ez zebâniyete
|
: zebanileri
|
ez zebedu
|
: köpük
|
ez zekâte
|
: zekât
|
ez zekeru
|
: erkek
|
ez zenbi
|
: günah
|
ez zevceyni
|
: çift
|
ez zeytûni
|
: zeytin
|
ez zi'bu
|
: bir kurt
|
ez zikra
|
: zikir: öğütle hatırlatma
|
ez zikre
|
: zikir (Kur'ân-ı Kerim)
|
ez zikri
|
: zikir
|
ez zikru
|
: zikir
|
ez zılle
|
: gölge
|
ez zilletu
|
: zillet, hakirlik, alçaklık ve aşağılık
|
ez zilletu
|
: zillet, hakirlik, alçaklık ve aşağılık
|
ez zıllu
|
: gölge
|
ez zinâ
|
: zina
|
ez zubâbu
|
: sinek
|
ez zucâcetu
|
: (o) sırça, (o cam)
|
ez zuleli
|
: (karanlık) gölgeler
|
ez zulleti
|
: gölge
|
ez zulli
|
: yumuşak olarak, alçaltarak (zelil olarak), tevazu ile
|
ez zulumâtu
|
: karanlıklar
|
ez zunûbe
|
: günahlar
|
ez zunûnen
|
: zanlar
|
ez zûra
|
: bâtıl, asılsız, yalan
|
ez zûri
|
: yalan
|
ezâga
|
: döndürdü, çevirdi
|
ezâ-hum
|
: onların eziyetleri
|
ezâka-hum(u)
|
: onlara tattırdı
|
ezaknâ el insâne
|
: insana tattırdık
|
ezaknâ-hu
|
: ona tattırırsak
|
ezâû
|
: açıkladılar, ifşa edip yaydılar
|
ezbehanne-hu
|
: onu boğazlayacağım, keseceğim
|
ezbehu-ke
|
: seni boğazlıyorum
|
ezdâdû
|
: arttırdılar
|
ezelle-humâ
|
: onları (o ikisini) kaydırdı (ayağını
|
ezen
|
: eza ederek, eziyet vererek
|
ezhebâ
|
: git
|
ezhebe
|
: giderdi
|
ezhebtum
|
: siz giderdiniz, bitirdiniz
|
ezifet(i)
|
: yaklaştı
|
ezilleten
|
: zillete düşürerek
|
ezilletun
|
: daha aşağı, daha zayıf
|
ezinallâhu (ezine allâhu)
|
: Allah izin verdi
|
ezine
|
: izin verdi
|
ezkâ
|
: daha iyi tezkiye olma, arınma
|
ezkâ (zekâ)
|
: daha temiz : (temiz)
|
ezkur-kum
|
: ben sizi zikrederim (zikredeyim)
|
ezlemu
|
: daha zalim
|
ezrî
|
: kuvvetimi, gücümü
|
ezunnu-hu
|
: ben onu ..... zannediyorum
|
ezvâce-hu
|
: onun eşleri
|
ezvâce-hum
|
: onların eşleri
|
ezvâce-hunne
|
: onların eşleri, kocaları
|
ezvâce-ke
|
: senin zevcelerin, hanımların, eşlerin
|
ezvâce-kum
|
: sizin zevceleriniz, eşleriniz
|
ezvâcen
|
: zevcler, eşler, sınıflar, gruplar
|
ezvâci
|
: evlenme
|
ezvâci-him
|
: onların zevceleri, hanımları
|
ezvâci-ke
|
: senin zevcelerin, eşlerin
|
ezvâcin
|
: zevceler, eşler
|
ezvâcu-hum
|
: onların eşleri, eşleri
|
ezvâcu-kum
|
: sizin eşleriniz
|
ezvâcun
|
: zevcler, eşler, gruplar
|
ezzen
|
: tahrik ederek
|
ezzene
|
: seslendi (ilân etti)
|
fa'bud (fe u'bud)
|
: artık kul ol
|
fa'bud-hu
|
: öyleyse ona kul ol
|
fa'budi allâhe (fe u'budi)
|
: öyleyse Allah'a kul ol
|
fa'budnî (fe a'bud-nî)
|
: öyleyse bana kul ol
|
fa'budû (fe u'budû)
|
: artık kul olun, tapın
|
fa'budû-hu
|
: o halde O'na kul olun
|
fa'budûni (fe a'budû-ni)
|
: öyleyse (o zaman) bana kul olun
|
faddala
|
: üstün kıldı
|
faddale
|
: üstün, faziletli kıldı
|
faddale-nâ
|
: bizi üstün kıldı
|
faddalnâ
|
: biz faziletli kıldık, üstün kıldık
|
faddalnâ
|
: biz faziletli kıldık, üstün kıldık
|
faddalnâ
|
: üstün kıldık
|
faddaltu-kum
|
: sizi üstün kıldım
|
fadlan
|
: lütuf, kerem, fazl, Allah'tan gelen nur
|
fadlan
|
: lütuf, kerem, fazl, Allah'tan gelen nur
|
fadle-hu
|
: onun fazlını
|
fadlen
|
: fazl (kalbe gelen nur)
|
fadli-hi
|
: onun fazlı
|
fadlin
|
: fazl, fazl nuru
|
fadlu
|
: fazl, lütuf, kerem, fazl nuru: fazlı
|
fadlu allahi
|
: Allah'ın fazlı
|
fadlullâhi (fadlu allâhi)
|
: Allah'ın fazlı
|
fadlun
|
: bir fazl
|
fadrib (fe ıdrib)
|
: sonra vur
|
fa'fû (fe a'fû)
|
: o zaman affedin
|
fagfir (fe ıgfir)
|
: ve mağfiret et
|
fagfir lenâ
|
: artık bizi mağfiret et
|
fagfirlî (fe ıgfirlî)
|
: artık beni mağfiret et
|
fâhışeten
|
: fuhuş, kötü, çirkin
|
fahkum (fe uhkum)
|
: artık hükmet
|
fahruc (fe uhruc)
|
: öyleyse hemen çık
|
fahtelefe (fe ihtelefe)
|
: ayrılığa düştüler, ihtilâf ettiler
|
fahteleta
|
: böylece karıştı, yeşerdi (büyüdü)
|
fahtemele (fe ihtemele)
|
: böylece yüklendi, götürdü, taşıdı
|
fahtulife (fe ıhtulife)
|
: bundan sonra ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştüler
|
fâ-hu
|
: onun ağzına
|
fahûrin
|
: kendini çok metheden, çok övünen
|
fahûrun
|
: çok övünen (kendini çok metheden) böbürlenen
|
fâilîne
|
: yapacak olanlar, yapanlar
|
fâılun
|
: yaparım
|
fâilûne
|
: yapanlar, yerine getirenler
|
fâ'ilûne
|
: yapanlar
|
fakdi (fe ikdi)
|
: artık yap
|
fâkihetin
|
: meyve
|
fâkihetun
|
: yemiş, meyve: meyveler
|
fâkihîne
|
: zevk içinde yaşayanlar
|
fâkihîne
|
: sevinçli ve mutlu olanlar
|
fakîran
|
: fakir
|
fakîrun
|
: fakir, muhtaç
|
fâkiun
|
: parlak, canlı
|
fakzifî-hi (fe ikzıfî-hi)
|
: sonra onu bırak
|
fa'lem (fe i'lem)
|
: o zaman, bu durumda bil: bil ki
|
fa'lemû
|
: o zaman bilin ki
|
fa'lete-ke
|
: senin işin
|
fallâhu (fe allâhu)
|
: fakat Allah
|
fa'mel (fe ı'mel)
|
: artık yap
|
fanzur (fe unzur)
|
: haydi bak: işte bak
|
fanzur (fe unzur)
|
: o zaman, bunun üzerine, sonra da bak
|
fanzurû (fe unzurû)
|
: o zaman, böylece bakın
|
farada
|
: farz kildi
|
faradallâhu (farada allâhu)
|
: Allah farz kıldı
|
farad-tum
|
: size farz kılındı
|
faraknâ
|
: biz ayırdık, yardık
|
faraknâ-hu
|
: onu kısımlara ayırdık
|
farîdaten
|
: takdir edilen (farz kılınan) miktar, mehir
|
fârigan
|
: boş
|
fârihîne
|
: maharetle, ustaca yapanlar
|
fasalatil'îru (fasalati el îru)
|
: kafile ayrıldı
|
fasbir (fe ısbir)
|
: öyleyse sabret
|
fasda' (fe ısda')
|
: açıkça bildir,
|
fasfah (fe ısfah)
|
: artık, müsamaha göster, iyi muamele et
|
fâsıkîne
|
: fasıklar (fısk içinde olanlar)
|
fâsikun
|
: bir fasık
|
fâsikûne
|
: fasıklar, fıska düşenler, hidayete erdikten sonra tekrar dalâlete düşenler
|
faslun
|
: ayıran
|
fassalnâ-hu
|
: onu açıkladık
|
fatara
|
: yarattı
|
fatara-hunne
|
: onları yarattı
|
fatara-nâ
|
: bizi yarattı
|
fatara-nî
|
: beni yarattı
|
fatara-nî
(ellezî fatara)
|
: beni yarattı
: (yaratan)
|
fâte- kum
|
: sizin elinizden çıktı
|
fâte-kum
|
: elinizden çıkıp giderse
|
fa'terefnâ (fe ı'terefnâ)
|
: böylece itiraf ettik
|
fa'tezilû (fe ı'tezilû)
|
: o taktirde, bu yüzden uzak durun
|
fa'tezilû (fe ı'tezilû)
|
: o taktirde, bu yüzden uzak durun
|
fâtıra es semâvâti
|
: semaları yaratan
|
fâtıre
|
: yaratan
|
fâtırı
|
: yaratan
|
fâtırı es semâvâti
|
: semaları yaratan
|
fâtıru
|
: yaratan
|
fâze
|
: kurtuldu
|
fazzan
|
: kaba
|
fe
|
: bunun üzerine, böylece, bu sebeple
|
fe -- bi mâ
|
: fakat bu -- sebebiyle
|
fe a'budû-ni
|
: kul olun
|
fe adlâ
|
: o zaman sarkıttı
|
fe a'fu
|
: artık affet
|
fe agfir lenâ
|
: o halde, artık bizi mağfiret et
|
fe agşeynâ-hum
|
: böylece, artık onları perdeledik, örttük, kuşattık
|
fe ahbeta
|
: o zaman boşa çıkardı
|
fe ahkumu
|
: o zaman, ben hüküm vereceğim
|
fe ahleftu-kum
|
: size verdiğim sözden hilâf ettim (vaadimden döndüm)
|
fe ahrece
|
: böylece çıkardı
|
fe ahrecnâ
|
: artık çıkardık
|
fe ahşev-hum
|
: artık onlardan korkun
|
fe ahyâ
|
: böylece diriltti, hayat verdi
|
fe ahyâ bi-hi
|
: böylece onunla hayat verdı, diriltti
|
fe ahzerû-hum
|
: artık onlardan sakının
|
fe akare
|
: sonra da (onu) kesti.
|
fe akarû-hâ
|
: buna rağmen onu kestiler
|
fe âkıbû
|
: o taktirde ceza verin, cezalandırın
|
fe aleyhim
|
: o zaman onlara, onların üstüne
|
fe aleyhinne
|
: o taktirde onlara
|
fe aleyye
|
: o zaman benim üzerimdedir, bana aittir
|
fe âmennâ
|
: o zaman, böylece biz âmenû olduk îmân ettik
|
fe âminû
|
: o zaman, o halde, îmân edin
|
fe arefe-hum
|
: hemen onları tanıdı
|
fe a'rıdû
|
: o zaman vazgeçin
|
fe asâ
|
: o taktirde umulur ki
|
fe asbahtum
|
: böylece oldunuz
|