3
2. GENEL BİLGİLER
2.1. DİYABETİN TANIMI, TARİHÇESİ, ÖNEMİ
TANIMI
Diabetes mellitus (DM) insülin salgılanması, taşınması ve depolanmasındaki defektler
nedeniyle karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasındaki bozukluk sonucu oluşan,
hiperglisemiyle karakterize kronik bir metabolizma hastalığıdır (1).
Pankreas insülin sekresyonunun mutlak ve rölatif yetersizliği, insülin yetersizliği,
insülinin etkisizliği veya insülin molekülündeki yapısal bozukluklar sonucunda oluşan
bu hastalık, etyolojisi, genetik ve klinik tablosu ile heterojen özelliktedir ve bir
sendromdur (2).
Diabetes mellitusun uzun dönem etkileri arasında özellikle gözler, böbrekler, kalp ve
kan damarları olmak üzere birçok organda yetmezlik ve disfonksiyon sayılabilir.
Diyabette poliüri, polifaji, susuzluk, görmede bulanıklık, kilo kaybı gibi karakteristik
semptomlar ve daha ağır olarak ketoasidoz veya non-ketodik hiperosmolar koma
gelişebilir. Etkili tedavinin gerçekleşmediği durumlarda ise baygınlık, koma hatta ölüme
bile yol açabilir. Çoğu zaman semptomlar şiddetli olmamakla beraber,bazen de hiç
olmayabilir. Bu nedenle patolojik fonksiyon bozukluklarına neden olan hiperglisemi
tanı öncesi uzun süre mevcut olabilir.
Ayrıca çeşitli patolojik süreçler diyabetin gelişimine katkıda bulunabilir. Bu süreçlere
pankreas beta hücrelerinin harabiyeti sonucu oluşan insülin eksikliği veya insüline
direnç gelişimi örnek verilebilir (1).
TARİHÇESİ
Yunanca dia+betes ve mellitus kelimelerinden türeyen ve “tatlı idrar yapma” anlamına
gelen diyabet, insanlığın ilk dönemlerinden itibaren tarihte yerini almıştır. Milattan önce
4
1500 de Mısır Ebers Papiruslarında fazla idrar yapılan, idrar yoluyla şeker kaybedilen
bir hastalık olarak tanımlanmış, Milattan 200 yıl sonra Cappodocia’lı Areateus hastalığa
Diabetes ismini vermiştir.
1860’da Langerhans’ın pankreas adacıklarını, 1875’de Claud-Bernard’ın diyabetin
nöro-hormonal mekanizmasını, 1889’da V. Mering ve Minkowski’nin
pankreotektomiyle diyabet oluşumunu ortaya koyarak şeker hastalığının merkez
organını tanımlamalarından sonra 1922’de Best ve Banting pankreas ekstresi, insülin ve
hastalığının tedavisine yeni boyutlar getirmişlerdir. 2000 yıl önce Areateus tarafından
tarif edildiğinden beri tanı, tarif, etyoloji ve tedavisinde devamlı değişiklikler
gözlenmiştir (3).
1926 yılında Frank bugünkü oral antidiyabetiklerin atası Synthalini buldu. 1942’de
Laubaiter, sülfonamidlerin hipoglisemik etkisini bulduktan sonra Sülfonilüre türevleri
tıp dünyasına girmiştir. 1946-1950 yıllarında çeşitli uzun etkili insülinler bulunmuştur.
1973’ de Nova ve Leo firmaları antikor oluşturmayan ileri derecede saf insülini
geliştirmişler, bu günümüzde kullanılan DNA teknolojisiyle yapılmış olan insülinlere
öncülük etmiştir (4).
ÖNEMİ
Günümüzde, diabetes mellitus ve onunla aynı risk faktörlerini paylaşan bulaşıcı
olmayan, kronik hastalıklar önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Her yıl dünyada 8
ile 14 milyon insan diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar, kanser ve kronik solunum
yolu hastalıkları gibi diğer kronik karmaşık hastalıklar nedeniyle kaybedilmektedir.
Birçok ülkede ölüme neden olan hastalıklar içinde diyabet beşinci sırada yer almaktadır.
Yetişkin diyabetlilerde, diyabetli olmayan yaşıtlarına kıyasla kardiyovasküler olay riski
2-4 kat daha yüksektir. Tüm dünyada böbrek replasman tedavisi uygulanan olgular ile
65 yaş altı körlük ve travma dışı amputasyon olgularının en yaygın nedeni diyabettir.
Komplikasyonların bireye ve topluma getirdiği maliyet çok fazladır. Çeşitli ülkelerde
toplam sağlık hizmeti harcamalarının %3-12’sini diyabet giderleri oluşturmaktadır (5).
5
Bir yandan yüksek morbidite ve mortalite hızı, diğer yandan yüksek tedavi harcamaları
ve iş gücü kaybı nedeni ile hem hastaya hem de topluma büyük yük getirmesinden ötürü
diyabet önemli bir sağlık sorunudur (6).
Diyabet, yaşam süresini beş ile on yıl arasında kısaltmaktadır. Pek çok ülkede yapılan
çalışmalar (Da Qing, DPP, DPS), diyabetin yalnızca sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri
ile %44-58 oranında risk azalması sağlanarak önlenebileceğini veya en kötümser
tahminle geciktirilebileceğini göstermiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization: DSÖ), Uluslararası Diyabet
Federasyonu (International Diabetes Federation: IDF) ve diyabet ile ilgili diğer
kuruluşlar diyabet ve komplikasyonlarının önlenmesi, diyabetli insanlara daha iyi sağlık
olanaklarının sunulması, yaşam kalitelerinin yükseltilmesi ve erken ölümlerin
azaltılabilmesi için üye ülkeler ve sivil toplum örgütleri ile birlikte yoğun çaba
harcamaktadırlar.
Öte yandan, Türkiye Diyabet Epidemiyoloji Çalışması (TURDEP-I) ve Amerikan
Ulusal Sağlık ve Beslenme Çalışması-III (National Health and Nutrition Examination
Survey-III (NHANES-III); diyabetli bireylerin %30-50’sinin henüz tanı konulmamış
vakalar olduklarını göstermektedir.
Diyabetin kişiye ve topluma yükünü azaltmak için hastalığın olabildiğince erken
dönemde tanınması ve uygun şekilde tedavi edilmesi şarttır (5).
2.2. DİYABETİN EPİDEMİYOLOJİSİ
Son 20 yılda tüm dünyada DM prevalansı dramatik olarak artmıştır. DM artışının yakın
gelecekte de devam edeceği tahmin edilmektedir. Örneğin 1976-1994 yılları arasında
ABD’ de erişkinlerde DM prevalansı %8,9’dan %12,3’e çıkmıştır. Bu rakamlar tanısı
konmuş ve henüz tanı almamış vakalarıda içermektedir (7). Benzer şekilde IGF
(bozulmuş açlık glukozu) oranlarıda giderek artmaktadır. Hem Tip 1 hem de Tip 2
diyabet sıklığı dünya çapında artmakla birlikte, obezite ve aktivite azlığına bağlı olarak
yakın gelecekte Tip 2 diyabet sıklığında daha fazla bir artış beklenmektedir (8).
Diyabet prevalansı ve insidansı toplumlarda her geçen gün artmaktadır. Çeşitli ülke ve
toplumlarda diyabet epidemiyolojisi, bilhassa Tip 2 insidans ve prevalansı değişiklik
6
göstermektedir. Bu durum etnik gruplarda genetik ve çevre faktörlerinin derecesi ve
etkenliğinin ayrı oluşundan, sosyal ve ekonomik düzeyin değişik olmasından ve
kullanılan araştırma metodlarının farklılığından kaynaklanmaktadır (3).
Grönland ve Alaska Eskimolarında DM prevalansı çok düşüktür ve saptanan olguların
çoğu Tip 2‘dir. Buna karşılık Amerika’da yaşayan Pime Kızılderililerinde prevalans
%55’in üstündedir ve dünya üzerindeki en yüksek diyabet prevalansı bu ırktadır (9). Tip
1 DM insidansı en yüksek İskandinavya’dadır, Pasifik kıyılarında ise çok daha
düşüktür. Kuzey Avrupa ve ABD’de Tip 1 DM görülme sıklığı ara değerdedir (10).
Ülkemizde en geniş kapsamlı diyabet epidemiyolojisi çalışması, TURDEP grubu
tarafından, 1997-1998 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’nın, Türk İstatistik
Enstitüsü’nün ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün katılımlarıyla gerçekleştirilmiştir.
Çalışmanın sonuçlarına göre diyabet prevalansı % 7,2 olarak bulunmuştur. Çalışmada
pre-diyabet prevalansı ise % 6,7 olarak saptanmıştır. Her iki durumun da kadın
popülasyonda erkeklere oranla daha fazla olduğu ve şehirlerde, kırsal kesime oranla
daha sık görüldüğü rapor edilmiştir (11).
Tüm diyabetlilerin % 80’ den fazlası Tip 2 diyabet olup ülkemizde Tip 2 diyabet sıklığı
% 2,5-6 civarındadır. Dünyada endüstrileşmekte olan tüm ülkelerde Tip 2 diyabet
sıklığı gitgide artmaktadır (12).
Ülkemizde de 2,6 milyon civarında diyabet hastası vardır ve önümüzdeki 15-20 yıl
içinde, bu sayının daha da artacağı ve halen IGT aşamasında olan 1,8 milyon kişinin en
az üçte birinin de bu sayıya ekleneceği tahmin edilmektedir (11).
2.3. DİYABETİN SINIFLANDIRILMASI
Eskiden yapılan klinik sınıflandırmada hastalığın başlama yaşı değerlendirilmiş ve
gençlerde görülene “genç tip=juvenil tip”, erişkinlerde görülene “erişkin tip=adul tip”
DM adı verilmiştir.
Daha sonra terapötik sınıflandırma geliştirilmiş ve insülin bağımlı=insulin dependent
(IDDM) ve insülin bağımsız=insulin independent DM (NIDDM) terimleri kullanılmaya
başlanmıştır (2).
7
Ancak 1995‘te Amerikan Diyabet Derneği ADA, diabetes mellitusun tanı ve
sınıflandırmasını yeniden gözden geçirmek amacıyla bir komisyon toplamış ve
hastalığın etyopatogenezi hakkında elde edilen bilgiler ışığında yeni sınıflandırma 1997
yılında ADA’nın yayın organı Diabetes Care dergisinde yayınlanmıştır. Bu yeni
sınıflandırma;
1)
TİP 1 DM
a)
İMMUN ARACILI
b)
İDİYOPATİK
2)
TİP 2 DM
3)
DİĞER SPESİFİK TİPLER
a)
B HÜCRE GENETİK DEFEKTLERİ
i)
Kromozom 12, HNF-1a (Mody 3)
ii)
Kromozom 7, Glukokinaz (Mody 2)
iii)
Kromozom 20, HNF-4a (Mody 1)
iv)
Kromozom 13, İnsülin Promotor Faktör-1 (IPF;Mody 4)
v)
Kromozom 17, HNF-1b (Mody 5)
vi)
Kromozom 2, Neurod1 (Mody 6)
vii)
Mitokondrial DNA
b)
İNSÜLİN ETKİ MEKANİZMASINDA GENETİK DEFEKTLER
i)
Tip A İnsülin Direnci
ii)
Leprechaunism
iii)
Rabson-Mendenhall Sendromu
iv)
Lipoatrofik Diyabet
8
v)
Diğer
c)
EKZOKRİN PANKREAS HASTALIKLARI
i)
Pankreatit
ii)
Travma/Pankreotektomi
iii)
Neoplazi
iv)
Kistik Fibroz
v)
Hemokromatoz
vi)
Fibrokalküloz Pankreotopati
d)
ENDOKRİNOPATİLER
i)
Akromegali
ii)
Cushing Sendromu
iii)
Glukagonoma
iv)
Hipertroidizm
v)
Somatostatinoma
vi)
Aldosteronoma
e)
İLAÇ VEYA KİNYASAL MADDEYE BAĞLI DM
Vacor, Pentamidin, Nikotinik Asit, Glukokortikoidler, Troid Hormonu,
Diazoksid, B-Adrenerjik Agonistler, Tiazidler, Fenitoin, Alfa-,interferon,
Proteaz İnhibitörleri, Klozapin, B-Blokörler
f)
ENFEKSİYONLAR
Konjenital Rubella, Sitomegalovirus, Coxsackie
9
g)
İMMUN MEKANİZMAYA BAĞLI NADİR FORMLAR
i)
Stiff-Man Sendromu
ii)
Anti İnsülin Reseptör Antikorları
iii)
Diğer F-İnfeksiyonlar(CMV, konjenital rubella)
h)
DİYABETLE İLİŞKİSİ OLABİLEN GENETİK SENDROMLAR
i)
Down Sendromu
ii)
Klinefelter Sendromu
iii)
Turner Sendromu
iv)
Wolfram Sendromu
v)
Friedrich Ataksisi
vi)
Huntington Koresi
vii)
Laurence-Moon-Biedl Sendromu
viii)
Myotonik Distrofi
ix)
Porfiri
x)
Prader-Willi Sendromu
4)
GESTASYONEL DM (GDM) (13)
DM yeni sınıflaması önceki sınıflamalardan 2 noktada ayrılır. İlk olarak, insüline
bağımlı diabetes mellitus (IDDM) ve insüline bağımlı olmayan diabetes mellitus
(NIDDM) terimleri artık kullanılmamaktadır. Çünkü Tip 2 diyabetiklerin de birçoğunda
glisemi kontrolü için eninde sonunda insülin kullanımının gerekliliği karışıklıklara yol
açmaktaydı. İkinci farklılık ise, yeni sınıflama sisteminde yaşın artık bir kriter olarak
kullanılmamasıdır. Tip 1 DM daha sık olarak 30 yaş altında görülmekle birlikte
otoimmun beta hücre yıkımı her yaşta gelişebilir (8).
10
2.4. DİYABETİN TANISI
Diabetes mellitus tanısı anamnez, fizik muayene ve çeşitli koşullar altında serum veya
plazma glukoz yoğunluklarının ölçülmesiyle olur. Kan şekerini değerlendirmede
hastanın yaşı ve kan örneği alma yeri önemlidir. Çünkü yaşla glukoz toleransı
azalmaktadır. Ayrıca kapiller kanı veya venöz plazmada kan şekeri ölçümleri venöz tam
kan örneklerinden yaklaşık 20 mg/dl daha yüksektir (14).
Diyabet tanısı hipergliseminin saptanması ile konur. Hiperglisemi açlıkta, toklukta veya
her iki durumda saptanır.
Açlık kan şekerine 8-14 saatlik bir açlığın sonunda bakılır. Şeker tam kanda bakılmış
ise 60-110 mg/dl, venöz plazma veya serumda bakılmış ise 70-120 mg/dl saptanır.
Bunlar normal değerlerdir. Yemeğin ilk lokmasını yuttuktan tam 2 saat sonra bakılan
kan şekerine ise tokluk kan şekeri denir ve bunun da normal üst değeri 140 mg/dl’dir
(15).
Amerikan Diyabet Derneğinin 2005 yılında yayınladığı makaleye göre; Diyabet tanı
kriterleri şöyledir:
1)
Diyabetin klasik belirtilerinin varlığı durumunda, rastgele yapılan kan şekeri
ölçümünün 200 mg/dl olması. Rastgele ile kastedilen; son yenilen yemeğin
zamanına bakılmaksızın gün içi herhangi bir zamanda ölçümün yapılmasıdır.
Diyabetin klasik belirtileri poliüri, polidipsi ve beklenmeyen kilo kaybını
içermektedir.
Yada,
2)
Açlık kan şekeri (AKŞ) 126 mg/dl olması. Açlık; en az son 8 saattir kalori alımının
olmamasıdır.
Yada,
3)
Bir OGTT esnasında plazma glukoz düzeyi 200 mg/dl ise test WHO’nun tanımını
yaptığı biçimde 75 g anhidröz şekerin çözünmüş şeklinin içilmesi ile yapılır (16).
11
Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT)
Endikasyonları
Tarama testinde açlık kan şekerinin 115 mg/dl ve üzerinde ya da postprandiyal kan
şekerinin (120. dakika) 140 mg/dl ve üstünde bulunması.
Gestasyonel diyabeti belirlemek veya reddetmek.
Şişmanlık ve/veya özellikle ağırlıklı ailesel diyabet hikayesi olanlar.
Otozominal dominant (MODY) tipi diyabet hikayesi olanlar.
Açıklanamayan nöropati, retinopati, ateroskleroz, koroner arter hastalığı, periferik
vasküler hastalıklar (özellikle 50 yaşın altında olanlarda).
Operasyon, stres, travma, infarktüs, serebral vasküler olaylar, kortikesteroid
kullanımı, gebelik esnasında anormal glukoz değerleri veya glukozüri görülenlerde,
bu olaylar geçtikten sonra test yapılmalıdır.
Metabolik sendrom X düşünülen kişilerde.
Reaktif hipoglisemi düşünülen kişilerde (bu kişilerde OGTT süresi daha uzun
tutulur) (17).
Ogtt Yapılması Ve Değerlendirilmesi
Kişi testten önceki 3 gün boyunca 150-200 g karbonhidrat tüketmelidir.
3. Günün akşamından sonra 12 saatlik bir açlığı takiben sabah test yapılmalıdır. (18)
Stres, enfeksiyon, akut kalp hastalığı vb OGTT’yi etkileyebilecek sorun olup
olmamasına dikkat edilir. Diüretik, oral kontraseptifler, tiroksin, difenilhidantoin,
nikotinik asit, beta blokör vb ilaç kullananlar testten bir hafta öncesinde ilaca ara
vermelidir (14).
Testin başlangıcında 0. dakikada kan alınır. 300 ml suda çözünmüş 75 g glukoz
birkaç dakika içinde hastaya içirilir.(Gebelerde 100 g glukoz kullanılır.)
2 saat süreyle 30 dakikada bir kan alınır ve kan glukozu ölçülür (18).
12
Tablo 2.1. WHO kriterlerine göre erişkinlerde OGTT düzeyleri (3)
Kan glukuz
düzeyi(mg/dl)
NGT(Normal
Glukoz Toleransı)
IGT (Bozulmuş
glukoz toleransı)
DM
(Diabetik)
Açlık <110 <140
>140
120 dk
<140
140-199
>200
Tablo 2.2. National Diabetes Data Group (NDDG) kriterlerine göre OGTT yorumu (19)
Kan glukoz düzeyi
(venöz plazma mg/dl)
NGT (normal
glukoz toleransı)
IGT (bozulmuş
glukoz toleransı)
DM
(diyabetik)
Açlık
≤115 <140 ≥140
30., 60., 90., dk en az
bir değer
<200
≥200
≥200
120. dk
<140
140-200
≥200
Glikolize Hemoglobin Ölçümleri
Glikohemoglobin, glukoz ile hemoglobinin her iki beta zincirlerinin birleşmesiyle
ortaya çıkan bir ketoamin reaksiyonudur. Hemoglobinin glikolizasyonu kan glukoz
yoğunluğu ile yakından ilişkilidir. HbA1C fraksiyonu kan glukozu uzun süre yüksek
olan diyabetlilerde yükselir ve metabolik kontrol ile orantılıdır. Bu reaksiyon reversibl
değildir. Glikolize hemoglobinlerin yarı ömrü, dolaşımdaki eritrositlerin yarı ömrü ile
yakından ilişkilidir. Bundan dolayı HbA1C, önceki 8-12 haftadaki kan glukoz
durumunu yansıtır; bu da diyabetin kronik kontrolünde yardımcı bir metod olarak kabul
edilir (14).
13
2.5. TİP 1 VE TİP 2 DİABETİN KLİNİK ÖZELLİKLERİ
2.5.1. Tip 1 DM
Tip 1 DM özellikle çocukluk ve adölesan çağında sık görülen ciddi hastalıklardan
biridir. Pankreas beta hücrelerinin zedelenmesi veya total kaybı sonucu oluşur ve
fizyopatolojisi doğrudan doğruya insülin eksikliği ile ilişkilidir. Genetik yatkınlık
zemininde başlayan otoimmun hasar, beta hücrelerinin tamamına yakınının harabiyete
uğramasıyla sonuçlanır (20).
Hastalık genellikle gençlik çağında başlar. (bu nedenle eski adı Juvenil diabetes
mellitus), ancak her yaşta ortaya çıkabilir. Hastaların hayatta kalabilmeleri günlük
insülin kullanımına bağlıdır. (bu nedenle eski adı İnsüline Bağlı Diabetes Mellitus veya
IDMM) (18).
Çocukluk yaş grubunda diyabet tanısı semptomların akut başlaması nedeniyle kolaylıkla
konabilmektedir. Bazen başlangıç bulguları hafif olup aile tarafından fark edilmeyebilir.
Bazı ülkelerde ve belirli durumlarda diyabetin klinik bulguları daha yavaş bir başlangıç
gösterebilir ve bu durum tanıda güçlüklere neden olabilmektedir (21).
Patogenez bu hastalığa genetik yatkınlıkla başlar. Ve bazı çevresel faktörler bu süreci
başlatır. Viral infeksiyonlar tetikleyici mekanizmalardan biridir. Çevresel faktörlerin
gerekli olduğunun en iyi kanıtı tek yumurta ikizleridir. Birinde diyabet olduğunda
diğerinde de gelişme riski % 50’den daha azdır (22).
2.5.2. Tip 2 DM
Tip 2 diyabetin klinik belirtileri çoğunlukla 40 yaş üzerinde ortaya çıksa da ve vücut
ağırlığı ile ilişkili olsa da, genetik faktörlerin patofizyolojide önemli rol oynadığı
görülmektedir. Bu, farklı sosyal çevrelerde büyütülseler bile, ikizlerden birinde Tip 2
diyabet görüldüğünde diğerinde de ileriki yıllarda klinik olarak belirgin Tip 2 diyabet
gelişme riskinin çok yüksek olduğu anlamına gelir (23).
Bu hastalık insülin direncine yol açan obezite, hareketsizlik, yüksek yağ içerikli ve/veya
yüksek kalorili diyet gibi çevresel faktörler ile genetik faktörlerin birbirleriyle etkileşimi
sonucu ortaya çıkan polijenik bir hastalıktır (18).
14
Tip 2 diyabet aşağıdaki sıra ile gelişen hastalığın farklı evlerini temsil eden 3
patofizyolojik fenomen ile karakterizedir. Bunlar:
İnsülin duyarlılığında azalma veya insülin direnci
Göreceli insülin yetersizliği ile birlikte pankreas beta-hücrelerinin fonksiyon
bozukluğu
Karaciğerde glukoz üretiminde artış (24).
Tip 2 diyabetin diğer karakteristik özellikleri insüline bağımsız olabilmesi ve uzun süre
semptomsuz kalabilmesidir. Asemptomatik dönemde genel olarak tanı konamamaktadır.
Ateşli hastalıklar, infeksiyonlar yada hiperglisemik hiperosmolar tablolar tanıyı
çabuklaştırmaktadır (25).
Tip 2 diabetes mellituslu bireylerin uzun dönem izlemlerinde, insülin sekresyonu, açlık
sırasında ve oral glukoz yada yemeklere cevap olarak normalden yüksektir. Bu erken
safhada kan glukoz seviyeleri hafifçe normalden yüksektir. Hastalık ilerledikçe açlık
glukozu yada postpandiyal 2. saatteki glukoz seviyeleri ile insülin sekresyonu artar.
Ancak artmış olan insülin seviyesi yüksek glukoz için yeterli değildir (18).
Tablo 2.3. Tip I ve Tip II Diyabetin Özellikleri (26)
Özellikler
IDDM(Tip I)
NIDDM (TipII)
Genetik lokus
Kromozom 6
Belirsiz
Başlangıç Yaşı
<20 >40
Başlangıç
Hızlı Sinsi
Balayı Periyodu
Var Yok
Ağırlık
Normal-Zayıf Obez
Plazma İnsülin
Yok-Düşük Normal-Yüksek
Prevalansı
%0.5 %2
Adacık hücre ve insülin
antikorları
Sık Yok
15
HLA ilişkisi
Var
Yok
Tedavi
İnsülin Oral
Hipoglisemik
20>140>200>140>140>140>110> Dostları ilə paylaş: |