Modern Promete
Saat
tam
sekizde
asil
görünüşlü,
otuzlarında bir bey Waldorf-Astoria otelinin
Palmiye Odası'nda, her zamanki masasında
yerini almıştı. Uzun boylu ve narindi, zarif bir
giyimi vardı ve tüm dikkatleri anında üzerine
çekiyordu; yine de çevresinde yemeklerini
yemekte olan diğer insanlar, mahremiyetine
fazlasıyla düşkün olduğunu bildikleri bu mucidi
görmemiş gibi davranıyorlardı.
Masasının üzerinde her zaman olduğu gibi,
üst üste dizilmiş on sekiz temiz keten peçete
vardı. Nikola Tesla neden üçe bölünebilen
rakamları özellikle tercih ettiğini, mikroplardan
neden
bu
denli
tiksintiyle
karışık
bir
korku duyduğunu, ya da hayatına musallat olan
diğer pek çok takıntıdan neden bu denli
mustarip
olduğunu
kendisine
bile
açıklayamıyordu.
Dalgın bir halde, zaten parıltılar saçmakta
olan kristalleri, camları parlatıyor, keten
peçetelerden birini alıyor diğerini bırakıyordu ve
sonuçta da servis masasının üzerinde kendi
çapında bir peçete tepeciği oluşuyordu. Neden
sonra,
yemekler
birbiri
ardına
gelmeye
başlayınca, tabağındaki yemekten bir parçayı
ağzına götürmeden önce saplantılı bir şekilde
lokmanın
tüm
kübik
özelliklerini
hesap
ediyordu. Başka türlü de yemekten zevk
alınmazdı ki!
Palmiye Odasına bu mucidi izlemek
amacıyla
gelenler
siparişini
mönüden
vermediğini fark ediyorlardı. Adet olduğu üzere,
yemekleri daha önceden telefonla verdiği
direktifler doğrultusunda hazırlanıyordu ve
daha sonra da masasına, yine kendi arzusu
doğrultusunda bizzat şef garson tarafından
getiriliyordu.
Tesla yemeğini küçük parçalar halinde
yemeye devam ederken William K. Vanderbilt
de onu operadaki Vanderbilt locasını pek sık
kullanmamasından
dolayı
azarlıyordu.
O
masadan ayrıldıktan kısa bir süre sonra da
akademisyenleri andıran görünüşü, Van Dyke
stilinde sakalı ve çerçevesiz gözlüğü ile Robert
Underwood Johnson masaya yaklaştı ve
Tesla'yı coşkulu bir şekilde selamladı. Bu
adamın bir dergi editörü ve ayrıca bir şair
olmasının yanı sıra, hırslı olması ve gösterişli
bir hayat sürmesi gibi özellikleri de vardı.
Johnson sırıtarak Tesla'ya doğru eğildi ve
kulağına hakkında ortalıkta dolaşan en son
söylentiyi fısıldadı: Anne Morgan adında akıllı
uslu ama abayı mucidimize yakmış bir kız
hakkındaydı ve babasının başının etini bu
mucitle tanıştırılmak arzusu ile yiyip duruyordu.
Tesla
her
zamanki
ağırbaşlılığı
ile
tebessüm etti ve Johnson'in karısı Katharine'in
hatırını sordu.
"Kate cumartesi günü seni öğle yemeğine
getirmemi tembihledi" dedi Johnson.
Bir süre Tesla'nın -platonik duygularla-
hoşlandığı bir başka hanımefendi üzerine
konuştular; genç bir piyanist olan Marguerite
Merington.
Onun
da
davetli
olduğunu
duyduktan sonra daveti kabul etti.
Editör yoluna devam etti, Tesla da tatlısının
kübik parçacıklarını incelemeye koyuldu.
Hesaplamalarını
henüz
tamamlamıştı
ki
masasına bir ulak geldi ve bir not getirdi.
Arkadaşı Mark Twain'in keskin hatlı kargacık
burgacık yazısını ilk bakışta tanıdı.
Twain her zamanki esprili tarzıyla notta,
"Eğer bu akşam için daha ilginç planların yoksa
belki Oyuncular Kulübü'nde bana katılırsın"
diye yazmıştı.
Tesla aceleyle önündeki kağıda şunları
karaladı: "Maalesef, çalışmam gerek. Ama
eğer sen gece yarısı laboratuvarımda bana
katılırsan
sana
güzel
bir
gösteri
sergileyebilirim."
Her zaman olduğu gibi Tesla masasından
saat tam onda kalktı ve Manhattan'ın ışıklı
caddelerine kendini bıraktı.
Laboratuvarına giderken bir parka saptı ve
yavaş
yavaş
ıslık
çalmaya
başladı.
Yakınlardaki bir binanın duvarlarından bir çift
kanat sesi duyuldu. Az sonra omzunda tanıdık
beyaz bir görüntü belirdi. Tesla cebinden bir
avuç buğday çıkardı ve güvercini eliyle
beslemeye başladı, sonra onu geceye karşı
kaldırdı ve gagasına bir öpücük kondurdu.
Artık bir sonraki adımını düşünmesi
gerekiyordu. Bloğun çevresinde yürümeye
devam etmesi halinde kendisini üç tur atmaya
mecbur hissedecekti. Derin bir iç geçirdi ve
Blecker sokağının yanındaki (daha sonra Batı
Broadway
olan)
Beşinci
Cadde,
33-35
numaradaki laboratuvarına doğru yollandı.
Tavan arasındaki tanıdık dairesine girdi ve
bir düğmeyi çevirdi. Duvardaki boru şeklindeki
lamba şaşalı bir ışıltıyla parıldadı ve karanlık
odadaki tuhaf görünüşlü makineleri aydınlattı.
Bu tüp lambanın ilginç yanı tavandaki elektrik
kabloları ile hiçbir bağlantısının olmamasıydı.
Gerçekten de hiçbir bağlantısı yoktu ve tüm
enerjisini çevreyi sarmalayan bir güç alanından
alıyordu. Bağlantısız ışık kaynağını eline
alabilir ve atölyesinin içerisinde istediği yere
taşıyabilirdi.
Bir köşede duran tuhaf aletlerden biri sessiz
sessiz titremeye başladı.
Tesla'nın
gözleri
mutlulukla
ışıldadı.
Dünyanın en küçük osilatörü bir çeşit
platformun üstünde çalışmaya başlamıştı.
Onun dehşetli gücünün farkında olan tek kişi
kendisiydi.
Düşünceli bir halde pencereden aşağıdaki
fakirhaneleri seyre koyuldu.
Çalışkan
göçmen
komşuları
çoktan
uyumuş olmalıydı. Polis daha önce kendisini
gecenin
bir
yarısı
odasından
karanlık
sokaklara yayılan mavi ışık ve çatırdayan
elektrik hakkındaki şikayetler konusunda
uyarmıştı.
Omuzlarını silkti ve işinin başına döndü, bir
makineye bir dizi mikroskobik uyarlamalar
yapmaktaydı. Kendisinden geçmiş bir şekilde
çalışırken
zamanın
nasıl
geçtiğini
fark
edememişti ki aşağıdaki sokak kapısından
gelen sesle irkildi.
Tesla, Pearson's Magazine'de çalışan
İngiliz gazeteci Chauncey McGovern'ı içeri
buyur etmek için aceleyle merdivenleri indi.
"Gelmeniz beni öyle sevindirdi ki Bay
McGovern..."
"Bunu okuyucularıma borçlu olduğumu
düşündüm,
beyefendi.
Londra'da
herkes
Batı'nın Yeni Büyücüsü hakkında konuşuyor -
ve bununla kastettikleri de Edison değil."
"Lütfen benimle yukarıya kadar gelin.
Bakalım ünümü hak ediyor muyum."
Merdivenleri henüz çıkmaya başlamışlardı
ki sokakta bir kahkaha tufanı koptu, Tesla bu
sesi hemen tanıdı.
"Ah, bu Mark."
Mark Twain'i ve aktör Joseph Jefferson'ı
içeri buyur etmek için tekrar kapıya yöneldi.
Her ikisi de Oyuncular Kulübü'nden geliyordu.
Mark
Twain'in
gözleri
bir
beklentiyle
parıldıyordu.
"Haydi artık gösteri başlasın Tesla. Her
zaman ne derim bilirsin."
"Yoo, bilmiyorum. Ne dersin?" diye sordu
mucit gülümseyerek.
"Hep şöyle söylemişimdir ve şunu bil ki
bundan uzun yıllar sonra hep benim bu
sözümü anacaklar: Gök gürültüsü iyidir,
etkileyicidir ama asıl iş gören şimşektir."
"O zaman bu gece fırtınalar kopacak
dostum, haydi benimle gel."
McGovern sonradan şu sözlerle anacaktı o
geceyi: "İnsanın Nikola Tesla'nın laboratuvarı
karşısında afallamaması için sıra dışı bir zihin
yapısına sahip olması gerekirdi."
"Kendinizi geniş, iyi aydınlatılmış bir odada,
çevrenizde makinelerin meydana getirdiği
sıradağlar arasında otururken hayal edin. Uzun
boylu, zayıf bir genç adam size doğru yürüyor,
parmağını bir kere şıklatmasıyla aniden
parlayan kırmızı bir alev topu yaratıyor ve bunu
korkusuzca avuçlarının içerisinde tutuyor.
Bunu seyrederken ellerinin de nasıl olup da
alev almadığına hayret ediyorsunuz. Alevi
elbiselerinin üzerinde, saçlarında dolaştırıyor,
kucağınıza ve en sonunda da tahta bir kutunun
içerisine koyuyor. Bu alev topunun hiçbir yerde
en ufak bir iz dahi bırakmaması insanı şaşkına
çeviriyor ve insan rüya görmediğinden emin
olmak için gözlerini ovuşturuyor."
McGovern, Tesla'nın ateş topu karşısında
hayrete düşen tek kişi değildi. Çağdaşlarından
hiçbiri Tesla'nın bu etkiyi tekrar tekrar nasıl
yaratabildiğim açıklayamıyorlardı ve bugün de
tam olarak açıklanamıyor bu olay.
Alev topu ortaya çıkışı kadar gizemli bir
şekilde yok olup gidecekti, Tesla odanın
ışıklarını söndürdüğü anda oda zifiri karanlık
olacaktı.
"Şimdi dostlarım sizler için biraz gün ışığı
yaratacağım."
Birdenbire
odanın
içi
şaşırtıcı
bir
güzellikteki ışık ile dolacaktı. McGovern. Twain
ve Jefferson gözleriyle odanın her yanını
tarayacaklar ancak bu aydınlığın kaynağını
bulamayacaklardı. McGovern, bu ürkütücü
etkinin Tesla'nın Paris'te düzenlediği, ortada
belirli bir ışık kaynağı olmaksızın iki geniş
plaka arasında aydınlanma sağladığı gösteri ile
bir
bağlantısı
olup
olamayacağını
düşünmekteydi.
Ama bu ışık gösterisi Tesla'nın konukları
için
sadece
bir
ısınma
turuydu.
Yüz
hatlarındaki gerginlik, bir sonraki deneye
atfettiği ciddiyeti yansıtmaktaydı.
Bir kafesten küçük bir hayvan çıkartıldı, bir
platforma bağlandı ve aniden elektrik verilerek
öldürüldü. İbre bin voltu göstermekteydi.
Kavrulmuş bedeni platformdan kaldırıldı. Şimdi
Tesla, bir eli cebinde olduğu halde, yavaşça
platformun üstüne sıçrayacaktı. İbre yavaş
yavaş yükselmeye başladı. En sonunda, tek
bir adalesini bile kıpırdatmayan uzun boylu
genç adamın bedeninin "içinden" iki milyon
voltluk bir elektrik akımı geçmeye başladı.
Silueti, bedeninin her noktasından fırlayan
binlerce alevin yaladığı bir elektrik halesi olarak
görünüyordu.
McGovern'in yüzündeki şok ifadesini göre
göre bir elini ona doğru uzattı. İngiliz gazeteci o
garip hissi şu kelimelerle anlatacaktı: "Elini
sıktığımda
güçlü
elektrik
pillerinin
dile
değdirildiğinde hissedilen o duyguyu hissettim.
O tam anlamıyla 'açık bir elektrik teli' gibiydi."
Mucit platformdan geri sıçradı, akımı kesti
ve hızla açıklamaya girişerek diken üstünde
bekleyen
gergin
seyircilerini
sanki
tüm
yaptıkları
bir
oyunun
parçasıymışçasına
rahatlattı.
"Puff!
Bunların
hepsi
çocuk
oyuncağı. Hiçbirinin önemi yok. Bilimin büyük
evrenine nazaran bunlar hiçbir şey. Buraya
gelin de size çalışır hale getirilir getirilmez tüm
hastanelerde ve evlerde devrim yaratacak
makineyi göstereyim."
Misafirlerini kauçuk bir şiltenin üzerine
yerleştirilmiş bir platformun olduğu köşeye
doğru götürdü. Bir düğmeyi çevirdi, makine seri
bir şekilde ve sessizce titremeye başladı.
Twain istekle öne doğru atıldı. "Şunu bir
deneyeyim, Tesla. Lütfen."
"Yo, yo üzerinde çalışılması gerekli."
"Allah aşkına!"
Tesla bıyık altından güldü. "Tamam Mark
ama üzerinde çok fazla kalma. Sana
söylediğim zaman aşağı inmen gerek."
Yardımcılarından birine düğmeye basmasını
söyledi. Twain, her zamanki gibi, beyaz
giysileri içerisinde ve uzun siyah boyunbağı ile
platformun üzerinde dev bir arı gibi vızıldamaya
ve titremeye başladı. Bu çok hoşuna gitmişti.
Neşeyle
bağırıyor
kollarını
sallıyordu.
Odadakiler de onu seyrederek oldukça
eğleniyorlardı.
Bir süre sonra mucit arkadaşına seslendi:
"Tamam Mark. Yeterince kaldın, artık aşağı
inmen gerekiyor."
"Hayatta olmaz" diye cevap verdi ünlü
mizahçı. "Bu iş çok hoşuma gitti."
"Ama ben ciddiyim, aşağı inmen gerek
artık" diye ısrar etti Tesla. "İnan bana, inmen
senin için daha iyi olur."
Gülerek karşılık verdi Twain. "Vinç gelse
beni aşağı alamaz."
Kelimeler ağzından henüz dökülmüştü ki
ifadesi yüzünde dondu kaldı. Platformun
kenarına doğru yalpalaya yalpalaya ilerledi,
eliyle makineyi durdurması için Tesla'ya
işaretler yapıyordu.
"Çabuk Tesla, nerede bu?"
Tesla bir gülümsemeyle platformdan aşağı
inmesine yardım etti ve tuvalete kadar koluna
girdi. Vibratörün müshil etkisi yaptığını Tesla ve
asistanları çok iyi biliyorlardı. Tesla'nın yüksek
voltaj
platformunda
sergilediği
deneyi
tekrarlamaya hiç kimse gönüllü olmadı ama
Tesla'yı neden elektrik çarpmadığının bir
açıklamasını
duyabilmek
için
yanıp
tutuşuyorlardı.
"Frekans yüksek olduğu müddetçe" diye
açıkladı, "yüksek voltajlardaki alternatif akımlar
derinin yüzeyinde, herhangi bir yaralanmaya
neden olmadan salınırlar. Ama bu amatörlerin
becerebileceği bir şey değildir. Sinir dokularına
nüfuz edebilecek miliamperler öldürücü bir etki
yaratabilir ama derinin üzerindeki amperler kısa
süreler için zarar vermez. Derinin altına
sızabilecek düşük akımlarsa, ister alternatif
ister doğru akım olsunlar, ölüme yol açabilir."
Tesla sonunda misafirlerine iyi geceler
dilediğinde
şafak
sokmuştu
bile.
Ama
odasındaki ışıklar, otele kısa bir dinlenme için
gitmek üzere kapılarını kilitleyip dışarı çıkana
değin bir saat daha parıldayacaktı.
|