde
mendilini düşürüvermişti. Ani bir hareketle öne
atılacak, yerdeki mendili sahibesine iade
ettikten sonra Fransız bilim insanının hayret
dolu bakışları arasında elektrik üzerine
giriştikleri tartışmaya kaldıkları yerden devam
edecekti.
İngiltere'de yayımlanmakta olan bir bilim
dergisi Electrical Review'de dahi kendisini
paylayan uzun bir yazı yayınlanacaktı: "Mr.
Tesla, Venüs'ün oğlu şehvet tanrısı Cupid'in
oklarından kendisini kurtarabilir ama bizim
kuşkularımız devam edecektir. Biz kendisine
hayranız ve bir gün onun da doğru yolu
bulacağından eminiz. Kadınlara duyduğumuz
güven bir gün onun da karşısına talihini
döndürecek bir hanımefendinin çıkacağına
inanmamızı sağlıyor; onun her açıdan hassas
duygularına olduğu kadar dehasına da uygun
bu hanımefendinin karşısında bir gece vakti
saat ikide nerede olduğunu açıklamaya
çalışırken düşünebiliriz Tesla'yı... Bu sıra
dişiliğin nedeni her ne olursa olsun, bu
durumun ortadan kalkacağını ve genel olarak
bilimin, özelde de Mr. Tesla'nın, böyle bir
evliliğin sonucunda daha da zenginleşeceğini
umuyoruz."
Abesle iştigal eden bu yazıyı kaleme alan
işgüzar elbette ki kehanetinin gerçekleştiğini
hiçbir zaman göremeyecekti. Ama Tesla'nın
bilim ve teknoloji hayatının zenginleşmesi dileği
sonuçta
onu
hayal
kırıklığına
da
uğratmayacaktı çünkü Tesla zaten baştan
aşağı sıra dışı olan kariyerinin en sıra dışı
dönemlerinden birisine girmek üzereydi.
Tesla'nın talihini açacak bu olayın ilk
belirtisi George Westinghouse ile bir telefon
görüşmesi yapacak olmasıydı. Şaşırtıcı olduğu
kadar harika haberleri vardı Westinghouse'un.
Tesla bavullarını apar topar hazırlayıp Niagara
Çağlayanı'na giden ilk trene atlayacaktı.
|