e-mail:mevlutyaprak@yahoo.com
Özet
Fizyoloji profesörü Talha Yusuf Bey ile Biyokimya doçenti bir fizyoloji kitabı
yazarlar. Kitap 1929 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından basılmaya başlanır.
Ancak bilmediğimiz bir nedenle ilk üç formadan sonra basım işine ara verilir veya
baskı durdurulur.
Kemal Cenap Bey ilk üç formayı görünce “Bu nasıl eser?” başlıklı bir yazı
kaleme alır. Bu yazının 18 Ocak 1931 tarihli Vakit gazetesinde yayınlanması ile
ilginç ve uzun bir süreç başlar. Kitap ve yazarları hakkında soruşturma açılır. Talha
Yusuf Bey kısa bir zaman sonra tartışma ve soruşturma dışı kalır ama Rasim Ali
Beyin görevine son verilir. Bu dört yıllık süreçte çok sayıda etik sorun yaşanmıştır:
1.Kitap konusunda Fizyoloji Enstitüsü Başkanı Kemal Cenap Beyin görüşü
sorulmamış, bilgi verilmemiştir. Fakat Kemal Cenap Bey konuyu duymuştur ve
beklemededir.
2.Kemal Cenap Bey konuyu akademik ortamda tartışmaya açmadığı için
eleştirilmiştir.
3.Taraflar kırıcı bir dil kullanmışlardır. Rasim Ali Beyin hazırladığı risale gerilimi
en üst seviyeye taşımıştır.
4.Rasim Ali Beyin Üniversiteden uzaklaştırılma gerekçeleri de mantıklı ve etik
değildir.
Üniversite ile ilgili yasa ve yönetmeliklerdeki bazı eksiklikler de süreç içinde ortaya
çıkmıştır.
Summary
Physiology professor Talha Yusuf and Biochemistry associate professor Rasim Ali
Bey write a physiology textbook. In 1929, Istanbul University begins publishing
the book. After the first three issues published, the Project was terminated because
of an unknown reason.
When he saw the first three fascicles of the book, Prof. Dr. Kemal Cenap, Director
of Physiology Enstitute of Istanbul University writes an article and asks what kind
of book was that? After this critical published in the Vakit newspaper in 18 January
1931, an interesting and long story begins. The University initiates an inspection.
After a short period, Talha Yusuf Bey was excluded from the investigation and
process. But Rasim Ali Bey was fired from University after two years. There have
been some ethical problems in this four-year story:
1.Medical Faculty and University don’t give any information to Director of Physiol-
ogy Enstitue about the physiology book. But Kemal Cenap was aware of the project
and waited for the right time.
2.Kemal Cenap does not discuss the subject in an academic environment.
3. Language of the parties are discouraging. A booklet writen by Rasim Ali Bey
carries the stress to the highest peak.
4.The reasons of the sacking of Rasim Ali Bey are not logical.
The story revealed some regulatory deficiencies in this process.
Müslüman Bir Toplumda Hastalık, Stigmatizasyon ve Yok-
sulluk: Osmanlı İmparatorluğu’nda Cüzzamlı Dilenciler
Society: the Leper Beggars in the Ottoman Empire
Murat YOLUN
Boğaziçi Üniversitesi
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü
Bebek 34342-İstanbul
e-mail:muratyolun@gmail.com
Özet
Osmanlı İmparatorluğu’nda cüzzamlıların toplumdan dışlanmasına yol açan faktör-
lerin toplumsal ve kültürel kökenleri bulunmaktadır. Osmanlıların siyasi, kültürel
ve toplumsal dinamikleri cüzzamlılara yaklaşımı ve onlara yönelik söylemi etkiledi.
Şu rahatlıkla iddia edilebilir ki cüzzamın tıbbi tarihi onun toplumsal tarihinden ayırt
edilemez. Cüzzam sadece bedensel bir hastalık olarak değil aynı zamanda ruhsal bir
hastalık olarak görüldü. Cüzzam hala günümüzde bile hem sosyal hem de tıbbi
bilimciler tarafından evrensel olarak damgalanmış bir sağlık durumu olarak görül-
mekte ve hatta en bariz damgalama örneği olarak da gösterilmektedir. Pek çok
kültürde cüzzamdan mustarip olanlardan korkuldu, kaçınıldı ve dışlandı. Nihay-
etinde ise bu insanlar dilencilik yaparak yaşamaya itildi. Açıkçası, cüzzam sadece
basit bir hastalık değildi ve toplumsal kontrol aracı olarak kullanıldı. Osmanlı
İmparatorluğu’nda pek çok cüzzamlı hasta toplumun geri kalanını korumak
maksadıyla belirli mekânlara kapatıldı. Bu mekânların en bilinen örneği
İstanbul’dan ve taşradan getirilen cüzzamlıların tutulduğu Üsküdar Miskinler
Tekkesiydi. Tam da bu noktada dikkat çekici husus şudur ki bütün cüzzamlılar
vakıflar veya evkaf nezaret tarafından finanse edilen bu tarz mekânlara gönderil-
medi. Cüzzam kurbanlarının bedenlerinde ciddi deformasyonlara hem de onları
düşkün bir halde bırakıyordu. Bunun bir sonucu olarak fiziksel ve sosyal olarak
çalışma kudretinden mahrum durumda kalıyorlardı. Kendi geçimlerini temin
edemedikleri durumda zaman zaman sefalet içinde dilencilik yaptılar veya
başkalarından yardım alarak geçimlerini temin etme yoluna gittiler. Bu tarz bir
geçim onlar hakkındaki olumsuz düşüncenin oluşmasına katkı sağladı. Bu
çalışmada cüzzamlı dilencilerin toplumun verdiği sadakalar ile nasıl yaşamaya
çalıştığına ışık tutulacak ve imparatorluk içindeki Müslümanların cüzzamlı dilen-
cilere karşı yaklaşımlarıyla ilgili bilgi verilecek.
Summary
There were social and cultural roots of the factors that led the exclusion of lepers
from the society in the Ottoman Empire. Political, cultural and social dynamics of
the Ottomans influenced approach and discourse to the lepers. It can be easily
argued that medical history of leprosy cannot be separated from its social history.
Leprosy was recognized as not only disease of body but also disease of soul.
Leprosy is still regarded by both medical and social scientists as a universally
stigmatized health condition, and even as the epitome of stigmatization. This perva-
sive view relies upon historical and contemporary evidence that indicates that in
many cultures leprosy sufferers have been feared, shunned, ostracized, and subse-
quently obliged to live by begging. In fact, leprosy was not merely a simple disease
and was used as a tool for social control. In the Ottoman Empire, many lepers were
confined to certain places so as to protect rest of the population. A well-known
example of these places was Üsküdar Leprosarium (Üsküdar Miskinler Tekkesi)
where many lepers from Istanbul and provinces were kept. What is noticeable at
this point is that not all of the lepers were sent to Leprosarium financed by founda-
tions or ministry of foundation. Leprosy brought about severe deformations on the
bodies of sufferers and almost made them decayed. As a result, they could some-
times become physically and socially incapable of working. In case of the fact that
lepers had no ability to provide for themselves, they occasionally begged in a miser-
able way or received aid from someone else. This kind of livelihood contributed
into the making them notorious. This paper is going to shed light on how the leper
beggars survived by depending alms which society and foundations gave and to
give information what kind of approach Muslims in the empire had to leper beggars.
194
Basılamayan bir Fizyoloji Kitabının Öyküsü
The Story of a Physiology Textbook That Could Not be
Published
Mevlüt YAPRAK
Dr.Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji AD. EDİRNE
e-mail:mevlutyaprak@yahoo.com
Özet
Fizyoloji profesörü Talha Yusuf Bey ile Biyokimya doçenti bir fizyoloji kitabı
yazarlar. Kitap 1929 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından basılmaya başlanır.
Ancak bilmediğimiz bir nedenle ilk üç formadan sonra basım işine ara verilir veya
baskı durdurulur.
Kemal Cenap Bey ilk üç formayı görünce “Bu nasıl eser?” başlıklı bir yazı
kaleme alır. Bu yazının 18 Ocak 1931 tarihli Vakit gazetesinde yayınlanması ile
ilginç ve uzun bir süreç başlar. Kitap ve yazarları hakkında soruşturma açılır. Talha
Yusuf Bey kısa bir zaman sonra tartışma ve soruşturma dışı kalır ama Rasim Ali
Beyin görevine son verilir. Bu dört yıllık süreçte çok sayıda etik sorun yaşanmıştır:
1.Kitap konusunda Fizyoloji Enstitüsü Başkanı Kemal Cenap Beyin görüşü
sorulmamış, bilgi verilmemiştir. Fakat Kemal Cenap Bey konuyu duymuştur ve
beklemededir.
2.Kemal Cenap Bey konuyu akademik ortamda tartışmaya açmadığı için
eleştirilmiştir.
3.Taraflar kırıcı bir dil kullanmışlardır. Rasim Ali Beyin hazırladığı risale gerilimi
en üst seviyeye taşımıştır.
4.Rasim Ali Beyin Üniversiteden uzaklaştırılma gerekçeleri de mantıklı ve etik
değildir.
Üniversite ile ilgili yasa ve yönetmeliklerdeki bazı eksiklikler de süreç içinde ortaya
çıkmıştır.
Summary
Physiology professor Talha Yusuf and Biochemistry associate professor Rasim Ali
Bey write a physiology textbook. In 1929, Istanbul University begins publishing
the book. After the first three issues published, the Project was terminated because
of an unknown reason.
When he saw the first three fascicles of the book, Prof. Dr. Kemal Cenap, Director
of Physiology Enstitute of Istanbul University writes an article and asks what kind
of book was that? After this critical published in the Vakit newspaper in 18 January
1931, an interesting and long story begins. The University initiates an inspection.
After a short period, Talha Yusuf Bey was excluded from the investigation and
process. But Rasim Ali Bey was fired from University after two years. There have
been some ethical problems in this four-year story:
1.Medical Faculty and University don’t give any information to Director of Physiol-
ogy Enstitue about the physiology book. But Kemal Cenap was aware of the project
and waited for the right time.
2.Kemal Cenap does not discuss the subject in an academic environment.
3. Language of the parties are discouraging. A booklet writen by Rasim Ali Bey
carries the stress to the highest peak.
4.The reasons of the sacking of Rasim Ali Bey are not logical.
The story revealed some regulatory deficiencies in this process.
Mirza Muhammed Hüseyn Tabip Hekimbaşının Sınayıp
Tecrübeden Geçirdikleri
Qaibova İRADE Seyyaf Kızı
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi
M. Füzuli adına Elyazmalar Enstitüsü,
Bakü – Azerbaycan
abilovazakiya@rambler/ru
Özet
Pek zengin direy ve bitey alemine, kıymetli yeraltı ve yerüstü servetlere malik
olması çok-çok kadim devrelerdenberi Azerbaycan arazisinde tebabetin muhtelif
sahalarının var olması ve inkişafını temin etmişdir. Ecdatlarımız haman servet ve
nematlardan faydalanmağı becermişler. Şuna hem halk tebabetimiz, hem de
halkımızın tebabetinden su içip onun üzerinde yaranan ilmi tebabetimizin tarihi,
ayrı-ayrı yazılı abidelerimiz şahitlik ediyor.
Azerbaycan Milli İlimler Akademisi M. Füzuli adına Elyazmalar Enstitüsünün
fonunda korunub muhafaza olunan değerli elyazma eserleri içerisinde orta çağlarda,
yeni devire geçişde, hem de yeni devirin ilk kademelerinde tebabet ve tıp üzerine
yaratılmış yüzlerce muhtelif hacimli eserlerin hususi payı vardır. Şu abidelerden
biri de Muhammed Hüseyn ibn Muhammed Ali Gencevinin “Mücərrəbati-Mirza
Mohəmməd Hoseyn Təbib həkimbaşi” (“Mirza Muhammed Huseyn Tabip
hekimbaşinin sınayıp tecrübeden keçirdikleri”) eseridir. Eser tıpa dair tezkirede
teqdim olunmuş, müellifin kendisi tarafından fars dilinde talik hattı ile yazılmışdır
ve mezmununa esaslanıp onu XVIII çağa ait etmek olar. Şu eser orta çağda ve yeni
devire geçişde Azerbaycan arazisinde tebabetin ve tıpın durumu ile tanışmak, malu-
mat bakımından, hususiyle ilaçşünaslık ve eczacılıq üzerine değerli mambadır.
Kullanılan ilaç ve tedavi vasitelerinin ekseriyeti mineral maddeler, hususiyle
kükürt, civa, zaç, antimon, kırımtartar, billur, çeşitli tuzlar ve s. vasitesiyle
hazırlanıyor. Tedavi maksadıyla hem de nebati ve hayvansal maddelerden, o cüm-
leden akasya, geven, sakızağacı ve s. bitkilerin katranlarından istifade ediliyor.
İlaçlar cevher, esans, hap, merhem ve s. şekillerde tatbik ediliyor ve her birinin
hazırlanması dakik bir tarzda gösteriliyor. İlaçlar esasen kimyasal yolla – imbikten
çekmek usuluyla hazırlanıyor. Şu eser hem de halk tebabetinden faydalanmışdır:
peynir suyu, eşek sütü ve s.-nin faydaları ve kullanma kaidelerinden bahsediliyor.
Muhtelif beden örgenleri hastalıkları, enfeksiyonlu hastalıklar, hususiyle cilt
hastalıklarının tedavisine dair ilginç bilgiler verilmiştir. Eseri inceleyerken müelli-
fin kendisinin de geniş ilmi bilgi ve tecrübeye malik alim-tebib olduğunun şahiti
oluyoruq.
195
POSTER ÖZETLER
POSTER ABSTRACTS
(Alfabetik Sırayla/ In Alphabetic Order)
The Sidi Frej Maristan of Fez
El Bachir BENJELLOUN*
Professor of general surgery
*Member of Heritage committee of medical school of Fez,
Allal Ben Abdellah University, Fez, Morocco.
Email: benjelloun19@gmail.com
Abdelfatah CHAKIB, Mohammed El Abkari, Karima EL RHAZI, Moham-
med Elbiaze, Fatima Ezzahra MERNISSI, Mohammed BERRAHO, Tazi
FADL, Faouzi BELAHSEN, Abdelilah SBAI, Tarik SQUALLI, Afaf
AMARTI, Chakib NEJJARI, Moulay Hassan FARIH, Sidi Adil IBRAHIMI.
Summary
Over the civilizations that have ruled Morocco, Moroccans have innovated in
various fields providing numerous examples of the great advances they have
achieved in medicine, architecture, science, literature and poetry. In the era of
Merinide great importance has been deployed for the health of citizens. This interest
was manifested by the construction of hospitals which was called at the time
"Almaristanat» (Persian word meaning house with patients), known in Morocco as
"Marstan."
Sidi Frej's maristane or Fez is the main and famous maristane of Merinide’s era. It
was built by Sultan Abou Youssouf Yacoub, about 1286, imitating a merinide's
architectural design in shape of Spanish architecture, and was removed by Abou
Anan in 1367.
Worthy of note that Sidi Frej's maristane not only played a great role of treating
humans, but it tookalso care of animals, especially birds (stork ) where they find a
refuge. Treatment offered to birds was a new innovative learning method for
student.
Since the XVe century, the Merinide Sultan Abou Said Othman II must sell every
maristane's properties in order to fit out his troops. Then, the maristane became a
mad-house.
In the sixteenth century AD at the beginning of the era of decadence, Sidi Frej's
maristane became a psychiatric hospital.
In 1943, maristane's building burnt, and a Kissaria was built at the same place and
patients were removed to another maristane named Sidi Frej's new maristane at Bab
Khoukha.
Türk Silahlı Kuvvetleri 1.Tıp Kongresi: 11-13 Ocak 1966
Turkish Armed Forces 1st Medical Congress: 11-13 January
1966
Engin KURT*
*Yrd.Doç.Dr.Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Tıp Tarihi ve Deontoloji AD
Etlik / ANKARA
enkurt@gata.edu.tr
Özet
Tıp kongreleri bilimsel etkinliklerdir. Bilim insanları bu etkinliklerde karşılıklı fikir
alışverişinde bulunulmaktadır. Bu etkinliklerden biri de Türk Silahlı Kuvvetleri
(TSK) 1.Tıp Kongresidir. İlk kez 11-13 Ocak 1966’da İstanbul’da düzenlenmiştir.
Bu bildiride de ilk TSK Tıp Kongresinin; açılış konuşmalarından pasajlar, kongreye
katılamayanların dileklerinden, kongre programı, moderatörler ve sunulan bildir-
ilerden bahsedilecektir.
Anahtar Kelimeler: Türk Silahlı Kuvvetleri, Tıp, Kongre, Asker, İlk
Turkish Armed Forces 1st Medical Congress: 11-13 January 1966
Summary
Medical congresses are the scientific activities. Scientists are found in the exchange
ideas at these events. One of these events is " Turkish Armed Forces Medical
Congress". The first time was held in Istanbul in 11-13 January 1966. In this paper,
the first of the Turkish Armed Forces Medical Congress; excerpts from the opening
speech, the wishes of who can't to paticipate in the congress, congress program,
moderators and presented papers in this article will be presented.
Key Words: Turkish Armed Forces, Medical, Congress, Soldier, First.
Kültür Mirasımız Olan Anadolu Selçuklu Darüşşifalarındaki
Tababete Bir Bakış
A View to Medicine at Anatolian Seljuk Darüşşifas A Cul-
tural Heritage of
Ours
Engin KURT*
*Yrd.Doç.Dr.Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Tıp Tarihi ve Deontoloji AD
Etlik / ANKARA
enkurt@gata.edu.tr
Özet
İslâmiyet’i kabul eden Türk boyları, Ön Asya denilen ve Mısır’ı da içine alan
bölgelerde yaptıkları camiler, türbeler, medreseler, yollar, köprüler ve
kervansarayların yanı sıra, medeniyetlerini sembolize eden çeşme, hamam, ılıca,
imaret ve hastaneler gibi birçok sağlık ve sosyal yardım tesisi de inşa etmişlerdir.
Anadolu Selçukluları, yaşamları boyunca sağlık hizmetlerini hiçbir zaman ihmal
etmemişlerdir. Selçuklular, bilhassa tababete çok önem vermiş, gerek Türk, gerekse
Dünya tarihinde, medeniyete katkı bakımından önemli roller üstlenmişlerdir.
Eğitim konusunda da öncü olan Selçuklular döneminde birçok tıp medreseleri
açılmıştır. Medreseler belirli kurallara göre eğitim yapan Yüksek Öğretim
Kurumlarıdır. İlk defa bina ve yönetim olarak organize edilmeleri XI. yüzyılda Alp
Arslan döneminde başlamıştır. Sağlıkla ilgili bu yapılarda, bir yandan halka hizmet
verilmiş, bir yandan da usta-çırak ilişkisi içerisinde gelecek kuşaklar için hekim
yetiştirilmiştir. Selçuklular döneminden günümüze ulaşan mimarî eserlerden olan
darüşşifalar, Anadolu Selçukluları’nın medeni seviyesini gösteren en önemli
kültürel miraslardandır. Bu çalışmada da, kültürel göstergelerimizden biri olan
darüşşifalardaki tababetin, genel özelliklerinden bahsedilecektir.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Darüşşifa, Hastane, Tababet
Summary
The Turkish clans accepting Islam, in their region including Egypt, have built
mosques, türbes, medreses, roads, bridges, kervansarays and also a lot of health and
social assistance facilities symbolizing their civilization such as fountains, baths,
spas, kitchens for the poor and hospitals. Anatolian Seljuks, throughout their period
of existence, have never neglected health services. They have especially considered
medicine of utmost importance and have played important roles in contributing to
civilization in the history of Turks and the World alike. During the Seljuk period, a
lot of pioneering medical medreses have been founded. Medreses are institutions of
higher education operating under a certain set of rules. As facility and administra-
tion, they have first been organized in the 11th century during the period of
Alparslan. In these health facilities, service was provided for the public and also
physicians for the future generations were trained through an apprenticeship.
Darüşşifas, architectural masterpieces that have reached our time from Seljuk
period, are one of the most important cultural heritages that demonstrate the civili-
zation level of Anatolian Seljuks. In this study, the general aspects of medicine in
Darüşşifas, one of our cultural indicators, shall be retold.
Key Words: Seljuk, Darüşşifa, Hospital, Medicine
Kültür Mirasımız Olan Anadolu Selçuklu Darüşşifalarındaki
Tababete Bir Bakış
A View to Medicine at Anatolian Seljuk Darüşşifas A Cul-
tural Heritage of
Ours
Engin KURT*
*Yrd.Doç.Dr.Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Tıp Tarihi ve Deontoloji AD
Etlik / ANKARA
enkurt@gata.edu.tr
Özet
İslâmiyet’i kabul eden Türk boyları, Ön Asya denilen ve Mısır’ı da içine alan
bölgelerde yaptıkları camiler, türbeler, medreseler, yollar, köprüler ve
kervansarayların yanı sıra, medeniyetlerini sembolize eden çeşme, hamam, ılıca,
imaret ve hastaneler gibi birçok sağlık ve sosyal yardım tesisi de inşa etmişlerdir.
Anadolu Selçukluları, yaşamları boyunca sağlık hizmetlerini hiçbir zaman ihmal
etmemişlerdir. Selçuklular, bilhassa tababete çok önem vermiş, gerek Türk, gerekse
Dünya tarihinde, medeniyete katkı bakımından önemli roller üstlenmişlerdir.
Eğitim konusunda da öncü olan Selçuklular döneminde birçok tıp medreseleri
açılmıştır. Medreseler belirli kurallara göre eğitim yapan Yüksek Öğretim
Kurumlarıdır. İlk defa bina ve yönetim olarak organize edilmeleri XI. yüzyılda Alp
Arslan döneminde başlamıştır. Sağlıkla ilgili bu yapılarda, bir yandan halka hizmet
verilmiş, bir yandan da usta-çırak ilişkisi içerisinde gelecek kuşaklar için hekim
yetiştirilmiştir. Selçuklular döneminden günümüze ulaşan mimarî eserlerden olan
darüşşifalar, Anadolu Selçukluları’nın medeni seviyesini gösteren en önemli
kültürel miraslardandır. Bu çalışmada da, kültürel göstergelerimizden biri olan
darüşşifalardaki tababetin, genel özelliklerinden bahsedilecektir.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Darüşşifa, Hastane, Tababet
Summary
The Turkish clans accepting Islam, in their region including Egypt, have built
mosques, türbes, medreses, roads, bridges, kervansarays and also a lot of health and
social assistance facilities symbolizing their civilization such as fountains, baths,
spas, kitchens for the poor and hospitals. Anatolian Seljuks, throughout their period
of existence, have never neglected health services. They have especially considered
medicine of utmost importance and have played important roles in contributing to
civilization in the history of Turks and the World alike. During the Seljuk period, a
lot of pioneering medical medreses have been founded. Medreses are institutions of
higher education operating under a certain set of rules. As facility and administra-
tion, they have first been organized in the 11th century during the period of
Alparslan. In these health facilities, service was provided for the public and also
physicians for the future generations were trained through an apprenticeship.
Darüşşifas, architectural masterpieces that have reached our time from Seljuk
period, are one of the most important cultural heritages that demonstrate the civili-
zation level of Anatolian Seljuks. In this study, the general aspects of medicine in
Darüşşifas, one of our cultural indicators, shall be retold.
Key Words: Seljuk, Darüşşifa, Hospital, Medicine
Kültür Mirasımız Olan Anadolu Selçuklu Darüşşifalarındaki
Tababete Bir Bakış
A View to Medicine at Anatolian Seljuk Darüşşifas A Cul-
tural Heritage of
Ours
Engin KURT*
*Yrd.Doç.Dr.Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Tıp Tarihi ve Deontoloji AD
Etlik / ANKARA
enkurt@gata.edu.tr
Özet
İslâmiyet’i kabul eden Türk boyları, Ön Asya denilen ve Mısır’ı da içine alan
bölgelerde yaptıkları camiler, türbeler, medreseler, yollar, köprüler ve
kervansarayların yanı sıra, medeniyetlerini sembolize eden çeşme, hamam, ılıca,
imaret ve hastaneler gibi birçok sağlık ve sosyal yardım tesisi de inşa etmişlerdir.
Anadolu Selçukluları, yaşamları boyunca sağlık hizmetlerini hiçbir zaman ihmal
etmemişlerdir. Selçuklular, bilhassa tababete çok önem vermiş, gerek Türk, gerekse
Dünya tarihinde, medeniyete katkı bakımından önemli roller üstlenmişlerdir.
Eğitim konusunda da öncü olan Selçuklular döneminde birçok tıp medreseleri
açılmıştır. Medreseler belirli kurallara göre eğitim yapan Yüksek Öğretim
Kurumlarıdır. İlk defa bina ve yönetim olarak organize edilmeleri XI. yüzyılda Alp
Arslan döneminde başlamıştır. Sağlıkla ilgili bu yapılarda, bir yandan halka hizmet
verilmiş, bir yandan da usta-çırak ilişkisi içerisinde gelecek kuşaklar için hekim
yetiştirilmiştir. Selçuklular döneminden günümüze ulaşan mimarî eserlerden olan
darüşşifalar, Anadolu Selçukluları’nın medeni seviyesini gösteren en önemli
kültürel miraslardandır. Bu çalışmada da, kültürel göstergelerimizden biri olan
darüşşifalardaki tababetin, genel özelliklerinden bahsedilecektir.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Darüşşifa, Hastane, Tababet
Summary
The Turkish clans accepting Islam, in their region including Egypt, have built
mosques, türbes, medreses, roads, bridges, kervansarays and also a lot of health and
social assistance facilities symbolizing their civilization such as fountains, baths,
spas, kitchens for the poor and hospitals. Anatolian Seljuks, throughout their period
of existence, have never neglected health services. They have especially considered
medicine of utmost importance and have played important roles in contributing to
civilization in the history of Turks and the World alike. During the Seljuk period, a
lot of pioneering medical medreses have been founded. Medreses are institutions of
higher education operating under a certain set of rules. As facility and administra-
Dr. Şefik Hüsnü Deymer
Dr.Şefik Hüsnü Deymer
Elif Vatanoğlu LUTZ*, İnci HOT**
*Yard.Doç.Dr.Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim
Dalı. İstanbul
**Doç.Dr.İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı.
İstanbul
Özet
Türkiye’nin sosyalist önderi olan Dr. Deymer, 1887 yılında Selanik’te
doğdu. Paris’te Sorbonne Üniversitesi Fen ve Tıp Fakültelerini bitirdi. Sinir ve ruh
hastalıkları eğitimleri gördü. Paris'te bulunduğu sırada Jön Türklerin faaliyetleri ile
yakından ilgilendi. Türkiye'ye döndüğünde 1912 Balkan Savaşı'na katıldı. Daha
sonra I.Dünya Savaşı'na katılarak Çanakkale Cephesi'nde tabip yüzbaşı olarak
görev yaptı. Savaştan sonra Türkiye devrimcilerini birleştirme çabasına girişti.
Mütareke döneminde Kurtuluş dergisinde yazıları yayınlandı. 23 Eylül 1919
tarihinde, Berlin'den gelen Türk Spartakistleri ile birlikte kurucuları arasında yer
aldığı Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın (TİÇSF) genel sekreterliğine
seçildi. Yazılarında mütareke ve işgal yıllarında İstanbul’da ağır koşullarda
çalıştırılan işçilerin sesi oldu. Onları dayanışmaya ve direnişe davet etti. Mücade-
lesine Ankara’daki Milli Mücadelecilere insan kazandırmakla da devam etti.
Ankara yönetimini canla başla savundu. 1921 yılı haziran ayında da Aydınlık
dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi güç koşullarda mücadelenin bayrağı oldu.
Cumhuriyet ilanından sonra da yayınlarına eleştirel yönde devam etti. Ve Türkiye
tarihine ‘Aydınlıkçılar’ olarak geçen bir fikir akımının da başlangıcı oldu. Bu çizgi
‘Milli demokratik devrim’ çizgisiydi.
Bu poster bildirimizde hem örgütçü hem fikir adamı kimliğiyle işçi
sınıfının sesi haline gelen ve Türkiye’nin bir dönemine damgasını vuran Dr.Şefik
Hüsnü Deymer’in yaşam öyküsüne değinilecektir.
Summary
Dr.Deymer, who is the socialist pioneer of Turkey, was born in 1887 in Thessa-
loniki .He studied science and medicine at Sorbonne University in Paris. He
specialised in neurology and psychiatry.He had a deep interest in the facilities of
Jon Turks ( New Turks) of Ottoman Empire when he was in Paris. He joined the
Balkan War in 1912 after he came back to Turkey. Afterwards, he joined the Inde-
pendence War and took part as a lieutenant at the Canakkale frontier. He attempted
to unite the revolutioners in Turkey. His articles were published at Kurtuluş
(Liberation) Journal during the armistice period. In 23 September 1919, he was
chosen as the general secretary of Turkey Proleter and Farmers Association which
he was also one of the founders together with the Turkish Spartacists from Berlin.
By his articles, he became the voice of the workers who were working under very
heavy conditions during armistice and military occupation of foreign forces. He
invited the proleters to evoke resitance and to have solidarity. He continued his
fight by also providing more supporters to the National Patriots .He always
defended the government in Ankara. He started to publish Aydınlık (Enlightenment)
Journal in June 1921. This journal became the symbol of struggle
in difficult conditions.He continued to have his critical approach towards the Turk-
ish Republic. And he became the starting point of an ideology called ‘The Enlight-
ened’ in Turkish intellectual history.
Their road was ‘National Democratic Revolution’ . In our poster presenta-
tion, we would like to present the life story of Dr. Şefik Hüsnü Deymer who was the
voice of proletaria and became a very influential ideologist of a remarkable move-
ment in Turkish history.
Kültür Mirasımız Olan Anadolu Selçuklu Darüşşifalarındaki
Tababete Bir Bakış
A View to Medicine at Anatolian Seljuk Darüşşifas A Cul-
tural Heritage of
Ours
Engin KURT*
*Yrd.Doç.Dr.Gülhane Askeri Tıp Fakültesi
Tıp Tarihi ve Deontoloji AD
Etlik / ANKARA
enkurt@gata.edu.tr
Özet
İslâmiyet’i kabul eden Türk boyları, Ön Asya denilen ve Mısır’ı da içine alan
bölgelerde yaptıkları camiler, türbeler, medreseler, yollar, köprüler ve
kervansarayların yanı sıra, medeniyetlerini sembolize eden çeşme, hamam, ılıca,
imaret ve hastaneler gibi birçok sağlık ve sosyal yardım tesisi de inşa etmişlerdir.
Anadolu Selçukluları, yaşamları boyunca sağlık hizmetlerini hiçbir zaman ihmal
etmemişlerdir. Selçuklular, bilhassa tababete çok önem vermiş, gerek Türk, gerekse
Dünya tarihinde, medeniyete katkı bakımından önemli roller üstlenmişlerdir.
Eğitim konusunda da öncü olan Selçuklular döneminde birçok tıp medreseleri
açılmıştır. Medreseler belirli kurallara göre eğitim yapan Yüksek Öğretim
Kurumlarıdır. İlk defa bina ve yönetim olarak organize edilmeleri XI. yüzyılda Alp
Arslan döneminde başlamıştır. Sağlıkla ilgili bu yapılarda, bir yandan halka hizmet
verilmiş, bir yandan da usta-çırak ilişkisi içerisinde gelecek kuşaklar için hekim
yetiştirilmiştir. Selçuklular döneminden günümüze ulaşan mimarî eserlerden olan
darüşşifalar, Anadolu Selçukluları’nın medeni seviyesini gösteren en önemli
kültürel miraslardandır. Bu çalışmada da, kültürel göstergelerimizden biri olan
darüşşifalardaki tababetin, genel özelliklerinden bahsedilecektir.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Darüşşifa, Hastane, Tababet
Summary
The Turkish clans accepting Islam, in their region including Egypt, have built
mosques, türbes, medreses, roads, bridges, kervansarays and also a lot of health and
social assistance facilities symbolizing their civilization such as fountains, baths,
spas, kitchens for the poor and hospitals. Anatolian Seljuks, throughout their period
of existence, have never neglected health services. They have especially considered
medicine of utmost importance and have played important roles in contributing to
civilization in the history of Turks and the World alike. During the Seljuk period, a
lot of pioneering medical medreses have been founded. Medreses are institutions of
higher education operating under a certain set of rules. As facility and administra-
Dr. Şefik Hüsnü Deymer
Dr.Şefik Hüsnü Deymer
Elif Vatanoğlu LUTZ*, İnci HOT**
*Yard.Doç.Dr.Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim
Dalı. İstanbul
**Doç.Dr.İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı.
İstanbul
Özet
Türkiye’nin sosyalist önderi olan Dr. Deymer, 1887 yılında Selanik’te
doğdu. Paris’te Sorbonne Üniversitesi Fen ve Tıp Fakültelerini bitirdi. Sinir ve ruh
hastalıkları eğitimleri gördü. Paris'te bulunduğu sırada Jön Türklerin faaliyetleri ile
yakından ilgilendi. Türkiye'ye döndüğünde 1912 Balkan Savaşı'na katıldı. Daha
sonra I.Dünya Savaşı'na katılarak Çanakkale Cephesi'nde tabip yüzbaşı olarak
görev yaptı. Savaştan sonra Türkiye devrimcilerini birleştirme çabasına girişti.
Mütareke döneminde Kurtuluş dergisinde yazıları yayınlandı. 23 Eylül 1919
tarihinde, Berlin'den gelen Türk Spartakistleri ile birlikte kurucuları arasında yer
aldığı Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın (TİÇSF) genel sekreterliğine
seçildi. Yazılarında mütareke ve işgal yıllarında İstanbul’da ağır koşullarda
çalıştırılan işçilerin sesi oldu. Onları dayanışmaya ve direnişe davet etti. Mücade-
lesine Ankara’daki Milli Mücadelecilere insan kazandırmakla da devam etti.
Ankara yönetimini canla başla savundu. 1921 yılı haziran ayında da Aydınlık
dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi güç koşullarda mücadelenin bayrağı oldu.
Cumhuriyet ilanından sonra da yayınlarına eleştirel yönde devam etti. Ve Türkiye
tarihine ‘Aydınlıkçılar’ olarak geçen bir fikir akımının da başlangıcı oldu. Bu çizgi
‘Milli demokratik devrim’ çizgisiydi.
Bu poster bildirimizde hem örgütçü hem fikir adamı kimliğiyle işçi
sınıfının sesi haline gelen ve Türkiye’nin bir dönemine damgasını vuran Dr.Şefik
Hüsnü Deymer’in yaşam öyküsüne değinilecektir.
Summary
Dr.Deymer, who is the socialist pioneer of Turkey, was born in 1887 in Thessa-
loniki .He studied science and medicine at Sorbonne University in Paris. He
specialised in neurology and psychiatry.He had a deep interest in the facilities of
Jon Turks ( New Turks) of Ottoman Empire when he was in Paris. He joined the
Balkan War in 1912 after he came back to Turkey. Afterwards, he joined the Inde-
pendence War and took part as a lieutenant at the Canakkale frontier. He attempted
to unite the revolutioners in Turkey. His articles were published at Kurtuluş
(Liberation) Journal during the armistice period. In 23 September 1919, he was
chosen as the general secretary of Turkey Proleter and Farmers Association which
he was also one of the founders together with the Turkish Spartacists from Berlin.
By his articles, he became the voice of the workers who were working under very
heavy conditions during armistice and military occupation of foreign forces. He
invited the proleters to evoke resitance and to have solidarity. He continued his
fight by also providing more supporters to the National Patriots .He always
defended the government in Ankara. He started to publish Aydınlık (Enlightenment)
Journal in June 1921. This journal became the symbol of struggle
in difficult conditions.He continued to have his critical approach towards the Turk-
ish Republic. And he became the starting point of an ideology called ‘The Enlight-
ened’ in Turkish intellectual history.
Their road was ‘National Democratic Revolution’ . In our poster presenta-
tion, we would like to present the life story of Dr. Şefik Hüsnü Deymer who was the
voice of proletaria and became a very influential ideologist of a remarkable move-
ment in Turkish history.
“Al-Teyseer fi Al-modavat va Al-Tadbir”; a Book by Father
of Experimental Medicine
Mehdi PASALAR1, Maryam MOSAFFA-JAHROMI2, Hadi JAHED1
1- Health Policy Research Center, Shiraz University of Medical Sciences,
Shiraz, Iran
2- Department of Traditional Pharmacy, School of Pharmacy, Shiraz Univer-
sity of Medical Sciences, Shiraz, Iran
Summary
The expansion of Islamic conquests extent to the neighboring lands in Islamic era
and along centuries provided a suitable opportunity for research in different
sciences for university students and Arabic-speaking students of that time. Of the
most important of these phenomena is extensive attitude to writing in Arabic among
scholars and belletrists. Meanwhile medical science has become important for
researchers because of the ruling conditions and Arab’s tendency towards improve-
ment and obtaining symbols of civilization of that time. By passing of time and
expansion of conquests and conquer of Andalusia in 92 A.H., which has been in
current Spain, these events resulted in penetration of Arabic language to Andalusia
and eagerness to write medical books in Arabic. By penetration of science in all
over the conquered Islamic lands, medical science flourished in Hejira sixth
century. Andalusian Ibn Zuhr (484-559 A.H.), known as Avenzoar in western coun-
tries, is among these physicians begins to transfer his time science in a special scien-
tific style by writing the book “Al-Teyseer fi Al-modavat va Al-Tadbir”. The book
is remarkable in many ways but the most interesting finding is experimental obser-
vations recorded by Avenzoar and made him famous as “father of experimental
medicine” in literature. Tracheostomy on goat is a good example of his innovations
in this valuable masterpiece.
Keywords: Traditional Persian Medicine, Al-Teyseer fi Al-modavat va
Al-Tadbir , writing style, Ibn Zuhr (Avenzoar), Andalusia
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin Osmanlı Tıbbına
Kazandırdıkları
ve Tertib-i Ecza Adlı Eserinin Transkribi ve Değerlendirmesi
The Contributions of Chief Physician Mustafa Behçet Efendi
to the Ottoman Medicine and the Transcription of and
Evaluation of His Work
Tertib-i Ecza
Tuncay PEKDOĞAN
Gaziosmanpaşa Üniversitersi Fen Edebiyat Fakültesi
e-posta : tuncaypek@hotmail.com
Özet
Mustafa Behçet Efendi, 1774-1834 yılları arasında III. Selim ve II. Mahmud devirl-
erinde yaşamış ve hekimbaşılık yapmıştır. Behçet Efendi’nin babası, Mehmed
Emin Şükûhî Efendi, annesi Osmanlı hekimbaşılarından Büyük Hayrullah
Efendi'nin kızı Nefise Hanım'dır. Kendi gibi şair ve tabip olan kardeşi Abdülhak
Molla da II. Mahmud devri hekimbaşılarındandır. Ailede birçok hekim olması sebe-
biyle aile mesleği gibi olan tıpla meşgul olmuş ve bu alanda kendini yetiştirmiştir.
Aynı zamanda bazı medreselerde müderrislik yap¬mıştır. 1791 yılında Şeyhülislâm
Mekkî Efendi zamanın¬da kendisine sâniye-i mîr-i mîrân rütbesi verimiştir. 1796
tarihinde saray hekimleri arasında yer aldı. Mustafa Behçet Efendi ilki 1803 yılında
Padişah III. Selim döneminde olmak üzere üç defa hekimbaşılık görevine
atanmıştır.
Mustafa Behçet Efendi Osmanlı tıp tarihine, gerek eserleri, gerekse kurulmasında
etkili olduğu tıp kurumları ile çok büyük katkısı olmuştur. 1805 yılında
Kuruçeşme'de Rum Tıbbiyesi olarak da bilinen hastanenin açılmasını sağladı.
1806’da Spitalya adlı bir eğitim hastanesinin açılmasını sağladı. Kısa süre sonra
Spitalya’nın yanına “Tabibhane” diğer ismiyle “Tersane Tıbbiyesi” adlı bir tıp mek-
tebi kurulmasında etkili oldu. Bu okul 1822’de bir yangında kül olduktan sonra
1827 yılında yine Mustafa Behçet Efendi’nin gayretleri ile “Tıbhane-i Amire”
adıyla İstanbul’da yeni bir tıp mektebi olarak açılmıştır.
1834 yılında yakalandığı şarbon hastalı¬ğından ölen Mustafa Behçet Efendi’nin
eserlerinin bazıları Tertîb-i Eczâ, Hezâr Esrâr, Kolera Risâlesi, Frengi Risâlesi,
Târîh-i Mısır, Târîh-i Tabii’dir
Bildiride inceleyeceğimiz, Tertîb-i Eczâ isimli eseri Hac vazifesini ifa edenler için
hazırlanmış bir sağlık rehberi niteliğindedir. Eser aslında Mustafa Reşid Efendi
tarafından hazırlanmış ve 1858’de basılmıştır. Hac vazifesini yapacak olan kişileri
çöl sıcaklarından ve hastalıklardan korumak için hazırlamıştır.
Summary
Mustafa Behçet Efendi lived during the reigns of both Selim III and Mahmud II, and
served as the head physician. Mehmet Emin Şükuhi Efendi is the father, and Lady
Nefise, the daughter of Büyük Hayrullah Efendi, is the mother of Behçet Efendi.
His brother Abdülhak Molla, who is a poet and a doctor like Behçet Efendi, is one
of the head doctors of the reign of Mahmud II. Due to the fact that there are a
number of doctors within the family, Behçet Efendi interested himself in medicine
and had a profession in this area.
He worked as a professor at some madrasahs. In 1791, At the time of
Şeyhülislam Mekki Efendi he was given the degree of governer and in 1796 he took
his place among the doctors of the court. Mustafa Behçet Efendi served as head
physician three times and the first service of him was during the reign of Selim III
in 1803.
Mustafa Behçet Efendi had made a great contribution to the the history of
Ottomon medicine both with his profession and his works that were influential on
establishing the medical institutions. He was efficient in the foundations of the
medical school named “Tersane Tıbbıyesi”,of the hospital known as “Rum
Tıbbıyesi” in 1805 in Kuruçeşme and of an education hospital named Spitalya in
1806. After a short time, he was also efficient in the foundation of the medical
school named “Tabibhâne” or Tersane Tıbbiyesi” next to Spitalya. This school,
“Tersane Tıbbiyesi” burned to ashes during a fire in 1822. In 1827, with the strug-
gles of Mustafa Behçet Efendi a new medical schhol, that is called “Tıbhane-i
Amire” was opened in İstanbul.
Mustafa Behçet Efendi who died of antrax in 1834 produced works some of which
are “Tertib-i Ecza, Hezar Esrar, Kolera Risalesi, Frengi Risalesi, Tarih-i Mısır,
Tarih-i Tabii.
The work we will study in this paper is Tertib-i Ecza that is prepared by
Mustafa Reşid Efendi and published by Mustafa Behçet Efendi in 1858. This work
has the property of health guide prepared for the pilgrims.
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin Osmanlı Tıbbına
Kazandırdıkları
ve Tertib-i Ecza Adlı Eserinin Transkribi ve Değerlendirmesi
The Contributions of Chief Physician Mustafa Behçet Efendi
to the Ottoman Medicine and the Transcription of and
Evaluation of His Work
Tertib-i Ecza
Tuncay PEKDOĞAN
Gaziosmanpaşa Üniversitersi Fen Edebiyat Fakültesi
e-posta : tuncaypek@hotmail.com
Özet
Mustafa Behçet Efendi, 1774-1834 yılları arasında III. Selim ve II. Mahmud devirl-
erinde yaşamış ve hekimbaşılık yapmıştır. Behçet Efendi’nin babası, Mehmed
Emin Şükûhî Efendi, annesi Osmanlı hekimbaşılarından Büyük Hayrullah
Efendi'nin kızı Nefise Hanım'dır. Kendi gibi şair ve tabip olan kardeşi Abdülhak
Molla da II. Mahmud devri hekimbaşılarındandır. Ailede birçok hekim olması sebe-
biyle aile mesleği gibi olan tıpla meşgul olmuş ve bu alanda kendini yetiştirmiştir.
Aynı zamanda bazı medreselerde müderrislik yap¬mıştır. 1791 yılında Şeyhülislâm
Mekkî Efendi zamanın¬da kendisine sâniye-i mîr-i mîrân rütbesi verimiştir. 1796
tarihinde saray hekimleri arasında yer aldı. Mustafa Behçet Efendi ilki 1803 yılında
Padişah III. Selim döneminde olmak üzere üç defa hekimbaşılık görevine
atanmıştır.
Mustafa Behçet Efendi Osmanlı tıp tarihine, gerek eserleri, gerekse kurulmasında
etkili olduğu tıp kurumları ile çok büyük katkısı olmuştur. 1805 yılında
Kuruçeşme'de Rum Tıbbiyesi olarak da bilinen hastanenin açılmasını sağladı.
1806’da Spitalya adlı bir eğitim hastanesinin açılmasını sağladı. Kısa süre sonra
Spitalya’nın yanına “Tabibhane” diğer ismiyle “Tersane Tıbbiyesi” adlı bir tıp mek-
tebi kurulmasında etkili oldu. Bu okul 1822’de bir yangında kül olduktan sonra
1827 yılında yine Mustafa Behçet Efendi’nin gayretleri ile “Tıbhane-i Amire”
adıyla İstanbul’da yeni bir tıp mektebi olarak açılmıştır.
1834 yılında yakalandığı şarbon hastalı¬ğından ölen Mustafa Behçet Efendi’nin
eserlerinin bazıları Tertîb-i Eczâ, Hezâr Esrâr, Kolera Risâlesi, Frengi Risâlesi,
Târîh-i Mısır, Târîh-i Tabii’dir
Bildiride inceleyeceğimiz, Tertîb-i Eczâ isimli eseri Hac vazifesini ifa edenler için
hazırlanmış bir sağlık rehberi niteliğindedir. Eser aslında Mustafa Reşid Efendi
tarafından hazırlanmış ve 1858’de basılmıştır. Hac vazifesini yapacak olan kişileri
çöl sıcaklarından ve hastalıklardan korumak için hazırlamıştır.
Summary
Mustafa Behçet Efendi lived during the reigns of both Selim III and Mahmud II, and
served as the head physician. Mehmet Emin Şükuhi Efendi is the father, and Lady
Nefise, the daughter of Büyük Hayrullah Efendi, is the mother of Behçet Efendi.
His brother Abdülhak Molla, who is a poet and a doctor like Behçet Efendi, is one
of the head doctors of the reign of Mahmud II. Due to the fact that there are a
number of doctors within the family, Behçet Efendi interested himself in medicine
and had a profession in this area.
He worked as a professor at some madrasahs. In 1791, At the time of
Şeyhülislam Mekki Efendi he was given the degree of governer and in 1796 he took
his place among the doctors of the court. Mustafa Behçet Efendi served as head
physician three times and the first service of him was during the reign of Selim III
in 1803.
Mustafa Behçet Efendi had made a great contribution to the the history of
Ottomon medicine both with his profession and his works that were influential on
establishing the medical institutions. He was efficient in the foundations of the
medical school named “Tersane Tıbbıyesi”,of the hospital known as “Rum
Tıbbıyesi” in 1805 in Kuruçeşme and of an education hospital named Spitalya in
1806. After a short time, he was also efficient in the foundation of the medical
school named “Tabibhâne” or Tersane Tıbbiyesi” next to Spitalya. This school,
“Tersane Tıbbiyesi” burned to ashes during a fire in 1822. In 1827, with the strug-
gles of Mustafa Behçet Efendi a new medical schhol, that is called “Tıbhane-i
Amire” was opened in İstanbul.
Mustafa Behçet Efendi who died of antrax in 1834 produced works some of which
are “Tertib-i Ecza, Hezar Esrar, Kolera Risalesi, Frengi Risalesi, Tarih-i Mısır,
Tarih-i Tabii.
The work we will study in this paper is Tertib-i Ecza that is prepared by
Mustafa Reşid Efendi and published by Mustafa Behçet Efendi in 1858. This work
has the property of health guide prepared for the pilgrims.
Medicinal Importance of Mineral Origin Drugs in Unani
System of Medicine. a Review
*Masroor A. QURESHI, **Humaira BANO, ***Irfan AHAMAD, ****Mu-
hammad RAZA
Regional Research Institute of Unani Medicine, Department of Ayush Minis-
try of Health and Family Welfare Government of India Opposite Depart-
ment of Opthalmology j.j.hospital, byculla, mumbai-8
*assistant director (SCIENTIST (IV))
**Research Officer (Scientist, (ii))
***Research Officer
****Research Officer (Scientist (iv))
e-mail::drmasrooralig786@hotmail.com
Summary
The Unani Medicine system since ages has been known for the use of minerals in
a lot many medicinal preparations for the treatment of various diseases. These
Minerals are used as Muqawwi-e-aam (general body tonic) for the purpose of
improving functions of vital organs, increasing Hararat-e-ghareezi (metabolic heat)
and Rooh (vital energy or life force) for boosting the immune systems, blood
purifier, and antidote of poisons etc. These Minerals are also used in pneumonia,
mania, palpitation, jaundice, grief depression, anxiety, diseases of brain and heart,
weak function of stomach, liver, kidney, illusion, melancholia, tuberculosis
epilepsy etc. Khubsul Hadid (Iron Rust), Shingraf (Cinnabar), Shora Qalmi
(Potassium Nitrate) Suhaga (Borax) Sona Mukhi (copper Pyrites) Zamurrad
(Emerald) Zehar Mohra (Serpent stone) Namak Sambhar (lake Salt) Namak Shore
(Sea Salt) Phitkari (Alum) are the some examples of mineral origin drugs, which
are used in Unani System of Medicine since long time. The close photograph of the
minerals origin drugs along with all the details, like the geological and geographical
details; mineral origin, physical and chemical properties; there temperament,
efficacy and utility in particular diseases and some possible side effects will be
present at the time of presentation.
Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin Osmanlı Tıbbına
Kazandırdıkları
ve Tertib-i Ecza Adlı Eserinin Transkribi ve Değerlendirmesi
The Contributions of Chief Physician Mustafa Behçet Efendi
to the Ottoman Medicine and the Transcription of and
Evaluation of His Work
Tertib-i Ecza
Tuncay PEKDOĞAN
Gaziosmanpaşa Üniversitersi Fen Edebiyat Fakültesi
e-posta : tuncaypek@hotmail.com
Özet
Mustafa Behçet Efendi, 1774-1834 yılları arasında III. Selim ve II. Mahmud devirl-
erinde yaşamış ve hekimbaşılık yapmıştır. Behçet Efendi’nin babası, Mehmed
Emin Şükûhî Efendi, annesi Osmanlı hekimbaşılarından Büyük Hayrullah
Efendi'nin kızı Nefise Hanım'dır. Kendi gibi şair ve tabip olan kardeşi Abdülhak
Molla da II. Mahmud devri hekimbaşılarındandır. Ailede birçok hekim olması sebe-
biyle aile mesleği gibi olan tıpla meşgul olmuş ve bu alanda kendini yetiştirmiştir.
Aynı zamanda bazı medreselerde müderrislik yap¬mıştır. 1791 yılında Şeyhülislâm
Mekkî Efendi zamanın¬da kendisine sâniye-i mîr-i mîrân rütbesi verimiştir. 1796
tarihinde saray hekimleri arasında yer aldı. Mustafa Behçet Efendi ilki 1803 yılında
Padişah III. Selim döneminde olmak üzere üç defa hekimbaşılık görevine
atanmıştır.
Mustafa Behçet Efendi Osmanlı tıp tarihine, gerek eserleri, gerekse kurulmasında
etkili olduğu tıp kurumları ile çok büyük katkısı olmuştur. 1805 yılında
Kuruçeşme'de Rum Tıbbiyesi olarak da bilinen hastanenin açılmasını sağladı.
1806’da Spitalya adlı bir eğitim hastanesinin açılmasını sağladı. Kısa süre sonra
Spitalya’nın yanına “Tabibhane” diğer ismiyle “Tersane Tıbbiyesi” adlı bir tıp mek-
tebi kurulmasında etkili oldu. Bu okul 1822’de bir yangında kül olduktan sonra
1827 yılında yine Mustafa Behçet Efendi’nin gayretleri ile “Tıbhane-i Amire”
adıyla İstanbul’da yeni bir tıp mektebi olarak açılmıştır.
1834 yılında yakalandığı şarbon hastalı¬ğından ölen Mustafa Behçet Efendi’nin
eserlerinin bazıları Tertîb-i Eczâ, Hezâr Esrâr, Kolera Risâlesi, Frengi Risâlesi,
Târîh-i Mısır, Târîh-i Tabii’dir
Bildiride inceleyeceğimiz, Tertîb-i Eczâ isimli eseri Hac vazifesini ifa edenler için
hazırlanmış bir sağlık rehberi niteliğindedir. Eser aslında Mustafa Reşid Efendi
tarafından hazırlanmış ve 1858’de basılmıştır. Hac vazifesini yapacak olan kişileri
çöl sıcaklarından ve hastalıklardan korumak için hazırlamıştır.
Medical Manuscripts in the Malay Archipelago:
Reclaiming Heritage, Islamising Knowledge
Mohd Affendı Mohd SHAFRI
Kulliyyah of Allied Health Sciences, International Islamic University Malay-
sia, 25200 Kuantan, Malaysia
e-mail:affendishafri @iium.edu.my
Summary
Medical science in recent decades underwent transformation that was not only
limited to theoretical and methodological frameworks, but also equally important if
not more fundamental, its philosophical foundation. The shift from humoral theory
to strictly rational, evidence-based medicine owed much to change in medical
axiology, logics and metaphysics. These are casted as part of newly-found Western
ideologies of positivism, modernism and evolutionism, which runs in contradiction
to principles of Islam. In the context of the Malay Archipelago, Islamisation and
humanization of medical science requires the existence of a continuous, integrated
study on Islamic works within medical science and related fields – medicine, phar-
macy, food science, botany, zoology, etc. The masses, in particular the thinking
elite, is to be made familiar with major works and tradition that are fully Islamic and
rich in humanity. The works of Muslim intellectuals in previous centuries would
reveal the character of Islamic science which are scientific and pragmatic, yet
remain vigorously tawhidic in its nature, principles and visions. Their experiences
and interpretations of science within the framework of tawhid are to be reclaimed,
reintroduced and shared in formats such as annotated and non-annotated translitera-
tions, publication of anthologies of manuscripts, and catalogues of works at remain-
ing scriptoriums. Analytical studies should be performed in order to highlight
hierarchical system of knowledge, basic principles, major issues and themes, in
particular those which found resonance with problems in contemporary life. In
conclusion, study of medical manuscripts in the Malay Archipelago has important
roles, primarily in the effort to plant the vision of Islam in society by reclaiming an
already systematic, scientific tradition, as well as to contextualize past knowledge
and concept into current practice, and humanize medical science of today.
Keywords: Malay manuscript, Malay medicine, Islamisation of Science
İbn-i Şerif’in Yadigâr Adlı Eserindeki Merhem
Formüllerinin Eczacılık Açısından Günümüzle
Karşılaştırılması
Pharmaceutically Comparison of the Ointment Formulas in
Yadigar, the Work of Ibn Sherif’s, with the Present
Sevgi ŞAR* Bilge SÖZEN ŞAHNE** Miray ARSLAN*
*Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık İşletmeciliği AD, 06100,
Tandoğan-Ankara
e-mail:msevuktekin@ankara.edu.tr ,
e-mail:sevgisar98@gmail.com
**Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık İşletmeciliği AD,
06100, Sıhhiye-Ankara
e-mail:bilgesozen@yahoo.com
Özet
Tarihte eczacılık mesleğine ait çeşitli bilgilere, farklı uygarlıklarda yazılmış pek
çok eserde rastlanmaktadır. Osmanlı Döneminde yazılmış önemli eserlerden biride,
gerek Osmanlı, gerekse İslam Tıbbı için önemli kişilerden biri olan İbn-i Şerif’in
1400’lü yıllarda yazmış olduğu Yadigâr’dır.
İbn-i Şerif; İbn-i Sina, İbn-i Baytar gibi ünlü hekimlerin bilgilerinden faydala-
narak, genç yaşından beri sürdürdüğü hekimlik mesleğine büyük katkılar
sağlamıştır. Bu hekimin Yadigâr isimli eseri, Türkçe ve herkes tarafından kolayca
anlaşılabilecek bir dille yazılmış olmasından dolayı ayrı bir öneme sahiptir. Eserin
ilk bölümünde sağlığın korunmasından, ikinci bölümünde ise hastalıkların
tedavisinden bahsedilmektedir. Sağlıklı yaşam için çeşitli önerilerin de bulunduğu
eserde, pek çok hastalık ve bunların tedavilerinde kullanılabilecek çeşitli
şekillerdeki ilaçlarla ilgili bilgiler yer almaktadır.
Eserin ikinci bölümünde ise pek çok formülasyondan bahsedilmektedir. Bu formül-
asyonlar arasında yer alan yanık, yara, romatizma ve ağrı gibi bazı rahatsızlıkların
iyileştirilmesi amacıyla çoğunlukla bitkilerle hazırlanan merhem formülleri de
dikkati çekmektedir.
Bu çalışmada, söz konusu eserdeki merhemler tek tek incelenecek ve merhemlerin
içeriklerinde bulunan maddelerin eserde belirtilen etkileri ile günümüzdeki etkileri
karşılaştırılarak konu etraflı olarak tartışılacaktır.
Summary
Various information about pharmacy profession in history have been found in
many works written in different civilizations. One of the important works written
during the Ottoman period is Yadigar which was written in 1400s by Ibn Sherif who
is one of the important people of Ottoman and Islamic Medicine.
Ibn Sherif has made great contributions to the medical profession continued since
a young age by benefited from the famous physicians’, such as Avicenna, Ibn
Baytar, information. This physician’s work named Yadigar has a different signifi-
cance due to written in Turkish and a language that is easily understood by every-
one. In the first part of the work, the protection of health and in the second part the
treatment of the disease is mentioned. In the work in which there are several recom-
mendations for wellness, there are also information about many diseases and differ-
ent pharmaceutics can be used in this diseases’ treatment.
In the second part of the work many formulations are mentioned. The ointment
formulations which are used for the treatment of disorders such as burns, wounds,
rheumatism and pain prepared by plants are remarkable formulas of them.
In this study, the ointments in this work will be examined one by one and
the issue will be discussed in details by comparing effects of the substances men-
tioned in ointments in work and now.
İbn-i Şerif’in Yadigâr Adlı Eserindeki Merhem
Formüllerinin Eczacılık Açısından Günümüzle
Karşılaştırılması
Pharmaceutically Comparison of the Ointment Formulas in
Yadigar, the Work of Ibn Sherif’s, with the Present
Sevgi ŞAR* Bilge SÖZEN ŞAHNE** Miray ARSLAN*
*Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık İşletmeciliği AD, 06100,
Tandoğan-Ankara
e-mail:msevuktekin@ankara.edu.tr ,
e-mail:sevgisar98@gmail.com
**Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık İşletmeciliği AD,
06100, Sıhhiye-Ankara
e-mail:bilgesozen@yahoo.com
Özet
Tarihte eczacılık mesleğine ait çeşitli bilgilere, farklı uygarlıklarda yazılmış pek
çok eserde rastlanmaktadır. Osmanlı Döneminde yazılmış önemli eserlerden biride,
gerek Osmanlı, gerekse İslam Tıbbı için önemli kişilerden biri olan İbn-i Şerif’in
1400’lü yıllarda yazmış olduğu Yadigâr’dır.
İbn-i Şerif; İbn-i Sina, İbn-i Baytar gibi ünlü hekimlerin bilgilerinden faydala-
narak, genç yaşından beri sürdürdüğü hekimlik mesleğine büyük katkılar
sağlamıştır. Bu hekimin Yadigâr isimli eseri, Türkçe ve herkes tarafından kolayca
anlaşılabilecek bir dille yazılmış olmasından dolayı ayrı bir öneme sahiptir. Eserin
ilk bölümünde sağlığın korunmasından, ikinci bölümünde ise hastalıkların
tedavisinden bahsedilmektedir. Sağlıklı yaşam için çeşitli önerilerin de bulunduğu
eserde, pek çok hastalık ve bunların tedavilerinde kullanılabilecek çeşitli
şekillerdeki ilaçlarla ilgili bilgiler yer almaktadır.
Eserin ikinci bölümünde ise pek çok formülasyondan bahsedilmektedir. Bu formül-
asyonlar arasında yer alan yanık, yara, romatizma ve ağrı gibi bazı rahatsızlıkların
iyileştirilmesi amacıyla çoğunlukla bitkilerle hazırlanan merhem formülleri de
dikkati çekmektedir.
Bu çalışmada, söz konusu eserdeki merhemler tek tek incelenecek ve merhemlerin
içeriklerinde bulunan maddelerin eserde belirtilen etkileri ile günümüzdeki etkileri
karşılaştırılarak konu etraflı olarak tartışılacaktır.
Summary
Various information about pharmacy profession in history have been found in
many works written in different civilizations. One of the important works written
during the Ottoman period is Yadigar which was written in 1400s by Ibn Sherif who
is one of the important people of Ottoman and Islamic Medicine.
Ibn Sherif has made great contributions to the medical profession continued since
a young age by benefited from the famous physicians’, such as Avicenna, Ibn
Baytar, information. This physician’s work named Yadigar has a different signifi-
cance due to written in Turkish and a language that is easily understood by every-
one. In the first part of the work, the protection of health and in the second part the
treatment of the disease is mentioned. In the work in which there are several recom-
mendations for wellness, there are also information about many diseases and differ-
ent pharmaceutics can be used in this diseases’ treatment.
In the second part of the work many formulations are mentioned. The ointment
formulations which are used for the treatment of disorders such as burns, wounds,
rheumatism and pain prepared by plants are remarkable formulas of them.
In this study, the ointments in this work will be examined one by one and
the issue will be discussed in details by comparing effects of the substances men-
tioned in ointments in work and now.
Document Outline - islam_kitap1
- islam_kitap2
- islam_kitap3
Dostları ilə paylaş: |