Yapayalnız
derken
arkadaştan, dosttan uzak olmaktan söz ett ğ m anlarsınız.
Eurykle a’nın buyurgan tavrına, kaynanamın tüyler ürperten
sess zl ğ ne karşı o dengeley c gece yansı oynaşmaları olmadan
geçecekt günler.
“Ant çt m b r kere,” yanıtı geld Odysseus‘tan. “Üstel k ant çmek
ben m f kr md . Ş md sözümden dönmem güç olur.”
Y ne de denem şt . Agamemnon le Menelaos beklend ğ üzere
geld kler nde -yanlarında ötek ler g b kül yutmayan, can almaktan
çek nmeyecek Palamedes adında b r daha vardı- Odysseus
hazırlanmış onları bekl yordu. Aklını y t rd ğ söylent s n yaymıştı
ortalığa, masalını nandırıcı kılmak ç n de başına köylüler n taktığı
türden gülünç b r tepel k takmış, yanım, b r öküzle eşek alarak
sabanla açtığı yarıklara tuz ek yordu. Bu çler acısı manzarayı üç
konuğa göstermek üzere onları tarlalara götürmey önermekle zek ce
b r ş yaptığımı düşünmüştüm. “Kend gözler n zle görün,” ded m k
göz k çeşme. “Artık ne ben tanıyor ne de yavrumuzu!” Ded kler m
doğrulamak amacıyla bebeğ m de kollarıma aldım.
Odysseus’un
yalanını
ortaya
çıkaran
Palamedes
oldu:
Telemakhos’u kollarımdan kaptığı g b hep m z n önüne yere bıraktı.
Odysseus ya yolunu değ şt recek ya da sabanla kend oğlunu
b çecekt .
Böylece onlarla g tmek zorunda kaldı.
D ğer üçü Troya’nın onun yardımı olmaksızın alt ed lemeyeceğ ne
nandıklarını söyleyerek onu pohpohladılar. Bu sözler Odysseus’un
yola çıkma hazırlıklarına hız verd kuşkusuz. Vazgeç lmez olma
f kr n n gurur okşayıcılığına hang m z dayanab l r k ?
Bekley ş
Sonrak on yılı nasıl anlatsam? Odysseus Troya’a doğru den ze
açıldı. Ben Ithaka’da kaldım. Güneş doğuyor, göğü dolaşıyor, sonra
batıyordu. Bazen onu Hel os’un ateş arabasına benzet yordum. Ay
da aynısını yapıyor, b r evreden d ğer ne geç yordu. Onu da bazen
Artem s’ n gümüş teknes ne benzet rd m. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış
kend ler ne bellet len sıralarla b rb r n zley p duruyordu. Rüzgâr pek
eks k olmazdı. Telekmakhos yıldan yıla büyüyor, bol et y yor, el
üstünde tutuluyordu.
Troya’dak savaşla lg l haberler alıyorduk: k m kötü, k m y yd
bunların. Ozanlar saygın kahramanlar -Akh lleus, A as, Agamemnon,
Menelaos, Hektor, A ne as ve d ğerler - ç n şarkılar söylüyorlardı.
H çb r umurumda değ ld : B r tek Odysseus’un haberler
lg lend r yordu ben . Ne zaman dönecek de can sıkıntımı
g derecekt ? Şarkılarda ona da yer ver lmekteyd , bunları d nled ğ m
anların tadını çıkarmaya bakardım B r bakardınız şurada coşkulu b r
konuşma yapıyor, bölünüp kend aralarında çek şen ayrılıkçı grupları
b rleşt r yor, burada b lgeler aratmayan öğütler ver yor, ber de kaçak
b r köle kılığına g r p Troya’nın duvarlarını aşarak Helena’yla yüz
yüze konuşmaya g d yor - şarkıya göre, Helene ona banyo
hazırlamış, kend eller yle her yanını yağlayıp ovmuş.
Bu bölüm h ç hoşuma g tmem şt .
Sonunda,, ç savaşçılarla dolu tahta atla yaklaşmayı akıl edecekt
şte. Derken -art arda atılan şaret f şekler yle gelen haberler n sonu
gelmek b lm yordu- Troya düşmüştü. Büyük b r kıyım ve yağma
yapıldığı anlatılıyordu. Sokaklardan oluk oluk kan akmış, saraydak
yangın göğü alev reng ne boyamıştı; masum erkek çocuklar
uçurumdan aşağı atılmış, Troyalı kadınlar gan met olarak
paylaşılmıştı, aralarında Kral Pr amos’un kızları da vardı. Daha sonra
da umutla beklenen haber uçtu İthaka’ya: Yunan gem ler eve doğru
yelken açmıştı.
Sonra… sonra h çb r şey olmadı.
***
Her gün konağın en üst katına çıkar l mana bakardım. Günler
geç yordu ama ufukta h çb r şey görünmüyordu. Bazı gem ler
görüyordum, ancak h çb r dört gözle bekled ğ m gem değ ld .
Söylent ler dolaşıyordu ortalıkta, d ğer gem ler n taşıdığı sözler.
Odysseus ve adamları lk çıktıkları l manda sarhoş olmuşlardı,
k m ler adamların ayaklandıklarını söylüyordu; hayır, bellekler n
y t rmeler ne sebep olan ks rl b tk den yed ler, d yenler de vardı,
Odysseus da eller n kollarını bağlayıp gem ye götürerek kurtarmıştı
onları. Odysseus tek gözlü devler Kyklop’larla dövüştü, d yordu
k m ler ; hayır, d ye karşı çıkıyordu başkaları, tek gözlü b r
meyhanec yd o, kavganın neden de y y p çt kler n n parasının
ödenmemes yd . Den zc lerden bazılarını yamyamların yed ğ
anlatılıyordu; öyle değ l, b ld k b r dalaştı, d ye karşı çıkıyordu k m ler ,
b rkaçının kulağı ısırılmış, ağzı burnu dağılmış, bıçaklanmış, karnı
deş lm ş olab l r, d yorlardı. Bazıları Odysseus’un büyülü b r adada b r
tanrıçanın konuğu olduğunu ler sürüyorlardı; tanrıça onun
adamlarını domuza çev rm ş -kanımca h ç de zor değ ld bunu
yapması-fakat sonra Odysseus’a âşık olunca onları yen den nsana
döndürmüştü, ölümsüz eller yle kend hazırladığı adı duyulmadık
lezzetl y yeceklerle besl yordu onu, her gece sabaha dek çılgınca
sev ş yorlardı; buna karşı çıkanlar, hayır, orası şatafatlı b r genelev,
Odysseus da Patron çey söğüşlüyor, d yorlardı.
Söylemeye gerek yok herhalde, ozanlar bu anlatılanları alır, uzatıp
çekerek süslerlerd . Ben m önümde en saygın d zeler okurlardı -
Odysseus’un ne kadar zek , y ğ t, becer kl olduğundan, doğaüstü
yaratıklara, tanrıçaların aşkına karşı nasıl dövüştüğünden dem vuran
sözler Odysseus’un eve dönememes n n tek neden tanrılardan
b r n n -k m ne göre den z tanrısı Pose don’un- onu engellemes yd .
çünkü Odysseus’un sakatladığı Tepegözlerden b r onun oğluydu.
Belk de ona karşı olan başka tanrılar da vardı. Ya da Kader
tanrıçaları. Veya başka b r güç. Ozanların da ben yüceltmek
amacıyla bel rtt kler g b ancak büyük kudret sah b göksel b r varlık,
kocamı b r an önce sevg dolu -ve de sev ml - karısının kollarına,
bana, koşmaktan alıkoyab l rd .
Bu noktayı ne kadar çarpıcı b r d lle vurgularlarsa, benden o kadar
pahalı armağanlar bekl yorlardı. Onların beklent ler n hep yer ne
get rd m. El n zde başka seçenek olmadığında uydurma olduğu
apaçık bell olan sözler b le avunç kaynağıdır.
Oğlunun
yolunu
gözlemekten
hasta
düşen
kaynanam
Odysseus’un asla ger gelmeyeceğ ne nanarak er y p tükenm ş,
sonunda da ölmüştü. Ona göre her şey n suçlusu bend m, Helena
değ l: eğer bebeğ tarlaya götürmeseyd m! İht yar Eurykle a daha da
yaşlanmıştı. Kayınbabam Laertes de. Sarayda yaşamak artık lg s n
çekm yordu, araz ler n kolaçan etme bahanes yle kırlara g tm şt ,
arada sırada pasaklı kılığıyla sağda solda k yana sendelerken,
armut ağaçlarıyla İlg l homurdanırken görülmekteyd . Gal ba beyn
sulanmıştı.
Artık Odysseus’un bütün malını mülkünü çek p çev rmek bana
kalmıştı. Sparta’dak yaşamımda böyle b r ş ç n h çb r yönden hazır
ed lmem şt m. Ne de olsa prensest m, çalışmak başkalarının
görev yd . Annem kral çe olmasına rağmen y b r örnek olmamıştı
önümde. Kocaman sarayda yenen yemeklerle arası y değ ld , çünkü
sofraya get r len başlıca y yecek r et parçalarıydı, en y olasılıkla
yanında den z yosunuyla b r, k küçük balık olurdu. Annemse ç ğ
balık yerd , önce kafasından başlardı yemeye, onu şaşkınlıkla
zlerken donup kalırdım. Yoksa s ze anamın küçük s vr d şler
olduğunu söylemey unuttum mu?
Kölelere buyurmayı, onları cezalandırmayı h ç sevmezd anam,
y ne de onu kızdıran b r n n canını gözünü kırpmadan alab l rd -
onların mal olarak değerl olduklarını anlamaya yanaşmazdı, ayrıca
dokumacılık ve bükücülükle h ç lg s yoktu. “Amma çok düğüm var.
örümceklere göre bu ş. Bırak da Arakhne yapsın,” derd . Sarayın
dev k lerler nde ve mahzenler nde saklanan y yeceklerle şarapların
denetlenmes de ona göre “ölümlüler n altın oyuncakları” oluyordu,
gülerek burun kıvırdığı b r ş. “Na ad’lar üçe kadar sayab l r ancak,”
d yerek kest r p atardı. “Balıklar sürüler hal nde gel r, l stelerde değ l.
B r balık, k balık, üç balık, b r tane daha balık, b r balık daha! B z
böyle sayarız!” Ortalığı çınlatan kahkahaları gel rd bu sözler n
ardından. “B z ölümsüzler p nt değ l zd r, st flemey z! Bunlar boş
şeyler.” Sonra da sarayın havuzuna dalarak gözden kaybolur,
yunuslarla şakalaşmak, den z taraklarına oyunlar oynamak üzere
günlerce görünmezd ortalıkta.
S z n anlayacağınız İthaka sarayında her şey yen baştan
öğrenmek zorunda kalmıştım. Başlangıçta Eurykle a bana köstek
olmuştu, her konuda söz sah b kend olsun sterd , fakat sonunda
yapılacak çok ş olduğu, bunların onun g b şgüzar b r ne b le fazla
geleceğ kafasına dank etm şt . Yıllar geçt kçe envanterler çıkardım -
köleler n olduğu yerde, eğer önlem n almazsan hırsızlık
kaçınılmazdır-konakta hang yemekler n yeneceğ n , hang urbalarını
g y leceğ n tasarlamaya başladım. Köleler yalnızca çaput g yseler de
b r süre sonra bunların elle tutulacak yanı kalmıyordu, yen lenmeler
gerek rd , şte o zaman pl k bükücülerle dokumacılara ne
yapacaklarını ben söylerd m. Mısır öğütenler. köleler arasında en
aşağı tabakada yer alırlardı, dışarıdak b nalardan b r nde k l t altında
tutulurdu - daha çok kötü davranışlarından ötürü oraya kapatılır,
bazen de kend aralarında dövüşe tutuşurlardı, bu nedenle
düşmanlıklara, kan davalarına karşı tet kte olmalıydım.
Erkek köleler n d ş kölelerle c nsel l şk kurması yasaktı, z n
almaları gerek rd . Bu da çetref ll b r konuydu. Bazıları âşık olur,
sonra kıskançlığa kapılırdı, tıpkı efend ler g b , böyle durumlar
sorunlara gebeyd . İşler denet mden çıkarsa, doğal olarak onları
satmak zorunda kalırdım. Ama bu ç ftleşmen n sonunda sev ml b r
çocuk dünyaya gelm şse, onu alıkoyar, kend m yet şt r r, k bar, naz k
b r köle olmasını öğret rd m. Bu çocuklardan bazılarını fazla
şımartmıştım gal ba. Eurykle a öyle derd .
Güzel Yanaklı Melantho bunlardan b r yd .
Erzakı uşağım aracılığıyla alıp satardım, çok geçmeden adım usta
pazarlıkçıya çıkmıştı. Tarlalarla sürüler kalfam yardımıyla
denetlerd m, kuzulama, buzağılama g b doğumları, d ş domuzların
yavrularını yemeler n önlemek
ç n yapılması gerekenler
öğrenm şt m, ş mde uzmanlaştıkça, kaba saba şlerle lg l
konuşmalar hoşuma g tmeye başlıyordu. Domuz çobanımın bana
akıl danışmak üzere kapıma gelmes ben m açımdan onur
kaynağıydı.
İzled ğ m pol t ka Odysseus’un mallarını gen şletmekt , böylel kle
ger geld ğ nde g tt ğ zamank nden daha çok servet olacaktı -
koyunları, nekler , domuzları daha da çoğalacak, gen ş buğday
tarlaları göz alab ld ğ ne yayılacak, köleler n n sayısı artacaktı. O
sahne açık seç k gözümün önündeyd : Odysseus’un dönüşü ve
ben m da kadınsı b r alçak gönüllülükle onun erkek ş ded ğ her şey
nasıl başarıyla yürüttüğümü ona göstermem. Elbette onun adına.
Heps onun ç n. Sev nçten yüzü nasıl da aydınlanacaktı! Nasıl da
gözüne g recekt m! “Sen b nlerce Helena’ya bedels n!” d yecekt .
Demez m yd h ç? Sonra da ben sevg yle kollarının arasına almaz
mıydı?
Bunca şe ve sorumluluğa rağmen kend m her zamank nden daha
yalnız h ssed yordum. Aklı başında danışmanlarım mı vardı?
Kend mden başka k me güvenecekt m? Geceler çoğu zaman
ağlayarak uyur veya bana sevg l kocamı ger vers nler ya da tez
elden ölümümü get rs nler d ye tanrılara yalvarıp yakarırdım.
Eurykle a sak nleşt r c banyolar hazırlardı bana, yatıştırıcı çecekler
get r rd , ama heps n n bedel n ödet rd . Halk arasında konuşulanları
bana aktarmak g b p s b r alışkanlığı vardı, bunlar hem dudağımı
uçuklatmaya hem de bağlılığımla ve çok çalışmamı özend rmeye
yönel kt , örneğ n:
Güneş göğe yüksel rken gözyaşı döken
Küpünü doldurup taşıramaz
ya da şöyle:
Zamanını yas tutarak geç ren
Büyüdüğünde b r neğ n et n y yemez
b r başkası:
Hanımefend tembelse köleler küstahtır
Asla yer ne get rmezler buyrukları.
Hırsızlık yap, orospuluk yap, üçkâğıtçılık yap:
Köles n dövmeyen yolar saçını başını!
Daha n celer vardı bunlar g b . Genç olsaydı bu kadına b r tokat
atmadan duramazdım.
Y ne de uyanlarının etk s olmuyor değ ld , gündüzler neşel ve
umutlu havamı korumayı başarıyordum, kend m ç n olmasa da en
azından Telemakhos ç n. Ona Odysseus’la lg l öyküler anlatır, ne
kadar usta b r savaşçı olduğunu, ne kadar akıllı, ne kadar yakışıklı
olduğunu, eve döndüğü zaman her şey n nasıl güzel olacağını
söylerd m.
Her ünlü adamın karısı -yoksa dulu mu demel ?- g b ben de büyük
merak uyandırıyordum; yabancı gem ler sıklıkla uğruyor, yen
söylent ler taşıyorlardı. Aynı zamanda havayı kokluyorlardı: olur ha,
Odysseus’un öldüğü doğrulanırsa, Tanrı es rges n, başka öner lere
açık mıydım acaba? Hem ben hem de servet m. Böyle
dokundurmaları duymazlıktan gel rd m, çünkü kocamın haberler -ne
kadar kuşkulu olursa olsun, önünde sonunda haberd ler- gelmeye
devam ed yordu.
K m ler ne göre Odysseus ruhlara danışmak ç n ölüler Ülkes ne
g tm şt . Yok, alt tarafı gecey yarasalarla dolu karanlık b r mağarada
geç rd , d yenler de vardı. Erkekler n aklını çelerek onları adalarına
çeken, sonra da onları af yetle y yen baştan çıkarıcı yarı-kadın yarı-
kuş Se ren’ler n yakınlarından geçerlerken adamlarına kulaklarını
balmumuyla kapamalarını söylem ş, ancak onların dayanılmaz
şarkılarına güverteden aşağı atlamadan kulak vereb lmek ç n
kend n seren d reğ ne bağlamıştı. Yok, öyle değ l, d ye karşı çıktı
ber k , orası şık b r randevu ev yd , oradak fah şeler müz k
yetenekler yle ve tüylü entar ler yle ünlüdür.
Hang s ne nanacağımı şaşırmıştım. Bazen ben huzursuz etmek,
gözler m n yaşlarla dolmasını seyretmek ç n herkes n b r şeyler
uydurduğunu düşünüyordum. Savunmasız b r ne acı çekt rmen n tadı
başkaydı ne de olsa.
Gelgelel m söylent ler n olması olmamasından daha y yd elbet,
heps n can kulağıyla d nlerd m. Ne var k b rkaç yıl daha geç nce
söylent ler de kes lm şt ; Odysseus yeryüzünden toz olmuştu sank .
Dostları ilə paylaş: |