T. C. Erciyes üNİversitesi eczacilik faküLtesi antidepresan biLEŞİkler hazırlayan



Yüklə 292,18 Kb.
səhifə3/4
tarix25.03.2017
ölçüsü292,18 Kb.
#12279
1   2   3   4

Tablo 8. Dibenzsikloheptadien türevleri



Bileşik R


Amitriptilin

3-(10,11-Dihidro-5H-dibenzo[a,d]siklohepten-5-iliden)- -N(CH3)2

N,N-dimetil-1-propanamin
Nortriptilin (Desitriptilin)

3-(10,11-Dihidro-5H-dibenzo[a,d]siklohepten-5-iliden)- -NHCH3

-N-metil-1-propanamin


Bu grup bileşiklerin elde edilmesi için, öncelikle 5-okso-10,11-dihidro-5H-dibenz[a,d]sikloheptadienin sentezlenmesi gerekir. Bu bileşik, ftalik anhidritin fenilasetik asit ile kondenzasyonunu takiben, hidroiyodik asit ve takiben polifosforik asitle (PFA) reaksiyona sokulmasıyla elde edilir [Denklem 5] (1).




Denklem 5


5-Okso-10,11-dihidro-5H-dibenzo[a,d]sikloheptadien, 3-(dimetilamino) propil magnezyum bromür ile reaksiyona sokulur. Ele geçen 5-hidroksi-5-(3-dimetilamino propil)-5H-dibenzo[a,d]sikloheptadien, hidroklorik asit ile muamele edildiğinde bir mol su kaybederek amitriptiline dönüşür [Denklem 6].

Denklem 6
Nortriptilin elde etmek için, 5-okso-10,11-dihidro-5H-dibenzo[a,d]sikloheptadien, sodyum etoksit ve sodyum amidür varlığında, 3-metilaminopropin ile reaksiyona sokulur. Ele geçen ürün, paladyum-karbon katalizörlüğünde redüklenip, hidroklorik asitle muamele edildiğinde bir mol su kaybederek nortriptiline dönüşür [Denklem 7] (1).


Denklem 7
Bu grup bileşiklerin absorbsiyonları %95’ in üzerindedir, %40-50 oranında presistemik metabolizasyona uğrarlar. Plazma proteinlerine bağlanma oranı yaklaşık %90, plazma yarılanma ömürleri 20-30 saat civarındadır (1).

Amitriptilin, karaciğerde oksidatif reaksiyonlarla metabolize edilir. Yan zincirin demetilasyonu, yan zincir ve halka hidroksilasyonu ve mikrozomal enzimlerle konjügasyonu görülen başlıca metabolizma yolaklarıdır. Demetil türevi olan nortriptilin, ilaç olan bir metabolittir (1).



Depresyon tedavisinde amitriptilin ve mirtazapinin etkinlik ve yan etkileri açısından karşılaştırıldığı bir çalışmada bazı farklılıklar bulunmuştur. Bu farklılıklar; amitriptilin mirtazapine göre kalp atım oranlarında daha erken bir artış yapması, mirtazapinin diastolik kan basıncını düşürmesi, mirtazapinin amitriptiline göre daha çok sayıda hastada kilo artışına neden olması, tedavi sonunda mirtazapin grubunda; amitriptilin grubuna göre kolesterol ve TG (Trigliserit) düzeyleri anlamlı derecede yüksek bulunmasıdır. Çalışmanın sonunda klinik yan etkiler değerlendirildiğinde vertigo, somnolans, tremor, terleme, uyku terörü gibi yan etkiler amitriptilin grubunda; mirtazapin grubuna göre daha sık görülmüştür (33).

Amitriptilin etkin, ucuz ve reçetesiz olarak kolaylıkla satın alınabilen bir trisiklik antidepresan ilaç olması nedeniyle Türkiye’ de oldukça fazla kullanılmaktadır (1).

Günümüzde sıklığı az olmakla birlikte trisiklik antidepresanlarla meydana gelen ilaç zehirlenmeleri acil servise başvuru nedenleri arasında önemini korumaktadır. Trisiklik antidepresan ilaçlarla meydana gelen ciddi zehirlenmeler ölümle sonuçlanabilir. Ölümlerin büyük bir kısmı ilaç alımından sonraki ilk birkaç saat içinde gerçekleşmektedir. Bu nedenle acil servisteki ilk yaklaşım önem kazanmaktadır. Acil serviste uygulanan doğru müdahaleler ile mortalite oranı önemli ölçüde azaltılabilir hatta uygulanacak doğru yaklaşımla olgular tamamen iyileşebilir. Örneğin; 3 gram amitriptilin aldıktan sonra bilinç kaybı ile acil servise getirilen yirmi üç yaşındaki bayan hastada kardiyopulmoner kollaps gelişmiş ve kan gazında derin asidozu mevcuttur. Endotrakeal entubasyon ve antiepileptik ilaçlar uygulanmış ve asidozu nedeniyle bikarbonat verilmiştir. Asidozunun düzelmemesi üzerine hemoperfüzyon uygulanmasının ardından yoğun bakıma yatırılan hasta 2. gün tamamen düzelmiştir (34).

Amitriptilin kullanan erişkinler, gerek varolan depresyonun gerekse ilacın oluşturduğu sedatif etki nedeniyle çocuklarının bu ilaca erişmesini engelleyemeyebilirler. Sonuç olarak çocuklarda amitriptilin zehirlenmesi sayısı da giderek artmaktadır. Ocak 1998 ile Mayıs 2003 tarihleri arasında amitriptilin intoksikasyonu nedeni ile yatırılan hastaların dosya kayıtları geriye dönük olarak yaş, cinsiyet, ailede psikiyatrik hastalık öyküsü, semptomlar, klinik bulgular, komplikasyonlar, yoğun bakım ünitesi ihtiyacı ve hastanede kalış süresi açısından değerlendirilmiştir. Amitriptilin zehirlenmesinin, aynı zaman dilimi içerisindeki tüm çocukluk çağı zehirlenme vakalarına oranı %13,4 olarak bulunmuştur. Zehirlenmeden korunmak için güvenli kapak kullanımı ile birlikte hasta eğitimi son derece önemlidir (35).

Trisiklik antidepresanların terapotik doz aralığı 1-5 mg/kg’dır. Bundan daha yüksek dozda alınması akut zehirlenmeye neden olabilir. Özellikle 10 mg/kg’dan daha yüksek dozda alınması hayatı tehdit edici zehirlenmeye neden olurken, ölüm genellikle 1 g veya daha üstündeki alımlarda görülür. Ciddi toksisite özellikle ek ilaç alımı varsa, çocuklarda, yaşlılarda veya kardiyak hastalığı bulunanlarda düşük dozlarda da görülebilir (36). Şiddetli zehirlenmelerde ise her türlü ritm bozuklukları, respiratuar depresyon, nöbet, koma hatta ölüm olabilir (37, 38). Ciddi zehirlenme daima alımdan sonra 6 saat içinde ortaya çıkar. Trisiklik antidepresanlarla olan zehirlenmelere bağlı ölümler genellikle alımlardan sonraki ilk birkaç saat içinde görülür. Trisiklik antidepresan alımına bağlı ölümcül aritmiler görülebilmesine karşın ölüm oranı düşük bulunmuştur (39).
2.2.1.3.2.2. Dibenzosiklohepten türevleri
Protriptilin: 5-(3-Metilaminopropil)-5H-dibenzo[a,d]siklohepten

Sentezin ilk aşamasında, 5-okso-10,11-dihidro-5H-dibenzo[a,d]sikloheptadien N-bromosüksinimit ile bromlandıktan sonra trietilamin varlığında ısıtılarak etilenik yapıya dönüştürülür. Bu bileşiğin redüklenmesi ile 5H-dibenzo[a,d]sikloheptene ulaşılır [Denklem 8] (1).



Denklem 8


Diğer taraftan 3-metilaminopropanolün formamit ile reaksiyona sokulmasıyla ele geçen 3-(N-formil-N-metilamino)propanol, tiyonil klorür ile muamele edildiğinde 3-(N-formil-N-metilamino)propil klorüre dönüşür [Denklem 9] (1).


Denklem 9


3-(N-Formil-N-metilamino)propil klorürün potasyum amidür varlığında 5H-dibenzo[a,d]sikloheptatrien ile reaksiyona sokulmasıyla kazanılan 5-[3-(N-formil-N-metilamino)]propil-5H-dibenzo[a,d]siklohepten, potasyum hidroksitle muamele edildiğinde formil grubu ayrılarak protriptiline ulaşılır [Denklem 10] (1).

Denklem 10
Oral olarak alındığında tamama yakını absorplanır. Ortalama plazma yarılanma ömrü 75 saattir. Karaciğerde metabolize edilir.


2.2.1.3.3. Dibenzo[b,e]-1,4-diazepin türevleri
Dibenzepin: 10-[2-(Dimetilamino)etil]-5,10-dihidro-5-metil-11H-dibenzo[b,e][1,4] diazepin-11-on

Dibenzepin, trisiklik antidepresanların sahip olduğu etki ve yan etkiye sahiptir. Bileşik, 2-bromonitrobenzen ve N-metilantranilikasit metil esterinin potasyum karbonatlı ortamda, bakır katalizörlüğünde reaksiyona sokulması ile kazanılan bileşiğin, önce palladyum katalizörlüğünde redüklenmesi, takiben sodyum amidür ile siklize edilmesi ve N,N-dimetil-2-kloroetilamin ile alkillenmesi sonucu elde edilir [Denklem 11] (1).




Denklem 11

2.2.1.3.4. Dibenz[b,e]oksepin ve dibenzo[b,e] tiyepin türevleri

Tablo 9. Dibenz[b,e]oksepin ve dibenzo[b,e] tiyepin türevleri




Bileşik X

Doksepin

3-Dibenz[b,e]oksepin-11(6H)-iliden-N,N-dimetil-1-propanamin O



Dosulepin (Dotiyepin)

3-Dibenz[b,e]tiyepin-11(6H)-iliden-N,N-dimetil-1-propanamin S


Bileşiklerin sentezinde, etil 2-(bromometil)benzoattan hareket edilir. Bu bileşik uygun fenol türeviyle reaksiyona sokulur. Ara ürünler, hidroliz edildikten sonra trifluoroasetik asit anhidrit ile muamele edildiğinde dibenzoksepin ve dibenztiyepin halkaları kapanır. Bu bileşiklerin dimetilaminopropil magnezyum halojenür ve takiben hidroklorik asitle muamelesi ile doksepin ve dosulepine ulaşılır [Denklem 12] (1).





X= O (Doksepin)

S (Dosulepin)

Denklem 12
Doksepin, diğer trisiklik antidepresanlar gibi 2-3 kez alındıktan sonra etkisini gösterir. İmipramin ve dezipramin gibi sedatif etkisi mevcuttur. Kullanımda ağız atropin benzeri yan etkileri görülmektedir. Ağız kuruluğu, kardiyak aritmi ve bazen miyokard infarktüsüne neden olabilir (1).
2.2.2. Monoamin oksidaz (MAO) inhibitörleri



Amin oksidaz veya monoamin oksidaz (MAO), fizyolojik olarak primer ve sekonder aminlerin aldehit, amonyak ve hidrojen perokside oksidatif deaminasyonundan sorumlu mitokondriyel bir enzimdir [Denklem 13]. Vücutta noradrenerjik, dopaminerjik, serotonerjik sinir uçları, karaciğer, akciğer ve barsak çeperinde yoğun olarak bulunmaktadır (1).

Denklem 13


Monoamin oksidaz enzimi; dopamin, epinefrin, norepinefrin ve serotonin gibi transmitter aminleri, balık, turşu, peynir gibi yiyeceklerde bulunan tiramin gibi toksik aminleri, amin yapısındaki pek çok bileşiği deamine etmektedir. Enzim, A ve B olmak üzere iki alt gruba ayrılır. Nörotransmitter aminler MAO-A; benzilamin, feniletilamin MAO-B; triptamin ve tiramin ise hem MAO-A, hem de MAO-B tipi enzimler ile deamine edilirler. 2004 yılında yapılan bir çalışmada, selegilin gibi MAO-B inhibitörlerinin yaşam süresini uzatarak Parkinson hastalığının ve olası Alzheimer hastalığının tedavisinde etkili olduğu gösterilmiştir. Selegilin, beyin dokusu ve serebral kan damarlarında nitrik oksit (NO) üretimini hızla uyarmıştır. İn vivo ya da in vitro uygulanan selegilin vazodilatasyon oluşturmuştur. İlaç ayrıca vasküler endoteli, amiloid-ß-peptidin toksik etkilerinden korumuştur (40).

MAO inhibitörleri karamsarlığı düzelten ve aktiviteyi artıran ilaçlardır. Sedatif etkileri olmadan öforiye neden olurlar. Rezerpinin depresif etkisini antagonize ederler. Esas olarak trisiklik antidepresanların yeterince etkili olmadığı nörotik (atipik) depresif hastalıkların tedavisinde kullanılır. Bu grup ilaçlar, trisiklik antidepresanlarla karşılaştırıldığında, etkileri daha zayıf, yan etkileri çok daha şiddetlidir. Bu sebeple trisiklik antidepresanların kullanılamadığı durumlarda tercih edilmelidir. Aşırı terleme, baş dönmesi, bulanık görme, kabızlık, ağız kuruluğu, postural hipotansiyon, hepatit ve lökopeni yan etkileri vardır.

Sonuç olarak MAO inhibitörü antidepresan ilaçlar:

  • Fobi ve panik reaksiyonlarının ve atipik depresyonun tedavisi

  • Lityum ile kombine olarak diğer tedavi şekillerine cevap vermeyen depresyonlarda kullanılırlar.

MAO inhibitörü ilaç kullanan hastaların tiramince zengin salamura balık, turşu, peynir, tavuk karaciğeri, alkollü içecekler gibi gıdaları tüketmemesi gerekir. Peynir reaksiyonu olarak adlandırılan bu durum hipertansif krize ve ölüme neden olabilir. Hipertansiyon geliştiğinde fentolamin kullanılarak bu durum önlenmeye çalışılabilir. Ayrıca alkol, anestezikler, antihistaminikler, amitriptilin vb. antidepresanlar, antihipertansifler, meperidin, kas gevşeticiler, morfin, metildopa, rezerpin ve sempatomimetiklerle kullanılması sakıncalıdır. MAO inhibitörleri, dopamin, epinefrin, norepinefrin, serotonin, triptamin ve tiramin gibi biyojenik aminlerin oksidatif deaminasyonunu engellerler. Böylece merkezi uyarıcı etki gösteren bu aminlerin konsantrasyonları artar (1).
2.2.2.1. MAO İnhibitörlerinin Sınıflandırılmaları
Monoamin oksidaz inbitörleri ilaçlar başlıca üç gruba ayrılmışlardır.

    1. Birinci jenerasyon MAO inhibitörleri: Etkilerinin geri dönüşsüz olması ve substrat seçiciliği göstermemeleri ile karakterizedir. Değişik biyojenik aminlerin oksidatif deaminasyonlarını eşit olarak bloke ederler. Kimyasal yapılarına göre ikiye ayrılırlar.

  • Hidrazin ve hidrazo-(3-hidroksipropil)antrasenit türevleri: Fenelzin, nialamit, izokarboksazit, iproniyazit

  • Diğer bileşikler: Tranilsipromin

    1. İkinci jenerasyon MAO inhibitörleri: Bu bileşikler de geri dönüşsüz etkilidirler, ancak etkileri seçicidir. Klorjilin, pirlindol, toloksaton selektif MAO-A inhibitörü, parjilin ve selejilin selektif MAO-B inhibitörü ilaçlardır.

    2. Üçüncü jenerasyon MAO inhibitörleri: Değişik biyojenik aminleri reversibl ve selektif olarak etkilerler. Moklobemid bu gruptadır. Moklobemidin fluvoksamine göre üstün olduğu ve fluoksetin kadar etkili olduğunu bildiren çalışmalar vardır (1, 41, 42).


Tranilsipromin : (±)-trans-2-Fenilsiklopropilamin

Tranilsipromin, siklik yan zincir taşıyan amfetamin analoğu bir bileşiktir. Bileşiğin sentezinde stirenin, diazoasetik asit etil esteri ile reaksiyona sokulmasıyla kazanılan etil 2-fenilsiklopropilkarboksilatın alkali ortamda hidroliz edilmesiyle 2-fenilsiklopropilkarboksilik asit elde edilir. Karboksilik asit türevi, tiyonil klorür ile asit klorürüne dönüştürülür. Takiben sodyum azitle muamele edilen bileşik, oluşan izosiyanat türevinin hidroklorik asitle muamele edilmesi sonucu tranilsipromine dönüştürülür [Denklem 14] (1).

Denklem 14
1999 yılına kadar bipolar depresyonun sağaltımına ilişkin yapılan çalışmalarda en yüksek etkinlik oranı bildirilen ilaç tranilsipromin idi. Çift-kör bir karşılaştırmada

hem imipraminden üstün özellikleri bulunmuş hem de %81 oranında olumlu yanıt bildirilmiştir (43).

Anerjik depresyonun bipolar depresyonu bulunan hastalarda sık görülen bir özellik olduğu bilinmektedir. Anerjik depresyonu olanlarda tranilsiprominle imipramini karşılaştırıldığı bir çalışmada sonuçlar dikkat çekicidir. Hem tüm grupta hem de bipolar depresyon altgrubunda tranilsipromin semptomların iyileşmesi ve alınan cevap bakımından imipraminden üstün bulunmuştur (44, 45). Thase ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ortaya çıkan manik kayma oranları iki ilaç için eşit iken imipramin alan 7 hastada ilacı kesmeyi gerektirecek "psikotik disforik maninin" ortaya çıktığı bildirilmiştir (46).

Tedavi başlangıcında intihar eğilimi oluşturduğu için dikkatli kullanılmalıdır. Baskılanmış depresyonda, menapozal ve anksiyöz depresyonlarda kullanılır. Baş ağrısı, hipotoni, uykusuzluk gibi yan etkiler sıklıkla görülürken hipertansif kriz, hipertermiye de neden olabilir. Trisiklik antidepresanlarla kullanımında nöbetlere ve ajitasyona neden olabilir. Plazma yarılanma ömrü iki saattir. %5 Oranında değişmeden atılır (1).
Selejilin: (R)-N-metil-N-(1-fenilpropan-2-il)prop-1-in-3-amin

Formül 4


Selejilin [Formül 4], major depresif bozukluğu olan tedaviye direnç gösteren hastalarda semptomları düzelten irreversibl MAO-B inhibitörüdür. Selejilin uygulandıktan sonra bilateral bazal gangliyonlarda glikoz metabolizması ve kan dopamin seviyesi artmıştır. Böylece selejilin, dopaminerjik nöral geçişi artırmış ve depresyon semptomları giderilmiştir (47).



Moklobemit: 4-Kloro-N-[2-(4-morfolinil)etil]benzamit

4-Klorobenzamit ile N-(2-kloroetil)morfolinin reaksiyonu sonucu elde edilir [Denklem 13] (1).

Denklem 15


MAO inhibitörü grubu antidepresan ilaçların yan etkilerinin fazla ve ciddi olması, bu grup ilaçların depresyon tedavisinde kullanımını sınırlamıştır. Klasik MAO inhibitörü grubu ilaçların depresyon tedavisinde cevabın beklenenden düşük olduğu ileri sürülmektedir. Bu grup ilaçlardan, yan etkileri azaltılmış ve etkinlikleri korunmuş yeni bir sınıf geliştirilmiştir. Yeni geliştirilen bu sınıfa monoamin oksidaz-A izoenzimini seçici ve geri dönüşümlü inhibe etmelerinden dolayı geri dönüşümlü monoamin oksidaz A inhibitörleri (RIMA) adı verilmiştir. MAO-A enziminin substratlarının varlığında (tiramin, norepinefrin gibi) ilacın kolayca bu enzimden ayrılabilmesinden dolayı "geri dönüşümlü" betimlemesi kullanılmıştır. Böylece olağan antidepresan dozlarda ilaç tedavisi sürdüğü sırada hipertansif kriz olasılığı azaltılmıştır (48).

Moklobemid ve fluoksetin kombinasyonu depresyon tedavisinde önceden kullanılmış ancak bu kombinasyonun ciddi serotonin toksisitesine neden olduğu görülmüştür. Özellikle intihar eğilimi yüksek olan depresif hastalarda bu ikili tedaviden kaçınılmalıdır (49).


2.2.3. Tetrasiklik antidepresanlar
Mirtazapin: 1,2,3,4,10,14b-hekzahidro-2-metilpirazino-[2,1-a]pirido[2,3-c][2] benzazepin

2-Kloro-3-siyanopiridinin 1-metil-3-fenilpioperazinle reaksiyonundan kazanılan 2-(4-metil-2-fenil-1-piperazinil)-3-siyanopiridinin nitril grubu önce potasyum hidroksit, takiben lityum alüminyum hidrür ile muamele edilerek hidroksimetil grubuna dönüştürülür. Bu bileşiğin sülfirik asitle muamelesi sonucu mirtazapine ulaşılır [Denklem 16] (1).
Denklem 16
Tetrasiklik antidepresan olan mirtazapin, postsinaptik tip 2 ve 3 serotonin reseptörlerini ve presinaptik alfa-2-adrenerjik reseptörleri bloke eden bir norepinefrin ve spesifik serotonerjik antidepresandır. İlaç 1990’da tanıtılmış ve öncelikle depresyon semptomlarını rahatlatmada ve ayrıca yaygın olarak anksiyete, uyku bozukluğu, anoreksi ve bulantının tedavisinde de kullanılmıştır (50).

Etkisini alfa-2-adrenerjik reseptörlerini bloke ederek gösterir. Oral yolla kullanıldığında tamama yakın kısmı absorbe edilir, plazma proteinlerine yaklaşık %85 oranında bağlanır. İlaç maksimum kan düzeyine iki saat içerisinde ulaşır, yarılanma ömrü 20-40 saat arasında değişmektedir. Mirtazapinin %75’i idrar, %5’i feçes yolu ile vücuttan atılırken, agranülositoz, hepatik enzim düzeylerinde yükselme, sersemlik gibi yan etkiler görülmektedir (1).

5-HT2C reseptörlerini bloke ederek iştahın artmasına ve kilo almaya neden olur. Yaşlı depresif hastalar çoğunlukla uyku bozukluğu, anksiyete ve kilo kaybı belirtileri gösterirler. İlaç özellikle bu sorunları olan yaşlı hastalar için idealdir. Orta ve ileri derecede major depresyonlu yaşlılarda yapılan karşılaştırmalı çalışmada ilacın trazodon ve plasebodan üstün olduğu gösterilmiştir (51).



2.2.4. Lityum tuzları

Lityum karbonat, lityum aspartat, lityum asetat, lityum sitrat ve lityum sülfat gibi lityum tuzları manik depresif psikozlarda kullanılmaktadır (52). Bu hastalarda kullanıma ilk çıkış yeri hayvanlar üzerinde denendiğinde sakinleştirici etki yapmasıdır (1). Lityumun ruhsal bozukluk durumlarında kullanılan mevcut farmakolojik ajanlar ve diğer düzenleyiciler arasında tek bir klinik profili vardır. Lityum genellikle bipolar bozukluğun tedavisinde özellikle mani durumda etkilidir. Antimanik ve antidepresan etkisi olmasının yanı sıra lityum, intihar ve intihar davranışlarının azalmasında da etkilidir. Sadece hastaların bir kısmı lityum tedavisine olumlu cevap gösterse bile neden olan genetik faktörler tam olarak bilinmemektedir (52).

Antidepresan bir ilaca yeterli süre veya dozda yanıt yoksa ilacın değiştirilmesi yahut kısmi bir yanıt varsa güçlendirme stratejilerinin uygulanması için güçlendirme tedavisi kullanılmaktadır (53, 54).

Antidepresan tedavi için güçlendirme tedavisi, etkisiz kalan bir antidepresan ilacın daha etkili hale geçmesi amacıyla çeşitli yöntemlerin kullanılmasıdır. Etkisiz kalan bir trisiklik antidepresan tedaviye lityum eklenmesi gibi. Güçlendirme tedavileri, kombine ya da yardımcı tedavilerden farklıdır. Kombinasyon tedavisi aynı endikasyon için kullanılan iki ilacın bir arada verilmesi (iki antidepresanın eş zamanlı kullanımı) veya ayrı endikasyonlar için iki ilacın bir arada kullanılmasıdır (psikotik depresyonu olan bir hastaya antipsikotik ve antidepresan uygulanması). Yardımcı tedavi ise, ek klinik etkilerin sağlanması için verilen ilaçlardır. Örneğin, anksiyetenin kontrolüne yardımcı olması amacıyla antidepresan tedaviye anksiyolitik eklenmesi gibi (16, 53).

Lityum da antidepresan etkiyi güçlendirmek için 1970’li yıllarda kullanılmaya başlanmış; 1978’de 8 dirençli depresyon hastasıyla yapılan ilk klinik çalışmada 48 saat gibi kısa bir sürede olumlu cevap alındığının bildirilmesiyle dikkatler lityum kullanımına çevrilmiştir (55). Lityumun antidepresan etkiyi artırmasında rol oynadığı düşünülen iki etkisi söz konusudur. Bunlar serotonerjik aşırımı güçlendirme ve fosfotidol inositol sistemini düzenleyici etkidir (53, 56, 57). Yapılan çalışmalarda lityumla %50’den %100’e kadar değişen oranlarda olumlu cevap elde edilmiş ve cevabın hızlı ortaya çıktığı gösterilmiş olmasına rağmen, bu çalışmaların çoğu trisiklik antidepresanlarla ilgilidir (55).

Lityumun güçlendirme tedavisi için önerilen başlangıç dozu 600 miligram, ortalama günlük doz 900-1200 miligramdır. Kan düzeyi ve alınan yanıt arasındaki ilişki tartışmalı olmasına rağmen, lityum kan düzeyinin 0,6-0,8 mEq arasında tutulması önerilir. Olumlu yanıt alınırsa epizodun tedavisi boyunca tedaviye devam edilmesi önerilmektedir; lityumun sürdürülmesinin relapsı azaltıcı bir etki gösterdiği saptanmıştır (58).

Güçlendirme için kullanıldığında lityumun bilinen yan etkilerinin ortaya çıkma ihtimali artar. Trisikliklerle yapılan güçlendirme iyi tolere edilir ve her iki grubun kendi başına olan yan etkileri dışında ek bir tehlike söz konusu değildir; ancak SSRI’larla yapılan güçlendirmede serotonin sendromu riski söz konusu olduğu için dikkatli olunması gerekir (59).



Lityumun etki mekanizması tam olarak bilinmemekle beraber, muhtemel etki mekanizmasının hücre membranının fonksiyonlarında yaptığı değişiklik ve nörotransmitter depolanması, salınımı, geri alımı ve biyotransformasyonu üzerindeki etkilerine bağlı olduğu sanılmaktadır. Lityum iyonları, oral alımı takiben iyi absorbe edilirler. Hücrelerde sodyum geçirgenliğine benzer durum söz konusudur, fakat lityum iyonları iyon pompalarının düşük afinitesi nedeniyle hücre dışına sodyum gibi pompalanamaz, hücre içinde birikme eğilimindedir. Terapötik dozlarda sedatif etkileri yoktur. Eliminasyon böbreklerden gerçekleşir ve tübüllerden reabsorbsiyonu idrardaki sodyum konsantrasyonuna bağlıdır. Sodyum konsantrasyonu fazla ise lityum atılımı fazladır. Lityumla mani tedavisinde %60’dan %100’e kadar olduğu bildirilmiştir. Lityumla yapılan tedavi kroniktir ve yıllarca sürebilir. Manik hastalarda terapötik aktivitenin başlaması yaklaşık 1-2 haftayı alır. Ortalama plazma yarılanma ömrü 24 saattir ve bu süre sodyum uptake’ine, renal fonksiyonlara ve yaşa göre değişir. Terapötik aralığın dar olması nedeniyle kişilerde terapötik ilaç seviyesi izlenmelidir. Hedef plazma ilaç konsantrasyonu 0,8-1,2 mmol/l arasında olmalıdır (1).

Hastaların lityum eklenmesine olumlu yanıt verme süreleri değişkendir. 48 Saat gibi kısa bir süreden 1 aya dek uzayan süre söz konusudur. Ancak çalışmalar gözden geçirildiğinde tedaviye olumlu cevap veren hastaların %73,5’inde bu olumlu sonucun ilk 2 hafta içinde elde edildiği dikkati çekmektedir (55).



Asetazolamit, lityum aktivitesini bileşiğin eliminasyonunu arttırarak azaltır. Lityum zehirlenmesi kişide kusma, titreme, zayıflama, mide bulantısına neden olabilir. Zehirlenmeyi gidermek için sodyum klorür uygulaması, diürez ve hemodiyaliz yapılabilir (1).


      1. Selektif Serotonin Re-uptake İnhibitörleri


Son yıllarda fluvoksamin, fluoksetin, nomifensin, trazodon, viloksazin ve zimelidin gibi değişik kimyasal yapıda yeni antidepresanlar geliştirilmiştir.

Serotonin ilk kez 1948 yılında Rapaport ve arkadaşları tarafından kanda trombositlerde daha sonra da santral sinir sisteminde izole edilmiştir. Serotoninin üretilmesi için bir öncül maddeye, esansiyel bir aminoasit olan triptofana ihtiyaç vardır. Triptofan diyetle alınan proteinlerden elde edilir. Triptofandan serotonin oluşması sırasında triptofan hidroksilaz, aromatik L-amino asit dekarboksilaz gibi önemli enzimler görev alır (Şekil 1) (60).





Şekil 1. Serotonerjik nöronda serotonin sentezi ve salınması.
Serotonerjik nöronda triptofan için özel bir aktif taşıma pompası, 5-HT için özel bir geri alım pompası, enzimler ve üretilen nörotransmitterin depolanması için veziküller vardır. Üretilen serotonin salınmaya hazır durumda veziküllerde depolanır. Serotonin hücre içinde metabolize edilir. Serotonin bir sinir uyarısı ile sinaptik aralığa salınır ve presinaptik ve postsinaptik zarlarda bulunan alıcılara bağlanarak normal işlevini yerine getirir. Presinaptik serotonin terminallerinin üzerinde kendilerine özel geri alım pompaları ile serotoninin bir kısmı işlevini gerçekleştirdikten sonra tekrar kendine özel presinaptik terminale alınır. Bu geri alınmadan sonra yıkım, MAO enzimi ile etkileşim sonucu gerçekleşir. Serotonin yıkımında MAO ve aldehit dehidrogenaz enzimleri görev alır. Nöron içine alınan serotoninin önemli bir kısmı MAO enzimi aracılığıyla yıkıma uğrar. Hücreye geri alınan moleküllerin bir kısmı bu yolla metabolize olmalarına rağmen tümü bir kerede yıkıma uğramaz. Diğer nörotransmitterlerde olduğu gibi kalan serotonin de veziküllerde depolanır ve bir sonraki uyaran ile tekrar kullanılmak üzere bekletilir (Şekil 2) (61, 62, 63).



Şekil 2. Serotoninin yıkılması.
Serotonerjik sistemin depresyon üzerindeki etkileri ile ilgili hipotezler sayesinde depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların etkileri ve etki düzenekleri aydınlatılmaktadır. İlaç tedavileri ile birlikte, nöronda nörotransmitterlerin yıkımını engelleyerek ortamda bolca bulunmalarını sağlayan MAO inhibitörlerinin depresyonu tedavi ettiği belirlenmiştir. MAO enzimi, depresyonun fizyopatolojisinde önemli olduğu düşünülen üç önemli nörotransmiter yani norepinefrin (noradrenalin), serotonin (5-HT) ve dopaminin metabolizmasından sorumlu olan yapıdır. Bu enzimin inhibe edilmesi ile her üç nörotransmiterin yıkılması engellenerek, nöronda bulunan miktarlarının artırılması sağlanır. Bu üç nörotransmiterin nöronlarının presinaptik zarlarında kendileri için özgül gerialım pompaları vardır ve bu gerialım pompaları doğal olarak, özgül nörotransmiter dışında hiçbir nörotransmiterin nörona geri alınmasına aracılık etmez. Bu ilaçların etki düzenekleri ve depresyon belirtilerini düzeltme yönündeki yeteneklerinin öğrenilmesi, depresyonun biyolojik oluşumunu açıklamaya çalışan “monoamin hipotezi” nin oluşturulmasına öncülük etmiştir (64, 65).

Monoamin hipotezi üç biyojenik aminden (serotonin, norepinefrin, dopamin) birisinin ya da diğerinin eksikliğinin ve dolayısıyla fonksiyonlarında ortaya çıkan azalmanın veya bu reseptörlerdeki sayı ve duyarlılıkta artışın depresyonun altında yatan biyolojik düzenek olduğunu ileri sürer. Hipotez ilk oluşturulduğunda

özellikle fonksiyonel açıdan önemli reseptör bölgelerinde norepinefrinin tam veya kısmi yetersizliğinin depresyonun nedeni olduğu düşünülmüştür (61). Daha sonra rezerpin ve tetrabenazinin serotonin depolarının da tükenmesindeki rolünü göz önünde bulundurarak duygudurum bozukluklarının etiyolojisinin açıklanabilmesi için serotonin hipotezi öne sürülmüştür. Antidepresan etkinliği kanıtlanmış klomipramin gibi bazı trisiklik antidepresifler ile daha yeni antidepresiflerin (Örneğin; sertralin, fluvoksamin, fluoksetin, trazodon) dopamin geri alımını etkilemeksizin serotonin gerialımını güçlü bir şekilde bloke edişlerinin anlaşılması serotonin hipotezine büyük bir destek sağlamıştır (60).

Serotonerjik sistemin düzenlediği klinik olarak ilişkili davranış ve işlevler Tablo 9’da gösterilmiştir (66).




Tablo 9. Serotonerjik sistemin düzenlediği klinik olarak ilişkili davranış ve işlevler

Duygudurum düzenlenmesi

Korku ve anksiyete

Öğrenme ve bellek

Bilişsel kontrol

İştah ve yemenin düzenlenmesi

Uyku


Cinsel işlevler

Dürtü kontrolü

Gelişimsel davranış düzenlenmesi

Yaşlanma ve nörodejenerasyon

Motivasyon ve ödüllendirme

Ağrı duyarlılığı

Kusma

Myokloni


Nöroendokrin regülasyon


Yaşlı hastalar yaygın olarak kardiyovasküler ve serebrovasküler rahatsızlıkları önlemek için statinleri kullanmalarının yanı sıra selektif serotonin re-uptake inhibitörleri (SSRI) gibi antidepresanları da alırlar. SSRI, sitokrom P450 (CYP) metabolik yolun inhibisyonu ile ilgili birçok farmakokinetik ilaç etkileşimleri gösterir. Statin metabolizmasını inhibe eden ilaçlar, statin advers etkilerini, özellikle miyopatiyi (rabdomiyoliz oluşursa ciddi olabilir) tetikleyebilir. CYP enzimi üzerinde statin metabolizması ve SSRI etkilerinin incelendiği bir çalışmada essitalopram, sitalopram, ve paroksetin neredeyse tüm statinlerle; rosuvastatin, pitavastatin ve pravastaninin neredeyse tüm SSRI ile kullanımının güvenli olduğu bulunmuştur. Diğer SSRI-statin kombinasyonları teorik olarak riskle ilişkili olabilmesine rağmen, farmakokinetik etkileşimlerin çoğunluğu muhtemelen klinik olarak önemsiz olacaktır (67).
Fluoksetin: (±)-N-Metil-3-fenil-3-[(4-triflurometil)fenoksi]propilamin

Fluoksetinin sentezinde, 1-fenil-3-(N,N-dimetilamino)propanonun redüklenmesi ve bunu takiben hidroklorik asitle muamelesiyle 1-fenil-3-(N,N-dimetilamino) propil klorür hazırlanır. Bu bileşiğin sodyum 4-trifluorometilfenolat ve siyanojen bromür ile reaksiyona sokulmasıyla fluoksetine ulaşılır [Denklem 17] (1).


Denklem 17

Depresyonda olduğu kadar obsesif kompulsif bozuklukta ve blumia nervozada da etkilidir. Unipolar depresyonlarda öfke halini ve hostiliteyi azalttığı ileri sürülmektedir. Diğer antidepresanlar gibi beta adrenoreseptörlerin sayı ve duyarlılığında azalma yapmaz. Fakat GABA-B ve beta-1 reseptör sayı ve duyarlılığını arttırır. Serotonin geri emilimini güçlü bir biçimde engeller. Etkin doz aralığı günde 20-80 mg’dır. Yaşlılarda daha düşük dozlarda önerilir. Etkisi hızla başlar. Hem kendisinin hem de aktif metabolitinin güçlü etkinliği ve uzun yarılanma ömrü nedeniyle doz atlanması da sakıncalı değildir. Yine aynı sebeplerle yoksunluk sendromu çıkarma riski yok denecek kadar azdır (68).



Son yıllarda yaygın olarak kullanılan ilaçtır. Serotoninin santral sinir sistemi ve plateletlerdeki geri alımını inhibe eder. Muskarinik, histaminerjik ve α1-adrenerjik reseptörlere trisiklik antidepresanlarla karşılaştırıldığında daha düşük oranda bağlanır. Bu özellikleri fluoksetinin antikolinerjiik, sedatif ve kardiyovasküler yan etkilerini azaltmaktadır. Birçok antidepresanda olduğu gibi depresyonlu hastalarda görülen çoğu semptomu ortadan kaldırırken, depresif semptomların nöroleptik sendromlara benzemesi, MAO inhibitörleri ile birlikte kullanımını engeller. Başlıca yan etkileri isilik, lökositoz, ödemi içeren ürtiker tipi alerjik reaksiyonlardır. Piyasa öncesi klinik uygulamalarda, hastaların % 5’inde anksiyete artışına sebep olmuştur (1).

Fenilpropilamin türevidir; yapıca amfetaminlere benzer; fakat noradrenerjik mekanizmaları pek etkilemez. Psikostimülan etki gösterir. Fluoksetinin oral alımı ile plazma konsantrasyonu 6-8 saatte maksimuma ulaşır. İlaç plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanır. Eliminasyon yarılanma ömrü en uzun olan antidepresan ilaçtır (ortalama 53 saat). Bileşik karaciğerde metabolize edildiğinde N-demetil türevi olan norfluoksetini vermektedir. Fluoksetin ve norfluoksetin, trisiklik antidepresanlar dahil birçok ilacın metabolizmasında rol oynayan CYP2D6 enzimini inhibe eder. Ayrıca diğer sitokrom P450 izoenzimlerinden CYP3A4, CYP2C9 ve CYP2C19’u da zayıf derecede inhibe etmektedir. Bu nedenle trisiklik ilaçlarla birlikte alındığında onların plazma düzeyini birkaç katına yükseltir. Fenitoini yıkan CYP2C9 enzimini de inhibe ettiğinden plazma fenitoin düzeyini biraz yükseltir. İlacın % 80’i idrar, % 15’i feçes ile atılmaktadır. En sık görülen yan etkileri uyuşukluk, bulantı, uykusuzluk, terleme, tremor, ağız kuruluğu ve diyaredir (12).

Fluoksetin, psikosomatik bozuklukların tedavisinde güvenli olan bir selektif serotonin re-uptake inhibitörüdür. Düşük bir yan etki profiline sahip olmasına rağmen vajinal kanama, purpura, hematuri, intrakraniyal kanama ve rektal kanamaya neden olduğu belirlenmiştir. Yapılan bir çalışmada, selektif serotonin re-uptake inhibitörü olan fluoksetinin nadiren de olsa meme ekimozuna neden olabileceği düşünülmektedir (69).

SSRI tedavisinde kanama nadiren meydana gelmesine rağmen ciddi hematolojik komplikasyonlar oluşabilir. Fluoksetinin ekimoz, kanama ve diğer hematolojik problemlere neden olduğu bilinmektedir. 23 yaşında depresif bozukluğu olan ve 20 mg/gün fluoksetin ile tedavi edilen bir bayanda ilacın 10 hafta kullanımı ile ekimoz oluştuğu ve bu etkinin fluoksetinin normal platelet agregasyonunu engelleyerek oluşturduğu yapılan çalışma sonrası rapor edilmiştir. Şüpheli platelet disfonksiyonu veya trombositopenili hastalarda fluoksetin ve diğer SSRI’lar kullanılacağı zaman dikkat etmeleri gerektiği tavsiye edilir (70).

Major depresif bozukluk tanısı konmuş diabetes mellituslu (DM) hastalarda fluoksetin ve paroksetinin depresyon-anksiyete düzeylerine, yaşam kalitesine, yeti yitimine ve metabolik kontrol üzerine etkisinin araştırılması için bir çalışma yapılmıştır. HbA1c düzeyleri ölçülmüş ve hastalara ardışık olarak 20 mg/gün fluoksetin ya da 20 mg/gün paroksetin başlanmıştır. Hastalar 2. 4. 6. ve 12. haftalarda aynı ölçeklerle değerlendirilmiş ve 12. hafta sonunda HbA1c düzeylerine yeniden bakılmıştır. İstatistiksel yönden anlamlı olmamakla birlikte fluoksetin alan grupta HbA1c değerlerinde bir düşme olduğu belirlenmiştir (71).

Fluoksetin, günde 10-20 mg olarak bir kez alınması gerekir. Yarılanma süresi uzundur. Yaşlı hasta ilacını almayı unuttuğunda büyük bir sorun oluşturmaz. Sedatif değildir. Fluvoksamin ve paroksetinin yarılanma süreleri daha kısadır. Paroksetin böbrek ve karaciğer fonksiyon bozukluğu gösteren hastalara verilebilir (72).


Nefazodon : 1-(3-[4-(3-Klorofenil)piperazin-1-il]propil)-3-etil-4-(2-fenoksietil)-1H-1,2,4-triazol-5(4H)-on


Formül 5

Nefazodon [Formül 5], depresyona ait başlıca semptomların ortadan kalkmasında etkili olduğu gösterilmiş yeni bir antidepresandır. Yapılan bir çalışmada ülkemiz psikiyatri kliniklerinde son yıllarda kullanıma giren nefazodonun, depresyon tedavisinde etkinliği bilinen amitriptilinle etkinlik ve yan etki profilleri karşılaştırılmıştır. Nefazodon grubunda en sık gözlenen yan etkiler halsizlik, sersemlik ve bulantı iken; amitriptilin grubunda antikolinerjik ve cinsel yan etkiler olmuştur. Major depresif bozukluğu bulunan hastada sekiz haftalık izlem çalışmasında hem nefazodon hem de amitriptilinin oldukça etkili olduğu belirlenirken; nefazodonun amitriptiline göre daha iyi tolere edilebildiği ortaya konmuştur (73).
Paroksetin : (3S-trans)-(-)-4-(4-fluorofenil)-3-[[3,4-(metilendioksi)fenoksi] metil] piperidin

Formül 6
Paroksetin [Fromül 6]; depresyon, obsesif kompulsif bozuklukta, panik atak ve sosyal fobide kullanılan bir selektif serotonin re-uptake inhibitörlerinden biridir. Ayrıca post-travmatik stres ve anksiyete ve kronik baş ağrısında da kullanılırlar. Gençlerde ve yaşlılarda bireyler arası farmakokinetik farklılıklar görülmektedir. Ciddi karaciğer ve böbrek yetmezliğinde eliminasyon azalmıştır. Paroksetin 65-75 yaşları arasındaki kişilerde depresyon tedavisinde iyi tolere edilebilir (74).

Kadınlarda antidepresan kullanımına bağlı menstrüasyon bozukluklarının insidansını araştırmak için bir çalışma yapılmıştır. Menstrüal bozukluklar belirgin şekilde kontrol grubuna (%12,2) göre antidepresan grubunda (%24,6) daha yüksektir. Antidepresanın indüklediği menstrüal bozukluğun insidansı %14,5’tir. Menstrüal bozukluklarla ilişkili antidepresanlar paroksetin, venlafaksin, sertralin ve bunların mirtazapinle kombinasyonudur (75).

Paroksetin, oksidasyon ile önce bir ara ürüne metabolize olur ve oluşan ürün sonradan konjuge olarak atılır. Paroksetin, CYP2D6 enzimi tarafından metabolize olmakta ve aynı zamanda bu enzimi kendisi de inhibe ettiğinden, yıkılımına otoinhibisyon uygulamaktadır. Böylece, ilaç kesildiğinde CYP enzim inhibisyonu da ortadan kalkacağı için hızla yıkılarak idrarla atılır. Paroksetin ve benzer özelliğe sahip olan fluvoksamin, bu sebeple vücuttan en hızlı atılan SSRI'lardır. Bu hızlı atılımdan dolayı, bu iki SSRI'nın -diğerlerine göre- yoksunluk sendromu çıkarma riski yüksektir. Paroksetinin de, tıpkı fluvoksamin gibi, serotonin gerialımına etkili aktif bir metaboliti olmamasına rağmen, M2 metabolitinin belirgin olarak CYP2D6 enzimini inhibe ettiği kanıtlanmıştır (76).

Araştırmalar göstermektedir ki paroksetin, sosyal anksiyete bozukluğu tedavisinde kullanılan önemli farmakolojik ajanlardan biridir (77). Paroksetinin etkinliği çift kör olarak plasebo ile karşılaştırılmıştır. Cevap oranları paroksetin için %55, plasebo için %23,9 olarak kaydedilmiştir ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (78).

Paroksetin santral sinir sisteminde serotonin miktarını artırırken, trombositlerdeki serotonin miktarında ise azalmaya neden olmaktadır. Serotonin trombosit agregasyonunu sağlayarak pıhtılaşma mekanizmasında rol oynamaktadır. Paroksetin kullanımı ile ilişkili olarak anormal kanama (genellikle ekimoz ve purpura) olguları bildirilmiştir. Nedensellik ilişkisi kurulamasa da trombositlerde agregasyon bozukluğu, trombositlerde serotonin azalmasına bağlı olarak gelişebilir. SSRI kullanan hastalarda kanama yatkınlığı ve antikoagulan kullanımı mutlaka sorgulanmalıdır (79).



2.2.6. Elektrokonvülsif tedavi (elektrokonvülsif şok)
EKT (elektrokonvulsif tedavi) psikiyatri alanında psikofarmakolojinin gelişiminden önce 1930’ların sonunda klinik kullanıma girmiştir. Psikiyatrideki gelişmelere koşut olarak önemi zaman içinde farklılıklar göstermiş; hala çok tartışılan ve hakkında zıt görüşler bulunan bir somatik tedavidir. EKT, günümüzde de en etkin tedavi seçeneklerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Psikiyatrik tedaviler içinde, EKT’ nin özellikle ağır depresyonda gösterdiği etkinliğine ait veriler kesin ve tartışmasızdır. En az ilaçlar kadar etkin bir tedavi olmasına karşın, EKT nadiren ilk seçenek tedavi olarak kullanılır. Genelde yetersiz/kısmi yanıt alınan hastalarda uygulanır (80).

EKT başlıca depresif bozuklukların tedavisinde kullanılmaktadır. Kısmen yerini ilaç tedavilerine bırakmış olsa da, halen en hızlı etkili antidepresan tedavidir (81) ve kısa süreli depresyonda ilaç tedavisinden daha etkindir (82). EKT’nin plasebo, antidepresanlar ve yalancı EKT ile karşılaştırıldığı çalışmaların meta-analizi EKT’ nin depresyon tedavisindeki etkinliğini ortaya koymaktadır (83). EKT’nin trisiklikler, triptofan, SSRI’lar dahil çeşitli antidepresanlarla karşılaştırıldığı 18 çalışmanın sonuçları EKT’nin antidepresanlardan anlamlı düzeyde daha etkili olduğunu göstermiştir (84).

EKT’nin depresif bozuklukta etkinliği kanıtlanmış olsa da, çalışmaların yaşam kalitesi ve sosyal işlevsellikten çok belirtileri azaltmayı ölçmektedir (85). İzleme çalışmaları ise, çelişkili sonuçlar vermektedir. Bazı çalışmalar EKT uygulanan hastaların ilaca göre daha çok klinik düzelme gösterdiği ve tedavi sonrasında 1-10 yıllık sürede izleme ile daha yüksek oranda yaşamda kaldıklarını ortaya koyarken (86), bazı çalışmalarda EKT sonrasında mortalite ve hastaneye başvurunun daha yüksek oranlarda olduğu bildirilmiştir (87).

EKT lityum sürdürme tedavisi ile uygulandığında yalnız lityum tedavisine göre erken relaps riski artıyor gözükmemektedir (88). EKT kullanımı özellikle aşağıdaki durumların varlığında önerilmektedir (89):

- İntihar düşüncelerini gerçekleştirme riskinin yüksek olduğu akut suisidalite,

- Psikotik özellikler,

-Ağızdan sıvı ve gıda alımının az/olmaması gibi mani komplikasyonlarına bağlı olarak hızla bozulan fiziksel durum,

- İlaç tedavisine zayıf yanıt öyküsü,

- EKT’ye iyi yanıt öyküsü,

- Hastanın tercihi,

-Standart antimanik tedaviye ilişkin risklerin EKT risklerinden fazla olması (özellikle tıbbi yönden kırılgan ya da yaşlı hastalarda),

- Katatoni,

- Aşırı ve süregen ajitasyon,

- Manik deliryum

Bu endikasyonlar depresyondakilere benzerdir. Manide seçilecek tedavi genellikle ilaç (bir duygudurum düzenleyici ve bir antipsikotik) tedavisi olmakla birlikte, yaşamı tehdit eden fiziksel tükenme ya da tedavi direnci olan ağır mani olgularında EKT düşünülebilir. Hastanın tercihi ve önceki ilaç/EKT tedavi yanıtları da diğer etkenlerdir (90, 91).


3. TARTIŞMA VE SONUÇ

Depresyon, toplum hayatında sıkça karşılaşılan, birçok sebeple ortaya çıkan bir hastalıktır. Halk arasında major depresyon, bipolar depresyon ve sekonder depresyona göre daha fazla görülmektedir.



Antidepresan ilaçlar ile yapılan tedavilerde anksiyete ve depresyon ortadan kaldırılmakta ve kullanılan ilaçlar geliştirilmeye çalışılmaktadır. Hastalarda daha az toksisite ve yan etki profili oluşturmak esas amaç olmuştur. 1930 yıllarında depresyonun en eski tedavi şekli olan elektrokonvülsif tedavi (EKT) bulunmuş ve günümüzde de tedavide kullanılan önemli bir kısmı oluşturmaktadır. Tüberküloz tedavisi için denenen izoniyazit; antihistaminik ve sedatif olarak denenen iminodibenzil bileşiği aminoalkil türevleri gibi örneklerde de gördüğümüz gibi istenen amaç dışında bazı bileşiklerin depresyonu düzelttiği bulunmuştur.

Antidepresan ilaçlarla yapılan, kombine ya da yardımcı tedaviden farklı olan güçlendirme tedavisiyle ilacın etkinliği artırılmakta ve tedavi süresi kısaltılarak hasta memnuniyeti sağlanmaktadır.

Antidepresan ilaçlar karaciğer mikrozomol enzimi sitokrom P450 ile metabolize edilmektedir. İmipramin, desipramin gibi bileşiklerin CYP2C11 aktivitesini azalttığı; fluoksetin ve kronik uygulanan desipraminin ise bu enzim aktivitesini arttırdığı görülmüştür.

Etki mekanizmaları tam olarak aydınlatılamamış olsa bile antidepresanların serotonin ve noradrenalin gibi nörotransmitterlerin sinapslardaki kinetiğiyle ilgili olduğu bulunmuştur. Major depresyonlu hastada serotonin geri alım inhibitörü ilaç kullanımı ile rahatsızlığın ortadan kalkması bu durumu en iyi şekilde açıklar. Trisiklik antidepresanlar ve MAO inhibitörleri böylece sinapslarda aşırımı güçlendirirler. Amitriptilin, fluoksetin, klomipramin ise serotonin aktivitesi için daha seçici ilaçlardır. Anksiyolitik etki hemen gözlenirken, antidepresan etkilerinin ortaya çıkması reseptör dansitesi ve sinapstaki nörotransmitter konsantrasyonuna bağlı olarak ilaç alımından birkaç hafta sonra ortaya çıktığı görülmüştür.

Kronik antidepresan uygulaması ile sinapslarda reseptör sayısında ve duyarlılığında farklılıklar oluşur, tedaviden beklenen cevap değişebilir ve istenmeyen etkiler meydana gelebilir.

Antidepresan kullanımının yaşlılarda polifarmasi nedeniyle ciddi hepatotoksisiteye neden olduğu görülmüştür ve bu hastalarda kullanıma ve ilaç dozuna dikkat edilmelidir. Statin kullanan hastalarda eş zamanlı SSRI kullanımının miyopatiye neden olduğu bulunmuştur.

Antidepresanlar, birçok CYP450 enzimini inhibe ederek bu enzimlerle metabolize olan ilaçların toksik düzeye ulaşmalarına neden olurlar. Birlikte kullanılan ilaçlara dikkat edilmesi toksisitenin oluşmasını önleyerek beklenen cevabın doğru alınmasını sağlar. Örneğin, TSA’ların MAO inhibitörleriyle kullanımı sonucu hipertansiyon, konvülsiyon, koma gibi atropin zehirlenmesine benzer etkilerin, etanol ile kullanımı sonucu toksik sedasyon oluşumunun, diltiazem ile eliminasyonun yavaşlatılarak kardiyotoksik yan etkilerin belirginleşmesinin önlenmesi gibi.

TSA ile oluşan zehirlenmeler toplumun önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Birçok vaka ölümle sonuçlanmış ve bu durum acil servisteki yaklaşıma dikkat çekmiştir.

Taşikardi, aritmi, ortostatik hipotansiyon, nöbet gibi önemli yan etkilere sahip ilaç grubudur. Yeni geliştirilen antidepresanlar sayesinde yan etki profilleri iyileştirilmiştir. Ayrıca tedaviye giren antidepresanların farklı hastalıklarda da ümit verici özelliği olduğu bilinmektedir. Fibromyalji, kanser ağrısı, nöropatik ağrı, kronik ağrının tedavisinde de etkili olduğu bulunmuştur.

MAO inhibitörleri, TSA’ların yeterince etkili olamadığı nöropatik depresif hastalıkların tedavisinde tercih edilmektedir.

Yapılan araştırmalar sonucunda selejilin gibi MAO-B inhibitörlerinin Parkinson hastalığında ve Alzheimer hastalığını önlemede etkili olduğu gösterilmiştir.

Tiramince zengin besinlerle tüketimine dikkat edilmesi gerektiği aksi halde hipertansif kriz ve ölüm tablosu gelişeceği durumuna dikkat çekilmiştir.

Bipolar hastalık tedavisinde lityum önemli bir yere sahiptir. Serotonerjik aşırımı güçlendirme ve fosfotidol inositol sistemini düzenleyici etkisi ile antidepresan etkiyi oluşturduğu bulunmuştur.

SSRI olan fluoksetin platelet agregasyonunu inhibe ederek kanamaya neden olduğu rapor edilmiştir.



4. KAYNAKLAR

  1. Akgün H, Balkan A, Bilgin AA, Çalış Ü, Gökhan N, Dalkara S, Erdoğan H, Erol DD, Ertan M, Özkanlı F, Palaska E, Saraç S, Şafak C, Tozkoparan B. Farmasötik Kimya In: 11. Basım, Ankara, 2004; 304-323.

  2. Mete HE. Kronik Hastalık ve Depresyon. Klinik Psikiyatri 2008; 11(Ek 3): 3-18.

  3. Marcus SM, Kerber KB, Rush AJ, et al. Sex differences in depression symptoms in treatment-seeking adults: confirmatory analyses from the sequenced treatment alternatives to relieve depression study. Comprehensive Psychiatry, 2008; 49(3): 238–246.

  4. Nolen-Hoeksema S, Hilt LM. Gender differences in depression. In: Hammen CL, editor. Handbook of Depression. 2nd edition. New York, NY, USA: Guilford ort; 2009. pp. 386–404.

  5. Kessler RC, Merikangas KR, Wang PS. Prevalence, comorbidity, and service utilization for mood disorders in the United States at the beginning of the twenty-first century. Annual Review of Clinical Psychology 2007; 3: 137–158.

  6. Koenig HG, Blazer DG. Epidemiology geriatric affective disorders. Clin Geriatr Med. 1992; 8: 235-251.

  7. Eker E, Noyan A. Yaşlıda Depresyon ve Tedavisi. Klinik Psikiyatri 2004; Ek 2: 77.

  8. Weinstock LM, Gaudiano BA, Epstein-Lubow G, Tezanos K, Celis-deHoyos CE, Miller IW. Medication burden in bipolar disorder: A chart review of patients at psychiatric hospital admission. Psychiatry Research, Volume 216, Issue 1, 30 April 2014, Pages 24–30.

  9. Sharma V, Khan M, Corpse C. Journal of Affective Disorders, Volume 111, Issue 1, November 2008, Pages 100–105.

  10. Roelofs K, Spinhoven P, Sandijck P. The impact of early trauma and recent life-events on symptom severity in patientswith conversion disorder. J Nerv Ment Dis, 2005; 193(8): 508-514.

  11. Trivedi MH, Rush AJ, Wisniewski SR, et al. Evaluation of outcomes with citalopram for depression using measurement-based care in STAR*D: implications for clinical practice. The American Journal of Psychiatry 2006; 163(1): 28–40. 

  12. Kayaalp O. Duygu Durum Bozukluklarında Kullanılan İlaçlar ( Antidepresanlar ). In: Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji, Cilt 2, 11. Basım, Feryal Matbaacılık, Ankara, 2005: 770-794.

  13. Hui Hua ChangMei Hung Chi, I Hui Lee, Hsin Chun Tsai, Po Wu GeanYen Kuang YangRu-Band Lu, Po See Chen. The change of insulin levels after six weeks antidepressant use in drug-naïve major depressive patients. Journal of Affective Disorders, Volume 150, Issue 2, 5 September 2013, Pages 295–299.

  14. Voican CS, Corruble E, Naveau S, Perlemuter G. Antidepressant-Induced Liver Injury: A Review for Clinicians. Am J Psychiatry. 2013 Dec 20.

  15. Dobrez DG, Melfi CACroghan TW, Kniesner TJ,  Obenchain RL. Antidepressant treatment for depression: total charges and therapy duration. J Ment Health Policy Econ. 2000 Dec 1; 3(4): 187-197.

  16. Intercom the experts converse. Depression insight series: Treatment-resistant depression. J Clin Psychiatry 2000; 1-12.

  17. Yüklə 292,18 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin