щими при принятии решения о заказе изданий и их распределении в фонды библиотек
ЦБС БЕН РАН. Естественно, с учетом тематико-типологического плана комплектова-
ния (ТТПК), единственного на сегодняшний день документа, определяющего страте-
гию отбора. Такое решение, прежде всего, связано с резким сокращением финансиро-
вания на комплектование.
ЛИТЕРАТУРА
1.
Власова С.А., Васильчиков В.В., Каленов Н.Е., Левнер М.В. Использование
экспертных оценок для комплектования централизованных библиотечных сис-
тем // Научно-техническая информация. Сер.1, 2007. - № 5. - С. 22-26.
2.
Власова С.А., Кочукова Е.В. Экспертная система ЦБС БЕН РАН// Библиотеки
национальных академий наук: проблемы функционирования, тенденции разви-
тия. Научно-практический и теоретический сборник. Вып. 8. – Киев: Наукова
Думка, 2010.- C. 79-85
Elena Kochukova
MODERN TECHNOLOGY IN PRACTICE OF ACQUISITION LIBRARY OF
NATURAL SCIENCES OF RUSSIAN ACADEMY OF SCIENCE
Summary
The formation of expert assessment system based on Internet supposes enlisting the
leading specialists to assess the proposals of the literature market, thus increasing the quality
of acquisition in the library system of the Library for Natural Sciences, providing awareness
news to the researches and monitoring of their information needs.
“Kitabxana-İnformasiya Elmləri: tədris və təcrübədə yeni çağırışlar”
Beynəlxalq elmi konfransının materialları
- 124 -
Güler Demir
Yrd. Doç. Dr. Kastamonu Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü,
gulerdemir2009@gmail.com, gulerdemir@kastamonu.edu.tr
AyĢenur GüneĢ
Araş. Gör., Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü,
akbulutaysenur@gmail.com
EĞITIM SÜRECĠNDE ÖĞRENME STĠLLERĠNĠN YERĠ VE ÖNEMĠ:
KÜTÜPHANECĠLĠK ALANI
Öğrenme stilleri, özellikle öğrenci/öğrenen odaklı eğitim sistemlerinde önemli bir öge
olarak değerlendirilir. Bu terim, her birey için farklı eğitim ya da çalışma türlerinin verimli
olduğuna işaret etmektedir. Öğrencileri cesaretlendirmek ve eğitim süreçlerine destek olmak
için bu çeşitlilik ve farklılıklar dikkate alınmalıdır. Bu çalışmanın amacı, öğrenme stilleri ve
ilişkili yaklaşımların, kütüphanecilik alanı ile bilgi ve belge yönetimi eğitim sürecinde yeri ve
önemini kuramsal bir bağlamda tartışmaktır.
Anahtar Sözcükler:Öğrenme stilleri, öğrenme kuramları, bilgi arama davranışları,
Gardner‟ın Çoklu Zeka Kuramı, Kolb Öğrenme Stili, kütüphanecilik, bilgi ve belge yönetimi
eğitimi.
GĠRĠġ
Eğitimin etkin biçimde amacına ulaşması için eğitim verilen kişinin (öğrenci/öğrenen)
potansiyel becerileri de dahil yakından tanınması gerekmektedir. Öğrenci, en iyi nasıl, hangi
koşullarda ve ortamlarda okuyabilmekte, öğrenebilmekte; bu anlamda hangi nedenlerle, ne
gibi sorunlar yaşayabilmektedir. Bu sorunlara çözüm bulmak anlamında neler yapılabilir? Öğ-
renme, yaşam boyu süren dinamik bir sürece işaret eden bir fenomen biçiminde ele alındığın-
da, bu süreçte toplumların tüm bireyleri yer alırken, aktif rolleri ile eğitim verme sorumlulu-
ğunu üstlenmiş kişilere yani öğretmenlere, öğretim elemanlarına önemli yükümlülükler düş-
mektedir. Öğretmenlerin kendileri de sürekli öğrenme işlevini gerçekleştirdiklerinden (ya da
en azından ideal durum bu olduğundan) onlar aynı zamanda öğrencidirler. O halde öğretme ve
öğrenme kavramlarının bütünleşik bir bağla içiçe olduğunu, birbirini beslediğini söylemek
olasıdır.
Bu çalışmanın amacı, hemen her alan ve disiplinde artık ―insan‖ odaklı hizmet ve anla-
yışa eğilimin eğitim alanına da yansıması ile dikkatleri daha çok çeken öğrenme stillerinin,
üniversite düzeyinde ―Kütüphanecilik‖ ya da daha güncel adlandırıldığı biçimde ―Bilgi ve
Belge Bilim Yönetimi‖ bölümlerindeki eğitim sürecinde ve uygulama alanındaki yerinin, öne-
minin tartışılmasıdır. Ayrıca bu disiplin alanının eğitim ortamlarında ve kütüphaneciler ara-
sında konuya ilişkin herhangi bir farkındalık olup olmadığı, bu konuya ne kadar önem verilip,
Azərbaycan Dövlət Mədəniyyət və İncəsənət Universiteti
Azərbaycan Milli Kitabxanası
- 125 –
konunun uygulamada ne derecede yer bulabildiği gibi konular kuramsal bir düzeyde tartışıla-
rak, öneriler sunulmaktadır.
Öğrenme sürecinde, öğrenen bireyin biyolojik, ruhsal, toplumsal yapısı, bilgi birikimi,
bireysel özellikleri bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlayarak sürece katıldığından,
bunlardan birine ilişkin aksaklık ya da sorun tüm öğrenme sürecini olumsuz yönde etkilemek-
tedir. Başı ağrıyan, toplu taşıma ile okula ulaşırken bir tartışma ortamı yaşayan ya da ailesine
ilişkin bir sorun nedeni ile üzüntü içinde olan bir öğrencinin dersi sağlıklı biçimde izlemesi ne
derecede olasıdır? Bunların dışında, bu çalışmanın asıl konusu olan öğrenme stil ve alışkan-
lıkları, bireysel özellikleri hiç dikkate alınmadan kendisine eğitim verilen öğrenciden nasıl bir
performans beklenebilir? Öğretme sürecinde, bireylerin hem, daha çok doğrudan ve o kişiye
özel sorunlarının çözümüne yönelik gereksinimleri, hem de bilinçaltı, potansiyel gereksinim-
leri, bu konumu bir anlamda daha özel de kılmaktadır. Dolayısıyla, öğrencilerin bireysel özel-
likleri ve tercihleri ile öğrenme stillerinin öğrenilmesi; ancak tek tek bireylere değil kitlelere
eğitim verilen ortamlar gözönüne alındığında bu bağlamda kullanıcı araştırmaları ve benzeri
yöntemlerin yardımıyla ortak bir tavır ve stratejleri belirleme yoluna gidilmesi önemlidir.
ÖĞRENME, ÖĞRENME KURAMLARI VE STĠLLERĠ
Öğrenme Kuramları
Öğrenme; bilgi, beceri, strateji, inanç, tutum ve benzeri davranışların edinimi ve
değiştirilmesini kapsayan bir süreçtir. İnsanlar, bilişsel, dilbilimsel motor ve sosyal becerileri
nedeni ile farklı biçimlerden öğrenebilirler‖ (Schunk, 2009: 1). Öğrenme stilleri ise genellikle
―bireylerin bilgiyi alma, tutma ve işleme sürecindeki karakteristik güçlülük ve tercihler‖
(Veznedaroğlu ve Özgür, 2005: 1); ―bireylerin bilgiyi işleme ve düzenlemede ya da çevresel
uyarıcılara verdikleri tepkilerde kullandıkları yollar‖; ―düşünme, anlama ve bilgiyi işleme yo-
lu‖; ―bilgiyi kavrama ve işlemede (transformation) kişisel olarak tercih edilen yöntem‖ (Kolb,
1984) gibi benzer şekillerde tanımlanmıştır (Kurbanoğlu ve Akkoyunlu, 2008: 297-298).
İşlevsel Psikolojinin en önemli Amerikalı öncülerinden olan William James 1890 yılında bu
anlamda bir seri çalışmalar üretmiştir. Öğrencilerinden biri olan G. Stanley Hall, öğrencilerin
gelişim süreçlerini değerlendirmek üzere onları izlemek anlamında öğretmenleri teşvik
etmiştir. Hall‘ın öğrencisi olan John Dewey, öğretme süreçlerinde hatalı ikiye ayrışmaların
(false dichotomies) güçlü bir biçimde karşısında durmuş ve ilerici eğitim hareketinin babası
kabul edilmiştir. Kendisine göre eğitim, çocuğun kapasitesi, ilgi alanları ve alışkanlıklarına
ilişkin psikolojik içgörü ile başlamalıdır. Ayrıca, öğrenmenin gerçek yaşam aktiviteleri içeri-
sindeki yerini de sorgulamayı savunmuştur. Görüşleri günümüzde de etkinliğini sürdürmekte-
dir (Woolfolk ve Margetts, 2013: 10). Tarihsel süreçte, özellikle 1940 ve 50‘li yıllarda eğitsel
psikoloji, bireysel farklılıklar, değerlendirmeler ve öğrenme davranışları üzerinde dururken;
1960 ve 70‘li yıllar bilişsel gelişim, bellek ve öğrenme konularına odaklanılan yıllar olmuştur.
Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra öne çıkan psikolojik ve eğitsel anlayışlar-
da, bireylerin birbirlerinden farklı özellikleri olduğu ve bu özelliklerin de öğretim sürecinde
dikkate alınması gerektiği ileri sürülmeye başlanmıştır. İnsan zihnini öğrenme sürecinde dik-
kate almayan ve öğrenmeyi bir etki-tepki bağı biçiminde açıklayan Davranışçı Öğrenme –
öğretme anlayışının etkisinden kurtulan eğitim- Bilişsel Anlayışın öğrenme üzerine söyledik-
“Kitabxana-İnformasiya Elmləri: tədris və təcrübədə yeni çağırışlar”
Beynəlxalq elmi konfransının materialları
- 126 -
leriyle bireysel farklılıkları dikkate almaya başlamıştır. Öğrenmenin aktif bir zihinsel süreç
olduğundan yola çıkan bu yaklaşıma paralel biçimde gelişen, insanların kavramları nasıl
öğrendikleri, nasıl problem çözdükleri, bilgileri akılda nasıl tuttukları ve nasıl anımsadıkları
veya unuttukları gibi konular çeşitli araştırmalara temel konu olmuştur. Benzer biçimde,
Yapılandırmacı Anlayışın da zaman içerisinde eğitim alanında öne çıkması ve uygulama
alanları bulması sonucunda, öğrenmenin bireysel bir etkinlik olduğu konusunun altı tekrar
çizilmiştir. Ayrıca, bu süreçlerde, bilginin alınması, örgütlenmesi ve bilgiye yüklenen anlam
dahil pek çok ayrıntının da bireysel olduğu ve farklı niteliklere bürünebileceği konusu üze-
rinde uzlaşma başlamıştır. Günümüzde ise öğrenme ve gelişim konusunda kültür ve toplumsal
faktörlerin etkisi üzerine yoğunlaşılması söz konusudur (Woolfolk ve Margetts, 2013: 10;
Veznedaroğlu ve Özgür, 2005: 1). Özetlemek gerekirse, öğrenme kuramları, öğrenme içeriğ-
inin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusuna farklı ögeleri dikkate alarak farklı biçimlerde
yaklaşmıştır. Esasen, öğretme - öğrenme süreçlerinin tasarımını etkileyen, öğretim uygulama-
larını da biçimlendiren iki temel yaklaşım vardır. Bunlar, nesnelcilik (objectivism) ve yapısal-
cılıktır (constructivism). Önceden belirlenmiş bir içeriğin öğrencilere öğretilmesi görüşünü
temel alan nesnelci görüş, uzun bir süre öğrenme-öğretme etkinliklerine yön veren davranışçı
akımı ve daha sonra belirli yönlerden de bu akımı eleştiren bilişsel kuramı kapsamaktadır
(Çalışkan ve Şimşek, 1999: 244). Çalışmaya temel olması bağlamında sözü edilen bu kuram-
lar/ anlayışlar hakkında kısa da olsa bilgi vermenin yararlı olacağını düşünmekteyiz.
DavranıĢçı Öğrenme Kuramı
Öğrenme ile ilgili ilk deneysel araştırmalar yirminci yüzyıl başlarında Pavlov‘un
Rusya‘da, Watson ve Thorndike‘ın da Amerika‘da yaptığı insan ve hayvanların laboratuvarda
belli durumlarda nasıl davrandıklarına ilişkin çalışmalarla başlamıştır. Bu araştırmacı ve
psikologların çalışmalarının ana teması hayvan ve insanların gözlenebilir davranışları olduğu
için, bu yaklaşımı benimseyenlere davranışçı, geliştirdikleri kuramlara ise davranışçı kuram
denilmiştir (Erden ve Akman, 2001:132). Pozitivist felsefenin ürünü olan davranışçılık, nes-
nelcilik ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Nesnelcilikte, dünya hakkında güvenilir bir bil-
ginin varlığına inanılır. Eğitimciler için amaç, bu bilgiyi aktarmak ve yaymak; öğrenciler için
ise bu bilgiyi almaktır. Davranışçı yaklaşımda, dersler öğretmenlerin anlatımları ile yürütülür
ve kitaplara dayanır, öğretmenler bilgi kaynağıdırlar. Öğrenci, öğretmenin aktardığını aynen
almak ve tekrar etmekle görevlidir (Karaman, Özen ve Yıldırım, 2007: 5). Yirminci yüzyılın
ilk yarısında öğrenme alanına hakim olan bu kuram, öğrenmeyi, davranışlardaki gözlemlene-
bilir ve ölçülebilir değişikliklerle açıklamıştır. Öğrenme, davranışsal çıktılarla tanımlandığı
için davranışçılar, zihinsel süreçleri açıklamayı ya da bu süreçlerin öğrenme sürecindeki
işlevini araştırmayı gereksiz bulmuşlardır (Çalışkan ve Şimşek, 1999: 244). Davranışçılık, her
bir öğrenme adımında bir hedefin ya da ölçülebilir bir çıktının olması gerektiğini ileri sürer.
Öğrenilen her yeni beceri ya da bilgi parçacığı, önceden kazanılmış bilgi ya da becerinin üze-
rine kurulur (Karaman, Özen ve Yıldırım, 2007: 5). Davranışçı kuramlar, deneysel olarak çok
katı kuralları olduğu ve bazı temel prensiplerinin insan davranışlarını tam olarak açıklayama-
dığı yönünde eleştiri almışlardır. Davranışçı yaklaşımlar arasında yer alan klasik ve edimsel
koşullanma kuramları insan ve hayvan davranışlarının hangi uyarıcılarla azaldığı veya çoğal-
Azərbaycan Dövlət Mədəniyyət və İncəsənət Universiteti
Azərbaycan Milli Kitabxanası
- 127 –
dığını açıklamaktadırlar. Ancak insanların göreli olarak karmaşık bazı davranışları, doğrudan
pekiştirilmeden bir defada tüm özellikleri ile gösterdikleri gözlenmektedir. Örneğin,
öğrenciler parmak kaldırarak söz istemeyi, öğretmen geldiği zaman sessiz durmayı genellikle
doğrudan pekiştireç almaksızın öğrenirler. Dolayısıyla davranışçı kuramlar, özellikle sosyal
öğrenme kuramcıları tarafından, insanlara bireysel hayvanlar olarak yaklaştığı ve öğrenmenin
sosyal boyutlarını göz ardı ettiği biçiminde de eleştiri almıştır. Üstelik insanlarda birçok
pekiştireçlerin sosyal boyutlu olduğu ileri sürülmüştür. Davranışçı deneylerde, hayvanlar
kendi çevrelerini seçme özgürlüğüne sahip değildirler, çevreleri de hayvanların varlığı ile
değişmemektedir. İnsanlar ise kendi çevrelerini seçebildikleri gibi, çevrelerine de etki ederek
değiştirebilirmektedirler (Bayrakçı, 2007: 198-199).
BiliĢsel Öğrenme Kuramı
Sosyal ilişkilerin bilişsel gelişim üzerindeki ve bunların da öğrenim üzerindeki etkileri
ve benzeri konulara ilgiyi tetikleyen en önemli etken, Rus psikiyatrist Lev Vygotsky‘nin
Düşünce ve Dil adlı kitabının 1972 yılında çevirisi ve 1978 yılında da Toplumdaki Zihin:
Yüksek Psikolojik Süreçlerin Gelişimi adlı yapıtının basımıdır. Vygotsky‘nin savı, çocukların
yetişkinlerle ve daha yetkin yaşıtlarıyla iletişime geçtiklerinde yüksek zihinsel aktivitelerin
sosyal hayatta oluştuğudur. Bu sav, eğitimde sosyalleşilen çevrelerin yokluğunda zihinsel ge-
lişimin önemli oranda zayıflığa uğrayacağını düşünen araştırmacı ve bilim adamları için üze-
rinde uzlaşılan bir görüş olmuştur. (Bruning, Schraw ve Norby, 2014: 192). Bilişsel kuramlara
göre öğrenme, doğrudan gözlenemeyen zihinsel bir süreçtir. Bu süreçte bireyin çevresinde
olup bitenlere bir anlam yüklemesi söz konusudur. Bilişsel yaklaşım bireyin algılama,
hatırlama ve düşünme gibi bilişsel süreçlerine ağırlık verir. Bilişsel yaklaşımın temelini Ges-
talt (Bütünlük) Psikolojisi oluşturur. Gestalt psikolojisi, davranışların bir bütün olduğunu ve
parçalara ayırılamayacağını savunur. Davranışı anlayabilmek için kişinin durumu nasıl
değerlendirdiğine bakmak gerekmektedir (Demir, 2010: 26-27). Bilişsel yaklaşımın temsilci-
lerinden Gestalt Okulu psikologları Piaget ve Bruner‘e göre öğrenme, kişinin davranımda bu-
lunma kapasitesinin gelişmesidir. Piaget‘e göre insan zihni, kendisine ulaşan her şeye anlam
bulmaya çalışan, dinamik bir bilişsel yapıya sahiptir. Bu anlam bulma bireyin deneyimine,
kültürüne, içinde öğrenmenin gerçekleştiği etkileşimin doğasına ve breyin bu süreçteki rolüne
göre değişebilmektedir. Bireylerin zihinsel gelişimi ise fiziksel olgunlaşma, deneyim, sosyal
etkileşim ve dengeleme olmak üzere dört etkenle belirlenmektedir. Bilişsel kuramcılar daha
çok anlama, algılama, düşünme, duygu ve yaratma gibi kavramları ele almaktadırlar (Demir,
2010: 27).
Yapılandırmacı Öğrenme Kuramı
Yapılandırmacılık (constructivism) eğitim uygulamalarını en çok etkileyen felsefelerden
biri olmuştur. Bunun temel nedeni, ülkelerin eğitim sistemlerinde ortaya çıkan ciddi nitelik
sorunlarına çözüm arayışlarıdır. Son yıllarda yapılan karşılaştırmalı eğitim araştırmaları,
Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya gibi gelişmiş ülke öğrencilerinin de özellikle okudu-
ğunu anlama ile matematik ve fen bilimleri başarılarının, gelişmekte olan birçok ülke öğrenci-
lerinin gerisinde kaldıklarına işaret etmektedir. Ayrıca, araştırmalar, standart testlerde çok ba-
“Kitabxana-İnformasiya Elmləri: tədris və təcrübədə yeni çağırışlar”
Beynəlxalq elmi konfransının materialları
- 128 -
şarılı öğrencilerin bile öğrendiklerini bütünleştirme ya da karşılaştırmada ve okul dışında gün-
delik yaşama uyarlamada başarılı olamadıklarını ortaya koymaktadır. Tüm bu sorunlara
çözüm olması umuduyla benimsenen yaklaşımlardan biri olan yapılandırmacılık kısaca yeni
karşılaştığımız bilgileri önceki bilgilerimizle ilişkilendirerek öğrenmek, böylece daha önceden
bildiğimiz konulara bağlı olarak yeni öğrenmeler oluşturmaktır (Arslan, 2007: 43-44). Bu
yaklaşım, sistematik bir biçimde Bruner tarafından 1960‘lı yılların başında eğitim gündemine
getirilmesine karşın köklerini felsefe tarihinde bulmak olasıdır. Bundan ikibin yıl önce So-
krates ― bilgi sadece algıdır‖ demiş, Sokrates‘ten sonra on sekizinci yüzyılda neopolitan felse-
feci Giambatista Vico ise insan yapısının biçimlendirilmesinde duygular, özlemler, saplantılar
ve düşüncelerin etkisini vurgulayarak Descartes‘in doğrusal tümdengelimciliğine karşı sar-
mallık ve karmaşıklığı savunmuş; eğitimci ve din adamı olan Comenius, dil eğitimine ilişkin
bu doğrultuda görüşler ileri sürmüş; Montessori, geleneksel sınıf anlayışına karşı çıkarak
geniş ölçekli öğrenci inisiyatifini ön plana almış; genetik epistemoloji kavramının önderi olan
Piaget ise bireyin kendi kafasındaki gerçeklik modelini kendisinin biçimlendirip onu sürekli
olarak yenilediğini ileri sürmüştür. Bunların hepsi, yapılandırmacı kuramın gelişimine temel
olan yaklaşımlar sayılmaktadır (Şimşek, 2004; 117). Vygotsky‘ ye göre ise yapılandırmacı
model, öğrencilerin bilgiyi kendilerinin inşa etmeleri temeline dayanmaktadır. Bu yaklaşıma
göre , pasif öğrenme yerine aktif öğrenme önerilir. Yapılandırmacı yaklaşım iki alt yaklaşımda
incelenmektedir: İlki Bireysel Yapılandırmacılık‘tır. Bu yaklaşım, öğrencilerin, bilgiyi yaşam-
ları boyunca kendi kendilerine inşa etmeleri sürecidir. İkincisi ise Sosyal Yapılandırmacı-
lık‘tır. Bu yaklaşım ise bilginin bireysel olarak edinilmesi yanında, öğrencilerin sosyal grup-
larla ilişkilerini daha fazla geliştirmeleri süreci biçiminde açıklanabilir. Sosyal gruplarla daha
çok etkileşim, işbirlikçi çalışmalara da olanak tanımaktadır (Candan, 2005: 331).
Sonuç olarak, öğrenme kuramları, bilginin ve öğrenmenin ne olduğu, bu süreçlerin
nasıl, hangi etken ve koşullarla gerçekleşebildiği gibi konulara açıklama getirmeye çalışan ku-
ramlardır. Eğitim bilimlerinde önemli yeri olan bu üç kuramın temel niteliklerini özetlemek
gerekirse, Davranışçı Kuram, öğrenmeyi dışarıdan gözlemlenebilen ve ölçülebilen davranışlar
bağlamında değerlendirdiğinden etki tepki yaklaşımı ile bireyleri güdülemeye ve istenilen
davranışların elde edilene dek tekrarlanmasını hedefleyen bir yaklaşımdır. Bilişsel Kuram,
insan zekası ve belleğinin bu süreçte önemini öne çıkaran, görsel ve içerik bakımından iyi
tasarlanmış materyallerin anlaşılmasının ve anımsanmasının daha kolay olduğunu savunan bir
anlayıştır. Yapılandırmacı Kuram ise öğrenmeyi insan zihninin dışında insanlar arası iletişim
ortamının bir ürünü biçiminde öngörmektedir. Bu kurama göre bireyler hem öğretmenlerle
hem de diğer öğrencilerle sürekli iletişim halindedir ve bu iletişim ile yeni bilgileri öğrenirler.
Dolayısı ile grup çalışması, problem tabanlı öğrenme gibi etkinlikler bu kurama bağlanmak-
tadır. Bu üç kuram ilk başta birbirlerine rakip gibi görünseler de, farklı öğretim kazanımları
için her birisinin güçlü olduğu uygulamaları vardır. Bu nedenle, öğretim teknolojilerinde ku-
ramlar ―neyi öğreteceğimize‖ bağlı olarak hangi etkinlik, yöntem, materyal ve ortamları
kullanılabileceğini belirlemede kılavuz rolünü görmektedirler (Ersoy, H., t.y.).
Azərbaycan Dövlət Mədəniyyət və İncəsənət Universiteti
Azərbaycan Milli Kitabxanası
- 129 –
Öğrenme Stilleri
Rita Dunn ve Shirley A. Griggs‘in ― Practical approaches to using learning styles in
higher education‖ (2000: 3) adlı çalışmasında yer alan en önemli araştırma sorularından biri,
üniversite öğrencilerinin öğrenmeyi zaten bildikleri varsayımından yola çıkılarak ileri sürülen
― aksi halde bu eğitim kurumlarına nasıl kabul edildikleri‖ sorusudur. Bu soruya verilen
yanıtların ağırlıklı noktası, öğretici konumdaki kişilerin müfredatı/öğretim programını izle-
mememe durumunda öğrencilerin hiçbir şey öğrenemeyeceği biçimindeki geleneksel inancı
ve ısrarlı tavrıdır. Yine bu bağlamda üniversite yıllarının başında ya da staj süreçlerinde
öğrenme sürecinde sıkça yaşanan sorunlar şu şekilde özetlenmiştir:
Dersi dinlemek ve bu süreçte ―neyin önemli olduğunu‖ sezgisel biçimde kavramak
Dersi dinlemek ve bu süreçte aynı zamanda sorumlu olunan sınavlar için notlar almak
Dersi dinlemek ve bu süreçte anlatılanların dörtte üçünü anımsayabilmek
Önemli olan ayrıntıları yakalamak, okumak, sezmek
Okumak ve aynı zamanda sorumlu olunan sınavlar için notlar almak
Okuduğunun dörtte üçünü anımsayabilmek
Aynı yapıtta, öğrencinin ikamet ettiği yerler, çalışma ortamları ve benzeri koşullar da
dikkate alındığında yukarıda sıralanan güçlüklere diğer sorunların da eklendiği belirtilmiştir.
Bunlar, örneğin, birden fazla kişinin ve/veya kalabalıkların olduğu ortamlarda çalıştıklarına
yoğunlaşabilme sorunu, ortamda bulunan diğer kişi ya da kişilerin çalışırken müzik dinleme
ya da sessizliğe gereksinim duyma gibi farklı tercihleri, ışıklandırma derecelerine ilişkin ge-
reksinimlerinin farklılığı, arkadaşları ile sohbet ya da telefon görüşmeleri ve benzeri
sorunlardır (Dunn ve Griggs, 2000: 3-4).
Gail Wood (2000: X) tarafından ifade edildiği gibi, her bir bireyin okuma, öğrenme ve
çalışma stili diğeri ile aynı değildir. Burada en önemli belirleyici durum da bu bağlamda
― doğru‖ ya da ― yanlış‖ diye kaskatı ayırımların da yapılamayacağı konusudur. Yani bir
çalışma stili ya da yöntemi doğru, diğeri yanlış diye kategorizasyonlar saptamak zordur.
Örneğin, bir kişi okuduğunu anlamak için yüksek sesle okuyabilir, ya da tam tersi sessiz
okumak isteyebilir. Hatta okurken yürümeyi tercih edebilir çünkü yürürken bir yandan zih-
ninde çeşitli tasarım ve taslaklar oluşturmaktadır. Belki de yazarak, çizerek anlamak daha ko-
lay gelir. Bu etkenler dikkate alındığında, bireysel öğrenme ve çalışma stilleri birbirinden
farklı kişilerin aynı ortamda bir arada çalışmaları anılan güçlükleri doğal olarak
arttırmaktadır. Yine Wood (2000: X) daha çok pratik ve kendimizi bu bağlamda keşfetme-
mize yardımcı bir el kitabı niteliği taşıyan ― How to study: use your personal learning style to
help you succeed when it counts‖ adlı çalışmasında hepimizin kendine özgü stilleri olduğu
gibi, bu anlamda zayıf ve güçlü yönlerimizin saptanmasının da öğrenme stil ve becerilerimizi
geliştirmeye yardımcı olacağından söz etmektedir (Wood (2000: 171).
Bireylere göre değişen öğrenme stillerini kategorize etmenin en basit, yaygın ve temel
yolu, duyulara dayanarak yapılan sınıflamadır. VAK ( Visual-Auditory-Kinesthetic Learning
Styles) ya da Türkçe karşılığı ile Görsel, Işitsel ve Kinestetik/Dokunsal Öğrenme Stilleri diye
adlandırılan bu sınıflamada bireyler öğrenme biçimlerine/eğilimlerine göre görsel, işitsel veya
kinestetik/dokunsal diye nitelenirler. Görsel öğrenciler için en etkin öğrenme yolu görsel ma-
teryal ve araçların kullanılmasıdır. Görsel bilgi onlar için önemlidir. İşitsel öğrenciler en iyi
“Kitabxana-İnformasiya Elmləri: tədris və təcrübədə yeni çağırışlar”
Beynəlxalq elmi konfransının materialları
- 130 -
işiterek öğrenirler. Kinetiksel/dokunsal öğrenciler için ise öğrenmenin en iyi yolu dokunmak
ve hareket etmek/ettirmektir (Miller, 2001). Bu anlamda bir başka sınıflama yaklaşımı, beynin
sağ ve sol yarısının işlevlerini dikkate alan görüştür. Miller (2001: 3) tarafından aktarıldığına
göre, Asselin ve Mooney bireyleri, beynin sağ tarafını kullananlar için ― global‖, sol tarafını
kullananlar için ― analitik‖ öğrenmeye eğilimli biçiminde gruplandırmışlardır. Genellikle,
global öğrenenler, ― şeyleri bir bütün olarak algılayan, kavramlar arasında genel bir ayırım
yapan, insan odaklı/yönelimli (people-oriented) ve materyalleri sosyal bağlamda öğrenen
kişilerdir‖. Analitik öğrenenler ise ― şeyleri bütünden çok parça parça, kısmen algılayan, ka-
vramlar ve bilgi üzerinde yapılandırma ve sınırlamalar yapmaya eğilimli olan kişilerdir”.
(Miller, 2001: 3).
Öğrenme stillerine ilişkin daha pek çok yaklaşım bulunmaktadır. Bireyleri içe dönük ve
dışa dönük yapısı ile ayıran; içe dönüklerin, memnuniyet ve güvenlik kaynakları için kendi
içine bakmaya gereksinim duyduğu; dışa dönüklerin ise dış dünyaya dönük faaliyetleri tercih
ettiklerini savunan ve öğrenimi de bu temelde sorgulayan Jung'ın Öğrenme Stili; insanların
zihinsel niteliklerini dört farklı kategoride belirleyen - Somut Sıralı (CS), Soyut Sıralı (AS),
Somut Rastlantısal (CR) ve Soyut Rastlantısal (AR) – Gregorc‟un Zihin Stilleri Modeli bunla-
ra eklenecek örnekler arasındadır. Gregorc her kategori için kesin yüzdelerine sahip
olmamasına karşın, her iki cinsiyet üzerindeki araştırmalarında, tüm yaş aralıkları, yetenek,
sosyo-ekonomik düzey, etnik yapı üzerinde bu genellemenin geçerli olduğunu savunmaktadır.
Ona göre, okumayı seven, yalnız çalışmaktan hoşlanan, farklı kaynakları araştırmayı seven,
kuramlardan hoşlanan, ani karar vermekten kaçınan, yazarak çalışmayı tercih eden kişiler
soyut sıralı öğrenme stiline sahiptir. Uygulamalı çalışmalardan hoşlanan ve düşünmekten, ne
yapılacağının tam olarak söylenmesinden hoşlanan, düzenli olmayı seven, ayrıntılara dikkat
eden, hata yapmayı sevmeyen kişiler somut sıralı öğrenme stiline sahiptir. Açık uçlu problem-
leri çözmeyi seven, kendisi için çalışmaktan hoşlanan, düşüncelerini denemekten yana olan ve
hata yapmaktan kaçınmayan kişiler soyut rastlantısal öğrenme stiline sahiptir. Grup çalışması
yapmaktan keyif alan, düş gücünü kullanmayı seven, empati kurmaktan hoşlanan, drama, sa-
nat ve müziğe yakın olan, çalışırken eğlenmeyi de seven, insanlarla ilgili işlerde çalışmayı
seven kişiler ise somut rastlantısal öğrenme stiline sahiptir (Bilasa, 2012: 9-10). Daha sonra
hakkında bilgi verilecek olan Dunn & Dunn Öğrenme Stili Modeli ve Bernice Mccarthy
Öğrenme Stili de diğer model örnekleridir. McCarthy, öğrenme stilini; bireylerin bilgiyi
algılama ve işleme becerilerini kullanmadaki tercihi olarak tanımlamıştır. McCarthy‘nin altı
yıllık bir deneysel çalışma sonucunda sınıflandırmış olduğu öğrenme stilleri diğer
araştırmacıların (Jung, Lawrance, Simon ve Byram, Merril, Hunt, Kolb) bulguları ile
benzerliğe sahiptir. McCarthy, öğrenme stillerini; birinci tip öğrenenler ( imgesel öğrenenler),
ikinci tip öğrenenler ( analitik öğrenenler), üçüncü tip öğrenenler ( sağduyulu öğrenenler),
dördüncü tip öğrenenler ( dinamik öğrenenler) olmak üzere dört kategoride toplamıştır.
McCarthy‘ye göre bu dört öğrenme stilinin her biri bir çeyrektedir ve bu çeyrekteki birey
kendisine uygun öğretim yapıldığında kolayca başarılı olur (Peker, Mirasyedioğlu ve Yalın,
2003: 2). Bir diğer sıkça yararlanılan model ise Kolb Öğrenme Stili Modeli‘dir.
Yaşantısal Öğrenme Kuramına ( Experiential Learning Theory) dayanan bu model,
öğrenme sürecinde yaşantıların önemini vurgulayan ve öğrenmenin yaşantı, biliş, algı ve
Azərbaycan Dövlət Mədəniyyət və İncəsənət Universiteti
Azərbaycan Milli Kitabxanası
- 131 –
davranışın bileşimi olduğunu savunan bir modeldir. Öğrenmeyi bir süreç olarak ele alan
Yaşantısal Öğrenme Kuramı‘na dayanarak geliştirdiği öğrenme stilleri modelinde Kolb, bu
süreci algılama/kavrama ve işleme/dönüştürme olarak iki temel boyutta ele almaktadır.
Kolb‘ün modeli, dört öğrenme biçimine dayanmaktadır. Bunlar, öğrenmenin algılama boyu-
tunu oluşturan somut yaşantı (concrete experience) ve soyut kavramsallaştırma (abstract con-
ceptualization) ile işleme boyutunu oluşturan aktif yaşantı (active experience) ve yansıtıcı
gözlem (reflective observation) biçiminde sıralanabilir. Somut yaşantıda hissederek; yansıtıcı
gözlemde izleyerek ve dinleyerek; soyut kavramsallaştırmada düşünerek; aktif yaşantıda ya-
parak öğrenme biçimi vurgulanmaktadır. Ancak, anılan dört öğrenme biçiminin iki boyutlu
öğrenme sürecini yansıtmakta tek başlarına yetersiz kaldığını düşünen Kolb, modelinde
öğrenme biçimlerinin bileşenlerinden oluşan dört ayrı öğrenme stili ortaya koymuştur
(Kurbanoğlu ve Akkoyunlu, 2008: 298-299). Bunlar, değiştirme (diverging), özümseme (as-
similating), ayrıştırma (converging) ve yerleştirme (accomodating) öğrenme stillerini
oluşturan öğrenme yollarıdır. Değiştirme öğrenme stili, somut deneyim ve yansıtıcı gözlem
öğrenme yollarının bileşeni olup bu stile sahip bireyler, somut durumlara farklı bakış açıları
ile yaklaşmaktadır. Herhangi bir durum karşısında hemen eyleme geçmek yerine gözlem
yapmaktadırlar. Çeşitli olaylar arasındaki ilişkileri anlamlı bir biçimde organize etme beceri-
leri vardır. Özümseme öğrenme stili; soyut kavramsallaştırma ve yansıtıcı gözlem öğrenme
yollarını kapsar. Bu öğrenme stiline sahip kişilerin, geniş ve kapsamlı bilgileri mantıksal bir
bütün haline getirmede başarılı oldukları belirtilmektedir. Özümseyen öğrencilerin, planlama
yapma ve problemleri belirleme becerileri gelişmiş olsa da, uygulamalı çalışmalarda sistema-
tik yaklaşım izlemede çoğu zaman yetersiz kaldıkları gözlenmektedir. Ayrıştırma öğrenme
stiline sahip bireyler, soyut kavramsallaştırma ve aktif deneyim öğrenme yollarını kullanmak-
ta, ―fikirlerin pratik uygulayıcıları‖ olarak nitelendirilmektedir. Tümdengelimci akıl
yürütmeye sahip olan bu kişilerin, mantıksal çözümleme, doğru karar verme ve problem
çözme becerilerinin gelişmiş olduğu, sosyal ve kişiler arası etkinlikler yerine teknik konularla
ilgilenmeyi tercih ettikleri ileri sürülmektedir. Uygulamalar, denemeler yaparak doğru bilgiye
ulaşmayı tercih eden ayrıştırma stilindeki öğrencilerin, öğretmenin kılavuzluğuna ve sık sık
geri bildirimlere gereksinim duydukları da belirtilmektedir. Yerleştirme öğrenme stili, somut
deneyim ve aktif deneyim öğrenme yollarının bileşeni olup bu öğrenme stilindeki bireylerin
öne çıkan özellikleri, daha önce edindikleri yaşantılardan yararlanarak öğrenme becerisine
sahip olmalarıdır. Bu öğrenciler, teknik çözümlemeler yerine, sosyal ilişkilerden yararlanmayı
ve diğer bireylerin kişisel bilgilerine başvurmayı severler. Genellikle girişkenlik, esneklik ve
açık görüşlülük özellikleri ile de ön plana çıkmaktadırlar (Gencel, 2007: 128-130).
Öğrenme stili örnekleri daha da çoğaltılabilir ancak bu çalışmanın kapsamında vurgu-
lanmak istenen konu, her biri diğerinden farklı ve/veya birbirine benzer ögeleri ön plana
çıkaran öğrenme stillerinin karşılaştırmalı bir analizle ele alındığında, güçlü ve zayıf yönleri-
nin olabildiği; yararlanılacakları durum, ortam, öğrenci ve/veya öğrenci grubu, öğretimin
amacı, türü, niteliği gibi pek çok değişkenin de belirleyici olduğudur. Bu modellerden
yararlanılarak özel gereksinimler doğrultusunda özgün modeller türetmek de olasıdır. Önemli
olan, öğrencilerin ve öğrenci gruplarının, yalnız bütüncül bir anlayış ile değil bireysel özellik-
“Kitabxana-İnformasiya Elmləri: tədris və təcrübədə yeni çağırışlar”
Beynəlxalq elmi konfransının materialları
- 132 -
lerinin de dikkate alınarak ele alınmasıdır. Aksi halde, öğrencinin ve öğretim sürecinin
başarısından söz etmek güçleşir.
Dostları ilə paylaş: |