1.3.6. Ernst Von Aster, Felsefe Tarihinde Türkler
20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün de
bizzat katılımı ile gerçekleştirilen İkinci Türk Tarih Kongresi’ne Ernst Von Aster “Felsefe
Tarihinde Türkler”
190
adlı sunumu ile katkıda bulunmuştur. 20. yüzyılın önemli felsefecileri
arasında gösterilen Aster’in kongredeki bu sunumu, konu başlığından da anlaşılabileceği
üzere “Bir Türk Felsefesinin İmkânı”na dair çalışmamız açısından bize önemli katkılar
sunmaktadır. Zira Aster’in felsefe tarihinin şekillenmesinde Türklerin oynadıkları rol ve
onların düşünce dünyasına katkılarının ne olduğu hakkındaki mülahazaları Türk felsefesinin
kökenine inmemiz açısından mühimdir.
Aster’e göre her millet, çalışmalarında ilk önce kendisine karşı ve sonra da tabiatın,
talihin onu içine faydalı olması lazım gelen bir unsur olarak koyduğu bütüne yani devlete ve
beşeriyete karşı mes’uldür.
191
Türk milleti de benliğine has bir milli kültürün yaratılmasında
ne gibi merhalelerden geçtiğini ve cihan kültürüne ne gibi katkılarda bulunduğunu haklı
olarak kendisine sormaktadır. Aşağıda Aster’in bu sorgulamadaki dikkat çeken mülahazaları
ele alınmıştır.
Garp felsefesinin başlangıcı ilk defa küçük Asya sahillerindeki eski beldelerde, yani
bugün Türk devletinin nüvesine ait olan bir memlekette belirmektedir. Mesela Thales’in
menşeinin hiç olmazsa kısmen de olsun Karya’da ve binealeyh Anadolu’nun içinde bulunduğu
muhtemeldir.
192
Fakat Aster’e göre burada daha ehemmiyetli olan husus, İyonya
mütefekkirlerinin toplu ve vahdetli bir cihan imajı kurmak hususundaki teşebbüslerinde
gökteki cisimler âleminin büyük bir rol oynamış olmalarıdır. Çünkü İyonyalılardan evvel tarih
sahnesinde yer alan Sümerlerin ve Babillerin, asırlarca süren çalışmalar neticesinde elde etmiş
oldukları müşahede ve bilgilerin teşkil ettiği o fevkalade mühim kültür mirası İyonyalılara
intikal etmemiş olsaydı, bunlar hiçbir zaman astronomik tasavvurlarını kuramayacaklardı.
Aster’e göre Sümerlerle Türk milletleri arasındaki sıkı münasebeti doğru ve hakiki bir vakıa
olarak kabul edersek; o zaman burada Türklerin preistorik cedlerinden fışkıran bir bilgi
kaynağının garp felsefesinin başlangıçlarına kadar akıp geldiğini görebilmekteyiz.
193
Muayyen milletlerde, muayyen zamanlarda fikirler, düşünceler düşünülür,
keşfolunurlar. Fakat bunlar münhasıran bir ferde yahut bir tek millete ait şeyler değillerdir.
190
Ernst Von Aster, “Felsefe Tarihinde Türkler”, İkinci Türk Tarih Kongresi, Devlet Basımevi, İstanbul, 1937.
191
Aster, A.g.e, s.1
192
Aster, A.g.e., s.1-2
193
Aster, A.g.e., s.2
50
Aster’e göre tefekkür, biyo-psikolojik bir hadisedir; düşünülen şey, yani fikir ise zamanın
dışında bulunan entelektüel bir varlıktır. Fikirler hakikatlerden ibarettir. Hakikat muayyen bir
insan, yahut muayyen bir millet için muteber değil, umumî olarak muteberdir. Bir ferdin
yahut bir milletin bulduğu bir fikir, bir hakikat beşeriyete bir armağandır. Bunun için başka
taraftan alınmış olan hakikatlerden ibaret bir tefekkür hazinesini muhafaza etmek vazifesi,
yenilerini bulmaktan daha ehemmiyetsiz bir vazife değildir.
194
İşte Aster, felsefe tarihinde
Türk milletine ait kuvvetli şahsiyetlerin bulunduğunu ve yaşadıkları devirlerde yukarıda
bahsedilen “bir tefekkür hazinesini muhafaza etmek” gibi önemli bir rolü üstlendiklerini
düşünmektedir. Onun ‘Şark Ortaçağı’ olarak adlandırdığı bu dönemde Türk milletine mensup
birtakım yüksek zekâlara rastlanmaktadır ki onların sayıları oldukça fazladır. Ancak Aster, bu
zekâların hepsini dile getirmek yerine kongrede iki seçkin düşünürü (Fârâbî ve İbni Sinâ)
mütalaa etmekle iktifa etmiştir.
Ortaçağ tefekkür âleminin yeni zamanların ta içlerine kadar tesirler yaptığı ve izler
bıraktığı bilinmektedir. Aster’e göre bir Descartes’in bir Spinoza’nın ve bir Leibniz’in
evvelce zannedildiğinden çok fazla ölçekte Ortaçağ tesiri altında oldukları, Roger Bacon’un
tabiat araştırmasına temel olarak tecrübeyi göstermesinin Ortaçağa ait bir takım seleflere
dayandığı bugün bilinmektedir. Ayrıca nassın ve mukaddes kitapların (felsefî) metinlerle
mütenakız olmamak mecburiyeti, Ortaçağ mütefekkirlerini, çok defa felsefî tefekkürü
daraltmaktan ziyade dini eserlerin gayet geniş ve sembolik bir şekilde tefsirine sevk etmiştir.
Ortaçağın bilhassa İslam tefekkür çevresi ve bu çevre içinde de bilhassa şark kısmı 8.
yüzyıldan 11. yüzyıla kadar geçen uzun zamanda garptaki şahsiyetlere nazaran hem felsefede
hem de tabiat ilimlerinde –ve tıp ile riyaziyede- hâkim mevkide bulunmaktadır.
195
Aster’in
bahsettiği bu zaman diliminde etkin rol oynayan şahsiyetler arasında Türk asıllı filozoflar
önemli rol oynamaktadır.
Hıristiyan Avrupa’nın skolastik adını taşıyan Ortaçağ felsefesi birbirinden açıkça
tefrik edilebilen iki devreye ayrılmaktadır ki Aster’e göre bu iki devre arasındaki fark, ikinci
devrenin Aristo’nun eserlerinin İslam tefekkür âleminden Garb’a geçmiş olmasıdır.
Aristo’nun Kavimler Göçü sırasında kaybolup gitmiş olan eserlerinin Arapça tercüme ve
tefsirler sayesinde Şark’tan Garb’a tekrar intikal ettiği malumdur. Aster, bu durumu daha açık
şekilde şöyle açıklamaktadır:
194
Aster, A.g.e., s.2
195
Aster, A.g.e., s.3.
51
“Ta ki ilk zamanlardan beri Şarkta, Eflatun ile Fisagor’un fikirleri ile birlikte
Aristoculuğa ve Revakîliğe ait unsurları ihtiva eden Yeni Eflatunculuk, El-Kindi, Fârâbî ve
İbni Sinâ gibi şahsiyetlerde Eflatunla Aristo’yu ahenkli bir surette telif eden bir felsefe
karakterini -Garpta olduğundan daha yüksek bir derecede- muhafaza etmiştir.”
196
Öyleyse Garbın felsefeyi tekelleştirme teşebbüsleri hiç de adil değildir. Türk
filozofları olan Fârâbî ve İbn Sinâ bu hususta Garplılara nazaran daha titiz çalışmışlardır.
Aster, bildirinin devamında Fârâbî ve İbn Sinâ felsefelerini karşılaştırmalı olarak
analiz eder. Her iki filozofun felsefelerine kendi psikolojilerinin yön verdiği kanaatindedir:
Fârâbî’nin psikolojisi, felsefesinde oldukça büyük bir yer tutmakla beraber,
metafiziktir, yani beşeri tefekkürü ilahi tefekküre dayanarak izah eder. İbn Sinâ’ya gelince, o
da ilmi çalışmalarının ehemmiyetli bir kısmını psikolojiye hasretmiştir. Fakat kendisi
evvelemirde tecrübeci bir âlim ve müşahittir; şu kadar ki psikolojik tahlilinin verilerini Yeni
Eflatuncu bir metafiziğin çerçevesi içine yerleştirmektedir…”
197
Aster’in bu karşılaştırmalı analizi bizim çalışmamızı asıl konusunu teşkil
etmediğinden detayları olarak burada zikrolunmayacaktır. Çalışmamız açısından Aster’in
sunumundaki asıl ehemmiyet, “Türk felsefesi müstakil tefekkür karakterini taşımakta ve
Eflatun ile Aristo’ya ait fikirleri inkişaf ettirip daha ileriye götürmektedir. Seleflerin
entelektüel çalışmalarını terakki ettirmek diye tespit edebileceğimiz bu vasıf, eski ve yeni
zamanlara ait her nevi felsefede mevcuttur…”
198
sözlerinde yatmaktadır:
Aster, Garb ve Şark medeniyetlerini birbirini tamamlaması gereken bir bütünün iki
yarısı olarak değerlendirir. Bunun için “Garp, tabiat üzerinde ilmi ve teknik hâkimiyetini tesis
etti; hâlbuki Şark, ruhun enginlerine karşı Garptan daha kıymetli ve daha derin bir anlayış
gösterdi. Bugün bu iki tarafı birleştirmek icap eder.” diyecektir. Bu işi başaracak olan ise
Aster’e göre geçmişteki tefekkür hareketini başarıyla muhafaza etmiş olan millettir, yani
Türklerdir:
“Eğer arz yüzünde bilhassa bu sahada ehemmiyetli bir rol oynaması mukadder olan
bir millet varsa, o da mazide Yeni Eflatuncu ve Aristocu tefekkür âleminden kalan kültür
hazinelerini kurtaran ve şimdi –tarihinin yükselen devrinde- ruhi ve entelektüel
196
Aster, A.g.e., s.4.
197
Aster, A.g.e., s.10.
198
Aster, A.g.e., s.12.
52
hususiyetlerini muhafaza etmek şartı ile Avrupa tefekkürünün son asırlarda ortaya attığı
kıymetleri temessül etmekte olan millettir.”
199
1.3.7. Mevlüt Uyanık, Türk Felsefesinin İmkânı
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mevlüt Uyanık da
“kırmızılar” adlı internet sitesine vermiş olduğu “Türk Felsefesinin İmkânı Üzerine”
200
adlı
röportajı/söyleşisi ile bu bölümde soruşturmamıza dâhil edilmiştir.
Tıpkı Nihat Keklik gibi Mevlüt Uyanık da bir Türk-İslam Felsefesi’nin mevcudiyetine
inanmaktadır. Hatta bunu daha keskin çizgilerle ifade edecek olursak Uyanık, bir Türk
Felsefesi ismini benimsemekte; özellikle son dönemlerdeki çalışmalarıyla da bu inancını
somutlaştırmak adına birtakım girişimlerde bulunmaktadır.
201
Bugün İslam Felsefesi
kürsüsünde çalışmakla birlikte içlem-kaplam münasebeti doğrultusunda Türkçe düşünen ve
Türkçe yazan bir İslam felsefecisi olarak, ürettiklerinin Türk Felsefesi içerisinde
konumlandırılması gerektiğini düşünmektedir. Şöyle ki:
Mesela ben İslam Felsefesi alanında çalışan biri olarak “İslam” teriminin genel
anlamıyla ezeli ve biricik Hakikat’ın insanlık tarihinin bilgi birikimini kapsadığını; özel
anlamıyla da mevcut çevrimindeki son vahyedilmiş şekli, beşeri hayatın her boyutuna dair
sözü olan bir uygulama tarzı ve yöntemini kast ediyorum. Felsefede varlık, bilgi ve değer
üzerine sunduğu ve sunacaklarının önemli olduğunu düşünüyorum. 610 yılında belirli bir
kavme, belirli bir dil (Arapça) ile indirilmiş, o dönemin soru ve sorunlarını merkeze alarak
çözümler üretmiş ve kıyamete kadar da bir daha başka bir yol ve yöntem de
gönderilmeyecekse ki gönderilmeyecek. O halde Türkçe düşünen ve yazan bir İslam felsefecisi
olarak içlem/kaplam münasebeti bağlamında benim ürettiklerimin “Türk Felsefesi” olduğunu
söylüyorum.
202
Uyanık’ın söyleşisindeki dikkat çekici noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:
İbn Haldun’un asabiyet kavramından hareketle Uyanık, bu asabiyetin sebep bağını
İslam; nesep bağını ise Oğuz/Türk boylarının İslam’ı inşa (anlama-yorumlama ve uygulama)
199
Aster, A.g.e., s.12.
200
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
,
26.04.2017.
201
Bkz. Uyanık, 05.01.2017 tarihinde Türk Ocakları’ndaki “Cuma Gecesi Sohbetleri”nde,; 06.01.2017 tarihinde
“Gönüllerde Birlik Vakfı’nda”; 25.01.2017 tarihinde Milli Düşünce Merkezi’nde; 04.02.2017 tarihinde İLESAM
Genel Merkezi’ndeki “Cumartesi Sohbetleri” programında “Türk Felsefesinin İmkânı” üzerine sunumlar
gerçekleştirmiştir.
202
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi,
Erişim 26.04.2017
53
faaliyeti olarak belirler. Bu faaliyet Arap kabilevi yapısının siyasi erk tartışmaları
(Emevi/Haşimi) ve Fars/Şii kültürel hegemonyasının tamamen dışındadır; ona göre bu
faaliyet, Atayurt ve Anayurt birikiminden müteşekkil bir “Türk Felsefesi”dir.
203
Bu çerçevede
Türklerin çoğu zaman Arapça ve Farsça eserler üretmesinin paradoksal olarak İslam/Arap
Felsefesi tasavvuruna destek vermesini de değerlendiren Uyanık, burada düşüncenin dil ile
irtibatına dikkat çeker:
“Evet, bazen ana dilimle ürettiğim metinleri günümüz hâkim dil olan İngilizce ile
sunduğum oluyor, ama özne ve nesne irtibatını kuran zihniyetin, kültürel modelin Türk
Felsefesi olmadığı anlamına gelmez. Ayrıca hangi dil ile sunum yapılmış olursa olsun, temel
metinler ve ilkeler/önermelerden hareketle düşünme kişinin ana dilinde olur. Sonra bunu
başka dile çevirip yayımlayabilir.”
204
Mesudi’nin tarihte filozof yetiştiren yedi büyük milletten birisini de Türkler olarak
değerlendirmesine vurguda bulunan Uyanık, muallim-i evvel olarak bilinen Aristoteles’ten
sonra düşünce dünyasına Muallim-i Sani olarak damga vuran Farabi’yi Türk Felsefesinin ilk
filozofu olarak kabul eder.
Türk Felsefesini etnik bir milliyetçiliğe indirgememek gerektiğine de dikkat çeken
Uyanık, bunu İslam Felsefesi ile kurduğu analoji ile şöyle açıklar:
“Nasıl vahyi bilgi ve onun pratiğe aktarımıyla oluşan bir düşünce yapısı içinde
Müslüman bilim adamlarının ürettiği felsefi teemmüllere İslam Felsefesi demek yeterli
olmadığı gibi bu coğrafya ve burada oluşan İslam düşünce evrenine dair fikir üreten
gayrimüslim âlimlerin ürettikleri İslam Felsefesi içinde değerlendiriliyorsa aynısını Türk
Felsefesi” için de söylemek gereklidir.”
205
Bu durumda Türk düşüncesini bir model olarak görmeyen -hatta tam tersini söyleyen-
âlimlerin ortaya koydukları da “Türk Felsefesi” olarak değerlendirilmelidir.
İlk önce Batı ve oradan da bütün dünyaya yayılarak etkisini siyasi, içtimai ve iktisadi
olarak gösteren Fransız ihtilalinin Osmanlı’daki tezahürlerini de değerlendiren Uyanık,
Osmanlı imparatorluğunun bünyesindeki uluslarda hareketlenen milliyetçilik düşüncesine
karşılık Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla imparatorluğu koruma refleksine gidildiğine
atıfta bulunur. Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş
203
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
204
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
205
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
54
felsefesindeki önemlerine dikkat çekilirken üç tarz-ı siyasetle (Osmanlıcılık, İslamcılık,
Türkçülük) milliyetçilik hareketlerine direnildiğini; nihayetinde ise ulusçuluk fikrine karşı
Türkçü söylemin sahaya sürüldüğünü belirtir. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte daha
evvel ana dil Türkçe ile üretilen ama Arapça ve Farsça yayımlanan eserler de yerlerini
Türkçeye bırakmıştır. Bu doğrultuda Uyanık, Cumhuriyetle birlikte milli bir felsefe olarak
“Türk-İslam Düşüncesi” ifadesi yerine doğrudan “Türk Felsefesi” denmesinin daha tutarlı
olacağını belirtir.
206
“Türk Felsefesi” ifadesini bir söylemden öteye taşımak, somutlaştırmak için çalışmalar
yaptıklarının altını çizen Uyanık, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Aygün
Akyol ile birlikte düşüncenin bu coğrafya ile irtibatını tesis etmek için “Felsefeyi
Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” adlı projeyi geliştirdiklerini belirtir. Türk Felsefesi’nin
kurucu unsurları olarak belirledikleri iki ayağa dikkat çeker. Bu ayaklardan birini Atayurttan
getirilen Hanefi/Maturudi (resmi) İslam tasavvuru ve Hoca Ahmet Yesevi (halk) tasavvuru
teşkil ederken diğer ayağını ise Anadolu’da bulunan (ve zaten var olan) düşünsel miras
oluşturmaktadır. Bu durumda iki farklı tasavvur Türk Felsefesi’ne kaynaklık etmektedir:
Birisi Nurettin Topçu’dan hareketle temellendirilen Anadoluculuk ve İslamcı Anadoluculuk;
diğeri ise bu kültürel kodların riskli olduğu tezini savunan mavi/seküler Anadoluculuk.
Jeo-felsefi bir oluşum olan Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak felsefeyi
özne-nesne ikilemi dışına çıkarıp kavram(lar) üzerinden yeniden yurtlandırma çabasıdır. Bu
bağlamda, düşüncenin yurtlukla irtibatını tesis edecek ve aşkın olanı içkinleştirecek
kavramları üreten (yukarıda bahsi geçen) hangi ayağa/zümreye tekabül ederse etsin Türk
Felsefesi olarak kabul edilecektir. Güncel sorunlara çözüm önerileri sunmak ve bunlara
alternatif öneriler eklenmek isteniyorsa Atayurt’tan taşınan düşünce mirasıyla Anadolu’da
bulunan kültürel yapı birlikte değerlendirilmelidir.
207
Uyanık, klasik felsefe tasavvurunda ontolojik önceliğini, epistemik ontolojiye
verdiğini dile getirir. Ona göre Varlık, farklı bilgi kodlarıyla temellendirilmiştir; yani her
sistem aslında kendi varlık tasavvurunu oluşturmakta ve bir değerler dizisi sunmaktadır. İlk
dönemlerden itibaren yaşanan erk kavgaları (Emevi/Haşimi) ve günümüzde devam eden
Şii/Selefi çatışmaları ancak bu epistemik ontoloji tasavvuru dikkate alınırsa anlam
kazanacaktır. İki farklı Tanrı tasavvuru da aslında kendi idealizmini kurar ve her ikisinin de
kendi gerçekliğinden/realizminden şüphesi yoktur. Bu durumda ironik olarak her biri
206
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
207
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
55
ötekinin Tanrı tasavvurunun bir isimlendirme (nominalizm) olduğunu düşünür. Uyanık’a
göre bu tasavvurlar; siyasi, iktisadi ve içtimai pragmatizmin örtülediği kavramlardır.
208
Bunları aşmanın yolu ise şudur:
“İbn Haldun’un ifadesiyle söyleyecek olursak, bunların Tanrı tasavvurları
(ontolojileri) asabiyeti oluşturan ve mevcut çatışmalara meşruiyet sağlayan aygıtlara
dönüşmüştür. Felsefeyi/düşünceyi Anadolu’da yeniden yurtlandırma kavramsallaştırması,
nominalizm ve realizm çatışmasının ortaya çıkardığı sorunları Farabi’nin kavramcılık
(conseptionalism) ile aşma denemesidir aynı zamanda.
209
Bu durumda Farabi’nin “İlimlerin Sayımı” adlı eseri “Türk Felsefesi”nin imkânını
müzakereye açan projenin (Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak) temel hareket
noktasını oluşturmaktadır. Hakikat’in Birliği, Tanrı ve evren ilişkisine dair önce dil/düşünce
mantık kurgusunun nasıl olacağı; ardından evreni anlama ve anlamlandırmada pozitif
ilimlerin yeri; sonra Tanrı-insan ilişkisinin ilahiyat/metafizik bağlamında değerlendirilmesi bu
eserde sistematik bütünlük içinde arz edilmiştir.
210
Türk Felsefesinin oluşumunda yerlilik ve yerellik terimleri arasındaki farka da dikkat
çeken Uyanık, bu iki kavramın birbirine karıştırılmaması gerektiğine vurguda bulunur.
Yerellik içe kapanmayı ve tarihsici bir totaliterizmi paralelinde getirirken yerlilik, “Hikmet”
geleneğinin yani Hz. Âdem ile başlayan İslami değerlerin Türkistan/Atayurt’ta ete kemiğe
bürünmüş şekliyle Türkiye/Anayurt kültür havzasında bulduklarımızla yeniden
yorumlanmasıdır. Bu durumda yerellik içe kapanmayı ve totaliterizmi idealizm diye sunarken;
yerlilik açık toplum olmanın, dışa dönüklüğün ifadesi olarak karşımıza çıkar. Evrensel
olmanın ilk adımı da bu yüzden yerli olmaktan geçer. Mevlana’nın bir ayağının Anadolu’da
diğer ayağının bir pergel gibi dünya (düşüncesi) üzerinde olması sözü bu durumu
çağrıştırmaktadır. Selçuklu mirasını devralan Osmanlı, yerli/milli/dini değerlerini
evrenselleştirme çabası içinde hüküm sürmüştür. Onun üzerine bina edilen Türkiye
Cumhuriyeti de bu yapının bir devamı olarak görülmelidir.
211
208
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
209
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
210
Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, “Felsefeyi Anadolu’da Yurtlandırmak Projesinin Hareket Noktası olarak
Farabi ve İhsau’l-Ulum Adlı Eseri”, İlimlerin Sayımı içinde, Elis Yay., Ankara 2017, s. 13-75.
211
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
56
Felsefeyi “Beşikten mezara kadar hikemi bilgiyi aramak, bunun için sürekli yolda/ş
olmak, varoluşumuza dair kaygılarımızı insanlarla paylaşmak” şeklinde tanımlayan Uyanık,
günümüz sorunlarına çözüm önerileri bulmak için yerli, milli, dini, kültürel verileri dikkate
alarak felsefi okumalar yapmanın imkânı üzerinde durduklarını belirtir.
“Bunu gerçekleştirmek, mevcut fikri ortam ile üzerinde yaşadığımız coğrafya ile
düşünce ve kültür ilişkisini yeniden kurmak; felsefî düşüncenin özellikle çeşitli lehçeleriyle
birlikte Türk dilinde yapmanın imkânını gündeme getirmesi açısından önemsiyorum. İçlem
kaplam açısından İslam Felsefesiyle uğraşan bir akademisyen olarak bir “Türk Felsefesi”nin
imkânı üzerinde duruyorum. Bir zamanlar nasıl Buhara’da yazılan bir kitap İstanbul’da
rahatça okunabiliyorsa halen İslam dünyasının önemli bir kesimin fıkhi ve itikadi inancını
oluşturan Hanefilik önemli oranda Maveraünnehir’de şekillenmiş, Horosan’da Selçuklu
Nizamiye medreselerinde resmi söylem haline gelmişse; benzeri bir düşünce dirilişini biz
yeniden Türkçe olarak yapabiliriz. Çünkü düşünmek, aslında “daha çok toprakla yurtluk
ilişkisi içinde gerçekleşir, çünkü düşünmek, toprağı emen (veya daha iyisi onu tutan) bir
içkinlik düzlemi sermekten ibarettir.”
212
Uyanık, Türk Felsefesi’nin metodolojisini Ebu Nasr el-Fârabî’nin yol ve yöntemini
güncelleyerek yapmanın gayreti içinde olduklarını dile getirmektedir. Nasıl ki Whitehead,
Batı Felsefesi’ni Platon’a düşülen dipnotlardan ibaret görüyorsa Türk Felsefesinin hareket
noktası olarak da (kendisi de bir Türk olan) Uzlukoğlu Fârâbî görülebilir. Sokrates, Platon ve
Aristotales ile sistematize hale gelen Batı düşüncesini, bunun İskenderiye hattı üzerinde
şekillenen Musevî ve İsevî geleneğin imbiğinden süzülen formlarını Hz. Muhammed’e (sav)
gönderilen yeni form, yol ve yöntemin ilkeleri bağlamında inceleyen ve yeni bir sistem kuran
Farabi’dir.
213
Bu temel üzerine hareket edilirse Atayurt/Türkistan ve Anayurt/Türkiye
kültürel sürekliliğini ed-Din, eş-Şeria ve el-Mille(t) bağlamında sağlayan âlimlerin ve onların
yöntemlerinin ortaya koyduğu eserleri yeni okumalara tabii tutarak bir “Türk Felsefesi”nden
söz edilebilir. Çünkü Arap-Fars iktidar kavgaları dışında gelişen bir temellendirmeye ihtiyaç
vardır; Hanefi fıkhı ve Maturudi itikadıyla oluşan (resmi) İslam tasavvuru; Piri Türkistan
Yesevi tarafından “Halk/folk İslam” şeklinde gönüllere yerleşmiştir. Bu durumda ismi geçen
bu üç âlim ve Farabi’nin kullandıkları yöntemlerin yekûnu Türk Felsefesi’nin metodolojisini
oluşturmalıdır. Burhan yöntemi farklı hakikat tasavvurlarına ifade imkânı sağladığı için Türk
212
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
213
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
Erişim 26.04.2017
57
Felsefesi’nde tercih edilmesi gereken yöntem olmalı; farklı bir düşünceyi / muhalifi / modeli /
mezhebi her ne pahasına olursa olsun yok etmek isteyen cedel yönteminden bu anlamda uzak
durulmalıdır. Uyanık’a göre Farabi’nin yaptığı da budur. O, “Hakikat”i burhan yöntemini
merkeze alarak farklı perspektiflerden anlamaya çalışan modelleri bir “düşünce pazarı”
kurarak sergilemeye çalışmıştır. Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı eseri de bu metodolojinin
hareket noktasını oluşturmalıdır.
214
Son olarak Türk Felsefesinin oluşumundaki diğer sacayaklarını kelam, fıkıh ve
tasavvuf olarak belirleyen Uyanık, filozofların dinden bir felsefe oluşturduklarını ve daha
sonra bunu da metafiziğe dönüştürdüklerini ifade eder. Felsefe, kelam ve tasavvuf
kullandıkları yöntem farklılıklarına rağmen “Hakikat”ı anlatan eş disiplinlerdir; bu üç disiplin
bakış açılarını yeniden güncellemeli ve yeni teoriler ortaya atmalıdır.
Dostları ilə paylaş: |