T. C. Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ uluslararasi iLİŞKİler anabiLİm dali



Yüklə 0,86 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə5/15
tarix26.11.2019
ölçüsü0,86 Mb.
#29695
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15
İRANDA İSLAM KİMLİK VE

.   
 

 
                                                                                                                                                 33 
O, orduyu yeniden örgütleyip, düzeni yeniden sağlayarak Şii din adamlarının etkisini 
kısıtladı; yeni sanayi dalları kurdurdu ve hukuk sisteminde belirli reformlar yaptı.  
1941’de İngilizlerin ve Sovyetlerin ortak baskıları sonucunda Alman yanlısı 
Rıza Şah’ın tahttan çekilmek zorunda kalmasının ardından, yerine 22 yaşındaki oğlu  
Muhammed Rıza Pehlevi geçti/geçirildi. 1950’li yılları başlarında başbakanlığa 
getirilen Muhammed Musaddık’ın o tarihe kadar yabancılar tarafından işletilen petrol 
sanayini uluslaştırmasının yol açtığı bunalım sırasında  Şah, 1953’te yurt dışına 
kaçmak zorunda kaldıysa da, çok geçmeden Batı devletlerinin güçlü desteğiyle geri 
dönerek, Musaddık’ı ihanet suçuyla tutuklattı ve iktidarı yeniden ele geçirdi. Batılı 
petrol  şirketlerinin oluşturduğu bir konsorsiyumla yeni bir anlaşmaya giderek, 
toplam petrol gelirlerinin %50’sinin verilmesini ( bu oran 1970 yılında %55’e 
çıkarıldı) sağladı.  
Muhammed Rıza Şah Pehlevi 1963’te “Beyaz Devrim” adını verdiği iddialı 
bir yenileşme programı (toprak reformu, kadınlara daha çok hak tanınması, 
sanayileşmenin hızlandırılması vb.) başlattıysa da bir yandan bu reformların yetersiz 
sayılması, bir yandan da reformların yol açtığı sınıflar arası uçurumun genişlemesi ve 
kültür parçalanması, özellikle din adamları arasında muhalefeti şiddetlendirdi.  Şah 
buna, ordunun ve gizli güvenlik örgütü Savak’ın aracılığıyla uyguladığı bir baskı 
siyasetiyle yanıt verdi
37
.  
Ne var ki, bütün baskılara karşın 1977 ve 1978’de gerginlik hızla artarken, 
gerek sağ, gerek sol muhalefet, sokak gösterilerine girişti. Şah, Kasım 1978’de askeri 
yönetim ilan ettiyse de, Paris’te sürgünde bulunan Ayetullah Humeyni yönetimindeki 
                                                           
37
 Asaf Hüseyin, İran’da Devrim ve Karşı Devrim, çev. Taha Cevdet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1989, 
s.  29-33;  Sami  Oğuz ve Ruşen Çakır,  Hatemi’nin  İranı,  İletişim,  İstanbul, 2000, s.23-27; Davood 
Hermidas Bavand, “Territorial Challenges and Iranian Identity in the Course of History
.  

 
                                                                                                                                                 34 
muhalefet, gösterileri sürdürdü ve 6 Ocak 1979’da askeri yönetimi kaldıran 
Muhammed Rıza Şah Pehlevi birkaç gün sonra, yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.  
1  Şubat’ta ülkeye dönen Humeyni’nin büyük kitle gösterileriyle 
karşılanmasının ardından, 12 Şubat’ta  İran  İslam Cumhuriyetinin kurulduğu ilan 
edildi. 
 
B. Bir İslam Mezhebi olarak Şiilik  ve İran 
 
 
1)  Şiiliğin İçeriği ve Tarihsel Gelişimi 
Arapça bir sözcük olan “Şia” (veya Türkçe literatürdeki yaygın adıyla “Şii”), 
“Müşayaa” kökünden gelmektedir ve birisine uyanlar, bölük anlamını taşımaktadır. 
Hz. Muhammedin amca oğlu, aynı zamanda damadı Ali’ye uyanlara verilen addır. 
Şiiler, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifeliğin Ehli Beyt’e, yani 
peygamberin ailesine, dolayısıyla peygamberin kızı ile evli olan Ali’ye ve onun 
evlatlarına geçmesini şiddetle savunuyorlardı. Karmakarışık sonuçlar doğuran 
olaylar zinciri özellikle, Ali’nin ölümünden sonra Emeviler Hanedanı’nın kurucusu 
Muaviye’nin Ali’nin büyük oğlu Hasan’ı öldürmesiyle başladı. Bu gelişmelerin 
doruk noktasını ise yine Muaviye’nin oğlu Yezid ve Ali’nin ikinci oğlu Hüseyin 
arasındaki gergin anlaşmazlık oluşturdu.  Şöyle ki hilafetin başına geçmek isteyen 
Yezid’in taraftarları, hicretin altmış birinci yılı, Muharrem ayının onuncu günü 
(Aşure) Kerbela çölünde Hüseyin ile bütün ailesini ve taraftarlarını katletti. İşte 
izleyen dönemlerde Kerbela Faciası diye tanımlanan olayın kısa öyküsü böyle 
anlatılmaktadır. 

 
                                                                                                                                                 35 
 
Şiilik kendi arasında 3 ana mezhebe (veya kola) ayrılmış durumdadır. Bunlar 
nispeten daha az taraftarı olan Zeydiyye ve İsmailiyye ile İran’da hakim konumda 
olan ve diğer ülkelerde de (Örneğin, Azerbaycan, Irak gibi) en yaygın Şii mezhebi 
olarak bilinen  Ca’feriyye’dir. Zaten Ca’feriyye mensupları çoğunlukta olduğu için 
günümüzde Şii denilince de genellikle akla ilk olarak gelen bu mezheptir.   
Ca’feriyye veya diğer adıyla Caferiler, Hz. Muhammed soyundan olmak 
üzere Ali ile başlayarak devam eden On iki İmam’a, dolayısıyla İmamiyye doktrinine 
inanan kimselerdir. Mezhep adını, Altıncı İmam Ca’fer’üs-Sadık’tan almaktadır
38

Bugün  İran’ın kimliğiyle özdeş hale gelen Şiilik, ilk dönemlerinde İran’a 
tamamen yabancıydı.  Şiiliğin kökeni konusunda geliştirilen çeşitli oryantalist 
teorilere göre Şiilik, Arap İslamı’na karşı Farsi bir cevaptı. Nitekim, Abdülbakıy 
Gölpınarlı ve Hamid Algar’ın görüşleri de aynı doğrultudadır. Onlara göre, 
Emevilerle başlayıp Arap olmayan Müslümanlara karşı uygulanan ayırımcılık 
politikaları bu toplulukları marjinal kimlik şemsiyesi altında toplanmaya ve hilafete 
cephe almaya yönlendirmiştir
39
.      
16. yüzyıla, diğer bir deyişle Safeviler devletine kadar Kum ve birkaç şehir 
hariç Şiilik İran’da hakim mezhep değildi. Hatta bu döneme kadar İran’da 4 büyük 
Sünni mezhebi daha yaygındı. Safevilerin İran’da başa geçmesiyle Şiilik  İran’ın 
ulusal dini haline geldi. Bu durum Safevilere, rakip Osmanlı  İmparatorluğu 
karşısında merkezi bir devlet kurmak için gerekli olan ideolojik temeli sağladı. 
                                                           
38
 Abdülbakıy Gölpınarlı,  Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der Yayınları,  İstanbul, 1997, 
s.21-224; İsmail Mutlu, Tarihte ve Günümüzde Caferilik, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 15-80; 
İlya Pavloviç Petruşevski,  İslam der İran: ez Hecret ta Payan-e Garn-e Nohom-e Hecri, Peyam, 
Tahran, 1354 (hicri), s. 371-399. 
39
 a.g.y.; Hamid Algar, İslam Devrimi’nin Kökleri, çev., M. Çetin Demirhan, İşaret Yayınları, Ankara, 
1988, 17-54 

 
                                                                                                                                                 36 
17. yüzyılın birinci yarısında İran’ı ele geçiren Sünni Afganlar ve daha sonra 
başa geçen Nadir Şah döneminde (1736-47) Şiilik, Safeviler dönemindeki nüfuzunu 
büyük ölçüde kaybederek ülke içerisindeki beş mezhepten - ki diğer dördü Sünni 
mezheplerdi – biri durumuna geldi. Bu dönemden itibaren Şiiliğin uygulama 
bakımından alt kolları olan Ahbari ve  Usuli’ler  arasında tartışmalar çıkmaya ve 
süratle büyümeye başladı. Usulilerin içtihat (din hukukunun veya doktrininin 
yorumlanmasında bireysel yargı)  uygulayan  müçtehit  kurumunu  şiddetle 
savunmalarına karşın Ahbariler, her bir Müslüman’ın sadece Kuran’a, Muhammed’e 
ve İmamlara göre davranması gerektiğini öne sürüyorlardı. Ancak sonunda, Usuliler 
bu mücadeleyi kazandılar. Nitekim bu dönemden itibaren karşımıza güçlü bir 
müçtehit silsilesi çıkacaktır
40
.  
Müçtehitler sadece İslam Hukuku konusunda görüş bildirme yetkisi olan 
yasal otorite değil, aynı zamanda görüşlerine uyulması gereken kişiler olarak kabul 
ediliyordu. On ikinci İmamın yokluğunda (veya zuhuruna kadar)  toplumun 
bütününün müçtehitler ve müçtehit olmayanlar olarak ikiye ayrıldığı görülmektedir. 
Usuli doktrine göre müçtehit olamayanlar, müçtehitte olacak olan bağımsız adalet ve 
hukuki kavrayış yeteneğinden mahrum olanlar, birinin liderliğine tabi olmak 
zorundadırlar. Bu şekilde bir müçtehidin liderliğine tabi olma inancı  “taklit”, taklit 
eden kişi ise “mukallit” olarak adlandırılmaktadır. Taklit edilen müçtehit ise “merci-i 
                                                           
40
 Gölpınarlı,  Şiiliğin içeriği açısından içtihat ve taklit kurumlarını  şöyle anlatmaktadır: (…)İçtihat, 
İmam’ın gaybetinde (12. İmam – ed.) yani gizli bulunduğu, kendisine ulaşılamadığı devirde Kitap, 
Sünnet, İcma ve Akıl yollarıyla Peygamber ve İmamların yorumlarına dayanarak bir meselede hükme 
varmaktır. Bu derecede bilgisi olan kişi, bu dört hüccetten hüküm çıkarır, onunla amel eder. Buna 
gücü yetmeyen kişiyse, bir müçtehidin mukallidi, yani taklitçisi olur ve onun hükmüne uyar. Müçtehit 
(yani içtihat edilen kişi) zamanının en bilgini olmak, aynı zamanda adalet sahibi bulunmak şartıyla, 
gaybet zamanında,  İmam’ın naibidir. Vilayeti, mutlak ve umumidir. Şer’i cezaları icra etmek, 
ettirmek, içtimai, iktisadi meselelerde hüküm vermek salahiyeti onundur İmam’a ait haklar onundur. 
İmam’a ait mallar da ona verilir. O, bu malları ammenin, yani bütün Müslümanların nef’ine…..sarf 
eder.  Bkz: Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri, s.225 

 
                                                                                                                                                 37 
taklit”, diğer bir deyişle taklit edilme kaynağı olarak tanımlanmaktadır
41
. İleride de 
söyleneceği gibi Ayetullah Humeyni, Şiiliğin Usuli kolundan, yani içtihat 
uygulamalarının gerekliliğini savunan ekolden gelmektedir. 
18. yüzyılda  İran’da hanedan içi çatışmalar, yönetimi ele geçirmek isteyen 
otuz farklı grup arasındaki mücadeleler bir yandan siyasi otoritede büyük bir 
boşluğun ortaya çıkmasına neden olurken, diğer yandan da dini kurumlarla monarşi 
arasındaki kopuş sürecini hızlandırdı. Merkezi yönetimin etkisinin olmadığı 18. yy. 
boyunca ulema yerel yönetimlerin, yargıçların, yasa koyucuların ve bunun gibi bir 
çok idari ve hukuki kurumların işlevini bizzat üstlendi.   
18. yüzyılın sonlarına doğru yönetimi ele geçiren Kaçar hanedanı (1795-
1924) hakimiyetini İran’ın tümüne kabul ettirmeyi başarsa da,  Safevilerin iktidar 
oldukları dönemde yaptıkları gibi ulema ile benzer ilişkiler kuramadılar. Üstelik, 
Usuli ekolünün yayılmasıyla güçlü bir müçtehitler zümresinin ortaya çıkışı ve 
otoritelerinin sadece sünnet yorumlamakla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda hem 
hukukun, hem de sünnetin güvenilir uygulayıcısı olarak kabul edilmesi nedeniyle 
Kaçar hanedanı kendini muhalif unsurlarla karşı karşıya buldu. Bu bağlamda ulema 
ile monarşi arasındaki çekişme yüzyıl boyunca devam etti.    
Pehlevi hanedanıyla birlikte İran tarihinde yeni bir dönem, geleneksel 
monarşiden çağdaş bir diktatörlüğe dönüştürülen karanlık bir dönem başlatılmış 
oldu. Pehleviler döneminde geleneksel monarşiyi modern, Batı tarzı diktatörlük takip 
etti. O dönemde yapılanlara ek olarak, Pehlevi diktatörlüğünün bir başka özelliği de 
komşu Türkiye’deki uygulamaların taklididir. Artık amaç Araplara karşı güçlü, 
etnosantrik bir ulusçuluğun üretilmesi, İslami geçmişin yadsınması,  İslam öncesi 
                                                           
41
 Merci-i taklit doktrinine göre prensipte, bir kişi yalnız bir taklit merciini taklit edebilir. Bkz: 
Gölpınarlı, a.g.e. Aslında bir çok teologun da ön sürdüğü gibi Şiilik bu özelliği ile Katolik kilisesi 

 
                                                                                                                                                 38 
geçmişin yüceltilmesi, Fars dilinin Arapça’nın etkisinden temizlenmesi yönünde 
idi
42
. Rıza Han Pehlevi’nin eğitim ve hukuk alanında yaptığı bir dizi girişimler ve 
Muhammed Rıza  Şah Pehlevi’nin döneminde yukarıda adı geçen “Beyaz Devrim” 
kapsamında uygulamaya konulan reformlar geleneksel ulemanın çıkarlarını doğrudan 
etkilemekteydi. Bu durum, zaten Kaçar hanedanı döneminden itibaren araları kötüye 
doğru giden yönetim ve din adamlar arasındaki çıkar çatışmasını biraz daha 
körüklemiş oldu. 
 
2) İran Siyasal Tarihinde Şii Ulema 
Şii ulemanın  İran siyasal tarihindeki rolü ile ilgili olarak farklı görüşler 
bulunmaktadır. Mansur Muaddel’e göre bunlardan ikisi daha belirgindir
43
:  
i) 
İdeolojik Model: Buna göre Şii ideoloji, ulemanın siyasetteki rolü açısından en 
önemli belirteçtir (determinant). Bu model büyük ölçüde Hamid Algar’ın 
görüşlerini içermektedir
44
. Burada Şii  İslam’ın ana teması olan “İmamet” 
kurumu bağlamında mevcut otoriteye alternatif otorite söz konusudur, çünkü on 
ikinci İmam “gaib” (gizli) olduğu için yeryüzünde hiçbir dünyevi meşru otorite 
kalmamıştır. 
ii)  Modernleşme Modeli: Nikki Keddie tarafından geliştirilen yaklaşımdır. 
Ulemanın siyasetteki rolünü modernleşme süreci ile ilişkilendirmektedir
45

                                                                                                                                                                     
hiyerarşisi ile karşılaştırıldığında daha “demokratik” unsurlar içermektedir. 
42
 Azar Tabari, “The Role of the Clergy in Modern Iranian Politics, Nikki R. Keddie (ed.), Religion 
and Politics in Iran: Shi’ism from Quietism to Revolution, Yale University Press, New Haven and 
London, 1983, s. 22 
43
 Mansur Muaddel, “İran’da  Şii Ulema ve Devlet,  Serpil Üşür (der.), İran Devrimi: Din, Anti-
Emperyalizm ve Sol, Belge Yayınları, İstanbul, 1992, s. 151-200   
44
 Algar’ın görüşleri için bkz: Hamid Algar, Religion and State in Modern Iran, University of 
California Press, Berkeley, 1969 
45
 Nikki Keddie, Roots of Revolution: An Interpretive History of Modern Iran, Yale University Press, 
New Haven, 1981. 

 
                                                                                                                                                 39 
Keddie, ulema sorunsalına modernleşme süreci ve ulemanın bu sürece direnişi 
bağlamında yaklaşmaktadır. Aynı şekilde Shahrough Akhavi, ulemanın devlete 
muhalefetinin, ulemanın toplumsal, kültürel ve ekonomik ayrıcalıklarını 
koruma çabasından doğduğunu ileri sürmektedir. Son olarak, Samir 
Arjomand’a göre ise ulema, gelenekçiliğin temel unsurudur. Kendi tanımıyla 
“ulemanın yirminci yüzyıl  İran’ında belirgin özelliği… Batı etkisine karşı 
İslam’ı savunan genel bir hareket olmasıdır…”. 
Üçüncü bir model ise Muaddel tarafından geliştirilmiştir
46
. “Sınıf Çelişkileri 
Modeli” adını verdiği bu modele göre ulema, bütün olarak bir sınıf oluşturamaz. 
Farklı birkaç sınıfa ait de değildir. Ulema, kendisini toplumun geri kalan 
bölümünden ayıran dinsel ve mesleki işleviyle birleşmiş toplumsal bir kategoridir. 
Ulemanın toplumsal bir kategori oluşturması ve toplumsal sınıflarla (küçük 
burjuvazi, tüccarlar, “feodal” toprak sahipleri) bağlar kurması 19. yüzyılın başlarında 
ortaya çıkmıştır.      
Ulemanın  İran siyasetindeki konumu ile ilgili kuramsal çerçeveye kısaca 
değindikten sonra üçüncü modelin, bu çalışmada benimsenen yaklaşıma  daha yakın 
olduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda, ulemanın  İran  İslam Devrimi’ne değin 
etkin rol aldığı birkaç önemli olayın içeriğinin anlatılmasının ilerideki konuların daha 
geniş perspektiften yorumlanması için faydalı olabileceği düşünülebilir.   
Daha önce de belirtildiği gibi, Kaçar hanedanının  İran’da yönetimi ele 
geçirdiği dönemden itibaren ulemanın  İran siyasetinde etkili olmaya başladığı 
görülmektedir. 18.yüzyılın sonunda Kaçarların siyasal olarak güçlenmesi, Usuli 
ulemanın gücünün ve ayrıcalıklarının artmasına paralel olarak gelişmeye başladı. 
Safeviler döneminden farklı olarak bu dönemde ulema, devlet bürokrasisinin bir 

 
                                                                                                                                                 40 
parçası değil, giderek ona muhalif olan bir toplumsal-siyasal güç odağı niteliği 
sergilemeye başladı. Kaçarlar ülkenin çeşitli bölgelerinde siyasal güçlerini 
sağlamlaştırırken, Usuli ulema da Ahbariler ve sufiler aleyhine kendi ayrıcalıklı 
dinsel egemenliklerini kurmayı başardılar. Usuli ulemanın güçlenmesi ile Kaçarların 
siyasal iktidarlarını kurmaları ve yaygınlaştırmaları, karşılıklı olarak birbirini 
besleyen tarihsel bir süreç olarak ortaya çıktı. Her şeyden önce, göçebe bir aşiret olan 
Kaçarların,  İran gibi eski devlet geleneği olan bir ülkede siyasal meşruiyetlerini 
kurmaları  için bir takım bürokratik-yönetimsel kurumlara ihtiyacı vardı. Usuliler bir 
nevi bu zorluğun ortadan kaldırılmasını kolaylaştırdı. Tüm bu gelişmeler ulemanın 
İran’ın toplumsal-siyasal hayatında yeni işlevler üstlenmesini sağladı.  
19. yüzyıl başlarından itibaren İran iç ve dış politikasında ortaya çıkan bir dizi 
önemli olaylar toplumda ulemanın sorun çözücü alternatif siyasal fraksiyon olduğu 
inancını pekiştirdi. Bunlardan birincisi, İran ve Rusya arasında iki kez ortaya çıkan 
ve her ikisinde de İran’ın büyük kayıplarla yenildiği  İran-Rus savaşlarıdır. Her iki 
savaşı müteakiben imzalanan anlaşmalarda (1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay 
Anlaşmaları)  İran, topraklarının önemli bir bölümünü Rusya’ya bırakmak zorunda 
kaldı. Diğer taraftan ülke içinde İran ekonomisi giderek İngiliz ve Rus çıkarlarına 
göre yönlendirilmeye başlamıştı. Bunun yanı sıra, yine bu dönemde ortaya çıkan yeni 
bir dini-ideolojik cereyan olan Babilik  (veya Bahailik), devletin iç güvenliği için 
büyük tehlike arz etmekteydi. Köylü ve yoksul kentliler arasında bir çığ gibi büyüyen 
Babiliğin en önemli özelliği, ağır yenilgilerle sonuçlanan savaşlar sonrası    İran’ın 
karşılaştığı büyük sorunlarla ilgili pratik sosyo-ekonomik ve siyasal yorumlar 
önermesiydi. Babiliğin Kaçar hanedanı için olduğu kadar ulemanın toplumsal 
konumu için de büyük tehlike oluşturduğunu özellikle belirtmek gerekir.     
                                                                                                                                                                     
46
 Muaddel, “İran’da Şii Ulema ve Devlet”, s. 172. 

 
                                                                                                                                                 41 
Ülke içinde ve dışında yaşanan bu gibi gelişmeler İran’ın çeşitli bölgelerinde 
hükümet otoritesinin zayıflamasına, hatta bir çok yerlerde yıkılmasına neden oldu. 
Bu bağlamda Babilik örneğinde olduğu gibi yönetim, kimi zaman ulemanın ön plana 
çıkmasına göz yumdu.          
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ulema artık toplumu yönetime karşı 
ayaklandırabilecek kapasiteye sahipti. Bu dönemden itibaren ulemanın toplumsal 
eylemlerde sürükleyici bir kategori olarak gelişimi,  İran  İslam Devrimi’nin 
gerçekleşmesine kadar devam etti. Söz konusu gelişme süreci kapsamında birkaç 
olay, İran siyasal tarihi açısından önemini bugüne kadar koruyabilmiştir
47
. Bunlardan 
birincisi  1891-1892 Tütün İsyanı’dır. Bu protesto hareketinin kıvılcımı Mart 1890 
tarihinde  Şah’ın Binbaşı  G.F.  Talbot’a  elli  yıllık süreyle tütün üretimi, satışı ve 
ihracatı için tekel kurma hakkını vermesiyle parladı. Bunun karşılığında ise Şah’a 
kazançtan belirli bir oranda pay verilecekti. Bu haberin duyurulması, yerli tüccar ve 
geleneksel küçük burjuvaziyi siyasal ve ekonomik anlamda marjinalleştirmekle 
kalmayıp aynı zamanda onları ulema ile işbirliği kurmaya yönlendirdi. Ulemaya 
müracaat üzerine zamanın önde gelen dini lideri Şirazi, tütün içilmesini yasaklayan 
bir fetva verdi. Fetva, ülke çapında büyük bir boykota dönüştü ve İran’ı toplumsal 
krizin eşiğine getirdi. Boykotun yaygınlığı ve hareketin gücü, Şah’ı ayrıcalığı geri 
almaya mecbur etti. 
İkinci önemli olay 1906-1911 Anayasa Devrimi’dir.  İran toplumuna sızan 
Batı tarzı yabancı düşünceler, kısa bir süre içerisinde kendisini İran’ın yönetim 
biçimi ile ilgili olarak belli etmeye başladı. Laik entelektüeller önderliğindeki 
                                                           
47
 Nikki R. Keddie, (ed.), Religion and Politics in Iran: Shi’ism from Quietism to Revolution, Yale 
University Press, New Haven and London, 1983, s. 1-21; Hüseyin, İran’da Devrim, s.43, Muaddel, 
“İran’da Şii Ulema ve Devlet”, s. 183, Tabari, “The Role of the Clergy in Modern Iranian Politics”, s. 
30 

 
                                                                                                                                                 42 
meşrutiyetçiler, bir meclis kurulmasını, anayasa hazırlanmasını, dolayısıyla  İran’ın 
politik yapısının katılımcı bir tarz kazanmasını istemeye başladılar. Meşrutiyetçiler, 
yalnızca orta sınıfa mensup laik kimselerdi. Yalnız bu kitle, meşrutiyeti 
gerçekleştirecek kadar büyük değildi. Her an Kaçar hanedanının acımasız zulmüne 
maruz kalabilirlerdi. Bu nedenle de nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan alt kesimi 
de harekete geçirebilmek için ulemanın yardımına başvurdular. Nitekim, Hacı Şeyh 
Hadi Necmabadi, Seyyid Muhammed Tabatabai, Şeyh Abdullah Mazendarani gibi 
bazı müçtehitlerin yardımı ile Anayasa Devrimi başarıyla sonuçlandı. Burada 
ulemanın laik entelektüelleri desteklemesi çelişkili gibi görünebilir. Ancak bu 
desteğin altında yatan en büyük neden, hanedanla ulema arasındaki bir takım 
noktalarda ortaya çıkan anlaşmazlıklardı. Ayrıca, bu konuda ulema arası 
bütünsellikten söz etmek pek olanaklı değildi. Muaddel’in de söylediği gibi ulema 
içinde iki ana akım vardı: a) tüccarlar ve zanaatkarlara bağlanmış anayasacılar, b) 
hanedana “feodal” çıkarlarla bağlanmış anayasa karşıtları
48

Diğer iki önemli olay ise 1925 yılında Kaçarlar hanedanına son vererek 
hakimiyeti ele geçiren Pehleviler döneminde gerçekleşmiştir. Bunlardan birincisi 
1950’lerin başında petrolün uluslaştırılması krizi ve Başbakan Musaddık 
yönetimindeki Ulusal Cephe hükümetine karşı  yapılan 1953 Darbesi idi. İkincisi ise 
1962-1966 yılları arasında uygulamaya koyulan Toprak Reformu  ve bu reform 
sonucunda  Şah’a karşı sürdürülen sert tepkilerdi. Özellikle bu son iki olayda 
geleneksel burjuvazi ile ulema arasında sıkı bir işbirliği söz konusu olmuştur. 
                                                           
48 
Muaddel, “İran’da Şii Ulema ve Devlet”, a.g.y. 

 
                                                                                                                                                 43 
Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin