Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası Fəlsəfə Ġnstitutu “Müasir fəlsəfə problemləri” Ģöbəsi



Yüklə 6,92 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə13/98
tarix02.12.2019
ölçüsü6,92 Mb.
#29768
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   98
AMEA-National Philosophy-2019


 

Kaynakca ve notlar

1.  Irzık,  Gürol,  ―Türkiye‘de  Felsefe  ve  Bilim  Tarihi  Yapmak  Üzerine 

Düşünceler‖, Toplum ve Bilim Dergisi 99, 2003/224, İletişim Yayınları, İstanbul, 

2004.   


2.  Yavuz, Hilmi, ―Felsefe Geleneği Üzerine Notlar‖, Felsefe Yazıları, Boyut 

yayınları, İstanbul, 2002. 

3.  Bir felsefi sistem ile bir dünya görüşü sisteminin gönderimleri veya içlemlerinin 

aynı olmadığı gerçeği kabul edilerek okunmalı.  

4.  Altuğ, Taylan, ―Türkiye‘de Felsefe‖, Seminer: Ege Üniversitesi Edebiyat 

Fakültesi Dergisi, Sayı 6, 1989. 

5.  Karakuş, Rahmi, Felsefe Tasavvurumuz, Değişim Yayınları, İstanbul, 2003.  

6.  Özlem, Doğan, ―Felsefe Geleneği ve Aydınımız‖, Türk Aydını ve Kimlik 

Sorunu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1995. 

7.  Arslan, Ahmet, Felsefe, TÜSİAD Yayını, İstanbul, 2002. 

8.  Bıçak, Ayhan, Türk Düşüncesi II: Kaygılar, Dergah Yayınları, İstanbul, 2010. 

9.  Demir, Remzi, Philosophia Ottomanica 3. Cilt, Lotus Yayınevi, Ankara, 2007. 

10. Felsefe-logos, Sayı 5, 1998: ―Cumhuriyet Türkiyesi‘nde Felsefe‖; Toplum ve 

Bilim, Sayı 98, 2003: ―Ulus ve Felsefe‖; Özne, Sayı 26, 2017: Türkiye‘de 

Felsefenin Yüzyılı. 

11. Cumhuriyet  Döneminde  Türkiye‘de  Öğretim  ve  Araştırma  Alanı  Olarak 

Felsefe,  Yay.  Haz.,  Betül  Çotuksöken,  Türkiye  Felsefe  Kurumu,  2001; 

Türkiye‘de/Türkçede  Felsefe  Üzerine  Konuşmalar,  Küre  Yay.,  2009;  Türkiye‘de 

Felsefe:  I.  Felsefe  Çalıştayı,  ed.  Rahmi  Karakuş,  2009;    Türkiye‘de  Felsefenin 

Geleneği  ve  Geleceği,  İst.  Üniv.  Edebiyat  Fakültesi  Felsefe  Bölümü,  2012; 

Yürkseköğretimde  Felsefe  Eğitimi,  Türkiye  Felsefe  Kurumu,  2014;  Tanzimat‘tan 

Günümüz Türkiye‘de Felsefe, Mehmet Vural, Elis yayınları, 2018. 

12. Örneğin  Türkiye‘de  felsefenin  kurumsallaşması  çerçevesinde  özellikle  son 

yıllardaki  dernekleşme  çabaları  da  dikkate  değerdir.  Türkiye  Felsefe  Kurumu  ve 

Türk  Felsefe  Derneği‘nden  sonra  Toplum  ve  Siyaset  Felsefesi  Derneği/Mersin; 

Felsefeciler  Derneği;  Mantık  Derneği;  Aristoteles  Felsefe  Derneği  2011;  Din 

Felsefesi Derneği İstanbul 2007 gibi örgütlenme çabaları son derece anlamlıdır.    

13. Felsefe  Arkivi: 2011/34; Yazko Felsefe Yazıları (7); Felsefe Dergisi: 2018/68; 

Felsefe  Tartışmaları:  2017/54;  Felsefe  Logos:  2018/68;  Felsefe  Düşün:  2018/11; 

FLSF:  2018/26;  Dört  Öge:  2018/14;  Kaygı  (32),  Özne  (29),  Seminer  Felsefe, 



127 

 

Yeditepe‘de Felsefe (10), Baykuş (7), Monokl 2011/10; Tabula Rasa: 2009/25-26; 



Arkhe  Logos:  2016/6;  Temaşa:  2014/10;  Felsefe-Yazın:  2004/24;  Felsefi  Düşün 

2013/11. 

14. Ülken, H. Z., Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul, 

1979. 


 

Süleyman Dönmez 

                   

TÜRKIYE’DE FELSEFE VE BIR TÜRK FELSEFESININ ĠMKÂNI 

 

GiriĢ Yerine 

―Türk  felsefesi‖,  ―Türkiye‘de  Türk  felsefesi‖  ve  ―Türkiye‘de  felsefe‖ 

hakkında yazmak netameli bir konudur. Öyle ki, aynı köke ve içeriğe sahip 

görünen  bu  üç  ifade,  esasen  ortak  bir  coğrafya  ile  kültüregönderme 

yapmakla beraber farklı referanslara sahiptir. 

―Türk  felsefesi‖  ifadesi,  içeriğinin  zenginliği  ve  işaret  ettiği  coğrafyanın 

büyüklüğü  itibariyle  diğer  iki  ifaden  içerik  ve  anlam  bakımından  daha 

kuşatıcıdır.  Kabaca  izah  etmek  gerekirse,  ―Türk  felsefesi‖  ifadesi,  adına 

―Türk‖ denilen milletin dünden bugüne ortaya koyduğu felsefelere tekabül 

eder. Bu minvalde―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ ifadesi de Türk felsefesinin 

Türkiye sınırları içinde tezahür eden kısmını karşılar.  

―Türkiye‘de felsefe‖ ifadesi ise - her ne kadar ―Türkiye‘de Türk felsefesi‖ 

ifadesinde olduğu gibi - Türkiye‘nin siyasî coğrafyası içerisinde icra edilen 

Türk  felsefesine  dâhil  edilebilen  felsefeleri  akla  getirse,  yer  yer 

farklılaşarak  ayrışan  daha  renkli  ve  çeşitlilik  arz  eden  bir  içeriğe  de 

gönderme  yapar.  Bu  nedenle  ―Türkiye‘de  felsefe‖  ifadesi,  ilk  etapta 

doğrudan  Türk  felsefesinin  mahiyeti  hakkında  yeterli  ve  açık  bilgi 

vermekten uzaktır. 

Ne demek istiyoruz? Demek istediğimiz şudur: Adı Türkiye halkı Türk olan 

bir  ülkede  felsefî  faaliyetlerin  olması,  icra  edilen  felsefeye  Türk  felsefesi 

demeye yetmemektedir. 

Mevzuyu biraz daha açalım. Türkiye‘de birçok felsefe okutan fakülte var. 

Buralarda  bir  dizi  felsefî  faaliyet  yapılmakta.  Ancak  Türkiye‘nin  felsefe 

fakültelerinde okutulan felsefe derslerine ve yapılan felsefî faaliyetlere göz 

atıldığında  öğretilen  ve  icra  edilen  felsefenin  Türk  felsefesinden  ya  da 

felsefelerinden ziyade ―başka felsefeler‖ olduğu dikkat çekmekte. 

Başka  felsefelerden  muradımız,  etkinlik  bakımında  sırasıyla  Alman, 

Fransız,  İngiliz-Amerikan,  Çin  ve  Rus  felsefeleridir.  Öte  yandan  ilahiyat 

gibi  felsefe  okutan  fakültelerde  de  sayılan  bu  felsefeler  yanında  İslam 

felsefesi adı altında Türk felsefesinden ziyade Arap, İran ve Hint felsefeleri 



128 

 

öne  çıkmaktadır.  Bu  çeşniye  az  ya  da  çok  başka  milletler  ile  halkların  da 



felsefeleri eklene bilir… 

Hâsılı, Türkiye‘de Türk felsefesi dışında meşhur ya da değil birçok felsefe 

ile 

felsefî 


düşünüş  ziyadesiyle  ilgi  alanındadır.  Ders  olarak 

okutulmaktadırlar.  Haklarında  çalışmalar  yapılmakta  ve  her  birinde 

uzmanlar yetişmektedir. Ama bütün bunlar Türkiye‘de var olan ve okutulan 

felsefenin özde bir Türk felsefesi olduğunu söylemeye yetmemektedir. 

Öte  yandan;  elbette  bir  Türk  devleti  olan  Türkiye‘de  açığa  çıkan  felsefî 

faaliyetler  ile  yaklaşımların  elbette  Türk  felsefesinin  özelleşmiş  kısımları 

olması  gerekir.  Lakin  Türkiye‘de  genel  durum,  hiç  de  öyle 

görünmemektedir.  İzah  edildiği  şekliyle  Türkiye‘de  icra  edilen  birçok 

felsefî  faaliyetin  Türk  felsefesiyle  doğrudan  ilgisi  yoktur.  Ancak  bu 

felsefeler, Türkiye toprakları üzerinde kendilerine ―Türk‖ denilenlerce icra 

edildikleri  için  ―Türk  felsefesi‖  veya  ―Türkiye‘deki  Türk  felsefesi‖  ile 

dolaylı  bir  ilişki  içerisindedirler.  Bu  nedenle  bu  çalışmada  ―Türkiye‘de 

felsefe‖  ile  ―Türkiye‘de  Türk  felsefesi‖  ifadeleri  içerik  bakımından  ilk 

etapta  teknik  olarak  ayrıştırılmış  ve  ayrışan  yapıların  bir  Türk  felsefesi 

çatısı altında yeniden birleştirmenin imkânı aranmıştır. Zira ―Türkiye‘deki 

felsefe‖  faaliyetleri  içinde  genel  anlamdaki  Türk  felsefesinin  özel  bir 

parçası  olan  ―Türkiye‘de  Türk  felsefesi‖  hanesine  yazabileceğimiz  birçok 

faaliyet  yapılmaktadır.  Özellikle  felsefe  ve  İlahiyat  fakültelerinde  oldukça 

yetersiz  kalmakla  beraber  ―Türkiye‘de  Türk  felsefesi‖  ile  doğrudan 

ilgilenen  ve  üreten  felsefe  uzmanları  vardır.  Birçok  müessesede  ―Türk 

felsefesi‖  ile  alakalı  dersler  verilmektedir.  Fakat  bütün  bunlar  plansız  ve 

programsızdır.  Bütünlükten  uzak  ve  kişisel  gayretlerle  birbirinden  kopuk 

hâlde  yürütülmektedir.  Türk  felsefesi  adına  dağınıklığın  giderilmesi 

Türkiye‘deki  Türk  felsefesinin  geleceği  adına  büyük  ehemmiyet  arz 

etmektedir. 

Diğer  taraftan  bizim  burada  izaha  çalıştığımız  ―Türkiye‘de  felsefe‖  ya  da 

―Türkiye‘de  Türk  felsefesi‖  başlığı  altında  değerlendirilmesi  daha  uygun 

olan  bütün  düşünüş  ile  düşüncelerin  -  farklı  mısdaklara  sahip  olsalar  da  - 

esasen  en  kapsayıcı  ifade  olan  ―Türk  felsefesi‖  şemsiyesi  altında  hayat 

bulabildiklerini unutmamak gerekmektedir. İşte farklı renkleri uyum içinde 

yaşatan  bu  birliktelik,  bizim  nazarımızda  Türk  felsefesinin  en  açık 

alametifarikası, temel karakteristiğidir. Bu çerçevede Türkiye‘deki felsefe, 

esasen Türkiye‘deki Türk felsefesinin bir tezahürüdür. Ancak Türkiye‘deki 

birçok  felsefî  düşünüş  ve  faaliyet  görünür  olmalarını  sağlayan  bu  asıl 

zemini unutarak daha çok yabancı kültür ile felsefeleri taklide yönelmiştir. 

Bu  ise,  insanları  bir  Türk  felsefesinin  olup  olmadığı  hususunda  kuşkuya 

sevk etmiş ve etmektedir. Oysa bir Türk felsefesi vardır. Lâkin bu felsefe 


129 

 

Türkiye‘de  unutulmaya  yüz  tutmuş  görünmektedir.  Yapılması  gereken 



unutulanın  yeniden  hatırlatılması  için  acilen  keşfedilip  çağın  şartlarını 

dikkate alarak yeniden inşâ edilmesidir. 



Türkiye’deki Felsefeyi Türk Felsefesine Bağlamanın Yolu 

Türkiye‘deki  felsefeyi  Türk  felsefesine  bağlamak,  Türkiye‘deki  Türk 

felsefesini görünür kılacaktır. Bunun yolu nedir? 

Türk felsefesi, gelecek kurmaktan daha ziyade geçmişi okumakla alakalıdır. 

Lâkin  Türkler  geçmişimizden  büyük  oranda  bihaberdir.  Oysa  ‗geçmişi 

olmayanların  ya  da  geçmişini  okuyamayanların  geleceğinin  de 

olamayacağı‘ bilinen bir gerçektir. 

Geçmiş  ardımızda  bıraktığımız  yoldur.  Yolun  arkada  olması  bizi  zorunlu 

olarak  geleceği  geçmiş  üzerinden  kurulması  gerektiğine  işaret  etmektedir. 

Bu durumda işe nereden başlamalıdır? 

Öncelikle zeminin fikrî çerçevede incelenmesi, Türk felsefesinin imkân ve 

sınırlarını  algılamada  ufuk  açıcıdır.  Fikir  üzerine  elde  edilen  ufkî  okuma 

ise,  bizi  doğrudan  doğruya  Türk  felsefe  tarihine  bağlar.  Zira  felsefe,  en 

vazıh  tarifle  varlık,  bilgi  ve  değer  hakkında  tefekkürdür.  Tefekkür, 

fikretmedir.  Fikretme  ise  hem  fikre  dayanır  hem  de  fikri  doğurur.  Burada 

fikir kavramını düşünce, tefekkürü de düşünme olarak kullanıyorum. Lakin 

gerek düşüncenin fikir, gerekse düşünmenin tefekkür kavramını her zaman 

karşılamadığına inanıyorum. Aradaki ince ayrımlar ilerleyen sayfalarda fark 

edilecektir. Şimdilik geniş bir açıklamaya burada girmiyorum. 

Burada  ―Türk  kimdir,  var  mıdır,  yok  mudur?‖  tartışmalarına 

girilmeyecektir.  Bize  göre  bu  tür  mütalaaların  zihin  jimnastiğinden  öteye 

gitmeyeceği  açıktır.  Zira  mesele  Türkün  varlığı  ya  da  yokluğu  değildir. 

Ancak mevcudun keyfiyeti ve külliyeti, sınırların belirlenmesinde sıkıntılar 

doğurmaktadır.  Bu  da  gayet  normaldir.  Zaten  çalışmamızın  temel  hedefi, 

Türk  tefekkür  tarihi  adına  önerilen  muhtemel  sınırları  tartışmaya  açmak 

değildir. 

Elbette  Türk  vardır.  Üstelik  son  yapılan  bazı  araştırma  ve  arkeolojik 

buluntular  yakın  zamana  kadar  yapılan  Türk  tarihi  okumalarını  tersyüz 

edecek  mahiyettedir.  Özellikle  yeni  veriler  ışığında  Türkün  Türk  düşünce 

tarihinde  müstesna  değeri  olan  Anadolu  –Türkiye-  coğrafyasındaki 

geçmişinin milattan önce yedi binli yıllara kadar indirilebileceği öngörüsü 

ezber  bozacak  cinstendir.  Bu  meyanda  pek  çok  araştırmacı  için  Anadolu 

felsefenin  beşiği  olarak  kabul  gördüğünden  günümüzde  daha  çok  eski 

Yunana  dayandırılan  nice felsefî  fikrin Türk  düşünce  tarihinin  sınırları  ve 

imkânı çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.  

Türk Felsefesinin KeĢfi ve Yeniden ĠnĢâsı 

Tarih, geçmişi konu edinir. Nedir geçmiş? Dünde kalan, düne ait olan mı? 



130 

 

Elbette  geçmiş,  arkada  kalanla  alakalı  bir  kavram.  Ama  geçmiş  sadece 



geride kalan değildir. Bugünle de yarınla da yakından ilgilidir. 

Açıktır  ki,  tarihsel  bağlamda  bir  olup  bitmişliği  hikâye  ederken  farkında 

olsak  da  olmasak  da,  şimdiyi  ve  geleceği  kuran  bir  yaşanmışlıkla  iç 

içeyizdir.  Demek  ki,  geçmiş,  bir  bakıma  sürekli  ilişki  hâlinde  olduğumuz 

gerçeklikler dünyasıdır. 

Geçmişle  olan  ilişki  biçimleri,  elbette  düşünce  dünyalarını  ve  hayata 

bakışları doğrudan etkilemektedir. Onunla sağlıklı bir iletişim kurabiliyorsa, 

faydalıdır.  İfade  ettikleri,  şimdiye  yansımaları  geçmişle  olan  bağlantının 

kalitesini  ortaya  koyar.  Zira  geçmiş,  kesinlikle  ölü  bir  ―mazi‖  değildir. 

Öyleyse nasıl olmalıdır onunla ilişki biçimimiz? 

Geçmişin  günümüze  yansıması  bazen  onmaz  bir  yara  bazen  buruk  bir 

özlemdir.  Her  iki  yaklaşım  şekli  de  geçmişle  olan  ilişkinin  sorunlu 

olduğunu  gösterir.  Özlemle  yâd  edilen  geçmiş  avuntu;  yok  sayılıp 

unutulmak istenen geçmiş ise, sırtta kamburdur. Övünülen yahut dövünülen 

geçmiş  yüktür.  Abanmadır.  Kâbustur.  Oysa  geçmiş,  hatasıyla  sevabıyla 

sahiplenilmesi ve iletişime geçilmesi gereken bir dünyadır. 

Doğru  ilişki  kurulan  geçmiş  keşfedilmeyi  bekleyen,  keşfedilmesi  gereken 

gizli  hazinedir.  Saf  altındır.  Önce  bulunmalı,  ardından  da  arıtılıp 

işlenmelidir.  Sınırlarla  belirlenen  sahip  olduğu  sınırsız  imkânlılık  fark 

edilmelidir. 

Keşfedilen  geçmiş,  mümkünler  dünyasıdır.  Her  bir  imkân  olup  bitmiş  bir 

tarihsel süreçten daha ziyade okunup inşâ edilmesi gereken bir hayatiyettir. 

Yaşayan  ve  yaşatan  bir  geçmiştir  keşfedildikçe  inşâ  edilen.  Takdirlerle 

tekdirler  arasına  sıkıştırılmamış  bir  yaşanmışlık  olarak  beliren  maziden 

belirlenemeyen  bir  geleceğin  hazırlanmasıdır.  Bu,  bir  yeniden  okuma 

denemesidir. Bunu yaparken nelere dikkat etmek gerekir? Nasıl atılmalıdır 

ilk adım? 

Dar  kalıpların  içine  sıkışmadan  geçmişin  imkânlarından  bugünü  inşâ 

edebilecek  yüreğe  sahip  olunmalıdır  evvela.  Mızmızlanmadan,  umudu 

kaybetmeden, korkmadan, kıyasıya eleştirerek, fakat yıkıp dökmeden orada 

duran  geçmişe,  o  ortama  giderek  gerçekler aranmalı, araştırılmalı  ve  birer 

birer  keşfedilmelidir.  Keşfederken  de  yapıcı  ve  kuşatıcı  bir  inşâya 

girişilmelidir. Her keşfin, gerçekte bir inşâya bağlandığı; elde edilenin nihaî 

olmadığı; çünkü sınırlı ve kusurlu bir varlık olan insan tarafından üretildiği; 

dolayısıyla en doğru olanın ötelerde olduğu unutulmamalıdır. 

Biz önerdiğimiz bu yöntemi ―keşfî inşâ‖  olarak kavramsallaştıracağız. Bize 

bağlı  olmayan  bir  dış  gerçekliğin  peşinde  olduğumuzdan  yaptığımız 

öncelikli  olarak  bir  keşiftir.  Ancak  dışarıdaki  gerçekliğin  tarafımızdan 

kavranışı,  kaçınılmaz  olarak  bir  öznelleştirme  olduğundan  bir  inşâ  olarak 


131 

 

tezahür  edecektir.  Bir  bakıma  biri  ötekini  gerektiren  bir  süreklilik,  can 



damarımız olacaktır. 

Türk Tefekkür Tarihinden Türk felsefesine 

Tefekkür  zihinsel  bir  faaliyettir.  Bu  faaliyet  sonrası  açığa  çıkan  ürün  ise 

fikirdir.  Fikir  soyut  bir  anlamdır.  Soyut,  beş  duyu  organıyla  algılanamaz. 

Bu  nedenle  insan  soyut  olanı  ancak  somut  üzerinden  kavrayabilir.  Somut 

ise, beş duyu organımızla idrak edilebilendir. Soyut olanı somut üzerinden 

kavrama,  somutlaştırma  yoluyla  ―soyut  anlama‖  erişebilme  gayretidir.  Bir 

bakıma  anlamı  somutlaştırma  çabasıdır.  Yoksa  mutlak  anlamda  soyutu 

somut  hale  getirme  ya  da  somuta  indirgeme  değildir.  Bu  çerçevede  somut 

üzerinden  soyutu  kavramanın  bir  yolu  olarak  somut  anlam,  sadece  somut 

olanda kalmaz. Soyuta da kapı aralar. 

Somut,  maddî  olanla  sınırlanamaz.  Mesela  dil  maddî  değildir;  ama 

somuttur.  Soyut  düşüncenin  kelimeler  vasıtasıyla  somutlaşmasıdır.  Esasen 

somut dünyanın ardında ya da içinde gizli ya da açık soyut anlam sürekli 

varlığını  korur.  Şu  şekilde  de  söylenebilir:  Soyut  ve  somut  anlam,  aslen 

içiçedir. Hangisi temel dayanaktır? Yahut şöyle soralım: soyut mu somutu, 

somut  mu  soyutu  doğurmaktadır?  Bu,  cevabı  çok  zor  bir  sualdir.  Sorun, 

yapısal  olarak  felsefe  tarihinde  filozofları  çokça  uğraştıran  varlık-mahiyet 

kavgasına 

ya 

da 


gerçekçilik-adcılık-kavramcılık 

tartışmalarına 

benzemektedir.  Burada  bu  konuya  girilmeyecektir.  Ancak  şu  kadarını 

söyleyerek Türk tefekkür tarihine bir köprü kurmayı deneyelim. 

Gerek  ―mahiyet-varlık‖,  gerek  ―isim-mefhum-hakikat‖,  gerekse  ―soyut-

somut‖  ilişkisinde  içiçelik  söz  konusudur.  Burada  tek  yönlü  yapılan  ne 

öncelik  sonralık-sıralaması,  ne  de  iç-dış  okuması  bütüncül  bir  açıklama 

sunabilir. Zira bazen iç, dışın bazen de dış, için yerine geçebilmektedir. Bu 

nedenle kavramsal düzeydeki ikilik, aslında –epistemik- bilgi kuramsaldır. 

ve  zahirdedir.  Esasta  ontolojik  bir  ―ikilik‖  yoktur.  ―Birlik‖  vardır.  Ona  da 

―hakikat‖ denir. 

Hakikat  bağlamında  gerek  vücut  gerekse  mevcut  ontolojiktir.  Malum  ise 

onto-epistemiktir.  Onto-epistemik,  zihnin  dışında  bilenden  bağımsız 

varolanın  bireydeki  tezahürüdür.  Fikir  ise  hem  epistemik  hem  de  onto-

epistemik  olabilir.  Demek  ki,  her  malum  bir  fikir  verir,  ama  her  fikir  her 

zaman malumu vermez. Bazı fikirler salt zihinsel bir kurgu olabilir. 

Fikrin epistemik yorumu düşünme, onto-epistemik okuması ise tefekkürdür. 

Ontolojiden  kopuk  salt  düşünme,  düşünceyi  üretir.  Epistemiktir.  Sadece 

düşünme  üzerinden  Türk  tefekkür  tarihine  yönelmek  ise,  daha  çok  sanal 

parçalanmışlığı  körükler.  Bu  durumda  Türk  tefekkür  tarihi,  sadra  şifa 

sunulmak isteniyorsa, iki koldan incelenmelidir: Ya malum üzerinden ya da 

fikriyat üzerinden. 



132 

 

Salt  fikirler  üzerinden  yapılan  bir  okuma  kesinlikle  felsefidir.  Malum 



üzerinden 

yapılan 


bir 

anlamlandırma 

ise 

felsefeye 



açıktır, 

felsefîleştirilebilir.  Biz  Türk  felsefe  tarihi  incelemelerinde  malumu  esas 

alarak  malumdaki  fikriyata  erişmeyi  önermekteyiz.  Bu  durumda 

yapılmasını  istediğimiz  aslında  bir  zihin  kavgası  değil,  varolan  (mevcut) 

üzerinden  malumun  ilanıdır.  Buna  malumun  tefekkürü  de  denilebilir. 

Elbette  malumun  tefekkürü,  varolan  üzerine  üretilmiş  olan  diğer 

düşünceleri de dikkate almayı gerektirir. 

Türk  tarihi  ve  tefekkürü  zengin  ve  etkin  olmakla  beraber  maalesef 

öksüzdür. Lakin hayıflanmanın anlamı yoktur. Acilen harekete geçilmelidir. 

Bireysel  olarak  yapılabilecek  olanlar  devede  kulak  mesabesinde  de  kalsa, 

elden  gelenin  arda  konulmaması  gerekir.  Niçin  mi?  Çünkü  yol  önümüzde 

değil ardımızdadır. Kıymet bilinse de bilinmese de yürüdüğümüz kadarıyla 

var olup ayakta kalacağız. Yürüdüğümüzle var olmak, önümüze bakmamak 

anlamında  yorumlanmamalıdır.  Tabi  ki  önümüze  bakacağız.  Bu  anlamda 

önümüzde  de  yolların  olduğu  dile  getirilebilir.  Yaşanmışlık  açısından  bu 

bakış gayet doğaldır. Nihayette an ve an belirlediğimiz bir gelecekten daha 

ziyade  belirlenmiş  geçmişler  içinde  yürümek  daha  kolay  görünür.  Ancak 

unutulmamalıdır ki, günün birinde hakkımızda bir hüküm verilecek olursa, 

o  hükmün  temel  dayanağı  büyük  ihtimalle  yapacağımız  değil,  yaptığımız 

olacaktır. 

Türk  felsefe  tarihine  giriş,  gelecek  kurmaktan  daha  ziyade  geçmişi 

okumakla  alakalıdır.  Zira  ‗geçmişi  olmayanların  geleceğinin  de 

olmayacağı‘  tecrübelerle  sabittir.  Ayrıca  yolun  arkada  olması  da  bizi 

zorunlu  olarak  geleceği  geçmiş  üzerinden  kurmaya  yönlendirmektedir.  Bu 

durumda işe nereden başlamak gerekmektedir? 

Öncelikle  zeminin  fikrî  çerçevede  incelenmesi,  Türk  tefekkür  tarihinin 

imkân ve sınırlarını algılamada ufuk açıcıdır. Fikir üzerine elde edilen ufkî 

okumalar, bizi doğrudan doğruya Türk felsefe tarihine bağlar. Zira felsefe, 

en vazıh tarifle varlık, bilgi ve değer üzerine tefekkür etme, tefekkür edileni 

de  düşünmedir.  Varlığın,  bilginin  ve  değerin  tefekkürü  ile  fikir  üzerine 

düşünme (fikretme), elbette bir takım ilke ve esasları göz ardı etmeyen bir 

temellendirme  faaliyetidir.  Tarzı  vardır.  Kısaca  ifade  etmek  gerekirse, 

eleştirici, düzeltici, bütünleyici, tutarlı ve ―rasyonel‖dir. Burada ―rasyonel‖ 

kavramını  tırnak  içinde  kullanmamızın  sebebi,  rasyonelden  gönlü  ve 

duyguyu  dışlayan  kuru  bir  akliliği  anlamadığımızı  vurgulamak  içindir. 

Daha  da  açmak  gerekirse,  ―rasyonel‖,  düşünce  yoluyla  yapılan  bir 

okumadır.  Gönlü  devre  dışı  bırakmayan  onto-epistemik  tefekkür  ise,  akla 

dayanır. Akletme, düşünmeyi ve düşünceyi kuşatır. 

Epistemik bağlamdan fikretme, onto-epistemik cihetten ise tefekkür olarak 


133 

 

anladığımız  felsefenin  felsefî  fikirden  ayrıştırılamayacağının  altı 



çizilmelidir. Nasıl her türlü fikrin bir felsefesi varsa, her felsefe de bir dizi 

fikir  ile  içiçedir.  Kısaca,  fikirlerin  keşfi  felsefeleri  verir.  Bu  meyanda  bir 

yerde  fikir  varsa,  özellikle  epistemik  açıdan  felsefe  yoktur  denemez. 

Yüksek  ya  da  düşük  seviyede  bir  felsefe  muhakkak  vardır.  Mamafih 

felsefenin  eski  Yunan  düşüncesiyle  kayıtlanması  tutarlı  değildir.  Elbette 

eski Yunandan nevi şahsına münhasır bir felsefî düşünce temayüz etmiştir. 

Felsefenin  tarihinde  böyle  bir  devrin  öne  çıkması,  diğerlerini 

görmemezlikten  gelmeyi  gerektirmez.  Bahusus  eski  Yunandan  önce  de 

sonra  da  fikir  ve  felsefe  vardır.  Eğer  insanın  ayırıcı  vasfı  tefekkür  ve 

düşünme  ise,  insan  tefekkür  ettiği  ve  düşündüğü  müddetçe  felsefe  ya 

epistemik ya da onto-epistemik anlamda var olacaktır. 

Felsefenin her türlü varlık, bilgi ve değer üzerine gelen eleştirici, düzeltici, 

bütünleyici,  tutarlı  ve  aklî  bir  temellendirme  faaliyeti  olması,  mevcudun 

yeniden  inşâ  edilebileceğine  işaret  eder.  Öyleyse  Türk  tefekkür  tarihi 

üzerinden Türk felsefe tarihinin inşâsı, olmayanın icadı değildir. Varolanın 

keşfedilmesi,  keşfedilenin  de  düzgün  bir  okumayla  inşâya  tabii 

tutulmasıdır. Burada keşfin ve inşânın içiçe olması kaçınılmazdır. 

Çok  geniş  bir  coğrafyayı  ve  uzun  bir  zaman  dilimini  içine  alan  Türk 

tefekkür tarihi ve felsefesi, bakirdir. Zaman ve zemin bakımından genişlik, 

işi hem kolaylaştırmakta hem de zorlaştırmaktadır. Kolaylık, tutulan her bir 

dalın  yüzebilme  imkânı  sunmasında;  zorluk  ise  dalları  fışkırdığı  gövdeye, 

gövdeyi  de  köke  bağlayabilmenin  giriftliğindedir.  Türk  tefekkür  tarihi 

devranî  ve  devasa  bir  ağaçsa  gövdesi  dallı  budaklıdır.  Kökü  de  toprağın 

derinliklerindedir. Modern epistemik okumalar, sadece ağacın parçalanmış 

görüntüsünü  vermektedir.  Ağacı  ontolojik  düzlemde  bir  bütün  olarak 

görmek ve onto-epistemik bir okumaya tabi tutmak ise büyük dikkat, emek 

ve sabır istemektedir. 


Yüklə 6,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   98




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin