Kaynakca ve notlar:
1. Irzık, Gürol, ―Türkiye‘de Felsefe ve Bilim Tarihi Yapmak Üzerine
Düşünceler‖, Toplum ve Bilim Dergisi 99, 2003/224, İletişim Yayınları, İstanbul,
2004.
2. Yavuz, Hilmi, ―Felsefe Geleneği Üzerine Notlar‖, Felsefe Yazıları, Boyut
yayınları, İstanbul, 2002.
3. Bir felsefi sistem ile bir dünya görüşü sisteminin gönderimleri veya içlemlerinin
aynı olmadığı gerçeği kabul edilerek okunmalı.
4. Altuğ, Taylan, ―Türkiye‘de Felsefe‖, Seminer: Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı 6, 1989.
5. Karakuş, Rahmi, Felsefe Tasavvurumuz, Değişim Yayınları, İstanbul, 2003.
6. Özlem, Doğan, ―Felsefe Geleneği ve Aydınımız‖, Türk Aydını ve Kimlik
Sorunu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1995.
7. Arslan, Ahmet, Felsefe, TÜSİAD Yayını, İstanbul, 2002.
8. Bıçak, Ayhan, Türk Düşüncesi II: Kaygılar, Dergah Yayınları, İstanbul, 2010.
9. Demir, Remzi, Philosophia Ottomanica 3. Cilt, Lotus Yayınevi, Ankara, 2007.
10. Felsefe-logos, Sayı 5, 1998: ―Cumhuriyet Türkiyesi‘nde Felsefe‖; Toplum ve
Bilim, Sayı 98, 2003: ―Ulus ve Felsefe‖; Özne, Sayı 26, 2017: Türkiye‘de
Felsefenin Yüzyılı.
11. Cumhuriyet Döneminde Türkiye‘de Öğretim ve Araştırma Alanı Olarak
Felsefe, Yay. Haz., Betül Çotuksöken, Türkiye Felsefe Kurumu, 2001;
Türkiye‘de/Türkçede Felsefe Üzerine Konuşmalar, Küre Yay., 2009; Türkiye‘de
Felsefe: I. Felsefe Çalıştayı, ed. Rahmi Karakuş, 2009; Türkiye‘de Felsefenin
Geleneği ve Geleceği, İst. Üniv. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, 2012;
Yürkseköğretimde Felsefe Eğitimi, Türkiye Felsefe Kurumu, 2014; Tanzimat‘tan
Günümüz Türkiye‘de Felsefe, Mehmet Vural, Elis yayınları, 2018.
12. Örneğin Türkiye‘de felsefenin kurumsallaşması çerçevesinde özellikle son
yıllardaki dernekleşme çabaları da dikkate değerdir. Türkiye Felsefe Kurumu ve
Türk Felsefe Derneği‘nden sonra Toplum ve Siyaset Felsefesi Derneği/Mersin;
Felsefeciler Derneği; Mantık Derneği; Aristoteles Felsefe Derneği 2011; Din
Felsefesi Derneği İstanbul 2007 gibi örgütlenme çabaları son derece anlamlıdır.
13. Felsefe Arkivi: 2011/34; Yazko Felsefe Yazıları (7); Felsefe Dergisi: 2018/68;
Felsefe Tartışmaları: 2017/54; Felsefe Logos: 2018/68; Felsefe Düşün: 2018/11;
FLSF: 2018/26; Dört Öge: 2018/14; Kaygı (32), Özne (29), Seminer Felsefe,
127
Yeditepe‘de Felsefe (10), Baykuş (7), Monokl 2011/10; Tabula Rasa: 2009/25-26;
Arkhe Logos: 2016/6; Temaşa: 2014/10; Felsefe-Yazın: 2004/24; Felsefi Düşün
2013/11.
14. Ülken, H. Z., Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul,
1979.
Süleyman Dönmez
TÜRKIYE’DE FELSEFE VE BIR TÜRK FELSEFESININ ĠMKÂNI
GiriĢ Yerine
―Türk felsefesi‖, ―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ ve ―Türkiye‘de felsefe‖
hakkında yazmak netameli bir konudur. Öyle ki, aynı köke ve içeriğe sahip
görünen bu üç ifade, esasen ortak bir coğrafya ile kültüregönderme
yapmakla beraber farklı referanslara sahiptir.
―Türk felsefesi‖ ifadesi, içeriğinin zenginliği ve işaret ettiği coğrafyanın
büyüklüğü itibariyle diğer iki ifaden içerik ve anlam bakımından daha
kuşatıcıdır. Kabaca izah etmek gerekirse, ―Türk felsefesi‖ ifadesi, adına
―Türk‖ denilen milletin dünden bugüne ortaya koyduğu felsefelere tekabül
eder. Bu minvalde―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ ifadesi de Türk felsefesinin
Türkiye sınırları içinde tezahür eden kısmını karşılar.
―Türkiye‘de felsefe‖ ifadesi ise - her ne kadar ―Türkiye‘de Türk felsefesi‖
ifadesinde olduğu gibi - Türkiye‘nin siyasî coğrafyası içerisinde icra edilen
Türk felsefesine dâhil edilebilen felsefeleri akla getirse, yer yer
farklılaşarak ayrışan daha renkli ve çeşitlilik arz eden bir içeriğe de
gönderme yapar. Bu nedenle ―Türkiye‘de felsefe‖ ifadesi, ilk etapta
doğrudan Türk felsefesinin mahiyeti hakkında yeterli ve açık bilgi
vermekten uzaktır.
Ne demek istiyoruz? Demek istediğimiz şudur: Adı Türkiye halkı Türk olan
bir ülkede felsefî faaliyetlerin olması, icra edilen felsefeye Türk felsefesi
demeye yetmemektedir.
Mevzuyu biraz daha açalım. Türkiye‘de birçok felsefe okutan fakülte var.
Buralarda bir dizi felsefî faaliyet yapılmakta. Ancak Türkiye‘nin felsefe
fakültelerinde okutulan felsefe derslerine ve yapılan felsefî faaliyetlere göz
atıldığında öğretilen ve icra edilen felsefenin Türk felsefesinden ya da
felsefelerinden ziyade ―başka felsefeler‖ olduğu dikkat çekmekte.
Başka felsefelerden muradımız, etkinlik bakımında sırasıyla Alman,
Fransız, İngiliz-Amerikan, Çin ve Rus felsefeleridir. Öte yandan ilahiyat
gibi felsefe okutan fakültelerde de sayılan bu felsefeler yanında İslam
felsefesi adı altında Türk felsefesinden ziyade Arap, İran ve Hint felsefeleri
128
öne çıkmaktadır. Bu çeşniye az ya da çok başka milletler ile halkların da
felsefeleri eklene bilir…
Hâsılı, Türkiye‘de Türk felsefesi dışında meşhur ya da değil birçok felsefe
ile
felsefî
düşünüş ziyadesiyle ilgi alanındadır. Ders olarak
okutulmaktadırlar. Haklarında çalışmalar yapılmakta ve her birinde
uzmanlar yetişmektedir. Ama bütün bunlar Türkiye‘de var olan ve okutulan
felsefenin özde bir Türk felsefesi olduğunu söylemeye yetmemektedir.
Öte yandan; elbette bir Türk devleti olan Türkiye‘de açığa çıkan felsefî
faaliyetler ile yaklaşımların elbette Türk felsefesinin özelleşmiş kısımları
olması gerekir. Lakin Türkiye‘de genel durum, hiç de öyle
görünmemektedir. İzah edildiği şekliyle Türkiye‘de icra edilen birçok
felsefî faaliyetin Türk felsefesiyle doğrudan ilgisi yoktur. Ancak bu
felsefeler, Türkiye toprakları üzerinde kendilerine ―Türk‖ denilenlerce icra
edildikleri için ―Türk felsefesi‖ veya ―Türkiye‘deki Türk felsefesi‖ ile
dolaylı bir ilişki içerisindedirler. Bu nedenle bu çalışmada ―Türkiye‘de
felsefe‖ ile ―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ ifadeleri içerik bakımından ilk
etapta teknik olarak ayrıştırılmış ve ayrışan yapıların bir Türk felsefesi
çatısı altında yeniden birleştirmenin imkânı aranmıştır. Zira ―Türkiye‘deki
felsefe‖ faaliyetleri içinde genel anlamdaki Türk felsefesinin özel bir
parçası olan ―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ hanesine yazabileceğimiz birçok
faaliyet yapılmaktadır. Özellikle felsefe ve İlahiyat fakültelerinde oldukça
yetersiz kalmakla beraber ―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ ile doğrudan
ilgilenen ve üreten felsefe uzmanları vardır. Birçok müessesede ―Türk
felsefesi‖ ile alakalı dersler verilmektedir. Fakat bütün bunlar plansız ve
programsızdır. Bütünlükten uzak ve kişisel gayretlerle birbirinden kopuk
hâlde yürütülmektedir. Türk felsefesi adına dağınıklığın giderilmesi
Türkiye‘deki Türk felsefesinin geleceği adına büyük ehemmiyet arz
etmektedir.
Diğer taraftan bizim burada izaha çalıştığımız ―Türkiye‘de felsefe‖ ya da
―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ başlığı altında değerlendirilmesi daha uygun
olan bütün düşünüş ile düşüncelerin - farklı mısdaklara sahip olsalar da -
esasen en kapsayıcı ifade olan ―Türk felsefesi‖ şemsiyesi altında hayat
bulabildiklerini unutmamak gerekmektedir. İşte farklı renkleri uyum içinde
yaşatan bu birliktelik, bizim nazarımızda Türk felsefesinin en açık
alametifarikası, temel karakteristiğidir. Bu çerçevede Türkiye‘deki felsefe,
esasen Türkiye‘deki Türk felsefesinin bir tezahürüdür. Ancak Türkiye‘deki
birçok felsefî düşünüş ve faaliyet görünür olmalarını sağlayan bu asıl
zemini unutarak daha çok yabancı kültür ile felsefeleri taklide yönelmiştir.
Bu ise, insanları bir Türk felsefesinin olup olmadığı hususunda kuşkuya
sevk etmiş ve etmektedir. Oysa bir Türk felsefesi vardır. Lâkin bu felsefe
129
Türkiye‘de unutulmaya yüz tutmuş görünmektedir. Yapılması gereken
unutulanın yeniden hatırlatılması için acilen keşfedilip çağın şartlarını
dikkate alarak yeniden inşâ edilmesidir.
Türkiye’deki Felsefeyi Türk Felsefesine Bağlamanın Yolu
Türkiye‘deki felsefeyi Türk felsefesine bağlamak, Türkiye‘deki Türk
felsefesini görünür kılacaktır. Bunun yolu nedir?
Türk felsefesi, gelecek kurmaktan daha ziyade geçmişi okumakla alakalıdır.
Lâkin Türkler geçmişimizden büyük oranda bihaberdir. Oysa ‗geçmişi
olmayanların ya da geçmişini okuyamayanların geleceğinin de
olamayacağı‘ bilinen bir gerçektir.
Geçmiş ardımızda bıraktığımız yoldur. Yolun arkada olması bizi zorunlu
olarak geleceği geçmiş üzerinden kurulması gerektiğine işaret etmektedir.
Bu durumda işe nereden başlamalıdır?
Öncelikle zeminin fikrî çerçevede incelenmesi, Türk felsefesinin imkân ve
sınırlarını algılamada ufuk açıcıdır. Fikir üzerine elde edilen ufkî okuma
ise, bizi doğrudan doğruya Türk felsefe tarihine bağlar. Zira felsefe, en
vazıh tarifle varlık, bilgi ve değer hakkında tefekkürdür. Tefekkür,
fikretmedir. Fikretme ise hem fikre dayanır hem de fikri doğurur. Burada
fikir kavramını düşünce, tefekkürü de düşünme olarak kullanıyorum. Lakin
gerek düşüncenin fikir, gerekse düşünmenin tefekkür kavramını her zaman
karşılamadığına inanıyorum. Aradaki ince ayrımlar ilerleyen sayfalarda fark
edilecektir. Şimdilik geniş bir açıklamaya burada girmiyorum.
Burada ―Türk kimdir, var mıdır, yok mudur?‖ tartışmalarına
girilmeyecektir. Bize göre bu tür mütalaaların zihin jimnastiğinden öteye
gitmeyeceği açıktır. Zira mesele Türkün varlığı ya da yokluğu değildir.
Ancak mevcudun keyfiyeti ve külliyeti, sınırların belirlenmesinde sıkıntılar
doğurmaktadır. Bu da gayet normaldir. Zaten çalışmamızın temel hedefi,
Türk tefekkür tarihi adına önerilen muhtemel sınırları tartışmaya açmak
değildir.
Elbette Türk vardır. Üstelik son yapılan bazı araştırma ve arkeolojik
buluntular yakın zamana kadar yapılan Türk tarihi okumalarını tersyüz
edecek mahiyettedir. Özellikle yeni veriler ışığında Türkün Türk düşünce
tarihinde müstesna değeri olan Anadolu –Türkiye- coğrafyasındaki
geçmişinin milattan önce yedi binli yıllara kadar indirilebileceği öngörüsü
ezber bozacak cinstendir. Bu meyanda pek çok araştırmacı için Anadolu
felsefenin beşiği olarak kabul gördüğünden günümüzde daha çok eski
Yunana dayandırılan nice felsefî fikrin Türk düşünce tarihinin sınırları ve
imkânı çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Türk Felsefesinin KeĢfi ve Yeniden ĠnĢâsı
Tarih, geçmişi konu edinir. Nedir geçmiş? Dünde kalan, düne ait olan mı?
130
Elbette geçmiş, arkada kalanla alakalı bir kavram. Ama geçmiş sadece
geride kalan değildir. Bugünle de yarınla da yakından ilgilidir.
Açıktır ki, tarihsel bağlamda bir olup bitmişliği hikâye ederken farkında
olsak da olmasak da, şimdiyi ve geleceği kuran bir yaşanmışlıkla iç
içeyizdir. Demek ki, geçmiş, bir bakıma sürekli ilişki hâlinde olduğumuz
gerçeklikler dünyasıdır.
Geçmişle olan ilişki biçimleri, elbette düşünce dünyalarını ve hayata
bakışları doğrudan etkilemektedir. Onunla sağlıklı bir iletişim kurabiliyorsa,
faydalıdır. İfade ettikleri, şimdiye yansımaları geçmişle olan bağlantının
kalitesini ortaya koyar. Zira geçmiş, kesinlikle ölü bir ―mazi‖ değildir.
Öyleyse nasıl olmalıdır onunla ilişki biçimimiz?
Geçmişin günümüze yansıması bazen onmaz bir yara bazen buruk bir
özlemdir. Her iki yaklaşım şekli de geçmişle olan ilişkinin sorunlu
olduğunu gösterir. Özlemle yâd edilen geçmiş avuntu; yok sayılıp
unutulmak istenen geçmiş ise, sırtta kamburdur. Övünülen yahut dövünülen
geçmiş yüktür. Abanmadır. Kâbustur. Oysa geçmiş, hatasıyla sevabıyla
sahiplenilmesi ve iletişime geçilmesi gereken bir dünyadır.
Doğru ilişki kurulan geçmiş keşfedilmeyi bekleyen, keşfedilmesi gereken
gizli hazinedir. Saf altındır. Önce bulunmalı, ardından da arıtılıp
işlenmelidir. Sınırlarla belirlenen sahip olduğu sınırsız imkânlılık fark
edilmelidir.
Keşfedilen geçmiş, mümkünler dünyasıdır. Her bir imkân olup bitmiş bir
tarihsel süreçten daha ziyade okunup inşâ edilmesi gereken bir hayatiyettir.
Yaşayan ve yaşatan bir geçmiştir keşfedildikçe inşâ edilen. Takdirlerle
tekdirler arasına sıkıştırılmamış bir yaşanmışlık olarak beliren maziden
belirlenemeyen bir geleceğin hazırlanmasıdır. Bu, bir yeniden okuma
denemesidir. Bunu yaparken nelere dikkat etmek gerekir? Nasıl atılmalıdır
ilk adım?
Dar kalıpların içine sıkışmadan geçmişin imkânlarından bugünü inşâ
edebilecek yüreğe sahip olunmalıdır evvela. Mızmızlanmadan, umudu
kaybetmeden, korkmadan, kıyasıya eleştirerek, fakat yıkıp dökmeden orada
duran geçmişe, o ortama giderek gerçekler aranmalı, araştırılmalı ve birer
birer keşfedilmelidir. Keşfederken de yapıcı ve kuşatıcı bir inşâya
girişilmelidir. Her keşfin, gerçekte bir inşâya bağlandığı; elde edilenin nihaî
olmadığı; çünkü sınırlı ve kusurlu bir varlık olan insan tarafından üretildiği;
dolayısıyla en doğru olanın ötelerde olduğu unutulmamalıdır.
Biz önerdiğimiz bu yöntemi ―keşfî inşâ‖ olarak kavramsallaştıracağız. Bize
bağlı olmayan bir dış gerçekliğin peşinde olduğumuzdan yaptığımız
öncelikli olarak bir keşiftir. Ancak dışarıdaki gerçekliğin tarafımızdan
kavranışı, kaçınılmaz olarak bir öznelleştirme olduğundan bir inşâ olarak
131
tezahür edecektir. Bir bakıma biri ötekini gerektiren bir süreklilik, can
damarımız olacaktır.
Türk Tefekkür Tarihinden Türk felsefesine
Tefekkür zihinsel bir faaliyettir. Bu faaliyet sonrası açığa çıkan ürün ise
fikirdir. Fikir soyut bir anlamdır. Soyut, beş duyu organıyla algılanamaz.
Bu nedenle insan soyut olanı ancak somut üzerinden kavrayabilir. Somut
ise, beş duyu organımızla idrak edilebilendir. Soyut olanı somut üzerinden
kavrama, somutlaştırma yoluyla ―soyut anlama‖ erişebilme gayretidir. Bir
bakıma anlamı somutlaştırma çabasıdır. Yoksa mutlak anlamda soyutu
somut hale getirme ya da somuta indirgeme değildir. Bu çerçevede somut
üzerinden soyutu kavramanın bir yolu olarak somut anlam, sadece somut
olanda kalmaz. Soyuta da kapı aralar.
Somut, maddî olanla sınırlanamaz. Mesela dil maddî değildir; ama
somuttur. Soyut düşüncenin kelimeler vasıtasıyla somutlaşmasıdır. Esasen
somut dünyanın ardında ya da içinde gizli ya da açık soyut anlam sürekli
varlığını korur. Şu şekilde de söylenebilir: Soyut ve somut anlam, aslen
içiçedir. Hangisi temel dayanaktır? Yahut şöyle soralım: soyut mu somutu,
somut mu soyutu doğurmaktadır? Bu, cevabı çok zor bir sualdir. Sorun,
yapısal olarak felsefe tarihinde filozofları çokça uğraştıran varlık-mahiyet
kavgasına
ya
da
gerçekçilik-adcılık-kavramcılık
tartışmalarına
benzemektedir. Burada bu konuya girilmeyecektir. Ancak şu kadarını
söyleyerek Türk tefekkür tarihine bir köprü kurmayı deneyelim.
Gerek ―mahiyet-varlık‖, gerek ―isim-mefhum-hakikat‖, gerekse ―soyut-
somut‖ ilişkisinde içiçelik söz konusudur. Burada tek yönlü yapılan ne
öncelik sonralık-sıralaması, ne de iç-dış okuması bütüncül bir açıklama
sunabilir. Zira bazen iç, dışın bazen de dış, için yerine geçebilmektedir. Bu
nedenle kavramsal düzeydeki ikilik, aslında –epistemik- bilgi kuramsaldır.
ve zahirdedir. Esasta ontolojik bir ―ikilik‖ yoktur. ―Birlik‖ vardır. Ona da
―hakikat‖ denir.
Hakikat bağlamında gerek vücut gerekse mevcut ontolojiktir. Malum ise
onto-epistemiktir. Onto-epistemik, zihnin dışında bilenden bağımsız
varolanın bireydeki tezahürüdür. Fikir ise hem epistemik hem de onto-
epistemik olabilir. Demek ki, her malum bir fikir verir, ama her fikir her
zaman malumu vermez. Bazı fikirler salt zihinsel bir kurgu olabilir.
Fikrin epistemik yorumu düşünme, onto-epistemik okuması ise tefekkürdür.
Ontolojiden kopuk salt düşünme, düşünceyi üretir. Epistemiktir. Sadece
düşünme üzerinden Türk tefekkür tarihine yönelmek ise, daha çok sanal
parçalanmışlığı körükler. Bu durumda Türk tefekkür tarihi, sadra şifa
sunulmak isteniyorsa, iki koldan incelenmelidir: Ya malum üzerinden ya da
fikriyat üzerinden.
132
Salt fikirler üzerinden yapılan bir okuma kesinlikle felsefidir. Malum
üzerinden
yapılan
bir
anlamlandırma
ise
felsefeye
açıktır,
felsefîleştirilebilir. Biz Türk felsefe tarihi incelemelerinde malumu esas
alarak malumdaki fikriyata erişmeyi önermekteyiz. Bu durumda
yapılmasını istediğimiz aslında bir zihin kavgası değil, varolan (mevcut)
üzerinden malumun ilanıdır. Buna malumun tefekkürü de denilebilir.
Elbette malumun tefekkürü, varolan üzerine üretilmiş olan diğer
düşünceleri de dikkate almayı gerektirir.
Türk tarihi ve tefekkürü zengin ve etkin olmakla beraber maalesef
öksüzdür. Lakin hayıflanmanın anlamı yoktur. Acilen harekete geçilmelidir.
Bireysel olarak yapılabilecek olanlar devede kulak mesabesinde de kalsa,
elden gelenin arda konulmaması gerekir. Niçin mi? Çünkü yol önümüzde
değil ardımızdadır. Kıymet bilinse de bilinmese de yürüdüğümüz kadarıyla
var olup ayakta kalacağız. Yürüdüğümüzle var olmak, önümüze bakmamak
anlamında yorumlanmamalıdır. Tabi ki önümüze bakacağız. Bu anlamda
önümüzde de yolların olduğu dile getirilebilir. Yaşanmışlık açısından bu
bakış gayet doğaldır. Nihayette an ve an belirlediğimiz bir gelecekten daha
ziyade belirlenmiş geçmişler içinde yürümek daha kolay görünür. Ancak
unutulmamalıdır ki, günün birinde hakkımızda bir hüküm verilecek olursa,
o hükmün temel dayanağı büyük ihtimalle yapacağımız değil, yaptığımız
olacaktır.
Türk felsefe tarihine giriş, gelecek kurmaktan daha ziyade geçmişi
okumakla alakalıdır. Zira ‗geçmişi olmayanların geleceğinin de
olmayacağı‘ tecrübelerle sabittir. Ayrıca yolun arkada olması da bizi
zorunlu olarak geleceği geçmiş üzerinden kurmaya yönlendirmektedir. Bu
durumda işe nereden başlamak gerekmektedir?
Öncelikle zeminin fikrî çerçevede incelenmesi, Türk tefekkür tarihinin
imkân ve sınırlarını algılamada ufuk açıcıdır. Fikir üzerine elde edilen ufkî
okumalar, bizi doğrudan doğruya Türk felsefe tarihine bağlar. Zira felsefe,
en vazıh tarifle varlık, bilgi ve değer üzerine tefekkür etme, tefekkür edileni
de düşünmedir. Varlığın, bilginin ve değerin tefekkürü ile fikir üzerine
düşünme (fikretme), elbette bir takım ilke ve esasları göz ardı etmeyen bir
temellendirme faaliyetidir. Tarzı vardır. Kısaca ifade etmek gerekirse,
eleştirici, düzeltici, bütünleyici, tutarlı ve ―rasyonel‖dir. Burada ―rasyonel‖
kavramını tırnak içinde kullanmamızın sebebi, rasyonelden gönlü ve
duyguyu dışlayan kuru bir akliliği anlamadığımızı vurgulamak içindir.
Daha da açmak gerekirse, ―rasyonel‖, düşünce yoluyla yapılan bir
okumadır. Gönlü devre dışı bırakmayan onto-epistemik tefekkür ise, akla
dayanır. Akletme, düşünmeyi ve düşünceyi kuşatır.
Epistemik bağlamdan fikretme, onto-epistemik cihetten ise tefekkür olarak
133
anladığımız felsefenin felsefî fikirden ayrıştırılamayacağının altı
çizilmelidir. Nasıl her türlü fikrin bir felsefesi varsa, her felsefe de bir dizi
fikir ile içiçedir. Kısaca, fikirlerin keşfi felsefeleri verir. Bu meyanda bir
yerde fikir varsa, özellikle epistemik açıdan felsefe yoktur denemez.
Yüksek ya da düşük seviyede bir felsefe muhakkak vardır. Mamafih
felsefenin eski Yunan düşüncesiyle kayıtlanması tutarlı değildir. Elbette
eski Yunandan nevi şahsına münhasır bir felsefî düşünce temayüz etmiştir.
Felsefenin tarihinde böyle bir devrin öne çıkması, diğerlerini
görmemezlikten gelmeyi gerektirmez. Bahusus eski Yunandan önce de
sonra da fikir ve felsefe vardır. Eğer insanın ayırıcı vasfı tefekkür ve
düşünme ise, insan tefekkür ettiği ve düşündüğü müddetçe felsefe ya
epistemik ya da onto-epistemik anlamda var olacaktır.
Felsefenin her türlü varlık, bilgi ve değer üzerine gelen eleştirici, düzeltici,
bütünleyici, tutarlı ve aklî bir temellendirme faaliyeti olması, mevcudun
yeniden inşâ edilebileceğine işaret eder. Öyleyse Türk tefekkür tarihi
üzerinden Türk felsefe tarihinin inşâsı, olmayanın icadı değildir. Varolanın
keşfedilmesi, keşfedilenin de düzgün bir okumayla inşâya tabii
tutulmasıdır. Burada keşfin ve inşânın içiçe olması kaçınılmazdır.
Çok geniş bir coğrafyayı ve uzun bir zaman dilimini içine alan Türk
tefekkür tarihi ve felsefesi, bakirdir. Zaman ve zemin bakımından genişlik,
işi hem kolaylaştırmakta hem de zorlaştırmaktadır. Kolaylık, tutulan her bir
dalın yüzebilme imkânı sunmasında; zorluk ise dalları fışkırdığı gövdeye,
gövdeyi de köke bağlayabilmenin giriftliğindedir. Türk tefekkür tarihi
devranî ve devasa bir ağaçsa gövdesi dallı budaklıdır. Kökü de toprağın
derinliklerindedir. Modern epistemik okumalar, sadece ağacın parçalanmış
görüntüsünü vermektedir. Ağacı ontolojik düzlemde bir bütün olarak
görmek ve onto-epistemik bir okumaya tabi tutmak ise büyük dikkat, emek
ve sabır istemektedir.
Dostları ilə paylaş: |