Klinik Özellikler
Vitiligo; süt-beyazı renginde, oval veya yuvarlak, kenarları
girintili çıkıntılı, epidermal değişikliğin izlenmediği maküllerle
karakterizedir. Her boyutta rastlanılan lezyonlar genellikle çevreye doğru
genişleyerek birleşirler (6,106).
Tipik vitiligo makülünün varyasyonları, görünümlerine göre farklı
isimlendirilir.
Trikrom vitiligo: Tipik vitiligo makül rengi ile normal deri rengi
arasında açık kahverengini içeren (üç ayrı renk) maküller için kullanılan
terimdir(96,101).
Kuadrikrom vitiligo: Dört renk içeren maküllerdir. Repigmente
perifoliküler veya marjinal hiperpigmente lezyonlardır ve özellikle koyu
41
renk deri tipinde görülür(96,101).
Pentakrom vitiligo: Beyaz, açık kahverengi, kahverengi
hiperpigmente, mavi-gri hiperpigmente ve normal deri rengi olmak üzere
beş rengi içeren lezyonlardır(96,101,139).
İnflamatuar vitiligo: Eritematöz, sınırları deriden kabarık tinea
versikolor lezyonlarına benzer özelliktedir. Eritem güneş gören lezyonlar
üzerinde olur, ancak vitiligo lezyonları tek başlarına klinik olarak
inflamatuar dermatozlara benzemezler (96,101).
Konfetti maküller, 1-2 mm çaplı tipik renkte herhangi bir bölgede
veya perifoliküler olarak yerleşen lezyonlar için kullanılan terimdir
(96,101).
Vitiligonun sınıflandırılması
Vitiligo tutulan alanların yaygınlığına ve lezyonların dağılımına
göre sınıflandırılır. Vitiligo tipleri aşağıda gösterilmiştir (2).
1) Lokalize vitiligo
- Fokal: Bir alanda bir ya da daha fazla makül, fakat
segmental yayılımı açık değildir.
- Segmental: Vücudun unilateral segmenti içeren bir ya da
daha fazla makül.
- Mukozal: Sadece mukus membranları
2) Jeneralize vitiligo
- Vulgaris:
Geniş olarak yayılmış yamalar
- Akrofasiyal:
Distal
ekstremiteler ve yüz.
- Karışık: Akrofasiyal ve vulgaris ya da segmental ve
akrofasiyal ve/veya vulgaris
3) Universal:
- Tamamen ya da tamama yakın depigmentasyon
42
Vitiligolu hastaların çoğunluğu jeneralize tiptedir. Geri kalanında
lokalize vitiligo universal vitiligodan daha yaygındır (2).
Vitiligo ile birliktelik gösteren hastalıklar
Deride meydana gelen depigmente maküllerin varlığının yanı sıra
lökotrişia (poliozis), prematür saç beyazlanması, hala nevüs ve alopesi
areata normal populasyona göre vitiligolu hastalarda daha sık izlenir.
Lökotrişia hastaların % 9-45’inde ve genellikle de depigmente
maküllerin üzerinde izlenir. Ancak saçlı deride depigmente makül
olmaksızın da saçlarda lökotrişia oluşabilmektedir. Prematür saç
beyazlaması vitiligolu olguların % 37’sinde görülmektedir. Yaygın
beyaz saçlar kötü prognoz belirtisi olarak görülebilmektedir. Alopesi
areata gelişimi olguların % 16’sında tesbit edilmiştir (6,101).
Tiroid hastalıkları vitiligoda en sık görülen sistemik hastalık
grubudur. Hipertiroidi, hipotiroidi, Hashimato tiroiditi, Basedow-Graves
hastalığı vitiligoya oldukça sık eşlik eden tiroid hastalıklarıdır. Tiroid
hastalıkları olguların % 30-40’ında görülmektedir. Buna karşılık tiroid
hastalarında vitiligo insidansının % 0,62-12,5 arasında olduğu yapılan
çalışmalar ile belirlenmiştir (6,101,106).
Diabetes mellitusun vitiligolu olgularda insidansı % 1-7,1 arasında
değişmektedir. Diabetik hastalarda ise % 4,8 oranında vitiligo geliştiği
tesbit edilmiştir (6,101).
Pernisyöz anemi ve Addison hastalığı vitiligolu hastalarda normal
populasyondan daha sık saptanmıştır (6,101).
Yine bu hastalarda lupus eritematozus, sistemik skleroz,
myastenia gravis, Crohn hastalığı, primer bilier siroz, Sjögren sendromu,
sarkoidoz, romatoid artrit ve otoimmun poliglandüler sendrom normal
43
populasyondan daha sık görülen hastalıklar olarak karşımıza çıkmaktadır
(97,136,140).
Histopatoloji
Vitiligo lezyonunda dermo-epidermal bileşkede melanositlerde
destrüksiyon vardır. Vitiligo lezyonlarında gümüş boyası veya dopa
reaksiyonu ile araştırlıdığında melanositler tamamen kaybolmuştur.
Lezyonların çevresindeki hipopigmente alanlarda az sayıda dopa duyarlı
melanositler ve bazal tabakada melanin granülleri vardır. Vitiligo
lezyonunun çevresinde melanositler sıklıkla daha belirgindir ve uzun
dendritik proçesler melanin granülleri ile doludur. Lezyonlarda nadiren
yüzeyel ve bir dereceye kadar likenoid tarzda mononükleer hücre
infiltrasyonu depigmente alanda izlenir. Vitiligolu bölgelere komşu
normal görülen alanlarda dermo-epidermal bileşkede fokal odaklar
halinde hafif mononükleer hücre infiltrasyonu ile beraber vakuoler
değişiklik görülmektedir (98). Vitiligo lezyonlarının kenarından yapılan
melanosit kültürlerinde sitoplazmik dejenerasyonla beraber
vakuolizasyon, melanozom agregasyonları, otofajik vakuoller, yağlı
dejenerasyon ve piknoz görülmüştür. Bununla birlikte melanositlerde
büyüme hızında yavaşlama ve erken ölüme eğilim vardır (6,141).
Tanı ve Ayırıcı Tanı
Sonradan gelişen, süt beyazı renkli maküllerin progresif bir seyir
gösterdiği olgularda vitiligo tanısı koymak zor değildir. Az sayıda
hastalık, vitiligodaki gibi seyir ve simetrik dağılım gösterebilir.
Hipopigmente maküllere Wood ışığı uygulayarak muayne
edildikleri zaman daha belirgin hale gelirler. Bu yöntem özellikle açık
44
deri renkli hastalarda vitiligo lezyonlarını belirlemede kullanılır (101).
Vitiligo benzeri hipopigmente ve depigmente lezyonların
gelişiminin tespit edildiği bir çok hastalık saptenmıştır. Kimyasal
lökderma, piebaldizm, Waardenburg sendromu, lupus eritematozus,
mikozis fungoides, postinflamatuar hipomelanozis, tuberoskleroz,
pitriazis alba, tinea versikolor, lepra, melanomada gelişen lökoderma,
nevus depigmentozus, idiopatik guttat hipomelanozis vitiligodan ayırt
edilmesi gereken klinik görünümleri oluşturmaktadır (6,101).
Tedavi
Vitiligo tedavisinde bir çok tedavi seçeneği olmasına rağmen
hastalar hastalıkları ve tedavi seçenekleri hakkında çok iyi
bilgilendirilmelidir. Tüm hastalara vitiligonun sadece dış görüntü ile
ilgili bir problem olduğu ve ciddi bir hastalık olmadığı iyice
anlatılmalıdır. Ayrıca düzenli olarak gün örtülerinin etkilenen alanların
yanmasını engellemede önemli olduğu açıklanmalıdır. Hastaların
öncelikle tedaviye gönüllü olmaları ve başarılı bir sonuç için tedavi
süresinin 12-18 ay süreceğini bilmesi gerekmektedir. Tedavi seçenekleri
hastaların lezyonlarının dağılımına, süresine, daha önce uygulanan
tedavilere, ultraviyole tedavisine verdiği cevaba, hastanın yaşına, mevcut
hastalıklara, hastanın sosyo-ekonomik düzeyine ve psikolojik durumuna
göre değerlendirilmesi en uygun tedavinin seçimi için iyi bir yaklaşım
sağlayacaktır. Lezyon alanı vücut alanının % 20’sinden az ise lokal
tedavi, daha geniş ise sistemik tedavi endikedir (6,142).
1). Kortikosteroidlerle vitiligo tedavisi:
A- Topikal kortikosteroidler: Vitiligo tedavisinde yaygın olarak
45
kullanılan bir yöntem olup, çocuklarda da ilk seçenek olarak
tercih edilmektedir (143).
B- İntralezyonel kortikosteroid: Mevcut bilgiler bu tedavinin
vitiligoda başarısız olduğunu göstermekte ve yan etkileri de
göz önüne alınacak olursa kullanımı önerilmemektedir
(143,144).
C- Sistemik kortikosteroidler: Bu tedavinin aktif, yeni başlamış
vitiligo hastalığında, diğer tedavilere yanıt alınamamış yaygın
vitiligolu olgularda tercih edilmesi önerilmektedir (144).
2). Ultraviyole ile birlikte kullanılan tedaviler:
A- PUVA (Oral Psoralen ve ultraviyole A) Tedavisi: Oral
psoralen ve UV-A tedavisinin yaygın vitiligo lezyonları olan
(%20’den fazla) olgularda kullanılması önerilmektedir. 12 yaş
altındaki çocuklarda uygulanması önerilmemektedir. Bilinen
bir fotosensitivite halinde, porfiri, karaciğer hastalığı veya
sistemik lupus eritematozus varlığında, gebelik ve emzirme
dönemleride kontrendikedir (95, 143,145).
B- Fenilalanin UVA (PAUVA) Tedavisi: Bir tirozin prekürsörü
olan fenilalanin ve UVA’nın fototoksik olmaması nedeni ile
vitiligoda alternatif bir tedavi seçeneği olabileceği konusunda
ümit vericidir (144).
C- Khellin UVA (KUVA) Tedavisi: Psoralendeki istenmeyen yan
etkileri taşımadığı için gündeme gelen bitkisel kökenli bir
ilaçtır. Bir furokumarin bileşeğidir (143,144).
D- Kalsipotriol: Kalsipotriol vitamin D3 reseptörleri yolu ile ya
da bozulmuş kalsiyum homeostazı üzerinden etki ettiği
bilirilmiştir (146).
46
E- Ultraviyole-B ve Dar Bant UV-B: Melanin sentezini uyarıcı,
tirozinaz aktivasyonunu artırıcı ve melanosit proliferasyonunu
stimule edici etkiye sahip UV-B ışını, bu etkilerinden
faydalanılması amacıyla vitiligo tedavisinde kullanılmaya
başlanmıştır (144).
Dar bant UV-B tedavisinin PUVA tedavisinden belirgin
üstünlükleri bulunmaktadır. Foto duyarlandırıcı kullanımı
gerektirmemesi, gebelerde ve çocuklarda güvenle kullanılabilir olması,
bu tedavinin çok önemli bir ayrıcalığıdır (143,144,147).
3). Güneş Koruyucular:
Yüksek faktörlü güneşten koruyucular üç nedenle önerilmektedir
(95,144,145).
- Vitiligolu alanlar güneş yanıklarına çok elverişlidir.
- Oluşacak bir güneş yanığı koebnerizasyon sonucu depigmente
alanın genişlemesine neden olabilir.
- Çevredeki derinin esmerleşmesi depigmente alanın daha da
belirginleşmesine neden olacaktır.
Çinko oksit ve titanyum oksit içeren güneş koruma faktörü 30 ve
üzerindeki ürünler bu amaç için en uygun olanlarıdır (105).
4). Takromilus :
Son yıllarda yapılan çalışmalarda vitiligoda repigmentasyonu
indüklediği bildiilmiştir. Terapötik etkisini T hücre aktivasyonunu,
proinflamatuar sitokin ürtim ve salınımını engelleyerek göstermektedir
(148).
5). Depigmentasyon :
Yaygın vitiligolu olgularda, pigmente alanları kalıcı olarak
47
ortadan kaldırarak tek renk deri görünümü oluşturan kozmetik bir olarak
tedavi seçenekleri arasında yer almaktadır. Melanositleri tahrip etmek
amacıyla %20 konsantrasyonda hidrokinon monobenzil eter
kullanılmaktadır (95,144).
6). Cerrahi :
Diğer yöntemlerin başarılı olmadığı durumlarda cerrahi yöntemler
kullanılabilir. Cerrahi tedavi için en ideal hasta grubu segmental veya
stabil, lokalize ve uçlarda yerleşmemiş vitiligodur. Bununla birlikte el
sırtı, ayak bileği, alın ve saç çizgisi gibi iyi repigmentasyonunun
olmadığı stabil, progresif olmayan vitiligo hastalarında da cerrahi
yöntem düşünülebilir. Hastalar greft bölgesinde koebnerizasyonun
olabileceği konusunda önceden uyarılmalıdır (6,101).
Otolog minigreftleme, otolog epidermal greftleme, kültüre otolog
melanosit transplantasyonu vitiligoda kullanılan cerrahi yöntemlerdir
(142,149,150,151).
48
MATERYAL VE METOD
2004-2008 yılları arası Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Cildiye polikliniğinde vitiligo tanısı alan ve telefon numarası
kayıtlı 574 hasta otomasyon biriminden dökümante edildi. 574 hasta
kendi arasında randomize edildi. Hastalar randomizasyon sırasıyla
telefonla tek tek görüşülerek çalışma hakkında bilgi verilip katılımları
sağlandı. Görüşmelere gelmeyen, ulaşılamayan ve kabul etmeyen
hastalar atlanarak bir sonraki hasta ile görüşülerek toplam 81 hasta
çalışmaya alındı.
Telefonla çağrılan yaşları 15-67 arasında değişen 49 erkek 32
kadın toplam 81 hastanın uzman bir dermatolog tarafından Wood
lambası eşliğinde yeniden muayeneleri yapıldı. Klinik ve Wood lamba
bulguları vitiligo ile uyumlu bulunan hastaların yaş, cinsiyet ve telefon
numaraları kaydedildi. Hastalar vitiligo lezyonlarının dağılımına göre
fokal, unilateral segmental, vulgaris, akrofasiyal, mikst ve üniversal
olarak kategorize edildi ve hazırlanan hasta takip formlarına kayıt edildi.
Hasta grubunun yaş ve cinsiyetiyle uyumlu sağlıklı hastane
personeli ve hastaların sağlıklı yakınlarından oluşan 88 kişilik gönüllü
kontrol grubu oluşturuldu. Kontrol grubu da cildiye polikliniğinde tek
tek muayene edilerek vitiligo hastalığı olmadığı tespit edildi. Hazırlanan
takip formuna yaş, cinsiyet ve telefon numaraları kaydedildi.
Hasta grubu ve kontrol grubundan 5 cc lik kan örnekleri alınarak
Preanaltical Solutions içeren kuru biyokimya tüpüne (Belliver Industrıal
Estate, Plymouth PL6 7BP UK) konuldu.
Oda sıcaklığında 4000 devirde 15 dakika santrifüj edilen
örneklerden elde edilen serum 2 ayrı epandorf tüpe konuldu. Üzerleri
49
hasta isimlerinin olduğu etiket ile etiketlendi ve buz kalıbı eşliğinde 2
saat içinde çalışmanın yapılacağı Labarotuarda olması sağlandı. -20 ile -
80 C’ de testlerin yapılacağı güne kadar bekletildi.
2 ayrı epandorf tüpe konan serumlardan biriyle Immunfloresans
yöntemi (IFA) kullanılarak anti-EMA (Astra s.r.l prodotti diagnostici
Milano) çalışıldı. Kit bilgilerine göre 1/5 titre ve daha düşük titredeki
değerler pozitif kabul edildi.
Diğer serum ile ELİSA yöntemi kullanılarak doku transglutaminaz
antikoru (Immunolab GmbH Kassel) çalışıldı. ELİSA cihazı olarak
ANTOS 2001 kullanıldı. Kit bilgilerine göre <8,0 IU/ml negatif, 8-12
IU/ml şüpheli pozitif, >12 IU/ml değerler pozitif kabul edildi.
İFA yöntemiyle 1/40 titrede pozitif ve ELİSA yöntemiyle 45,3
IU/ml saptanan hasta grubundan bir kişiye, İFA yöntemiyle 1/5 titrede
pozitif ve ELİSA yöntemiyle 9,22 IU/ml ölçülen kontrol grubundan bir
kişiye ince barsak biyopsisi yapılmasına karar verildi. Bu iki vaka
dışında hiçbir hastada pozitif antikor saptanmadı.
2 olgu telefonla aranarak sonuçları hakkında bilgi verildi. Çölyak
hastalığı tanısının kesinleşmesi için gastroduodenoskopi yapılmasının
gerekliliği bildirildi. Onayları alınan hastalar gastroduodenoskopi ve ince
barsak biyopsisi açısından değerlendirildikten sonra Haydarpaşa
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Gastroenteroloji Polikliniği
Endoskopi Ünitesine aç olarak çağrıldı.
Uzman bir gastroenterolog tarafından olgulara
gastroduodenoskopi yapıldı. Duodenum 2. kıtadan multipl biyopsiler
yapıldı. İşlemden sonra yarım saat kadar olgular gözlendi. Olgularda
herhangi bir komplikasyon gözlenmedi.
Alınan biyopsiler Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma
Hastanesi patoloji laboratuarında incelendi.
50
Bu çalışma prospektif olarak tasarlanmıştır. Çalışma Haydarpaşa
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yerel Etik Kuruluna
sunulmuştur ve 06-03-2008 tarih ve 08-09 karar numarası ile onay
alınmıştır. Çalışmamız 10-03-2008 tarihinde başlamış 10-07-2008
tarihinde bitirilmiştir. Çalışmaya alınmadan önce tüm hastalar çalışma
hakkında detaylı olarak bilgilendirilmiş ve kendilerine ‘‘
bilgilendirme onay formu ’’ imzalatılmıştır.
İstatistiksel İncelemeler
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel
analizler için NCSS 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA)
programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı
istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma, frekans) yanısıra
niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren
parametrelerin karşılaştırmalarında Student t test kullanıldı. Niteliksel
verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi ve Fisher’s Exact Ki-Kare
testi kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05
düzeyinde değerlendirildi.
51
BULGULAR
Çalışma 10.02.2008 – 10.06.2008 tarihleri arasında yaşları 15 ile 69
arasında değişmekte olan; 70’i (%41.4) kadın ve 99’u (%58.6) erkek
olmak üzere toplam 169 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların ortalama
yaşları 42.55±14.14’tür. Olgular “Çalışma” (n=81) ve “Kontrol” (n=88)
olmak üzere iki grup altında incelenmiştir.
Cinsiyet
Kadin
41,42%
Erkek
58,58%
Şekil 1: Olguların cinsiyetlere göre dağılımı
Tablo 7: Vitiligo tipi dağılımı
Vitiligo Tipi
n
%
Fokal
11 13,6
Unilateral
2 2,5
Vulgaris
36 44,4
Akrofasiyal
6 7,4
Mikst
25 30,9
Universal
1 1,2
52
Çalışma grubundaki olguların vitiligo tipi dağılımlarına
bakıldığında; 36’sının (%44.4) vulgaris, 25’inin (%30,9) mikst, 11’inin
(%13.6) fokal, 6’sının (%7.4) akrofasiyal, 2’sinin (%2.5) unilateral ve
1’inin (%1.2) universal olduğu görülmektedir.
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
50
Fokal
Unilateral
Vulgars
Akrofasiyal
Mikst
Universal
Vitiligo Tipi
%
Şekil 2: Vitiligo tipi dağılımı
Tablo 8: Demografik Özelliklere Göre Grupların Değerlendirilmesi
Kontrol
Çalışma
p
Ort±SD Ort±SD
+
Yaş
42,52±13,88 42,59±14,50 0,975
n (%)
n (%)
++
Cinsiyet
Kadın
37 (%42,0)
33 (%40,7)
0,863
Erkek
51 (%58,0)
48 (%59,3)
+
Student t test
++
Ki-kare
53
Gruplara göre olguların yaş ortalamaları ve cinsiyet dağılımları
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır
(p>0.05).
Tablo 9: Gruplara Göre Seroloji Sonucu Değerlendirilmesi
Kontrol
Çalışma
p
n (%)
n (%)
++
Seroloji
Anti-Endomisyum
IgA
Pozitif
1 (1,1)
1 (1,2)
1,000
Negatif
88 (98,9)
80 (98,8)
Anti-
Transglutaminaz
IgA
Pozitif
1 (1,1)
1 (1,2)
1,000
Negatif 88 (98,9) 80 (98,8)
Fisher’s Exact test kullanıldı
Gruplara göre seroloji sonuçları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Çalışma grubunda 1
olguda Anti-Endomisyum IgA ve Anti-tTG antikoru pozitif saptanırken,
Kontrol grubunda da 1 olguda Anti-Endomisyum IgA ve Anti-tTG
antikoru pozitif saptanmıştır.
Tablo 10: Gruplara Göre Patoloji Sonucu Değerlendirilmesi
Kontrol
Çalışma
p
n (%)
n (%)
++
Patoloji sonucu
Pozitif
0 (%0)
1 (%1,2)
0,479
Negatif
88 (%100)
80 (%98,8)
Fisher’s Exact test kullanıldı
54
Gruplara göre patoloji sonucu oranları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Çalışma grubunda
sadece 1 olguda patolojik görünüm saptanırken bu olgunun vitiligo tipi
fokaldi. Kontrol grubunda hiçbir olguda patolojik görünüm
saptanmamıştır.
55
TARTIŞMA VE SONUÇ
Çölyak hastalığı buğday, arpa, çavdar aracılığıyla gluten veya
glutenle ilişkili protein alımından sonra ince barsak malabsorbsiyonu ile
karakterize otoimmun bir hastalıktır (8). Önceden sadece çocukluk
çağında ortaya çıkan nadir bir hastalık olarak bilinirken, günümüzde her
yaşta teşhis edilebilen sık görülen bir durum olarak kabul edilmektedir.
Glutensiz katı bir diyetten sonra klinik ve histolojik düzelme olur.
Yeniden gluten alımıyla klinik alevlenme görülür (8,9).
Klinik sıklığı 1/3345 olarak görüldüğü halde serolojik testlerle
taramalarda dünya çapında prevalansının 1/266 olduğu gösterilmiştir
(8,9). Türkiye’de Çölyak hastalığı prevalansına ait yeterli ve sağlıklı
veriler yoktur. Elsürer ve arkadaşlarının Doku Transglutaminaz
antikorları ile yaptığı bir taramada Türk popülasyonunda Çölyak
hastalığı prevalansı % 1,3 (1/111) olarak bulunmuştur (36).
Çölyak hastalığının patogenezinde intestinal mukozanın glutene
hassasiyeti yatmaktadır. Glutenin mukozaya verdiği hasarın moleküler
mekanizması bilinmemektedir. Çölyak hastalığı, genetik yatkınlığı olan
kişilerde çevresel ajanların (gliadin) tetiklediği bir immun bozukluk
olarak düşünülmektedir. Klinik bulgular, değişken çevresel, genetik ve
immun etkenlere bağlı olarak çeşitlilik gösterir.
Çölyak hastalığına bazı otoimmun ve genetik hastalıkların eşlik
ettiği bilinmektedir. Çölyak hastalığında otoimmun hastalıklar yaklaşık
10 kat daha sık görülmektedir ve bu birliktelik bazı varsayımlarla
açıklanmaya çalışılmaktadır (76). Çölyak hastalığı ile birlikteliği en iyi
bilinen otoimmun hastalıklar Tip 1 diabetes mellitus, Graves hastalığı,
Hashimato tiroiditi ve Dermatitis Herpetiformisdir (67,77,78,80,81).
56
Vitiligo herhangi bir yaşta ortaya çıkabilen, değişik büyüklükte ve
sayıda, iyi sınırlı, süt beyazı renkte yamalar şeklinde görülen, melanosit
yıkımı ile karakterize kazanılmış bir deri hastalığıdır. Nadiren de olsa
konjenital olabilir (95,96,97,98). Toplumlarda yaş, cinsiyet ve ırk ayrımı
yapmadan % 0,14- 8,8 oranlarında görüldüğü düşünülse de olası
insidansı % 0,5- 2 arasındadır (95). Ülkemizde de sıklığı % 0,15-0,32
olarak bildirilmektedir (100). Her iki cins eşit oranda etkilenir. Bazı
çalışmalarda kadın prevalansının yüksek olması kozmetik nedenlerle
kadınların büyük endişesinden kaynaklanıyor olabilir.
Vitiligo etyopatogenezi ile ilgili çeşitli teoriler ileri sürülmüştür.
En çok üzerinde durulan üç teori hala güncelliğini korumaktadır. Bunlar,
humoral veya hücresel immunolojik olayların sonucunda melanositlerin
tahrip olduğu görüşünü ortaya koyan otoimmun teori, nöral
mediatörlerin melanositlerin üzerine tahrip edici etkilerine dayanan nöral
teori ve melanin sentezindeki ara maddelerin ve metabolitlerin toksik
etki göstererek melanositlerin tahrip olmalarına yol açtığı otositotoksik
teoridir (6,101,106,107).
Vitiligo tutulan alanların yaygınlığına ve lezyonların dağılımına
göre lokalize (fokal, segmental, mukozal), jeneralize (vulgaris,
akrofasiyal, karışık) ve universal olarak sınıflandırılır (2). Vitiligolu
hastaların çoğunluğu jeneralize tiptedir. Geri kalanında lokalize vitiligo
universal vitiligodan daha yaygındır (2).
Vitiligo hastalığının bazı otoimmun hastalıklarla birliktelik
gösterdiği bilinmektedir. Alopesi areata, Hashimato tiroiditi, Graves
hastalığı, diabetes mellitus, pernisyöz anemi ve Addison hastalığı vitiligo
ile birlikteliği en iyi bilinen hastalıklardır (6,101,106,).
Bu çalışmada otoimmun bir hastalık olduğu bilinen vitiligo
hastalığının yine otoimmun olduğu bilinen çölyak hastalığı ile ilişkisini
57
araştırdık. Bilebildiğimiz kadarıyla çalışmamız vitiligo hastalarında
çölyak hastalığını irdeleyen kontrol gruplu ilk çalışmadır.
Çalışmamız randomize 81 vitiligo hastası ve 88 kontrol grubuyla
yapılmıştır.
Hasta grubunun yaş ortalaması 42,59 ± 14,50 iken kontrol
grubunun yaş ortalaması 42,52 ± 13,88 olup aralarında istatiksel bir
farklılık yoktu (p>0,05).
Hasta grubu 33 kadın 49 erkekten oluşurken kontrol grubu 37
kadın 51 erkekten oluşmakta idi. İki grup arasında cinsiyet açısından
istatiksel farlılık yoktu (p>0,05).
Çalışma grubundaki olguların vitiligo tipi dağılımlarına
bakıldığında; 35’inin (%44.4) vulgaris, 25’inin (%30,9) mikst, 11’inin
(%13.6) fokal, 6’sının (%7.4) akrofasiyal, 2’sinin (%2.5) unilateral ve
1’inin (%1.2) universal olduğu görülmektedir
.
Bu dağılım literatürle
uyumlu idi.
Serolojik testler ve ince barsak biyopsisi çölyak hastalığı için en
kesin tanı testleridir. Klinik pratikte 4 serolojik test çölyak hastalığı
tanısında kullanılmaktadır. Bunlar IgA EMA, IgA tTG, IgA AGA ve IgG
AGA’ dur.
IgA EMA nun sensitivitesi % 85-98, spesifitesi % 97-100 iken,
IgA tTG antikorunun sensitivitesi % 95-98 spesifitesi % 94-95’ dir (67).
Yapılan bir metaanalizde EMA ve tTG antikorlarının sensitivite ve
spesifite oranlarının birbirine benzer olduğu ve AGA’ na göre çok üstün
oldukları kanıtlanmıştır (86).
Her iki testte benzer spesifite ve sensitivite değerlerine sahip
görünmekle birlikte EMA, immunfloresan yöntemiyle yapılan, bu
nedenle zaman alıcı, zahmetli, pahalı ve testi yapanın deneyimine dayalı
bir testtir. tTG antikoru ise ELİSA yöntemiyle yapılır ve bu nedenle
58
yapımı kolay, ucuz ve kolayca yorumlanabilen bir testtir. Bu nedenle
tTG IgA antikoru çölyak hastalığı taramalarında ön plana çıkmaktadır.
Dahele ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada 65 sağlıklı kontrol
ve 53 çölyak hastasında IgA AGA, IgG AGA, IgA EMA, IgA tTG ve
total serum IgA seviyeleri çalışılmış. 13 hastada IgA EMA negatif
bulunmuş ve bu negatif çıkan hastaların 3’ünde IgA tTG pozitif
bulunmuş. Yazar IgA EMA ile birlikte tTG antikorlarının birlikte
çalışılması gerektiğini vurgulamıştır (90).
Son çalışmalarda hastaların IgA EMA ve IgA tTG antikorlarından
biri ile değerlendirilmesi durumunda % 20’ye varan oranda tanı dışı
kalan hastaların olabileceği gösterilmiştir. Bu nedenle günümüzde IgA
EMA ve IgA tTG antikorlarının birlikte kullanımı önerilmektedir (12).
Bu sebeple biz çalışmamızda IgA EMA ve IgA tTG antikorlarını
birlikte değerlendirdik. Hasta grubundan bir olguda IgA EMA ve IgA
tTG antikorlarını birlikte pozitif bulunurken iki testten birinde pozitiflik
saptanan olgu bulunmadı. Kontol grubunda da bir vakada IgA EMA
pozitif bulunurken bu vakada IgA tTG antikoru şüpheli pozitif saptandı.
Her iki vakaya da gastroduodenoskopi yapıldı. Duodenum 2.
kıtadan multipl biyopsiler alındı. Hasta grubunda biyopsi sonucu
modifiye Marsh skoruna göre Tip 3-C çölyak hastalığı tespit edilirken
kontrol grubundan alınan biyopsi sonucu normal duodenum mukozası
olarak rapor edildi.
Hasta grubundan bir kişide çölyak hastalığı bulunurken kontrol
grubunda çölyak hastalığı saptanmadı. İki grup arasında istatiksel olarak
anlamlı fark yoktu (p>0,05).
Çölyak hastalığı saptanan vaka kadın olup vitiligo tipi fokaldi.
Volta ve arkadaşlarının 1997 yılında kontrol grubu olmadan 198
vitiligo hastasında IgA AGA, IgG AGA ve IgA EMA kullanarak
59
yaptıkları çalışmada; hiçbir vitiligo hastasında çölyak hastalığı tespit
edememişlerdir. Sonuç olarak iki hastalık arasında bir ilişki
bulunmadığını, sporadik vakaların koinsidental olarak görülebileceğini
belirtmişlerdir (152).
Sonuç olarak; serolojik testlerle vitiligolu olgularda çölyak
hastalığı araştırdığımız kontrol grubu olan ilk çalışmada, bulgularımız
vitiligolu olgularda EMA ve tTG antikorlarının çölyak hastalığı
taramasında rutin olarak kullanılmasının gerekli olmadığını
düşündürmektedir. Ancak istatiksel olarak anlamlı fark olmamakla
birlikte 1 olguda (% 1,23) bu testler pozitif bulunmuştur. Bu olguda
anamnezde çölyak hastalığına yönelik bulgular saptanmıştır. Buradan
yola çıkarak vitiligolu olgularda çölyak hastalığı semptomları rutin
olarak sorgulanmalı ve şüpheli olgularda serolojik testlerin yapılması
gerekli görülmektedir.
|