Edison'un Huzurunda
Neyse ki, en azından hiç kimse, başındaki
şaşalı melon şapkası ve üstünde kara paltosu
olduğu
halde
sıcak
bir
temmuz
günü
Manhattan'daki
Castle
Gate
Göçmen
Bürosu'na giren Tesla'yı Montenegrolu bir
çoban ya da çevresine yüklü miktarda borç
takıp ortalardan kaybolan bir hapishane
kaçkını zannetmemişti. 1884 yılıydı, yani
Fransa halkının Amerika'ya Özgürlük Anıtı'nı
armağan
ettiği
yıldı.
Emma
Lazarus'un
sözlerine yanıt verircesine on altı milyon
Avrupalı ve Asyalı birkaç yıl içinde bu ülkeye
akın etmişti ve gelmeye de devam ediyorlardı.
Kadın erkek, hatta çocuk, herkes Amerika'da
patlak veren sanayi devrimini besleyen yakıt
gibiydi. Bu yıl aynı zamanda 1884 paniğinin
yaşandığı yıldı.
Tesla, yeni gelenlerin emek çetelerine
fabrikalarda,
madenlerde,
demiryollarında,
limanlarda günde on üç saatlik ezici bir çalışma
için köle gibi pazarlandığı Göçmen İş Bulma
Kurumuna adımını dahi atmayacaktı. Bunun
yerine, elinde Edison'a hitaben yazılmış kapı
gibi tavsiye mektubu ve cebinde bir tanıdıktan
aldığı adres ile polislere yol sora sora,
cansiperane, New York sokaklarına atılacaktı.
Bir dükkanın yanından geçerken dükkan
sahibinin
bozuk
bir
makineye
küfürler
yağdırdığını işitti. Adamın yanında durdu ve
makineyi tamir etmeyi teklif etti. Yapılan işten
dükkan sahibi o denli hoşnut kaldı ki hemen
Tesla'ya yirmi dolar verdi.
Yürürken genç Sırp'ın aklına gemide
duyduğu bir fıkra geldi ve gülümsemeye
başladı.
Amerika'ya
henüz
gelmiş
Montenegrolu bir çoban yolda yürürken on
dolarlık bir banknot görür. Eğilip parayı aldıktan
sonra kendi kendine şöyle söylenir: "Bugün
Amerika'daki ilk günüm, neden çalışmak
zorunda olayım ki?"
Henüz otuz ikisinde olmasına rağmen
saçları ağarmaya başlayan Thomas Alva
Edison,
Bayan
Edison'un
kendi
kreasyonundan ve ellerinden çıkma damalı işçi
gömleği içinde kaba saba, neşeli, hafif kambur
duran zeki bir insandı. İlk bakışta insana
yüzünde bir ifade yokmuş gibi gelirdi ama
ziyaretçileri kısa süre içinde gözlerinde
parlayan uçsuz bucaksız enerjinin ve zekanın
farkına varırlardı.
O zamanlar Edison, bir dahi için bile,
fazlasıyla zayıf birisiydi. Goerck Sokağındaki
Edison
Machine
Works'ü
ve
Beşinci
Cadde'deki Edison Electric Light şirketini
kurmuştu. 255-57 Pearl Sokağındaki elektrik
üretim istasyonu tüm Wall Street'e ve East
River'a hizmet veriyordu. Ve New Jersey
Menlo Park'ta birçok insanın çalıştığı ve
inanılmaz olayların gerçekleşebileceği bir
araştırma laboratuvarı vardı.
Bazen kendisi de burada boy gösterir,
laboratuvarın arkasındaki jeneratörden gelen
doğru akımla beslenen ve demirlerin üzerinde
saatte seksen kilometre hızla ilerleyebilen
"küçük
demir
lokomotif
canavarı"nın
çevresinde dans ederdi. Bu laboratuvara sesini
Edison'un fonografı ile ölümsüzleştirmek için
Sarah Bernhard da gelmişti. Nazikçe Edison'un
I. Napolyon'la olan benzerliğinden dem
vurmuştu.
Pearl Sokağı jeneratörü New Yorklu birkaç
yüz varlıklı insana hizmet ediyordu ama Edison
şehrin her yanındaki doğru akım şebekeleriyle
uzak noktalardaki imalathaneleri, fabrikaları ve
tiyatroları da besliyordu. Ayrıca denizde yüzen
gemileri de aydınlatacak şebekeler kurması
için ardı arkası kesilmeyen teklifler alıyordu ki
bu da tam bir baş ağrısıydı. Çünkü denizin
ortasında çıkabilecek olası bir yangın feci bir
kabusa dönüşebilirdi.
Aynı zamanda özlü sözlerinden gelen
ününü de korumak zorundaydı. "Ticaret ve
sanayi dünyasında herkes hırsızlık yapar"
diyordu vecizelerinin bir tanesinde. "Ben de
çok çaldım. Ama ben nasıl çalınacağını
biliyorum. Diğerleri bilmiyorlar..." Diğerleri ile
kastettiği Batı Sendikası idi. Onlar için bir iş
yapıyordu, aynı zamanda da rakip firmaya
onlara
yaptığı
işle
rekabet
etmelerini
sağlayacak başka bir icadını satıyordu.
Çok ünlü bir diğer deyişi de matematikçi
olmaya ihtiyaç duymadığı, ne zaman istese bir
tanesini işe alabileceği yolluydu. Formal eğitim
almış bilim insanları bu sözlerden alınabilirdi
ama Amerika'nın teknolojik ilerlemesinin bu
safhasında mühendislerin ve mucitlerin doğal
hayata çağdaşları olan akademisyenlerden çok
daha fazla katkıda bulunduğu da göz ardı
edilemezdi.
Herkes ne demek istediğini gayet iyi
anlıyordu, Edison sözlerine icatlarının değerini
getirdiği para ile ölçtüğünü ve başka bir şeyin
onu ilgilendirmediğini eklemeden edemezdi.
Julian Hawthorne şöyle açıklıyordu: "Eğer
Edison mucitliği bırakıp yazarlığa merak
sarsaydı dünyanın en büyük romancılarından
biri olurdu... "
1883 yılının sinirleri bozan bir yaz günüydü.
Amerikalı
mucit
Pearl
Sokağı
üretim
istasyonundayken
Beşinci
Cadde'deki
Vanderbiltlerin evinden bir acil durum çağrısı
aldı. Evde, ince metal tellerden oluşan iki
kablonun birbirine dolanması nedeniyle yangın
çıkmıştı. Alevler söndürülmüştü ama ateşten
gömleği bir kere sırtına geçirmiş olan Bayan
Vanderbilt
yatışmak
bilmiyordu.
Sorunun
kilerdeki buhar makinesinden ve kazandan
kaynaklandığını öğrenmişti. Ama aklı başından
giden kadın tüm şebekenin sökülmesini
istiyordu.
Edison hemen bir tamir takımını işbaşına
çağırdı, fincanındaki soğuk kahveden bir
yudum aldı ve ne yapacağını düşünmeye
başladı. Telefon çaldı. Edison alıcıyı daha iyi
işiten kulağına götürdü.
Gemicilik şirketinin yöneticisi alaylı bir ses
tonuyla aydınlatma şebekesindeki dinamoların
tamir edilmesi konusunda herhangi bir planı
olup olmadığını soruyordu. Büyük yolcu gemisi
S.S.
Oregon
günlerdir
limana
çakılmış
bekliyordu; tabii bu arada da şirket hatırı sayılır
miktarda para kaybediyordu.
Edison ne diyebilirdi ki? Gönderebileceği
mühendisi yoktu.
Hasetle Morgan'ı düşündü. Bay J. Pierpont
Morgan, sırf Murray Tepesindeki malikanesinin
bahçesinin altındaki özel kazanı ve buhar
makinesi için bir mühendis tutmuştu. O kadar
gürültü çıkartıyordu ki komşuları dava açma
tehdidinde bulunmuşlardı. Ama bu Morgan için
önemli bir sorun değildi; ne zaman işler sarpa
sarsa bir puro yakıp yatı Corsair'le bir tura
çıkabilirdi.
"Hemen öğleden sonra bir mühendis
göndereceğim"
diye
söz
verdi
Edison
armatöre.
Morgan, Edison'un tüm New York şehrini
sarmalayan, iyi çalışmadığı için atları bile
ürküten doğru akım şebekesinin finansörüydü.
Ortalama finansörler ve sanayiciler hala
elektriğin önemini kavrayamamışlardı ama
Morgan gibi az sayıda insan elektriğin
Arşimet'inkinden bu yana dünyada görülen en
umut
verici
icatlardan
biri
olduğunu
sezebiliyordu. Herkesin enerjiye ihtiyacı vardı.
Ve er ya da geç herkes Edison'un
akkorunu kullanmaya başlayacaktı.
Elektrik mühendisliği, bilimsel yaratıcılığa
sahip yetenekli insanların girdiği, vaat ettiği
parasal zenginliğin yanı sıra bilinmeyen bir
dünyanın çekiciliğini ve tehlikelerini de içeren
yeni bir alandı.
Cornell ve Columbia Üniversiteleri, ülkede
bünyelerinde elektrik mühendisliği bölümleri
bulunan ve bununla haklı bir gurur duyan
birkaç kurumun arasında yerlerini almıştı.
Amerika'da yetişen bir avuç uzman vardı ama
bunların arasından Edison, Joseph Henry,
Elihu Thomson gibi devler çıkmıştı. Sanayiciler
de Tesla, Michael Pupin, Charles Proteus
Steinmetz, Batchelor, Fritz Lowenstein gibi
yabancı bilim insanlarına yönelmişlerdi. Ama
New York ışıklarının yanıp sönmesini en başta
Edison'un
dehasına
borçluydu.
Bayan
Cornelius Vanderbilt'in aile malikanelerinin
devasa merdivenlerinden beyaz saten ve
elmaslardan müteşekkil, pek çok kişinin
aklından uzun süre çıkmayacak, "Elektrik
Işığı" adlı kostümü ile indiği ve Astorlar'la
Vanderbiltler arasında güdülen kinin sona
erdirildiği o dillere destan balo düzenleneli
henüz bir yıl olmamıştı.
Edison, olmayan mühendisini gemicilik
şirketine göndermeyi vaat etmiş ve telefonun
alıcısını henüz yerine koymuştu ki içeriye bir
görevli girdi, Ann ve Nassau Sokaklarında yeni
sorunlar çıktığını bildirdi. Mucidin deneyimsiz
elektrik teknisyenlerinden birinin monte ettiği
bağlantı kutusunda kaçak vardı. Bir faytoncu
ve atı bir anda havaya fırlamış sonra da hızla
sokağın
diğer
ucuna
doğru
kaybolup
gitmişti. Edison bütün hıncını adamcağızdan
çıkardı "Git eğer becerebilirsen kendine adam
bul, akımı kes ve kaçağı tamir et" diye bağırdı
bütün gücüyle.
Başını kaldırınca bürosunda beklemekte
olan uzun boylu bir siluet gördü.
"Yardımcı olabilir miyim bayım?"
Tesla kendini tanıttı, aksanına özen
gösteriyordu
ve
biraz
da
bağırıyordu,
Edison'un işitme problemi olduğundan haberi
vardı.
"Size Mr. Batchelor'dan bu mektubu
getirdim, efendim."
"Batchelor ha? Paris'te ters giden bir şeyler
mi var?"
"Bildiğim kadarıyla hayır, efendim."
"Saçmalama, Paris'te her zaman ters giden
bir şeyler vardır."
Edison
Batchelor'un
kısa
tavsiye
mektubunu okudu ve homurdandı. Ama
Tesla'ya da insanın içini delip geçen bir bakış
fırlatmaktan geri kalmadı.
"'İki müthiş adam tanıyorum ve sen
bunlardan birisisin; diğeri de bu genç adam!' Ne
tavsiye mektubu ama! Ne yaparsın sen?"
Tesla
geminin
güvertesindeyken
bu
sahneyi defalarca prova etmişti. Edison'un
şöhreti onu çok etkilemişti. İşte, formal bir
eğitim almamış olmasına rağmen yüzlerce
yararlı
ürünün
icatçısı
olan
adamın
karşısındaydı şimdi. Kendisi ise yıllarca
kitapların içine gömülüp kalmıştı, hem de ne
uğruna? Bunu gösterecek ne geçmişti eline?
Aldığı tüm o eğitim ne işine yaramıştı ki?
Hemen Continental Edison için Fransa ve
Almanya'da yaptıklarını anlatmaya koyuldu.
Edison'un nefes bile almasına fırsat vermeden
keşfettiği döngüsel manyetik alan ilkesi ile
çalışan kendi imalatı alternatif akım indüksiyon
motorunu anlatmaya koyuldu. Bu geleceğin
dalgası, diyordu. Akıllı bir yatırımcı bununla bir
servet edinebilirdi.
"Ağır ol!" dedi Edison sinirlenerek. "Bana bu
safsatalardan bahsetme. Tehlikeli bir iş bu. Şu
anda Amerika'da doğru akım kullanıyoruz. Bu,
insanların hoşuna gidiyor ve ben de yuvarlanıp
gidiyorum bu işle. Ama belki sana da bir iş
verebilirim. Bir geminin aydınlatma şebekesini
tamir edebilir misin?"
Tesla aynı gün S.S.Oregon'un güvertesine
yanında gerekli aletlerle çıkmış ve gerekli
tamirleri yapmaya başlamıştı bile. Dinamolar
oldukça kötü durumdaydı, birçok kısa devre ve
kopukluk vardı. Tayfaların da yardımıyla bütün
gece çalıştı. Ertesi gün şafak sökerken bütün
iş bitmişti.
Edison'un
dükkanına
doğru
Beşinci
Cadde'de yürüyordu ki yolda dinlenmek için
evlerine gitmekte olan Edison ve onun önde
gelen adamlarıyla karşılaştı.
"İşte
gecelerini
sokaklarda
geçiren
Parislimiz de burada" diye söylendi Edison.
Tesla gemideki her iki makinenin de tamirini
henüz bitirmiş olduğunu söyleyince ona
sessizce baktı ve tek bir sözcük daha
söylemeden yoluna devam etti. Fakat aşırı
hassas bir duyma yeteneği olan Tesla, biraz
uzaklaştığında şöyle dediğini işitebilecekti: "Bu
herif gerçekten de esaslı biri."
Edison Tesla'nın yeteneklerini kısa sürede
takdir edecek, kendisine şirketin problemlerini
ve tasarımlarındaki sorunları çözmede tam
yetki ve özgürlük tanıyacaktı. Tesla saat
10:30'dan sabah 5:00'a kadar çalışıyordu; yeni
patronu onun bu temposu karşısında şu sözleri
esirgemeyecekti: "Çok çalışkan adamlarım
oldu ama senin gibi yamanını görmedim."
Çok geçmeden Tesla, Edison'un ilkel
dinamolarını elden geçirmeye ve doğru akımın
kısıtlı
olanaklarına
karşın,
daha
etkili
çalıştırılma yollarını araştırmaya başlayacaktı.
Hepsinin yeniden tasarlanması için bir plan
sunmuştu ve bu sayede yalnızca daha iyi
çalışmalarını
sağlamakla
kalmayacağını,
parasal olarak da şirketin oldukça kazançlı
çıkacağını söylüyordu.
Kurnaz iş adamı özellikle ikincil fayda
üzerinde duruyordu ama Tesla'nın söz ettiği
yeniden yapılanmanın büyük bir iş olduğunu ve
bunun uzun süreceğini biliyordu. "Bu işin
ucunda elli bin dolar var sana, tabii eğer
altından kalkabilirsen" dedi.
Tesla aylar sürecek hummalı bir çalışmaya
girişti. Yirmi dört adet dinamoyu yeni plan
doğrultusunca geliştirmekle kalmadı, sisteme
bir de otomatik kontrol mekanizması ekledi,
bunun için patenti alınacak orijinal bir sistem
geliştirmişti.
İki dahi arasındaki kişilik farklılıkları
ilişkilerini daha en baştan mahkum etmişti.
Edison, Tesla'yı bir teorisyen ve kültürlü olduğu
için sevmiyordu.
Menlo Park'ın Büyücüsü, dahiliğin yüzde
doksanının "işe yaramayan şeyleri bilmekten"
ibaret olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden
kendisi sorunları inceden inceye tartmanın
önemine inanıyordu.
Tesla da bu "deney bağımlılığı" hakkında
şöyle konuşacaktı alaylı alaylı: "Edison ancak
bir arıda bulunabilecek bir sebat ve gayretle
samanlıkta iğne aramaya bayılır, her çöpün
altını tek tek araştırırdı. Bu tip çabalara pek
çok kez şahit oldum. Oysa ufak bir teori ve
birkaç hesaplamayla bu angaryanın yüzde
doksanından kurtulabilirdi insan."
Tanınmış bir editör ve mühendis olan
Thomas Commerfold Martin bir keresinde
Tesla'nın doğduğu köyü Hırvatistan haritasında
bulamayan Edison'un Tesla'ya ciddi ciddi
hayatında hiç insan eti yiyip yemediğini
sorduğunu anlatır.
"En başına buyruk dahinin bile bir yörüngesi
vardır" diye yazar Martin, "ve bu iki adamın
kendilerine has yöntemleri, tarzları ve eğitimleri
vardı. Bay Tesla kendi iyiliği için bu birlikteliğe
bir son vermeliydi."
En temel bir hijyen anlayışında dahi iki
insan ancak bu denli zıt düşebilirdi birbiriyle.
Mikroplardan ölesiye korkan ve aşırı derecede
müşkülpesent Tesla, Edison için şöyle
düşünüyordu: "Ne bir hobisi var ne de herhangi
bir spor dalıyla ya da başka bir uğraşla
ilgileniyor. En basit hijyen kurallarını dahi
kesinlikle
umursamıyor...
Eğer
kendisini
koruyacak, gözetecek sıra dışı bir zekaya
sahip eşi olmasaydı çok önceleri bu katıksız
ihmalkarlığı yüzünden ölür giderdi... "
Edison'un dinamolarını baştan tasarlamak
Tesla'nın yılının büyük bir bölümünü almıştı. En
sonunda iş büyük bir başarıyla tamamlanınca
elli bin dolarını ne zaman alabileceğini sormak
için Edison'a gidecekti.
Edison
masasının
üzerine
koyduğu
bacaklarını yana devirecek, ağzı bir karış açık
Tesla'ya şu yanıtı verecekti:
"Tesla, senin biz Amerikalıların espri
anlayışından haberin yok anlaşılan."
Öyle görülüyordu ki Tesla bir kez daha
Edison şirketinden kazık yemişti. Sinirlenerek
istifa edeceğini bildirdi. Edison ise buna karşılık
"müthiş" bir teklifte bulunacaktı. Aylık 18 dolar
olan maaşına 10 dolarlık bir zam yapmak.
Tesla melon şapkasını aldığı gibi dışarı
çıkacaktı.
Edison'a göre Tesla bir "bilim şairi" idi.
Düşünceleri "harika ama kullanışsız"dı. Genç
mühendisi
bir
hata
yapmakta
olduğu
konusunda uyarıyordu -gerçekten de bir süre
için bu uyarıda haklılık payı vardı. Ülke hala iş
bulmanın çok zor olduğu derin bir ekonomik
kriz içindeydi. 84 krizi o denli büyük bir
güvensizlik ortamı yaratmıştı ki Amerika'nın
dört bir yanında binlerce küçük ölçekli yatırımcı
iflas bayrağını çekmişti. İşadamları kurtuluş
için hükümete değil Morgan'a başvuruyorlardı.
Bu para babası da gücü tek bir merkezde
toplamaya yönelik ince planlarının işçi sorunları
ve
demiryollarındaki
paylaşım
savaşı
nedeniyle tehlikede olduğunu düşünüyordu.
Herkes hayali amaçlara hizmet eden çok
fazla demiryolu döşendiğinin farkındaydı ve
bunun sonu da iflas olacağa benziyordu.
Şirketler birleşmeliydi. Ama Morgan oldubittiye
gelecek ya da ihtiyatsız davranacak tipte bir
adam değildi. Rakipleri biraz terleseler ne
olurdu sanki? O da bu arada Avrupa'nın
kaplıcalarını dolaşır ve sanat eserleri toplardı.
Tesla bir yaz ortasında Amerika'ya ayak
bastığında Morgan sakin seyahatlerinden
birinde, İngiltere'deydi. Ama oradan "demiryolu
fiyaskosu" ve dalga dalga yayılan panik
haberleri aldı. En sonunda ülkesine dönmeye
ve eşsiz aklını ulusunun hizmetine sunmaya
karar verdi.
Morgan'ın çözümü çatışan tüm şirketleri
Corsair'
in
güvertesinde
yapılacak
bir
toplantıda bir araya getirmekti. Tüm bir gün
boyunca diğer sanayi devleri ile birlikte
körfezde ve East River'da bir aşağı bir yukarı
salınacaklardı. Bu savaş insanlar arasında
patlak vermemişti, bu oligarşik çatışmada
kilitlenen petrol, çelik ve demiryolları çıkarları
arasındaki savaştı. Gece bastırmadan Morgan
hepsini öyle iyi "örgütlemişti" ki, akıllıca kurulan
birleşik şirketler sayesinde "zararlı rekabet" en
alt
seviyeye
çekilmişti.
Bu
Morgan'ın
yönteminin özüydü ve bu yöntem pek kısa bir
zaman içerisinde gelecek vadeden yeni
elektrik
kurumlarında
da
kendisini
hissettirecekti.
Bu sırada mühendislikte kazandığı ün
iyiden iyiye yayılmaya başlayan Tesla'nın
çevresinde de bir grup yatırımcı toplanmış ve
kendi adına şirket kurma teklifi getirmişlerdi. Bu
teklifin üzerine atlayacaktı. En sonunda müthiş
alternatif
akım
buluşunu
dünyaya
tanıtılabilecekti. Ve böylece, kendine has
görüşüne
göre,
insanlık
sıkıntılarından
kurtulacaktı.
Fakat,
ne
yazık
ki
destekleyicilerinin aklındaki daha basit ve
pratik bir fikirdi. Sokaklardaki ve fabrikalardaki
ark aydınlatmalarının geliştirilmesi sahası
oldukça büyük bir pazardı ve öncelikle bu konu
üzerinde durulması gerekiyordu. Böylece
merkezi Ne w Jersey Rathway'de ve bir
şubesi de New York'ta olan Tesla Electric Light
Şirketi kuruldu. Şirket çalışanları arasında,
yirmi yıl boyunca hep Tesla'nın perde
arkasındaki müttefiki olacak James D. Carmen
de vardı. Joseph H. Hoadley le birlikte
Tesla'nın
şirketlerinin
bazılarında
çalışacaklardı.
Grand Street'teki ilk laboratuvarında işe
koyulan Tesla, kullanılmakta olanlardan çok
daha güvenli, dayanıklı, basit ve ekonomik olan
Tesla ark lambasını üretecekti. Sistemin
patenti alınacak ve ilk olarak Rathway
sokaklarında kullanılacaktı.
Tesla'nın buna karşılık alacağı ödül ise
şirketin birkaç hissesinden ibaret olacaktı.
Acıyla karışık bir şaşkınlıkla Amerikan ticaret
sisteminin cilveleriyle şirketten nasıl rahatça
uzaklaştırıldığını görecekti. Elinde bol miktarda
hisse senediyle açıkta kalakalmıştı. Şirket
henüz çok genç olduğu ve halen ekonomik bir
kriz dönemi yaşandığı için de bu hisselerin
hiçbir kıymeti yoktu.
Tesla üçüncü kez sahneyi terk ediyordu.
Kötüye
gidiş
çöküşe
dönüşmüştü,
mühendis
olarak
çalışabileceği
bir
iş
bulamıyordu. 1886 güzünden ertesi yıla
uzanan süre boyunca hayatının en zor
dönemlerinden birini yaşadı. New York
sokaklarında işçi gruplarıyla birlikte ölesiye
çalışıyor,
hayatını
güç
bela
devam
ettirebiliyordu. Tesla daha sonraları bu acı dolu
anılarından pek fazla söz etmeyecektir.
Yine de bu arada bazı ilerlemeler olmuştu.
Ark aydınlatmada yaptığı yenilikler sayesinde
yedi patent hakkı, ayrıca yine aydınlatma ile
ilgili başka patentler almıştı ki bunlardan ikisi
özellikle ilgi çekiciydi. Bu sistemde demirin 750
santigrat derece üzerindeki ısılarda manyetik
özelliğini kaybetmesi ve bu sayede ısının
doğrudan mekanik ya da elektrik enerjisine
dönüştürülmesi
prensibi
uygulanıyordu.
Tesla'nın diğer pek çok buluşu gibi bunlar da
hemen kullanım alanı bulamayacaklar ve
unutulmaya terk edileceklerdi. Fakat yirminci
yüzyılda yeni yeni bu sisteme benzer bir
uygulama, her ne kadar bunun Tesla'nın
önceki buluşlarının bir devamı olduğu pek
hatırlanmasa da dikkat çekmeye başlamıştır.
Döngüsel manyetik alanı keşfetmesinin ve
Strassburg'da ilk alternatif akım motorunu
çalıştırmasının üzerinden dört yıl geçmişti.
Amerika'nın yeşil çayırları ve banknotları
kendisinden daha ne kadar kaçabileceklerdi
acaba? Yaşadığı hayal kırıklıklarından gururu
incinmiş, yine kara kara kaybedilen yıllar diye
kabul ettiği eğitimine harcadığı zaman üzerinde
düşünmeye başlamıştı.
Fakat talihi yeniden umulmadık bir şekilde
yön değiştirecekti. Çalıştığı ve dayanılmaz
acılar çektiği işyerindeki ustabaşı, indüksiyon
motorunun bahsini duymuş, mucidi, Western
Union Telgraf Şirketi'nin yöneticisi A. K. Brown
ile tanıştırmaya götürmüştü. Bu adam alternatif
akım hakkında bilgi sahibi olmasının yanı sıra
yeni fikirlere de oldukça açık bir kişiydi.
Edison'un
önündeki
devrimi
görmeyi
başaramadığı, ya da daha doğrusu doğru akım
elektrik sisteminin sonunun geldiği yerde
Brown geleceğin kokusunu almıştı. Tesla
adına bir şirket kuruldu. En sonunda bu şirket
ile 1882 yılında Budapeşte'deki bir parkta
tasarladığı alternatif akım motoru üzerinde
çalışabilecekti.
|