.
33
O,
orduyu yeniden örgütleyip, düzeni yeniden sağlayarak Şii din adamlarının etkisini
kısıtladı; yeni sanayi dalları kurdurdu ve hukuk sisteminde belirli reformlar yaptı.
1941’de İngilizlerin ve Sovyetlerin ortak baskıları sonucunda Alman yanlısı
Rıza Şah’ın tahttan çekilmek zorunda kalmasının ardından, yerine 22 yaşındaki oğlu
Muhammed Rıza Pehlevi geçti/geçirildi. 1950’li yılları başlarında başbakanlığa
getirilen Muhammed Musaddık’ın o tarihe kadar yabancılar tarafından işletilen petrol
sanayini uluslaştırmasının yol açtığı bunalım sırasında Şah, 1953’te yurt dışına
kaçmak zorunda kaldıysa da, çok geçmeden Batı devletlerinin güçlü desteğiyle geri
dönerek, Musaddık’ı ihanet suçuyla tutuklattı ve iktidarı yeniden ele geçirdi. Batılı
petrol şirketlerinin oluşturduğu bir konsorsiyumla yeni bir anlaşmaya giderek,
toplam petrol gelirlerinin %50’sinin verilmesini ( bu oran 1970 yılında %55’e
çıkarıldı) sağladı.
Muhammed Rıza Şah Pehlevi 1963’te “Beyaz Devrim” adını verdiği iddialı
bir yenileşme programı (toprak reformu, kadınlara daha çok hak tanınması,
sanayileşmenin hızlandırılması vb.) başlattıysa da bir yandan bu reformların yetersiz
sayılması, bir yandan da reformların yol açtığı sınıflar arası uçurumun genişlemesi ve
kültür parçalanması, özellikle din adamları arasında muhalefeti şiddetlendirdi. Şah
buna, ordunun ve gizli güvenlik örgütü Savak’ın aracılığıyla uyguladığı bir baskı
siyasetiyle yanıt verdi
37
.
Ne var ki, bütün baskılara karşın 1977 ve 1978’de gerginlik hızla artarken,
gerek sağ, gerek sol muhalefet, sokak gösterilerine girişti. Şah, Kasım 1978’de askeri
yönetim ilan ettiyse de, Paris’te sürgünde bulunan Ayetullah Humeyni yönetimindeki
37
Asaf Hüseyin,
İran’da Devrim ve Karşı Devrim, çev. Taha Cevdet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1989,
s. 29-33; Sami Oğuz ve Ruşen Çakır,
Hatemi’nin İranı, İletişim, İstanbul, 2000, s.23-27; Davood
Hermidas Bavand, “Territorial Challenges and Iranian Identity in the Course of History
”,
.
34
muhalefet, gösterileri sürdürdü ve 6 Ocak 1979’da askeri yönetimi kaldıran
Muhammed Rıza Şah Pehlevi birkaç gün sonra, yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.
1 Şubat’ta ülkeye dönen Humeyni’nin büyük kitle gösterileriyle
karşılanmasının ardından, 12 Şubat’ta İran İslam Cumhuriyetinin kurulduğu ilan
edildi.
B. Bir İslam Mezhebi olarak Şiilik ve İran
1) Şiiliğin İçeriği ve Tarihsel Gelişimi
Arapça bir sözcük olan “Şia” (veya Türkçe literatürdeki yaygın adıyla “Şii”),
“Müşayaa” kökünden gelmektedir ve birisine uyanlar, bölük anlamını taşımaktadır.
Hz. Muhammedin amca oğlu, aynı zamanda damadı Ali’ye uyanlara verilen addır.
Şiiler, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifeliğin Ehli Beyt’e, yani
peygamberin ailesine, dolayısıyla peygamberin kızı ile evli olan Ali’ye
ve onun
evlatlarına geçmesini şiddetle savunuyorlardı. Karmakarışık sonuçlar doğuran
olaylar zinciri özellikle, Ali’nin ölümünden sonra Emeviler Hanedanı’nın kurucusu
Muaviye’nin Ali’nin büyük oğlu Hasan’ı öldürmesiyle başladı. Bu gelişmelerin
doruk noktasını ise yine Muaviye’nin oğlu Yezid ve Ali’nin ikinci oğlu Hüseyin
arasındaki gergin anlaşmazlık oluşturdu. Şöyle ki hilafetin başına geçmek isteyen
Yezid’in taraftarları, hicretin altmış birinci yılı, Muharrem ayının onuncu günü
(Aşure) Kerbela çölünde Hüseyin ile bütün ailesini ve taraftarlarını katletti. İşte
izleyen dönemlerde Kerbela Faciası diye tanımlanan olayın kısa öyküsü böyle
anlatılmaktadır.
35
Şiilik kendi arasında 3 ana mezhebe (veya kola) ayrılmış durumdadır. Bunlar
nispeten daha az taraftarı olan Zeydiyye ve İsmailiyye ile İran’da hakim konumda
olan ve diğer ülkelerde de (Örneğin, Azerbaycan, Irak gibi) en yaygın Şii mezhebi
olarak bilinen Ca’feriyye’dir. Zaten Ca’feriyye mensupları çoğunlukta olduğu için
günümüzde Şii denilince de genellikle akla ilk olarak gelen bu mezheptir.
Ca’feriyye veya diğer adıyla Caferiler, Hz. Muhammed soyundan olmak
üzere Ali ile başlayarak devam eden On iki İmam’a, dolayısıyla İmamiyye doktrinine
inanan kimselerdir. Mezhep adını, Altıncı İmam Ca’fer’üs-Sadık’tan almaktadır
38
.
Bugün İran’ın kimliğiyle özdeş hale gelen Şiilik, ilk dönemlerinde İran’a
tamamen yabancıydı. Şiiliğin kökeni konusunda geliştirilen çeşitli oryantalist
teorilere göre Şiilik, Arap İslamı’na karşı Farsi bir cevaptı. Nitekim, Abdülbakıy
Gölpınarlı ve Hamid Algar’ın görüşleri de aynı doğrultudadır. Onlara göre,
Emevilerle başlayıp Arap olmayan Müslümanlara karşı uygulanan ayırımcılık
politikaları bu toplulukları marjinal kimlik şemsiyesi altında
toplanmaya ve hilafete
cephe almaya yönlendirmiştir
39
.
16. yüzyıla, diğer bir deyişle Safeviler devletine kadar Kum ve birkaç şehir
hariç Şiilik İran’da hakim mezhep değildi. Hatta bu döneme kadar İran’da 4 büyük
Sünni mezhebi daha yaygındı. Safevilerin İran’da başa geçmesiyle Şiilik İran’ın
ulusal dini haline geldi. Bu durum Safevilere, rakip Osmanlı İmparatorluğu
karşısında merkezi bir devlet kurmak için gerekli olan ideolojik temeli sağladı.
38
Abdülbakıy Gölpınarlı,
Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der Yayınları, İstanbul, 1997,
s.21-224; İsmail Mutlu,
Tarihte ve Günümüzde Caferilik, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 15-80;
İlya Pavloviç Petruşevski,
İslam der İran: ez Hecret ta Payan-e Garn-e Nohom-e Hecri, Peyam,
Tahran, 1354 (hicri), s. 371-399.
39
a.g.y.; Hamid Algar,
İslam Devrimi’nin Kökleri, çev., M. Çetin Demirhan, İşaret Yayınları, Ankara,
1988, 17-54
36
17. yüzyılın birinci yarısında İran’ı ele geçiren Sünni Afganlar ve daha sonra
başa geçen Nadir Şah döneminde (1736-47) Şiilik, Safeviler dönemindeki nüfuzunu
büyük ölçüde kaybederek ülke içerisindeki beş mezhepten - ki diğer dördü Sünni
mezheplerdi – biri durumuna geldi. Bu dönemden itibaren Şiiliğin uygulama
bakımından alt kolları olan
Ahbari ve
Usuli’ler arasında tartışmalar çıkmaya ve
süratle büyümeye başladı. Usulilerin
içtihat (din hukukunun veya doktrininin
yorumlanmasında bireysel yargı)
uygulayan
müçtehit kurumunu şiddetle
savunmalarına karşın Ahbariler, her bir Müslüman’ın sadece Kuran’a, Muhammed’e
ve İmamlara göre davranması gerektiğini öne sürüyorlardı. Ancak sonunda, Usuliler
bu mücadeleyi kazandılar. Nitekim bu dönemden itibaren karşımıza güçlü bir
müçtehit silsilesi çıkacaktır
40
.
Müçtehitler sadece İslam Hukuku konusunda
görüş bildirme yetkisi olan
yasal otorite değil, aynı zamanda görüşlerine uyulması gereken kişiler olarak kabul
ediliyordu. On ikinci İmamın yokluğunda (veya zuhuruna kadar) toplumun
bütününün müçtehitler ve müçtehit olmayanlar olarak ikiye ayrıldığı görülmektedir.
Usuli doktrine göre müçtehit olamayanlar, müçtehitte olacak olan bağımsız adalet ve
hukuki kavrayış yeteneğinden mahrum olanlar, birinin liderliğine tabi olmak
zorundadırlar. Bu şekilde bir müçtehidin liderliğine tabi olma inancı “
taklit”, taklit
eden kişi ise “
mukallit” olarak adlandırılmaktadır. Taklit edilen müçtehit ise “
merci-i
40
Gölpınarlı, Şiiliğin içeriği açısından içtihat ve taklit kurumlarını şöyle anlatmaktadır: (…)
İçtihat,
İmam’ın gaybetinde (12. İmam – ed.) yani gizli bulunduğu, kendisine ulaşılamadığı devirde Kitap,
Sünnet, İcma ve Akıl yollarıyla Peygamber ve İmamların yorumlarına dayanarak bir meselede hükme
varmaktır. Bu derecede bilgisi olan kişi, bu dört hüccetten hüküm çıkarır, onunla amel eder. Buna
gücü yetmeyen kişiyse, bir müçtehidin mukallidi, yani taklitçisi olur ve onun hükmüne uyar. Müçtehit
(yani içtihat edilen kişi) zamanının en bilgini olmak, aynı zamanda adalet sahibi bulunmak şartıyla,
gaybet zamanında, İmam’ın naibidir. Vilayeti, mutlak ve umumidir. Şer’i cezaları icra etmek,
ettirmek, içtimai, iktisadi meselelerde hüküm vermek salahiyeti onundur İmam’a ait haklar onundur.
İmam’a ait mallar da ona verilir. O, bu malları ammenin, yani bütün Müslümanların nef’ine…..sarf
eder. Bkz: Gölpınarlı,
Tarih Boyunca İslam Mezhepleri, s.225
37
taklit”, diğer bir deyişle taklit edilme kaynağı olarak tanımlanmaktadır
41
. İleride de
söyleneceği gibi Ayetullah Humeyni, Şiiliğin Usuli kolundan,
yani içtihat
uygulamalarının gerekliliğini savunan ekolden gelmektedir.
18. yüzyılda İran’da hanedan içi çatışmalar, yönetimi ele geçirmek isteyen
otuz farklı grup arasındaki mücadeleler bir yandan siyasi otoritede büyük bir
boşluğun ortaya çıkmasına neden olurken, diğer yandan da dini kurumlarla monarşi
arasındaki kopuş sürecini hızlandırdı. Merkezi yönetimin etkisinin olmadığı 18. yy.
boyunca ulema yerel yönetimlerin, yargıçların, yasa koyucuların ve bunun gibi bir
çok idari ve hukuki kurumların işlevini bizzat üstlendi.
18. yüzyılın sonlarına doğru yönetimi ele geçiren Kaçar hanedanı (1795-
1924) hakimiyetini İran’ın tümüne kabul ettirmeyi başarsa da, Safevilerin iktidar
oldukları dönemde yaptıkları gibi ulema ile benzer ilişkiler kuramadılar. Üstelik,
Usuli ekolünün yayılmasıyla güçlü bir müçtehitler zümresinin ortaya çıkışı ve
otoritelerinin sadece sünnet yorumlamakla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda hem
hukukun, hem de sünnetin güvenilir uygulayıcısı olarak kabul edilmesi nedeniyle
Kaçar hanedanı kendini muhalif unsurlarla karşı karşıya buldu. Bu bağlamda ulema
ile monarşi arasındaki çekişme yüzyıl boyunca devam etti.
Pehlevi hanedanıyla birlikte İran tarihinde yeni bir dönem, geleneksel
monarşiden çağdaş bir diktatörlüğe dönüştürülen karanlık bir dönem başlatılmış
oldu. Pehleviler döneminde geleneksel monarşiyi modern, Batı tarzı diktatörlük takip
etti. O dönemde yapılanlara ek olarak, Pehlevi diktatörlüğünün bir başka özelliği de
komşu Türkiye’deki uygulamaların taklididir. Artık amaç Araplara karşı güçlü,
etnosantrik bir ulusçuluğun üretilmesi, İslami geçmişin yadsınması, İslam öncesi
41
Merci-i taklit doktrinine göre prensipte, bir kişi yalnız bir taklit merciini taklit edebilir. Bkz:
Gölpınarlı, a.g.e. Aslında bir çok teologun da ön sürdüğü gibi Şiilik bu özelliği ile Katolik kilisesi
38
geçmişin yüceltilmesi, Fars dilinin Arapça’nın etkisinden temizlenmesi yönünde
idi
42
. Rıza Han Pehlevi’nin eğitim ve hukuk alanında yaptığı bir
dizi girişimler ve
Muhammed Rıza Şah Pehlevi’nin döneminde yukarıda adı geçen “Beyaz Devrim”
kapsamında uygulamaya konulan reformlar geleneksel ulemanın çıkarlarını doğrudan
etkilemekteydi. Bu durum, zaten Kaçar hanedanı döneminden itibaren araları kötüye
doğru giden yönetim ve din adamlar arasındaki çıkar çatışmasını biraz daha
körüklemiş oldu.
2) İran Siyasal Tarihinde Şii Ulema
Şii ulemanın İran siyasal tarihindeki rolü ile ilgili olarak farklı görüşler
bulunmaktadır. Mansur Muaddel’e göre bunlardan ikisi daha belirgindir
43
:
i)
İdeolojik Model: Buna göre Şii ideoloji, ulemanın siyasetteki rolü açısından en
önemli belirteçtir (
determinant). Bu model büyük ölçüde Hamid Algar’ın
görüşlerini içermektedir
44
. Burada Şii İslam’ın ana teması olan “
İmamet”
kurumu bağlamında mevcut otoriteye alternatif otorite söz konusudur, çünkü on
ikinci İmam “gaib” (gizli) olduğu için yeryüzünde hiçbir dünyevi meşru otorite
kalmamıştır.
ii) Modernleşme Modeli: Nikki Keddie tarafından geliştirilen yaklaşımdır.
Ulemanın siyasetteki rolünü modernleşme süreci ile ilişkilendirmektedir
45
.
hiyerarşisi ile karşılaştırıldığında daha “demokratik” unsurlar içermektedir.
42
Azar Tabari, “The Role of the Clergy in Modern Iranian Politics
”, Nikki R. Keddie (ed.),
Religion
and Politics in Iran: Shi’ism from Quietism to Revolution, Yale University Press, New Haven and
London, 1983, s. 22
43
Mansur Muaddel, “İran’da Şii Ulema ve Devle
t”
, Serpil Üşür (der.),
İran Devrimi: Din, Anti-
Emperyalizm ve Sol, Belge Yayınları, İstanbul, 1992, s. 151-200
44
Algar’ın görüşleri için bkz: Hamid Algar,
Religion and State in Modern Iran, University of
California Press, Berkeley, 1969
45
Nikki Keddie,
Roots of Revolution: An Interpretive History of Modern Iran, Yale University Press,
New Haven, 1981.
39
Keddie, ulema sorunsalına modernleşme süreci ve ulemanın bu sürece direnişi
bağlamında yaklaşmaktadır. Aynı şekilde Shahrough Akhavi, ulemanın devlete
muhalefetinin, ulemanın
toplumsal, kültürel ve ekonomik ayrıcalıklarını
koruma çabasından doğduğunu ileri sürmektedir. Son olarak, Samir
Arjomand’a göre ise ulema, gelenekçiliğin temel unsurudur. Kendi tanımıyla
“ulemanın yirminci yüzyıl İran’ında belirgin özelliği… Batı etkisine karşı
İslam’ı savunan genel bir hareket olmasıdır…”.
Üçüncü bir model ise Muaddel tarafından geliştirilmiştir
46
. “Sınıf Çelişkileri
Modeli” adını verdiği bu modele göre ulema, bütün olarak bir sınıf oluşturamaz.
Farklı birkaç sınıfa ait de değildir. Ulema, kendisini toplumun geri kalan
bölümünden ayıran dinsel ve mesleki işleviyle birleşmiş toplumsal bir kategoridir.
Ulemanın toplumsal bir kategori oluşturması ve toplumsal sınıflarla (küçük
burjuvazi, tüccarlar, “feodal” toprak sahipleri) bağlar kurması 19. yüzyılın başlarında
ortaya çıkmıştır.
Ulemanın İran siyasetindeki konumu ile ilgili kuramsal çerçeveye kısaca
değindikten sonra üçüncü modelin, bu çalışmada benimsenen yaklaşıma daha yakın
olduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda, ulemanın İran İslam Devrimi’ne değin
etkin rol aldığı birkaç önemli olayın içeriğinin anlatılmasının ilerideki konuların daha
geniş perspektiften yorumlanması için faydalı olabileceği düşünülebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi, Kaçar hanedanının İran’da yönetimi ele
geçirdiği dönemden itibaren ulemanın İran siyasetinde etkili olmaya başladığı
görülmektedir. 18.yüzyılın sonunda Kaçarların siyasal olarak güçlenmesi, Usuli
ulemanın gücünün ve ayrıcalıklarının artmasına paralel olarak gelişmeye başladı.
Safeviler döneminden farklı olarak bu dönemde ulema, devlet bürokrasisinin bir
40
parçası değil, giderek ona muhalif olan bir toplumsal-siyasal güç odağı niteliği
sergilemeye başladı. Kaçarlar ülkenin çeşitli bölgelerinde siyasal güçlerini
sağlamlaştırırken, Usuli ulema da Ahbariler ve sufiler aleyhine kendi ayrıcalıklı
dinsel egemenliklerini kurmayı başardılar. Usuli ulemanın güçlenmesi ile Kaçarların
siyasal iktidarlarını kurmaları ve yaygınlaştırmaları, karşılıklı olarak birbirini
besleyen tarihsel bir süreç olarak ortaya çıktı. Her şeyden önce, göçebe bir aşiret olan
Kaçarların, İran gibi eski devlet geleneği olan bir ülkede siyasal meşruiyetlerini
kurmaları için bir takım bürokratik-yönetimsel kurumlara ihtiyacı vardı. Usuliler bir
nevi bu zorluğun ortadan kaldırılmasını kolaylaştırdı. Tüm bu gelişmeler ulemanın
İran’ın toplumsal-siyasal hayatında yeni işlevler üstlenmesini sağladı.
19. yüzyıl başlarından itibaren İran iç ve dış politikasında ortaya çıkan
bir dizi
önemli olaylar toplumda ulemanın sorun çözücü alternatif siyasal fraksiyon olduğu
inancını pekiştirdi. Bunlardan birincisi, İran ve Rusya arasında iki kez ortaya çıkan
ve her ikisinde de İran’ın büyük kayıplarla yenildiği İran-Rus savaşlarıdır. Her iki
savaşı müteakiben imzalanan anlaşmalarda (1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay
Anlaşmaları) İran, topraklarının önemli bir bölümünü Rusya’ya bırakmak zorunda
kaldı. Diğer taraftan ülke içinde İran ekonomisi giderek İngiliz ve Rus çıkarlarına
göre yönlendirilmeye başlamıştı. Bunun yanı sıra, yine bu dönemde ortaya çıkan yeni
bir dini-ideolojik cereyan olan
Babilik (veya Bahailik), devletin iç güvenliği için
büyük tehlike arz etmekteydi. Köylü ve yoksul kentliler arasında bir çığ gibi büyüyen
Babiliğin en önemli özelliği, ağır yenilgilerle sonuçlanan savaşlar sonrası İran’ın
karşılaştığı büyük sorunlarla ilgili pratik sosyo-ekonomik ve siyasal yorumlar
önermesiydi. Babiliğin Kaçar hanedanı için olduğu kadar ulemanın toplumsal
konumu için de büyük tehlike oluşturduğunu özellikle belirtmek gerekir.
46
Muaddel, “İran’da Şii Ulema ve Devlet”, s. 172.
41
Ülke içinde ve dışında yaşanan bu gibi gelişmeler İran’ın çeşitli bölgelerinde
hükümet otoritesinin zayıflamasına, hatta bir çok yerlerde yıkılmasına neden oldu.
Bu bağlamda Babilik örneğinde olduğu gibi yönetim, kimi zaman ulemanın ön plana
çıkmasına göz yumdu.
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ulema artık toplumu yönetime karşı
ayaklandırabilecek kapasiteye sahipti. Bu dönemden itibaren ulemanın toplumsal
eylemlerde sürükleyici bir kategori olarak gelişimi, İran İslam Devrimi’nin
gerçekleşmesine kadar devam etti. Söz konusu gelişme süreci kapsamında birkaç
olay, İran siyasal tarihi açısından önemini bugüne kadar koruyabilmiştir
47
.
Bunlardan
birincisi
1891-1892 Tütün İsyanı’dır. Bu protesto hareketinin kıvılcımı Mart 1890
tarihinde Şah’ın Binbaşı G.F. Talbot’a elli yıllık süreyle tütün üretimi, satışı ve
ihracatı için tekel kurma hakkını vermesiyle parladı. Bunun karşılığında ise Şah’a
kazançtan belirli bir oranda pay verilecekti. Bu haberin duyurulması, yerli tüccar ve
geleneksel küçük burjuvaziyi siyasal ve ekonomik anlamda marjinalleştirmekle
kalmayıp aynı zamanda onları ulema ile işbirliği kurmaya yönlendirdi. Ulemaya
müracaat üzerine zamanın önde gelen dini lideri Şirazi, tütün içilmesini yasaklayan
bir fetva verdi. Fetva, ülke çapında büyük bir boykota dönüştü ve İran’ı toplumsal
krizin eşiğine getirdi. Boykotun yaygınlığı ve hareketin gücü, Şah’ı ayrıcalığı geri
almaya mecbur etti.
İkinci önemli olay
1906-1911 Anayasa Devrimi’dir. İran toplumuna sızan
Batı tarzı yabancı düşünceler, kısa bir süre içerisinde kendisini İran’ın yönetim
biçimi ile ilgili olarak belli etmeye başladı. Laik entelektüeller önderliğindeki
47
Nikki R. Keddie, (ed.),
Religion and Politics in Iran: Shi’ism from Quietism to Revolution, Yale
University Press, New Haven and London, 1983, s. 1-21; Hüseyin,
İran’da Devrim, s.43, Muaddel,
“İran’da Şii Ulema ve Devlet”, s. 183, Tabari, “The Role of the Clergy in Modern Iranian Politics”, s.
30
42
meşrutiyetçiler, bir meclis kurulmasını, anayasa hazırlanmasını, dolayısıyla İran’ın
politik yapısının katılımcı bir tarz kazanmasını istemeye başladılar. Meşrutiyetçiler,
yalnızca orta sınıfa mensup laik kimselerdi. Yalnız bu kitle, meşrutiyeti
gerçekleştirecek kadar büyük değildi. Her an Kaçar hanedanının acımasız zulmüne
maruz kalabilirlerdi. Bu nedenle de nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan alt kesimi
de harekete geçirebilmek için ulemanın yardımına başvurdular. Nitekim, Hacı Şeyh
Hadi Necmabadi,
Seyyid Muhammed Tabatabai, Şeyh Abdullah Mazendarani gibi
bazı müçtehitlerin yardımı ile Anayasa Devrimi başarıyla sonuçlandı. Burada
ulemanın laik entelektüelleri desteklemesi çelişkili gibi görünebilir. Ancak bu
desteğin altında yatan en büyük neden, hanedanla ulema arasındaki bir takım
noktalarda ortaya çıkan anlaşmazlıklardı. Ayrıca, bu konuda ulema arası
bütünsellikten söz etmek pek olanaklı değildi. Muaddel’in de söylediği gibi ulema
içinde iki ana akım vardı: a) tüccarlar ve zanaatkarlara bağlanmış anayasacılar, b)
hanedana “feodal” çıkarlarla bağlanmış anayasa karşıtları
48
.
Diğer iki önemli olay ise 1925 yılında Kaçarlar hanedanına son vererek
hakimiyeti ele geçiren Pehleviler döneminde gerçekleşmiştir. Bunlardan birincisi
1950’lerin başında petrolün uluslaştırılması krizi ve Başbakan Musaddık
yönetimindeki Ulusal Cephe hükümetine karşı yapılan
1953 Darbesi idi. İkincisi ise
1962-1966 yılları arasında uygulamaya koyulan
Toprak Reformu ve bu reform
sonucunda Şah’a karşı sürdürülen sert tepkilerdi. Özellikle bu son iki olayda
geleneksel burjuvazi ile ulema arasında sıkı bir işbirliği söz konusu olmuştur.
48
Muaddel, “İran’da Şii Ulema ve Devlet”, a.g.y.