2.3 FİZYOLOJİ
Pankreas ekzokrin ve endokrin sekresyon fonksiyonu olan bir organdır. Dış salgı
asinus hücreleri, iç salgı ise Langerhans adacık hücreleri tarafından gerçekleştirilir.
8
Endokrin sekresyon (insülin ve glukagon) yaşamın sürdürülmesi için mutlak gereklidir.
Ekzokrin sekresyon ise barsak lümenine sindirimi geniş ölçüde kolaylaştıran sodyum
bikarbonat ve sindirim enzimlerinin salınımından sorumludur (1,14).
Ekzokrin Salgı Fonksiyonu:
İnsan pankreasının günlük 1500-2500 ml berrak, kokusuz, ekstraselüler sıvı ile
izotonik ve pH'ı 7,0-8,3 arasında değişen alkali yapıda ekzokrin salgısı vardır. Bu
salgının hızı yemek aralarında 0,2-0,3 ml/dk. olup sekretin stimülasyonu ve normal bir
yemeği takiben akım hızı dakikada 4.5ml. gibi bir değere ulaşabilmektedir. Özgül
ağırlığı 1.007-1.042 arasında değişir. Bu salgıdaki temel katyonlar Na
+
ve K
+
olup
konsantrasyonları plazmadakine benzerdir. Başlıca anyonları klor ve bikarbonat olup bu
iki anyonun toplamı sabittir (150 mEq/L). Akım hızı arttıkça bikarbonat konsantrasyonu
artar, buna karşı klor konsantrasyonu azalır. Bikarbonat konsantrasyonu sekretin ile
stimülasyonu takiben 145 mEq/L'ye kadar çıkabilmektedir. Ekzokrin pankreas salgısı
bazal şartlarda 0,3 mg/ml protein içermektedir. Bu miktar kolesistokinin (CCK) ve
sekretin (SEC) ile stimülasyon sonrası 7 mg/ml'ye çıkar. Bu proteinlerin % 90'ını
enzimler ve proenzimler oluşturur. Bu enzimler arasında 2 amilaz, 3 tripsinojen, 4
prokarboksipeptidaz, 1 kimotripsinojen, 2 elastaz, 1 profosfolipaz, 1 pankreatik esteraz,
2 kolipaz bulunmaktadır. Bunların dışında fonksiyonlarının ne olduğu bilinmeyen 4
glikoprotein, tripsin inhibitörü, alkalen fosfataz, lizozomal enzimler, DNAaz, RNAaz ve
immünoglobulinler de az miktarda gösterilmiştir. Pankreas salgısında sadece lipaz ve
amilaz aktif şekilde bulunur. Proteolitik enzimlerin tamamı ve kolipaz inaktif
proenzimler halinde salınmaktadır. Bu inaktif enzimlerin aktivasyonu duodenum
mukozasından salınan enterokinaz enziminin tripsinojenden tripsin oluşturması ve
tripsinin sırası ile diğer proenzimleri aktive etmesi ile olmaktadır. Ekzokrin pankreas
salgısının kontrolünde diğer vücut sistemlerinde olduğu gibi hormonal ve sinirsel olmak
üzere iki ana mekanizma söz konusudur. Ancak her iki sistem arasındaki yakın
etkileşimden dolayı bu ayrım mutlak olmaktan uzaktır. Hormonal kontrolün temel
elemanları sekretin ve kolesistokinindir. Sekretin duodenumun asidifıkasyonu sonucu
ince barsaktaki yüzey epitel hücrelerinden salınmaktadır. 27 amino asidli bu polipeptid
1902 yılında ilk tanımlanan hormon olup keşfi endokrinolojinin doğmasına yol açmıştır.
Bikarbonat salınımını çok şiddetli, enzim salınımını ise daha zayıf bir biçimde
uyarmaktadır. İkinci temel eleman kolesistokinin (pankreozmin) 33 amino asidli bir
9
polipeptid olup ince barsak kript hücrelerinin aminoasitlerle karşılaşması sonucu
salınmaktadır. Enzimden zengin pankreas salgısına yol açmakta, bikarbonat salınımını
ise zayıfça uyarmaktadır. Bu iki temel hormonun dışında gastrin, pankreatik polipeptid,
glukagon gibi diğer hormonlar da ekzokrin pankreas salgısına etkili iseler de bu etkileri
oldukça azdır. Ekzokrin pankreas salgısının kontrolünde ikinci ana mekanizma sinirsel
kontrol olup vagusun uyarılması sonucu asetilkolinin asiner hücrelere doğrudan etkisi
ve dolaylı olarak da mideden asid salınımı ile etkisini gösterir. Trunkal vagotominin
pankreas salgısını azalttığı, proksimal gastrik vagotominin ise salgı üzerine bir etkisinin
olmadığı gösterilmiştir (1,14).
Ekzokrin Pankreas Sekresyonunun Fazları:
1. Açlık sekresyonu: Pankreasın bazal salgısı çok düşük olup bu durumda maksimal
bikarbonat ve enzim salgıları sırası ile % 2 ve % 15 seviyesindedir. Bazal durumda salgı
için uyarı midenin açlık kontraksiyonları sırasında asid salgısı artışına sekonder sekretin
salınımının yol açtığı volüm ve bikarbonat salınımıdır.
2. Yemeğe cevap: Bu durumda ekzokrin pankreas salgısı stimulusun oluştuğu yere göre
sefalik, gastrik ve intestinal fazlara ayrılabilir.
a. Sefalik faz: Pankreas salgısı, yemek yenirken uyarılan şartlı ve şartsız reflekslerle
başlar. Yiyeceğin tadı, görünümü, beraberindeki sesler ve kokular hep birlikte refleks
olarak vagus sinirlerindeki afferent lifleri uyarır. Böylece yalancı beslenme (Sham
feeding) ile enzim salgısı maksimum sekresyonun % 90'ına bikarbonat ise % 50' sine
ulaşmaktadır. Bu kademenin başlıca amacı pankreas enzimlerini asinus hücrelerinden
toplayıcı kanallara atmaktır. Bikarbonat artışı ise mide asid salgısının sekretini uyarması
sonucu olur.
b. Gastrik faz: Önemi tam anlaşılamamıştır. Gastrinin zayıf bir pankreas salgısı
uyaranı olduğu gösterilmiştir (CCK' nin 1/100'ü). Öte yandan yiyeceklerin mideye
girmesiyle artan antral distansiyonun gastrin salınımından bağımsız olarak pankreas
salgısını stimüle ettiği öne sürülmekle beraber kanıtlar yeterince güçlü değildir
(anteropankreatik refleks).
c. Intestinal faz: Pankreasın ekzokrin salınımında en önemli safhadır. Esas olarak CCK
ve sekretin salınımına bağlıdır. Bu kademeye gelinceye kadar elektrolitler henüz
salınmamaktadır. Vagus ve gastrin etkisiyle midede meydana gelen asid, kimus ile
10
birlikte duodenuma gelince sekretin ve kolesistokinin hormonları çok önemli rol
oynarlar. Parsiyel gastrektomiden sonra yenilen yemeğe karşı gelişen pankreas salgısı
oldukça azalır. Duodenum ve proksimal jejenum mukozasının asid, peptonlar, yağ
asidleri, amino asidler ve olasılıkla su ile karşılaşması sonucu açığa çıkan sekretin,
pankreastan su ve elektrolitlerin salgılanmasından birinci derecede sorumludur.
Duodenum içi pH 5,0’dan 3,0' a düştüğünde bikarbonat salgısının arttığı, bu pH
değerlerinin altında ise pankreas özsuyunun salgılanma hızının da arttığı deneysel
olarak gözlenmiştir. Pankreastan su ve bikarbonat salınmasında sekretinin tek etmen
olmadığı, duodenumdan salınan VİP (vazoaktif intestinal peptid)'in de etkin olduğu
bilinmektedir. Kolesistokinin duodenum ve jejenum mukozasından yiyeceklerin
kimyasal etkileri ile açığa çıkar ve pankreas enzimlerinin salgılanmasında önemli rol
oynar. Kolesistokinin salgılatan en önemli etmenler lümen içi yağ ve protein sindirim
ürünleridir (1,14).
Ekzokrin pankreas fonksiyonu hayatın sürmesi için gerekli olmakla beraber total
pankreatektomi sonrası enzim replasmanı olmaksızın hayatın sürmesi mümkündür.
Enzim salgısı normalin % 1'inin altına inse bile diyetteki yağların ve proteinlerin % 30-
40 kadarının emilimi mümkün olmaktadır. Ancak steatore, kilo ve kas kitlesinin kaybı
nedeniyle hasta sağlığını büyük ölçüde kaybeder. Pankreasın rezerv kapasitesi oldukça
yüksek olup steatorenin çıkması için bezin % 90' ın üzerinde tahrip olması
gerekmektedir (1,14).
Endokrin Salgı Fonksiyonu:
Langerhans adacıkları pankreas kitlesinin %1-2 kadarını oluştururlar ancak toplam
pankreas kan akımının %20’sini alırlar. Pankreatik parankim boyunca yayılmışlardır,
ancak hormon salgılayan hücrelerin bazıları özel alanlara toplanmışlardır. Tüm
hücrelerin %60’ını oluşturan insülin salgılayan hücreler eşit dağılmışlardır ve genellikle
her adacığın merkezinde yerleşmişlerdir. Etrafında glukagon (adacık hücrelerin (%15-
20), somatostatin (%5-10), pankreatik polipeptit (%15-20) salgılamak üzere özelleşmiş
diğer hücreler katman şeklinde çevrelenmiştir (2,14).
İNSÜLİN: Adacık beta hücrelerinden salınan iki polipeptit zincirinden oluşan 51
aminoasitlik bir polipeptittir. İnsülin tüm vücut hücrelerinde glukoz alımını arttırıp,
glıkogenezi uyarıp, glukoneogenezi inhibe ederek kan glukozunu düşürür. Ayrıca
lipogenezi uyarır, lipolizi, inhibe eder ve protein sentezini arttırır (2,14).
11
GLUKAGON: Adacık alfa hücrelerinden salınan tek zincirli 29 aminoasitten oluşan bir
peptittir. Hepatik glikojenolizi ve glıkoneogenezis ile kan glukozunu arttırır. Glukagon
ayrıca oddi sfinkteri, mide ve duedonum gibi düz kasların dilatasyonunu sağlar (14).
SOMOTOSTATİN: Adacık delta hücrelerinden salınan 14 aminoasitlik bir peptittir.
Somatostatinin çoğu inhibitör olan geniş bir etki spektrumu vardır. Bunlar gastrin,
sekretin, VIP, PP, gastrik asit, pepsin ve glukagonun salgılanmasını baskılar. Glukoz
homeostazisinde rolü vardır (14).
PANKREATİK POLİPEPTİT: PP hücrelerinden çıkan 3 aminoasitlik bir peptittir. PP
pankreatik ekzokrin fonksiyonunu inhibe eder. Oral yoldan alınan protein, vagal
kolinerjik stimülasyon ve hipoglisemi PP salınmasının güçlü bir uyarıcısıdır (2,14)
2.4 AKUT PANKREATİT
Pankreatit, pankreasın kendi enzimlerinin aktivasyonu, interstisyel sızması ve
kendini sindirmesi sonucu oluşan, sık görülen non-bakteriyel, yangısal hastalığıdır.
1983 ve 1984 yıllarında Cambridge ve Marsilya' da yapılan toplantılarda daha
önceki sınıflamalara göre daha basit bir sınıflandırma yapılarak pankreatit klinik,
morfolojik ve fonksiyonel değişikliklere göre akut ve kronik olmak üzere iki grupta
toplanmıştır. Bu sınıflandırmaya göre akut pankreatit akut karın ağrısı ve pankreatik
enzimlerin kanda ve idrarda yükseldiği durum olarak tanımlanmıştır. Atakların çoğu
bening bir seyir göstermekle beraber, şiddetli ataklarda şok, böbrek yetmezliği, solunum
yetmezliği gelişebilmektedir. Primer nedenin ortadan kaldırılmasıyla pankreasta
meydana gelen morfolojik değişiklikler tamamen normale dönmektedir. Akut
pankreatitin kronik pankreatite dönüşümü olağan değildir. Kronik pankreatit ise klinik
olarak tekrarlayan karın ağrısı ile karakterizedir. Tekrarlayan bu atakların sonucunda
pankreasın endokrin ve ekzokrin fonksiyonlarında yetmezlik tablosunun gelişmesi
oldukça sıktır (1).
Pankreatitler akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bu çalışmamız akut
pankreatitler ile ilgili olduğu için burada akut pankreatitler bahsedilecektir.
12
2.4.1. AKUT PANKREATİT SINIFLANDIRMALARI
Akut pankreatit önceleri ağrı, bulantı ve kusma gibi semptomların şiddetine göre
sınıflandırılırken, daha sonraları psödokist, abse ya da ölüm gibi komplikasyonların
varlığı şiddet tanımlayıcısı olmuştur. Daha sonraları Ranson ve İmrie başta olmak üzere
bazı prognostik kriterler ile APACHE ya da sepsis skorlama sistemleri de ortaya
atılmıştır. Berger ve Buchller ise 1990’lı yıllarda ‘’şiddetli’’ akut pankreatit için yeni bir
kriter olarak pankreatik nekroz tanımlamasını kullanmışlardır. Tanımlamalar ve öneriler
karmaşası ard arda gelince 1992 yılında toplanan ve bu konuda söz sahibi kırk katılımcı
ile yapılan "Atlanta Konsensusu"nda akut pankreatit ve komplikasyonları için ortak bir
sınıflama elde etmek hedeflenmiştir. Toplantının bugün de geniş kabul gören sonucuna
göre şiddetli akut pankreatit, organ yetmezliği ve lokal komplikasyonların (nekroz,
pseudokist ve abse) varlığı demektir (2,16).
Tablo-1: Akut pankreatit sınıflandırılması (2)
Beger Sınıflaması
Atlanta Sınıflaması
1- Ödematöz tip
1- Hafif tip
2- Nekrotizan tip
a-Steril
b-İnfekte
2- Ağır tip
3- Pankreas absesi
3- Nekrotizan tip
a- Steril
b- İnfekte
4- Psödokist
4-Pankreas absesi
5-Psödokist
6-Peripakreatik
sıvı
Akut pankreatit seyrinde ilk değişiklikler, pankreasın interstisyel septumu boyunca
yer alan yağ dokusunda nekroz ve az miktarda PNL infiltrasyonu şeklinde başlar.
Asiner hücreler sağlamdır. İnterstisyumda ödem ve hücre infiltrasyonu ile karekterize
histopatolojik değişiklikler oluşur. Bu tablo ödematöz pankreatit olarak adlandırılır.
Olguların %70-80’inde patoloji bu haliyle sınırlı kalma eğilimi gösterir. Olaya glandüler
13
hücreler ve yağ dokusunun koagülasyon nekrozu eklenirse nekrotizan pankreatit tablosu
gelişir. Nekroz pankreasın tümünü uniform olarak tutmayabilir. Nekrotik alanlar
arasındaki sağlam bölgeler pankreasa benekli bir görünüm kazandırır. Damar
duvarlarının aktive elastaz nedeniyle tahrip olması sonucu hemorajik pankreatit gelişir.
Hemoraji dokuları diseke ederek cilt altına kadar ulaşabilir. Ölü dokular, pankreatik
sıvı, kan ve yağ damlacıkları pankreas içinde veya kenarında birikerek psödokistlere
neden olur. Bu psödokistler retroperitoneal olarak büyüyebildikleri gibi, komşu
organlara bası yapacak şekilde herhangi bir yönde büyüyebilirler. Aktive olmuş
pankreas enzimleri ve inflamatuar hücrelerin peritona iritatif etkileri sonucu sıvı
kolleksiyonu olur. Bu sıvı en sıklıkla omentum minusta olmak üzere intraperitoneal
(asit), diyafragmatik lenfatikler yoluyla intraplevral (plevral efüzyon) olabilir. Nekrotik
materyal ve pankreas sıvısı içeren koleksiyonlar enfekte olması sonucu pankreas
abseleri meydan gelebilir. Pankreas abseleri, enfekte psödokistler ve enfekte nekrozu
ayrı histopatolojik durumları temsil ederler (1,3,14).
2.4.2 ETYOLOJİ
Amerika Birleşik Devletleri’nde akut pankreatit %80-90 oranında safra taşlarına ve
alkol kullanımına bağlı ortaya çıkmaktadır. Yapılan istatistiklere göre her iki neden için
benzer oranlar verilse de safra taşlarına bağlı akut pankreatit daha sık olarak
saptanmaktadır. Ülkemizdeki sıklığı ile ilgili sağlıklı veriler olmamasına rağmen en sık
neden safra taşlarıdır. Tablo-2 de akut pankreatit nedenleri özetlenmiştir (2).
Tablo-2 Akut pankreatit nedenleri
MEKANİK
METABOLİK
VASKÜLER
İNFEKSİYÖZ
Kolelitiazis
Postoperatif
Pankreas divisum
Posttravmatik
ERCP
Pankreas kanal
obst.
Duedonal obst.
Tümörler
Alkol
Hiperlipoproteine
mi
İlaçlar (azotioprin,
östrojen, tiazidler,
furosemid,
tetrasiklin,
kortikosteroid,
metildopa,
sülfonomid)
Hipotansiyon
Kardiopulmoner
bypass
Arterioembolizasyon
Vaskülitler
Viral(Coxackie,
EBV,CMV, Hepatit A)
Parazitler(Askaris,
Clonorchis sinensi)
Bakteriyel(Mycoplazma,
Campylolbacter,
Legionella)
14
Alkole bağlı olmayan akut pankreatitte yaklaşık %60 oranında safra taşı
saptanmıştır. Safra taşı olan popülasyonun yaklaşık %3-7 akut pankreatit gelişme riski
bulunur ve akut pankreatitli olguların %17’sinde koledokolitiazis saptanmıştır. Eğer ilk
akut Pankretit atağından sonra kolesistektomi yapılmaz ise %36-60 (2) ve %60-80 (14)
gibi yüksek oranlarda tekrarlayan akut pankreatit atakları bildirilmiştir. (1,2)
Endoskopik retrograd kalonjiopankreatografi (ERCP) komplikasyonu olarak
gelişen akut pankreatit atağı sıklığı % 1-3 olarak bildirilmektedir. Özellikle agresif
endoskopistlerin olduğu yerlerde ve özellikle endoskopik sfinkterotomi ve stentlerin
yerleştirilmesi gibi ERCP’ye ek işlemler yapılıyorsa, hastaların % 5’inde akut pankreatit
gelişir (17).
Hastaların % 5-10’nunda akut pankreatit etyolojisi saptanamamaktadır. Herediter
pankreatit nadir otozomal dominat bir durumdur. Bu hastalıkta, tripsinojen enzimini
kodlayan gendeki mutasyon, tripsinojenin asiner hücrelerde aktive olmasına ve normal
koruyucu mekanizmanın bozulmasına yol açmaktadır (3).
2.4.3 PATOGENEZ
Her ne kadar insanlarda akut pankreatite neden olan pankreatik enzim
aktivasyonunun nasıl gerçekleştiği bilinmiyorsa da akut pankreatitin bezin kendi
enzimleri tarafından sindirilmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Deneysel çalışmalara temel teşkil eden patogenetik hipotezler aşağıda sıralanmıştır.
Obstrüksiyon-Sekresyon: Hayvanlarda pankreatik kanalın bağlanması sonucu
insanlardaki hafif ödematöz pankreatit tablosu ile uyumlu pankreatik ödemle sonuçlanır.
Pankreas sekresyonunun uyarılması ile birlikte kısmi kanal dilate olur ve ileri derecede
pankreas inflamasyonu ortaya çıkar. Pankreas kanalını tıkayan safra taşları da akut
pankreatite neden olabilir. Akut alkolik pankreatitinde benzer bir mekanizması olabilir.
Mideye gelen alkol, gastrik asit sekresyonuna buda duedonuma geçerek sekretin
salgılanmasına yol açar. Bunun sonucunda Pankreas sekresyon yapması için uyarılmış
olur. Alkol ayrıca oddi sfinkter spazmına yol açarak pankreas akımına engel olur.
Ancak bu teori pankreatik enzimlerin aktive olarak kendi kendilerini sindirmeyi
başlatan mekanizmayı açıklamaz (1,2,14).
15
Ortak kanal teorisi: Safra yolu taşının Vater ampullasını tıkayarak pankreatik
kanalda safra reflüsüne neden olduğu öne sürülmektedir. Bu hipotez tartışılmaya devam
etmektedir. İnfekte safra, dekonjuge safra tuzlarını ve lesitini içinde barındırır.
Pankreatik sıvıda bulunan fosfolipaz A lesitini izolesitine çevirir. Geçirgenlikteki artış
sonunda pankreatik enzimler etraftaki pankreatik parankime sızar. Bu da pankreatiti
başlatabilir. Pankreatik hasarın altında bu mekanizmanın yattığı savunulmaktadır. Diğer
taraftan taze safra duktuslarına zararlı değildir ve insanların % 90’nında ortak kanal
safra reflüsüne neden olamayacak kadar kısadır. Ayrıca pankreas salgı basıncı daima
safra basıncından yüksek olup distal tıkanıklarda akımın yönü pankreastan safra
yollarına doğrudur (1,2,14).
Duedonal reflü: Deneysel olarak hayvanlarda, duodenal içeriğin ampulla Vateri’den
pankreatik kanallara reflüsünün pankreatit oluşturduğu gözlenmiştir. Duodenum içi
basıncın arttığı durumlarda Oddi sfinkterinde de yetersizlik mevcutsa aktif enzimler
pankreas kanalını geçerek akut pankreatit oluşturabilirler. Bunun klinikteki örneği
subtotal gastrektomi ve Billroth II tipi ameliyat geçirmiş hastalarda, postoperatif
dönemde görülen akut pankreatitlerdir. Yine de duedonal duvar ve oddi sfinkterinin
yapısında bulunan mekanizmalar reflüyü etkin bir şekilde önler ve bu mekanizmanın
pankreatite yol açtığına dair kesin bir kanıt yoktur (1,2,14).
Artmış pankreatik duktal permeabilite: Hayvan deneyleri çok çeşitli durumlarda
pankreatik kanalların geçirgenliğinin artığını, pankreatik enzimlerinde dışarı
sızabileceğini göstermektedir. Bunlar arasında etonol alımı, kanalın dekonjuge safra
tuzlarına doğrudan maruz kalması, obstrüksiyon varlığı ve hiperkalsemi vardır. Yine bu
durumda enzim aktivasyonunu nasıl olabileceği bilinmemektedir (14).
Enzim Otoaktivasyonu: Deney hayvanlarında tripsinojenin intrapankreatik oto
aktivasyonu gösterilmiştir. Ancak enzim otoaktivasyonunun insanlarda pankreatite
neden olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur (14).
Son görüş etyolojiden bağımsız olarak akut pankreatitin primer asiner hücre
ölümünden kaynaklandığıdır. Akut pankreatit asiner hücrelerden ekzokrin enzim
sekresyonunun inhibisyonu ile veya az sıklıkla, herediter pankreatitte olduğu gibi,
tripsinin, inaktif prekürserü tripsinojenden primer hücre içi aktivasyonu ile başlar. Yani
akut pankreatitin sindirim enzimlerinin prematür hücre içi aktivasyonu ile birlikte
primer asiner hücre ölümünden kaynaklandığıdır. Proteaz, lipaz, amilaz, fosfataz, ve
16
elaztaz gibi aktive edilmiş enzimlerin parankim içine salınımı, pankreasın ve çevre
organların kendi kendisini sindirmesine yol açar (3).
2.4.4 KLİNİK BULGULAR
Tipik akut pankreatit atağı şiddetli ve sürekli epigastrik veya sırta yayılan üst
abdominal ağrı ile başlar. Sıklıkla ağır bir yemeği takiben olur ve bulantı ısrarlı kusma
ve geğirme ile birliktedir. Ağrı devamlı olup künt ya da batıcı tarzdadır. Hafif
pankreatitli olgularda ağrı genellikle 1-3 gün devam eder ve daha uzun süren ağrı
pankreatitin ciddi olduğunu gösteren önemli bir bulgudur.
Erkenden ortaya çıkan ikinci belirti, devamlı ve yineleyen kusmalardır. Olguların
%60-90'ında görülür. Bu olay hastalığın ağır şekillerinde görülen dehidratasyona sebep
olur. Kusmayı takiben, safra koliği geçiren hastalarda görülen rahatlama, akut
pankreatitte görülmez. Ağır durumlarda hematemez de gelişebilir.
İlk birkaç gün içerisinde hastanın ateşi 37.8-38.9°C'ye kadar yükselebilir. Vücut
ısısı 39°C'yi aşan olgularda psödokist, infekte pankreatik nekroz, kolanjit, pnömoni,
komşu organların yangısal hastalıkları gibi komplikasyonları düşünmek gerekir.
Periumblikal bölgede (Cullen belirtisi), Lomber boşluklarda ( Grey Turner
belirtisi), inguinal ligamentin altında (Fox belirtisi) mavimsi mor lekeler, hemorajik
pankreatiti gösteren fasiyal tabakalar boyunca subkutan dokuya kan veya kanlı asitin
yayılmasıyla oluşan ve nadir rastlanan lezyonlardır.
Sarılık, hastaların %20-30 kadarında görülür. Koledok kanalı taşları veya
koledoğun şişmiş, enflame pankreas tarafından bastırılması, enflamasyonun azalmasıyla
ortadan kalkan bir sarılığa yol açabilir. Sarılık ayrıca damar dışına çıkmış kanın
parçalanmasından oluşan fazla miktarda bilirubine ve bunun sonucu oluşan hepatik
disfonksiyon ve hepatik anoksiye bağlı olabilir.
Hipokalsemik tetani nadir rastlanan (%1) ve kötü prognozu gösteren bir bulgudur.
Subkutan yağ nekrozuna bağlı eritema nodozum benzeri lezyonlara hastalığın ileri
evrelerinde rastlanabilinir (10,14).
Dostları ilə paylaş: |