T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
HAYDARPAŞA NUMUNE
EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
3. İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Klinik Şefi: Doç. Dr. Refik DEMİRTUNÇ
VİTİLİGOLU OLGULARDA SEROLOJİK
TESTLERLE ÇÖLYAK HASTALIĞI
ARAŞTIRILMASI
Dr. Gökhan DURSUN
(Uzmanlık Tezi)
İSTANBUL 2009
1
ÖNSÖZ
İç hastalıkları asistanlığı eğitimim boyunca benden yardım, bilgi ve
desteğini esirgemeyen, değerli hocam, tez danışmanım, 3. İç Hastalıkları Kliniği Şefi
Doç. Dr. Refik DEMİRTUNÇ’a, başasistanım Dr. Mehmet Ali TARIM’a,
uzmanımız Dr. Gül BABACAN ABONONU’ya
Rotasyonlarım süresince deneyimlerinden yararlandığım Enfeksiyon
Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği Şefi Sn Doç. Dr. Paşa GÖKTAŞ’a,
Biyokimya ve Klinik Biyokimya Klinik Şefi Sn Dr. Sacide ATALAY’a,
Tezimin hazırlanması sırasında gece gündüz demeden hiçbir maddi ve
manevi desteğini esirgemeyen Cildiye Kliniği Uzmanı Dr Fatih GÖKTAY’a
Asistanlığım süresince beraber çalıştığım asistan arkadaşlarım Sevil, Emel,
Başak ,Meryem, Arzu, Hakan, Güven, Semiha, Fatih, Nalan, Alper, Hilal, Seyit,
Meral, Hicret, Bahar ve Tolga’ya
Servisimizin bütün hemşire ve personeline;
Tezimin hazırlanması sırasında yardımlarını ve desteğini esirgemeyen eşim
Zeynep’e
Bugünlere gelmemde her türlü fedakarlığı gösteren ve hiçbir desteğini
esirgemeyen anneme, babama ve kardeşlerime sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Dr. Gökhan DURSUN
2
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR
3
GİRİŞ VE AMAÇ
4
GENEL BİLGİLER
6
MATERYAL VE METOD
48
BULGULAR
51
TARTIŞMA VE SONUÇ
55
ÖZET
60
KAYNAKLAR
62
3
KISALTMALAR
IgA
: Immunglobulin A
IgG
: Immunglobulin G
IBS
: İrritabl barsak sendromu
NASH
: Non Alkolik Hepatosteatoz
SMO
: standardize mortalite oranları
AGA
: Antigliadin Antikor
ÇH
: Çölyak Hastalığı
EMA
: Endomisyum antikor
tTG
: Tissue Transglutaminaz
EC
: Epitelyal cell
İEL
: İntraepitelyal Lenfosit
NPY
: Nöropeptid Y
4
GİRİŞ VE AMAÇ
Vitiligo epidermisteki melanosit kaybına bağlı olarak gelişen
beyaz renkli yama tarzında maküler lezyonlarla karakterize
depigmentasyonla seyreden bir hastalıktır (1). Hastalık genel
popülasyonun % 0,5- 2 ’ sinde görülmektedir. Doğumdan hemen
sonra veya yaşamın herhangi bir evresinde ortaya çıkabileceği gibi
ortalama başlangıç yaşı 20 ’li yaşlardır (2).
Vitiligonun etyolojisinde otoimmun faktörlerin önemli bir rol
oynadığı ileri sürülmektedir. Çeşitli çalışmalarda melanosit yüzey
antijenlerine ve sitoplazmik antijenlerine karşı otoantikorların varlığı
tesbit edilmiştir (3). Hastalığın tedavisinde kortikosteroid ve kalsinöron
inhibitörleri gibi immunmodülatör ilaçların etkili olması ve vitiligolu
olguların alopesi areta, diabetes mellitus, pernisyöz anemi, Addison
hastalığı, Hashimato tiroiditi ve otoimmun tiroidit ile birlikte görülmesi
hastalığın patogenezinde otoimmun faktörlerin rol aldığını destekleyen
bulgulardır (4,5,6,7).
Çölyak hastalığı buğday, arpa, çavdar aracılığıyla gluten veya
glutenle ilişkili protein alımından sonra ince barsak malabsorbsiyonu ile
karakterize otoimmun bir hastalıktır (8).Önceden sadece çocukluk
çağında ortaya çıkan nadir görülen bir hastalık olarak bilinirken,
günümüzde her yaşta teşhis edilebilen sık görülen bir durum olarak
kabul edilmektedir. Glutensiz katı bir diyetten sonra klinik ve histolojik
düzelme olup yeniden gluten alımıyla klinik alevlenme ile gider (8,9).
Klinik sıklığı 1/3345 olarak görüldüğü halde serolojik testlerle
taramalarda dünya çapında prevalansının 1/266 olduğu gösterilmiştir
(8,9). Kadınlarda erkeklerden 2-13 kat daha sık görülmektedir (8).
5
Çölyak hastalığı ince barsak mukozasını etkiler , submukoza ve
seroza tutulumu genellikle yoktur. Mukozal lezyonların şiddet ve
yaygınlığı oldukça değişkendir (10).
Çölyak hastalığının etyolojisinde otoimmun faktörlerin rol aldığı
ileri sürülmektedir. Gliadin ve ilgili prolaminlere karşı humoral ve hücre
aracılı kanıtlar mevcuttur. Tedavi edilmemiş hastaların ince barsağında
immun globin üreten B hücrelerinde artış vardır (11). Düz kası
çevreleyen konnektif doku yapısı olan endomisyuma karşı gelişen Ig A
antikorları çölyak hastalığı için tipiktir.
Patogenezde hücre aracılı immun yanıt da önemlidir (8,12).
Tedavi edilmemiş hastalarda ince barsak mukozasındaki çoğu T hücresi
aktif olmuştur ve interferon ve TNF alfa gibi proinflamatuar mediatörler
salınır (9,13). Tedavisinde kortikosteroid, TNF alfa antikoru gibi
immunsupresif tedavilerin kullanılması otoimmun patogenezi
destekleyen bulgulardır (8,14) .Yine otoimmun, endokrin ve neoplastik
hastalıkların prevalansının çölyak hastalığında artmış olduğunun
gösterilmesi otoimmuniteyi destekleyen bulgulardır (15,16,17,18).
Bu çalışmada amacımız alopesi areata, Addison hastalığı, diabetes
mellitus, otoimmun tiroidit, Hashimato tiroiditi, pernisyöz anemi gibi
otoimmun hastalıklara eşlik ettiği bilinen vitiligo hastalığı ile
patogenezde yine otoimmunitenin rolü olduğu bilinen diabetes mellitus
ve otoimmun tiroidit gibi hastalıklarda prevalansının arttığı tesbit edilen
çölyak hastalığının ilişkisinin olup olmadığını araştırmaktadır.
6
GENEL BİLGİLER
ÇÖLYAK HASTALIĞI
Tanım
Gluten duyarlı enteropati veya çölyak sprue olarakta adlandırılan
çölyak hastalığı, insanlarda en sık görülen otoimmun karakterli ve besin
kökenli bir ince barsak hastalığıdır (19,20). Buğday gluteninin gliadin
fraksiyonu ve arpa ile çavdardaki buna benzeyen, alkolde eriyen
proteinlerin (prolaminler) genetik olarak yatkın kişiler tarafından
yenmesi sonucu tetiklenen hücresel ve humoral immun sistem
aktivasyonu ile karakterize bir enteropatidir. Gluten alımına bağlı
olarak ince barsak mukozasında hasar gelişir. Sıkı glutensiz diyet ile bu
mukozal hasarda düzelme olur, diyete gluten eklendiğinde ise mukozal
hasar gelişebilmektedir (19,20).
Günümüzde çölyaklı bireylerin doğuştan genetik bir yatkınlığa
sahip olduğu ve bunun uygun çevresel koşullar altında hastalığa
dönüştüğü kabul edilmektedir (21). Çölyak hastalığı hayatın herhangi bir
döneminde ortaya çıkabilir. Belirtiler çocukluk yaş döneminde özellikle
küçük yaşlarda daha klasik olup, kronik durdurulamayan ishal, büyüme
geriliği ve karın şişkinliği ile karakterizedir. Daha ileri yaşlarda ise
gastrointestinal sistem dışı daha farklı bulgularla veya daha hafif
şekillerde karşımıza gelebilmektedir (22).
Tarihsel Gelişme
Anadolu’lu bir hekim olan Arateus, milattan sonra ikinci yüzyılda
Kapadokya’da malabsorbsiyonu ilk kez tanımlamıştır (23). Çölyak
hastalığı terimini 1888 yılında ilk kez bir İngiliz hekim Samuel Gee ,
7
‘‘On the Coeliac Affection’’ kullanmış, tropikal ve tropikal olmayan
sprue’nun aynı hastalık olduğunu sanmıştır, bununla birlikte
tanımlayamadığı bir beslenme etkeninden kuşkulanmıştır (24). Bununla
birlikte hastalığın etyolojisi ve tedavisinde İkinci Dünya Savaşı’na kadar
ciddi bir gelişme olmamıştır. Hollandalı pediatrist Dicke İkinci Dünya
Savaşı sırasında hastalığın relapslarının azaldığını ancak savaştan sonra
relapsların arttığını gözlemlemiş ve bunun savaş sırasında tahıl
ürünlerinin tüketiminin azalmasına bağlı olduğunu belirtmiştir. Bu,
hastalığın etyolojisi ve tedavisi ile ilgili ilk gelişmedir (23,25). 1954
yılında Paulley çölyak hastalarında karakteristik intestinal lezyonları
tariflemiştir (26). Son 15 yılda genetik, immun ve moleküler
çalışmalarda artma nedeniyle çölyak hastalığının patogenezini
aydınlatacak büyük gelişmeler olmuştur. 1986 da Howell ve arkadaşları
çölyak hastalığının spesifik HLA klas 2 DQ haplotipleri ile ilişkisinin
olduğu tesbit edilmiştir (27).
Prevalans
Önceleri çölyak hastalığının oldukça seyrek görülen bir hastalık
olduğu ve genel populasyonda prevalansının 1:1000 ile 1:8000 arasında
olduğu tahmin edilmekteydi (28,29). Daha sonraları serolojik tarama
metodlarının tesbiti, genetik ve moleküler gelişmeler neticesinde
hastalığın düşünülenden çok daha sık görüldüğü anlaşılmıştır (30,31).
Halen hastalığın gerçek prevalansı bilinmemektedir. Hastalık her zaman
belirgin klinik bulgularla seyretmemektedir. Çölyak hastalarının
çoğunluğu minimal semptomlara sahip veya semptomsuz olabilmektedir.
Bu nedenle birçok hastaya tanı koyulamamaktadır (32). Hastalık
çoğunlukla sessiz veya atipik şekilde olabilmektedir. Otörler bu hastalığı
8
buzdağına benzetmişlerdir. İşte buzdağının altında kalan bu sessiz ve
atipik formlar genellikle tanı alamamaktadır (19).
Klinik sıklığı 1/3345 olarak görüldüğü halde serolojik taramalarda
dünya çapında prevalansının 1/266 olduğu gösterilmiştir (8,9). Çölyak
hastalığı belirgin coğrafi değişiklikler göstermektedir. Hastalık batı
Avrupa’da yüksek sıklıkla tesbit edilmesine rağmen, Avrupa’nın diğer
ülkelerinde daha seyrek tesbit edilmiştir. Hastalığın Amerika’da sıklığı
ortalama 1/300 olarak bildirilmiştir (30,33). Avrupa’nın diğer ülkeleri
İtalya, İsveç, Avusturya’da benzer sıklıklar tesbit edilmiştir (34,35).
Danimarka’da hastalığın prevalansı diğer Avrupa ülkelerinden 40 kez
daha düşüktür (35). Çölyak hastalığı kadınlarda erkeklerden 2-13 kat
daha sık görülmektedir (8). Türkiye’de Çölyak hastalığı prevalansına ait
yeterli ve sağlıklı veriler yoktur. Elsürer ve arkadaşlarının Doku
Transglutaminaz antikorları ile yaptığı bir taramada Türk
popülasyonunda Çölyak hastalığı prevalansı % 1,3 (1/111) olarak
bulunmuştur (36).
Tanı konulamayan çölyak hastalığının çok sık görülmesi sağlıklı
toplumun hepsinin taranması gerektiğini düşündürmekle birlikte bu
mümkün değildir. Bunun yerine yüksek risk gruplarının çölyak hastalığı
açısından taranması daha uygun gibi görülmektedir.
Tip 1 diabetes mellituslu hastalarda sessiz çölyak hastalığının
artmış sıklığı bir çok çalışmada belirtilmiştir (37,38). Not ve arkadaşları,
2001 yılında yaptıkları bir araştırmada 494 tip1 diabetes mellituslu hasta
ve bunların 824 akrabasında anti endomisyal antikor IgA ve intestinal
biyopsilerle çölyak hastalığı araştırmışlardır. Hastaların % 5,7’sinde ve
bunların akrabalarının %1,6’sında çölyak hastalığı tesbit etmişlerdir. Bu
sonuçlar normal toplumdan anlamlı olarak yüksek bulunmuş (38). Aynı
şekilde yapılan başka çalışmalarda da tip 1 diabetes mellitus ile
9
otoimmun tiroiditis hastalarında artmış çölyak hastalık sıklığı tesbit
edilmiş ve bu tip hastalarda çölyak hastalığı yönünden tarama yapılması
gerektiği belirtilmiştir (38,39).
Sanders ve arkadaşları, irritabl barsak sendromu (IBS) tesbit
ettikleri 300 hastada çölyak hastalığı araştırmışlar ve bunları 300 sağlıklı
kontrol ile karşılaştırmışlar. 300 IBS hastasının 66’ sında antikor
pozitifliği tesbit etmişler ve biopsi ile teyit ettiklerinde 14’ünde çölyak
hastalığı tesbit ederken, kontrollerin 2’ sinde çölyak hastalığı
bulunmuştur. Sonuçta IBS hastalarının çölyak hastalığı açısından
taranması gerektiğini vurgulamışlardır (40).
İtalya’da yapılan bir çalışmada ise, idiopatik hipertransaminazemi
tespit edilen 110 hastanın 10’unda çölyak hastalığı tespit edilmiş. Bu
hastaların hiçbirinde gastrointestinal semptom mevcut değilmiş. Bu
çalışmanın sonucunda araştırmacı tarafından idiopatik transaminaz
yüksekliği olan hastalarda çölyak hastalığının taranması gerekliliği
vurgulanmıştır (41).Sirozda ve steatohepatitli hastalarda da çölyak
hastalığı normal populasyondan fazla gözlenmiş. NASH’lı hastalarda
yapılan çalışmada 30 hastada 4 çölyak hastası (% 13) tesbit edilmiş. Bu
hastalarda glutensiz diyetten sonra karaciğer enzimlerinde belirgin
düzelmeler olmuş (32,42).
Kimleri çölyak hastalığı için tarayalım?
Yukardaki hastalıklar dışında, gastrointestinal semptomları olan
hastaları, gelişme geriliği, gecikmiş puberte, demir eksikliği anemisi,
tekrarlayan düşük yapan bayanlarda ve infertilitede tarama yapılmalı.
Ayrıca dirençli aftöz stomatitis, dental anamel kayıplarında, otoimmun
endokrinopatiler, osteoporozlu hastalar ve çölyak hastalarının birinci ve
ikinci derece akrabalarında da hastalık taranması gerekli gibi
görülmektedir (19,20,32,41,43).
10
Çölyak hastalığı olan şahıslarda mortalite oranları normal topluma
göre 1,9-3,8 kat daha fazladır. Bu genellikle daha sonra gelişen
maligniteler sonucu olur.Glutensiz diyetle mortalitenin düşmesi, diyetin
maligniteye karşı koruyucu olduğunun göstergesidir. Eğer sıkı glutensiz
diyet yapılırsa mortalite oranları normal toplumla aynı düzeylere
gelmektedir (44,45).
Corrao ve arkadaşları 1072 çölyak hastalığı tesbit ettikleri ve
hastalarını 6 yıl takip ettikleri çalışmalarında standardize mortalite
oranları (SMO) 2,0 olarak tesbit etmişler. Bu hastalardan sıkı glutensiz
diyete uyanlarda SMO’nın 0,5’e düştüğünü, diyetine uymayan hastalarda
ise SMO 6,0 olarak bildirilmektedir. Burada da sıkı glutensiz diyetin
mortaliteyi ne kadar azalttığı vurgulanmaktadır. Bu hastalardaki en sık
görülen mortalite nedeni Non-Hodgin lenfoma olarak bildirilmektedir
(45).
ABD’de 1981 ve 2000 yılları arasında 381 çölyak hastasının
43’ünde malignite gelişmiş. 9’ unda tanıdan sonra 7’sinde tanı
zamanında 27’sinde tanıdan önce malignite gelişmiş. Bu hastaların
9’unda Non-Hodgkin lenfoma, 3’ünde ince barsak, 3’ünde kolon, 3’ünde
özefagus, 5’inde meme, 5’inde akciğer kanseri tespit edilmiş. Bu
çalışmaya göre çölyak hastalığında malignite riskinin normal topluma
göre arttığı, bu hastaların en sık Non-Hodgkin lenfoma riski altında
olduğu bildirilmiş. Malignite gelişen hastaların çoğunluğu tanıdan önce
olduğu için erken tanının önemli olduğu, erken tanının malignite riskini
azalttığı vurgulanmıştır (46). İngiltere’de yapılan bir çalışmada ise
toplam 395 çölyak hastasında % 13 ince barsak adenokanseri, % 29 ince
barsak lenfoması tespit edilmiş. Bu lenfomaların % 89’u enteropati
ilişkili T hücreli lenfoma, % 5’inde B hücre lenfoması olarak tespit
edilmiş (47).
11
Patogenez
Çölyak hastalığının patogenezinde intestinal mukozanın glutene
hassasiyeti yatmaktadır. Glutenin mukozaya verdiği hasarın moleküler
mekanizması bilinmemektedir. Çölyak hastalığı, genetik yatkınlığı olan
kişilerde çevresel ajanların (gliadin) tetiklediği bir immun bozukluk
olarak düşünülmektedir.Klinik bulgular, değişken çevresel, genetik ve
immun etkenlere bağlı olarak çeşitlilik gösterir.
Çevresel faktörler
Buğday proteinleri çeşitli depo formlarını içerirler ve çözünürlük
kapasitelerine göre dört grupta katogorize edilirler. Prolaminler,
gluteninler, globulinler ve minör albuminler. Prolaminler alkolde eriyen
fraksiyonlardır. Gluten terimi prolaminler ve gluteninleri içerir. Mukozal
hasarda prolaminler sorumlu tutulmasına rağmen son yıllarda
glutenininde mukozal hasara yol açabileceği gösterilmiştir. Buğday
prolaminleri gliadin olarak anılırlar. Diğer tahıllarda gliadinler
kaynağına göre isim alırlar. Secalin (çavdar), hordein (arpa), avenin
(yulaf) (48). Yulaf, diğer gluten içeren hububatlardakinden relatif olarak
daha küçük toksik prolamin parçası içermektedir, muhtemelen bu
nedenle bazı çölyak hastaları yulafı tolere edebilmektedirler.Yulaf
miktarı ile hastalığın şiddeti arasında önemli bir ilişki vardır (49). Çölyak
hastalığındaki tahılların toksisitesi Tablo 1 de gösterimiştir (50).
12
Tablo 1: Çölyak Hastalığındaki tahılların toksisitesi (50)
Tahıl Prolamin İçerik
Toksisite
Buğday
Gliadin
%36 G, %17-23 P
+++
Arpa
Hordein
%36 G, %17-23 P
++
Çavdar Secalin
%36
G,
%17-23 P
++
Yulaf Avenin Yüksek
G,düşük P
+
Mısır Zein
Düşük G --
Pirinç ?
Düşük G --
G: glutamin P: prolin
Genetik Faktörler
Aile çalışmaları genetik faktörlerin Çölyak hastalığı
patogenezinde önemli olduğu gösterilmiştir. Hastaların birinci derece
akrabalarında % 10-15, HLA benzer kardeşlerde % 30-50, tek yumurta
ikizlerinde ise % 70-100 oranında bu hastalığa yakalanma riski
taşıdığını ortaya koymuştur (51,52). HLA Klass 2 antijenlerinden HLA
DQ2 çölyak hastalarının % 90’unda , HLA DQ8 %5-10’unda pozitif
bulunmuştur (53,54). Son yapılan çalışmalarda HLA’nın tanıda
kullanılması tavsiye edilmemektedir. HLA alelleri çölyak hastalığında
yalnızca genetik yatkınlığı açıklayabilir (12,55). Avrupa ve Kuzey
Amerikan toplumlarında DQ2 sıklığı yüksektir ancak bu DQ2 pozitif
kişilerin çok azında çölyak hastalığı gelişmektedir (56).
Gluten absorbe edildikten sonra HLA DQ2 veya DQ8 eksprese
eden lamina proprianın antijen sunan dentritik hücreleri, gliadin
peptidlerini uyarılmış T lenfositlere sunarlar. Bu lenfositler daha sonra
immun globulin üremeleri için B lenfosileri ve esas olarak interferon
gama olmak üzere IL 4-5-6-10, TNF alfa ve TGF beta gibi sitokinleri
13
salgılaması için T lenositleri uyarır. Bu sitokinler enterositlere zarar
vermekle kalmaz ayrıca HLA Klass 2 üretimi hücreleri sensitize ederek
enterositlerin doğrudan hasarına neden olur (57).
İmmun Faktörler
Gliadin ve ilgili prolaminlere karşı humoral ve hücresel kanıtlar
mevcuttur. Tedavi edilmemiş hastaların ince barsağında immun globulin
üreten B hücrelerinde artış vardır. Ayrıca tedavi edilmemiş hastaların
çoğunda, tedavi edilmiş hastaların bazılarında ve tedavi edilmiş olup
subklinik hastalığı olan hastaların bazılarında pürifiye gliadine ve
gliadinin tüm bölümlerine karşı IgA ve IgG gösterilebilir. Ancak
AGA’lar çölyak hastalığı patogenezinde şart değildir. Geçirgenliği
bozulmuş barsak epitelinden tam olarak sindirilemeyen gluten
proteinlerinin geçişi sırasında nonspesifik yanıt olarak da salgılanabilir.
Pek çok normal insanda da bu antikorlar yüksektir (11).
Düz kası çevreleyen konnektif doku yapısı olan endomisyuma
karşı gelişen IgA antikorları çölyak hastalığı için patognomiktir.
Endomisyumdaki hedef antijen doku transglutaminaz enzimidir (58).
Patogenezde hücre aracılı immun yanıt da önemlidir (8,12).
Tedavi edilmemiş hastalarda ince barsak mukozasındaki çoğu T hücresi
aktive olmuştur ve interferon gama ve TNF alfa gibi proinflamatuar
mediatörler salınır (59,60). İnce barsak lamina propriasında çoğunlukla
CD4 pozitif olan aktive T lenfositler vardır. Tedavi edilmemiş hastalarda
fazlaca bulunan intraepitelyal lenfositlerde ise CD8 pozitif bulunmuştur.
Bu hücreler mukozal gardiyanlar gibi rol oynar ve gluten toleran
kişilerde T Helper 1 hücrelerini azaltan IL 4 salgılayarak diyet glutenine
kronik maruz kalmayı önler (8). Glutensiz beslenen hastalardaki
intraepitelyal lenfositlerin bulunması diyete uymadığını gösterir.
14
Klinik Bulgular
Çölyak hastalığının klinik bulguları hastanın yaşına, hastalığın süresine,
hastalığın yaygınlığına ve ekstraintestinal bulguların olup olmamasına
göre büyük değişkenlik gösterir. Hastaların büyük bir kısmı sessiz veya
atipik bulgularla gelmesi nedeniyle tanı konulamadığından Iceberg
Model Teorisi ile sürülmüştür (61,62). Buna göre çölyak hastalığı klasik
form,atipik form, sessiz veya asemptomatik form, latent form ve
refrakter form olmak üzere 5 grupta incelenir (63).
Dostları ilə paylaş: |