Alev Kılıcı
Dünya,
yakasını
bıraktığı
ve
Manhattan'daki laboratuvarında en büyük aşkı
elektrik ile ilgilendiği sürece Tesla dünyanın en
mutlu
insanıydı.
1880'lerin
sonunda
ve
1890'ların başında kısa da olsa böyle bir
dönemin tadını çıkarabilmişti. Ama Amerika ve
Avrupa'da tıka basa dolu salonlarda dört
konferans verdikten sonra dünyanın en ünlü
bilim insanlarından biri haline gelmişti ve özel
hayatı bir daha asla eskisi gibi olamayacaktı.
Konferans kürsüsünde, tehlikeli gösteriler
için giydiği yüksek mantar tabanlıklarıyla iki
metreye ulaşan boyuyla, beyaz giysisi ve
kravatıyla
garip
görünüşlü
bir
leyleğe
benziyordu. Yaptıklarına ısınmaya başladıkça
yüksek oktavlı sesi heyecanla daha da yüksek
perdeden çıkmaya başlıyordu. Kendilerini akan
sözcüklerin ritmine, ışıkların oyununa ve
büyüye kaptıran dinleyiciler de transa geçmiş
gibi onu izliyorlardı.
Bilimin dili yetersiz kaldığından Tesla görsel
efektleri, alevlerin ve ışığın dansına aşık bir
ozan gibi anlatıyordu. Gerçekten de Tesla
buna, enerjiyi içine emmek kadar önem
veriyordu. Bununla beraber teknik detaylar
konusunda da eline su dökebilecek nitelikte bir
bilim insanı daha bulunamazdı.
Ateş oyunları en azından yirmi kere tekrar
ettiği deneylere dayanmaktaydı. Ekipmanların
hepsi yeniydi, bizzat kendisi tarafından
tasarlanmış ve genellikle kendi atölyesinde
üretilmişti.
Aynı
gösterinin
iki
kez
tekrarlandığına nadiren rastlanırdı.
O günlerin bilimsel terminolojisi yetersiz
kaldığı için onun fırça adını verdiği vakumlu bir
tüpte hafifçe boşalan ve ışık saçan elektrik
yükü aslında elektron ve iyonize olmuş gaz
moleküllerinin yaydığı ışınlardı. "Şimdi sizlere
siklotronu açıklayacağım" diyemiyordu çünkü
böyle bir sözcük henüz yoktu ama açıkladığı
ve sergilediği şeyin atom parçalanmasının ilk
örneklerinden biri olduğu düşünülüyordu bilgi
sahibi kişiler tarafından.
"Şimdi elektron mikroskobunu; kozmik
ışınları; radyo vakum tüpünü; X ışınlarını
anlatacağım"
da
diyemiyordu.
Audion'un
müjdecisi olan vakum ampuldü, radyoyu
anlatmak için de telsiz deniliyordu, telsizin
ortaya çıkmasına ise daha zaman vardı. O
laboratuvarında saydam olmayan fotoğraf
klişelerinin,
görülebilen
ve
görülemeyen
ışıkların tanımını yaparken Röntgen bile X
ışınlarının
hangi
amaçlarla
kullanılabileceğinden habersizdi. Ve Tesla
"herhangi bir madde yakmadan, hatta kimyasal
bir reaksiyona girmeden yanan" alevden
bahsederken, muhtemelen, plazma fiziğinin
alanına girmiş bulunuyordu.
Amerikan
Elektrik
Mühendisleri
Enstitüsü'nde
yaptığı
konuşmada
şöyle
söyleyecekti:
"Açıklanamayan
şaşılacak
olaylar olarak gördüğümüz fenomenlere artık
farklı bir gözle bakıyoruz. İndüksiyon bobininin
kıvılcımı, akkor lambanın ışıldaması, akımların
ve
mıknatısların
mekanik
güçleri
artık
kavrayışımız ötesinde değiller; eskiden olduğu
gibi
anlaşılamaz
değiller.
Tam
tersine
araştırmalar basit bir mekanizmanın zihnimizde
canlanmasını sağlıyor. Halen gerçek doğaları
hakkında ancak varsayımlara dayanarak
konuşabiliyor olsak da gerçeğin çok da
uzaklarda bir yerlerde gizlenmediğini biliyoruz.
İçten içe, tam anlamıyla bir kavrayışa vakıf
olacağımızı sezinliyoruz. Hala bu güzel
olgulara, garip güçlere hayranlık duyuyoruz
ama artık biçare değiliz..."
Elektriğin
ve
manyetizmanın
gizemli
etkileyiciliğinin, "doğadaki güçler arasında eşi
bulunmayan, görünürde dual karakteri; çekimi,
itici gücü ve rotasyonuyla, gizemli etmenlerin
ilginç hareketliliğiyle" insan zihnini etkilediğini
ve harekete geçirdiğini söylüyordu.
Ama tüm bunlar nasıl açıklanabilirdi?
"Göksel nesneler gibi eksenlerinde hareket
eden ve fırıl fırıl dönen, gözle görünmeyen bir
dünyaya ait olan atomlar, moleküller dönerken
muhtemelen beraberlerinde statik eter de, bir
başka deyişle statik yük de taşımaktadırlar. Bu
bana göre en akla yakın açıklamadır ve
araştırmaların
çoğundan
da
bu
sonuç
çıkmaktadır. Moleküllerin ve eterlerinin dönüşü
eter gerilimini ya da elektrostatik gerilimi, ortaya
çıkartmaktadır; eter gerilimlerinin eşitlenmesi
diğer hareketleri ya da elektrik akımlarını ve
yörüngesel hareketler de elektro ve sürekli
manyetizma etkilerini yaratmaktadır."
Aynı uzman grup önünde, endüstride
devrim yaratan ve çok uzaklardaki evlerin bile
aydınlatılabilmesini sağlayan enerji sistemini
tanıtmasının üzerinden üç yıl geçmişti. Şimdi
de hayretler içindeki aynı topluluğa ışık ve
elektriğin
doğası
üzerine
yürüttüğü
araştırmalarını anlatıyordu.
Konuştuğu kürsü, içi gaz dolu tüplerden
yayılan
ışıkla
çok
çekici
bir
tarzda
aydınlatılmıştı, bazılarının parlaması için fosfor,
bazılarında da uranyum kullanmıştı. Bunlar
bugünkü floresan lambaların öncüleriydiler.
Tesla bunların patentini almayı ya da piyasaya
sürmeyi hiç düşünmemişti; gerçekten de
pazara ancak elli yıl sonra çıkacaklardı.
Söylev için tüplere, tipik bir şekilde, isimler
takmıştı. Bunlar arasında yalnızca ünlü bilim
insanlarının adları yoktu, bazıları ünlü Sırp
şairlerin adlarını almıştı.
Bir masaya dönerek eline narin bir parça
aldı. "İşte içindeki hava kısmen boşaltılmış bir
cam tüp. Onu elime alıyorum, bedenimin bir
parçası yüksek gerilim taşıyan tellerden biriyle
temas halinde ve elimdeki tüp de harika bir
şekilde yanıyor. Hangi durumda bırakırsam
bırakayım,
nereye
taşırsam
taşıyayım,
tutabildiğim sürece, yumuşak, hoş ışığı
tükenmeyen bir ışıltıyla parıldamaya devam
edecektir."
Elinde tuttuğu tüp parıldamaya başlayınca -
diğer gösterilerin yanı sıra bu alternatif akımın
güvenirliği hakkında politik bir mesaj da
içermekteydi- "Profesör" Brown, Edison'un
ajanı, izlemekten vazgeçecek ve hızla salonu
terk edecekti. Patronu bu inanılmaz olayı
duyunca tırnaklarını yemeye başlayacaktı.
Ama Pittsburg'dan sırf bu konferansı dinlemek
için gelmiş olan George Westinghouse öne
eğilmiş, başını bir o yana bir bu yana sallıyor,
gülümsüyordu.
Bir sonraki gösterisi, gazların basıncı
düşürülmüş
ortamlarda
yüksek
iletkenlik
sergilediklerini keşfettikten sonra icat ettiği,
yüksek
frekanslı
bir
enerji
kaynağına
bağlanmış telsiz, ya da elektrotsuz, deşarj
lambalardı. Bunları, gösterdiği gibi, odada
istediğiniz yere götürebilirdiniz ama onlar
ürkütücü
bir
şekilde
yanmaya
devam
edeceklerdi. Bunlar hiçbir zaman pratik
amaçlarda
kullanılmak
üzere
piyasaya
sürülemeyeceklerdi
ama
yeni
alınmaya
başlanan patentlerin de gösterdiği gibi, seksen
yıl sonra bile bu konudaki araştırmalar hep
devam edecekti.
Sylvania GTE International'ın başmühendisi
Roland J. Morin sonraları şunları ifade
edecekti: "Şundan eminim ki, bu ışık
kaynaklarının Chicago Dünya Fuarı'nda (1893)
Tesla tarafından sergilenmesi, daha sonraları
D. McFarlan Moore'un floresan lambayı
geliştirmesini ve bunları ticari amaçlı kullanıma
açmasını teşvik etmiştir...", Uzun parmaklı,
marifetli elleri bir başka parçayı kavradı.
"İşte tek bir tele bağlı havası alınmış bir
ampul... Onu avucuma alıyorum ve içindeki
platin tel güçlü bir akkor halini alıyor.
"İşte ana tele bağlanmış bir diğer ampul.
Metalik soketine dokunduğum anda içi fosforik
ışıklı muhteşem renklerle doluyor.
"Ve işte, bu platformun üzerinde durduğum
sürece
yalıtılmış
bir
durumdayım;
bu
indüksiyon bobininin ikincil terminallerinden
birisine dokunuyorum... ve gördüğünüz gibi
hızla titreyen diğer ucundan ışık huzmeleri
yayılmaya başlıyor.
"Bu tel örgüden yapılmış iki levhayı bobinin
terminallerine takıyorum. Yükün boşaldığı
geçit... ışık seli formunu alıyor."
Dinleyiciler zaman zaman görsel heyecanın
onun için işe yarar sonuçlar kadar önemli
olduğunu düşünmeye başlıyorlardı ama hemen
sonra Tesla ardı ardına "işe yarar olguları" da
sunmaya başlıyordu gözler önüne.
Örneğin, tek tele bağlı çalışan bir motor
sergiliyordu, dönüş devresi telsizdi.
Ve sağduyu sahibi olmakla, lafı güzafa
pabuç
bırakmamakla
övünen
adamları,
tamamen telsiz çalışabilecek motorlardan
bahsederek
büyülüyordu.
Boşlukta
kullanılmayı bekleyen enerjiden söz ediyordu.
"Bu mümkün" diyordu, "bu tip 'telsiz'
diyebileceğimiz
motorlar,
yoğun
olmayan
havada oldukça uzak mesafelerden iletim ile
çalıştırılabilirler. Alternatif akımlar, özellikle de
yüksek frekanslı olanlar, yoğunluğu çok da az
olmayan gazlar içinden dahi inanılmaz bir
rahatlıkla geçmektedirler. Havanın yüksek
katmanlarındaki yoğunluk azdır. Boşlukta
birkaç
kilometre
yüksekliğe
çıkabilmenin
önünde yalnızca doğasında mekanik olan
engeller var. Şuna hiç şüphe yok ki, yüksek
frekans ve yağ yalıtımının kullanılması ile elde
edilebilecek
devasa
potansiyelle
parlak
deşarjlar kilometrelerce az yoğunluklu hava
içinden aktarılabilir ve böylece yüz binlerce
beygirgücündeki enerjinin yönlendirilmesi ile
merkezi kaynaklardan çok uzak mesafelerde
olan motorlar ya da lambalar işletilebilir...
Ancak bu projeden henüz bir olasılık olarak
bahsediyoruz.
Enerjiyi
bu
şekilde
nakletmemize de gerek kalmayacaktır. Enerji
nakletmemize gerek kalmayacaktır. Kuşaklar
sonra makinelerimiz uzayın herhangi bir
noktasından alacağı bir enerji ile işlemeye
başlayabilecektir. Bu duyulmamış bir fikir
değil... Bunu topraktan enerji alan Antheus
söyleminden
biliyoruz;
muhteşem
matematikçilerimizden birisinin düşüncelerinde
buluyoruz... Uzayda enerji var. Bu enerji statik
midir, yoksa kinetik midir? Eğer statikse
umutlarımız boşa çıkar; eğer kinetikse -ki
bunun böyle olduğundan eminiz- o zaman
insanın makinelerini doğal değirmenler gibi
çalıştırabilmesi
yalnızca
bir
zaman
meselesidir... "
Tesla'nın
şovunun
yıldızı
ise
(daha
sonraları
İngiltere
ve
Fransa'daki
seminerlerinde de yer alacak olan) onun
karbon lambası dediği, neredeyse tamamı boş
olan, altı inçlik vakumlu bir tüptü. Araştırmaları
ile bilimsel keşifler dünyasında yepyeni
bölgelere seyahat ediyordu.
Bu, yüksek frekanslı akım kaynağına bağlı
tek bir telin ucunda katı bir metal monte edilmiş
cam bir küreydi. Merkezi "düğme" elektrostatik
bir şekilde çevredeki gaz moleküllerini cam
küreye doğru harekete geçiriyordu. Daha
sonra gerisin geri düğmeye doğru çekiliyorlar,
çarpıyor ve onu ısıtıyorlardı. Ve her saniyede
milyonlarca
kere
tekrarlanan
bu
işlem
sonucunda düğmenin akkor haline gelmesine
yol açıyorlardı.
Kaynağın gücüne bağlı olarak, birçok
maddeyi anında buharlaştırabilen ya da
eritebilen sıcaklıklar ortaya çıkabiliyordu. Tesla
deneyi
elmaslar,
yakutlar
kullanarak
tekrarlamıştı. En sonunda karborundumun
(karbon ve silikon karışımı) diğerleri kadar
çabuk buharlaşmadığını ve kürenin içinde tortu
bırakmadığını keşfetmişti. Böylece icadının adı
karbon lambası olarak kalacaktı.
Akkor halindeki maddeden yayılan sıcaklık
tüpün
içindeki
küçük
miktarlardaki
gaz
moleküllerine aktarılıyordu, bu sayede de
Edison'un akkor lambası için harcanan aynı
oranda enerji ile yirmi kat daha fazla parlaklık
elde ediliyordu.
Vücudunda dalgalanan yüz binlerce voltluk
yüksek frekanslı akımlarla birlikte, elinde akkor
halindeki güneşin bir minyatürünü tutarak
ayakta duruyordu. Kozmik ışınlar olduğuna
inandığı şeyi sergilemekteydi. Güneşin yüksek
elektrik yükü taşıyan ve her biri yüksek hız
nedeniyle enerji yüklenmiş küçük parçacıklar
yayan akkor halinde bir kütle olduğunu
düşünüyordu. Ama bir küre içine kapatılmadığı
için güneş, ışınları uzayın derinliklerine
yayılmaları için bırakıyordu.
Tesla tüm uzayın bu parçacıklarla dolu
olduğunu düşünüyordu, dünya ya da diğer
maddeler sürekli bu bombardımana maruz
kalıyordu; tıpkı karbon lambasında olduğu gibi
en katı maddeler dahi atomik toz haline
dönüşüyorlardı.
Bu
tip
bir
bombardımanın
ortaya
çıkışlarından
biri
şafak
ışıldamasıydı.
Yöntemleri üzerine bir kayıt olmamasına
karşın, bu tip kozmik ışınları tespit ettiğini,
enerjilerini hesapladığını ve yüzlerce milyon
voltluk bir hızla hareket ettiklerini bulduğunu
duyurmuştu.
Duydukları bu olağanüstü iddialarla gözleri
iyice açılan seyirciler arasındaki fizikçiler ve
mühendisler dikkat kesilmişlerdi. Peki ama
kanıtlar neredeydi?
Bugün
güneşteki
termonükleer
reaksiyonların
radyo
dalgalarının
ve
partiküllerinin
yanı
sıra,
X
ışınlarının,
ultraviyole, görülebilir ve kızılötesi ışınların,
güneşin yüzeyinde metrekarede 64 milyon
wattlık
(ya
da
voltamper)
bir
oranda
yayılmasına yol açtığı biliniyor.
Elde edilen yeni bilgilere göre, kozmik
ışınların çok çeşitli şekil ve formda ortaya
çıktıkları biliniyor. Partiküller yüksek enerji
üreten çarpışmalar yaptığında kozmik ışınlar
oluşuyor. Bunlar yalnızca güneşten değil, diğer
yıldızlardan,
novalardan
ve
patlayan
yıldızlardan yayılıyor.
Dünyanın çevresinden geçmekte olan ve
manyetik sahasının etkisine giren solar
elektron ve protonlar Van Ailen radyasyon
kuşaklarını oluşturuyorlar. Görülebilen ve
görülemeyen solar radyasyon gezegenlerin
yüzey sıcaklıklarını tayin ediyor. Tan yeri
kızarıklığı (aurora) da yıldızlardan yayılan
|