zibesi güç, kesinlik ve güvenliğe dayalı olan isyankâr milliyetçiliğin, farklı anlamları barındırabilen
liberalizmden daha güçlü olduğu kesindir. Ayrıca bu milliyetçilik, kendi kaderini tayin hakkı ve in
sanlık onuru gibi liberal ideallerden çok, etnik saflık ve otoriteryanizm (bkz. s. 96 ) ile bağlantılıdır.
Orta Doğu, Asya ve Afrika’nın bazı bölgelerinde ortaya çıkan çeşitli fundamentalizm (bkz. s. 2 8 7 )
biçimleri de liberal kültür ile uyuşmamaktadır. Dahası, siyasal İslâm sahip olduğu Batı dışı, hatta Batı
karşıtı duruş kapasitesinden dolayı, gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda liberalizme üstün gelebilir.
Ayrıca, başarılı piyasa ekonomileri her zaman liberal değer ve kurumlar üzerinde inşa edilmemiş ola
bilir. Örneğin, Doğu Asya’nın siyasal rejimleri varlıklarını, rekabet ve mücadele gibi liberal değerlerin
etkisinden çok, Konfüçyüs anlayışının sosyal istikrarı sürdürme yeteneğine borçludurlar.
Belki de 21. Yüzyıl’daki siyasal gelişime, birleşmiş, liberal bir dünyadan çok ideolojik çeşitli
likteki artış damgasını vuracaktır. Günün birinde siyasal İslâm, Konfüçyüs anlayışı, hatta otoriter
milliyetçilik, Batı liberalizminin karşısına dişli bir rakip olarak çıkabilir. Batı toplumları kendi açı
larından, bu meydan okumalara, “terörle savaş’a eşlik eden yurttaşlık haklarının askıya alınma
sında olduğu gibi liberalizmden saparak cevap verebilir. Post-modernizmin (bkz. s. 3 0 6 ) bakış
açısından liberalizmin krizi, her zaman bir parçası olduğu Aydınlanma projesinin çöküşünün bir
sonucudur. Bu projenin varsayımına göre, evrensel olarak uygulanabilir rasyonel ilkeler kümesi
bireylere, emsâlsiz hedefler peşinde koşmalarını mümkün kılacak koşullar sağlar. Ancak Richard
Rorty (1 9 8 9 ) gibi post-modern düşünürler, nesnel hakikat iddiasını sorgulamışlar ve diğer tüm
ideolojiler, aslında tüm inanç sistemleri gibi liberalizmin de salt bir “sözlükçe”den başka bir şey ol
madığını ve diğer “sözlükçeler”den daha “eksiksiz” olarak görmenin imkânsız olduğunu iddia eder.
Bu açıdan bir “meta-anlatı”, tarihsel gelişmenin yönünün taslağını çizen bir teori olarak liberalizm
ölmüştür. Eğer durum böyleyse liberalizm, çok sayıdaki siyasî modeller arasından sadece bir tanesi
olacağı bir gelecekle yüzleşmek zorundadır. Bundan dolayı John Gray ( 1 9 9 5 ), liberalizmin gerçek
halefinin çoğulculuk (bkz. s. 5 1 ) olduğunu öne sürer. Çoğulculuğun gücü, hem liberal hem de
liberal olmayan değer ve kurumlan eşit olarak meşru kabul etmesinden kaynaklanır.
Dostları ilə paylaş: