"İqtisadiyyatı güclü olan dövlət hər şeyə qadirdir". "Biz neft kapitalını insan kapitalına çevirməliyik"


THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES



Yüklə 8,12 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə13/78
tarix15.10.2019
ölçüsü8,12 Mb.
#29353
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   78
Conferance Book Economy.(3)


THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES 

Baku Engineering University  

54  

26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan 

Meydana çıkan dengeyi göstermek için öncelikle ülkede sabit döviz kuru rejimi ve sermayenin 

yüksek  hareketliliğinin  (mobilite)  mevcut  olduğunu  düşünelim.  Bu  politika  bileşimi  trilemma 

üçgeninin  sağ  taraftan  bakıldığında  iki  tarafını  gösteren  çifte  uygun  gelir.  Yerli  ve  yabancı  devlet 

tahvillerinin  replasman  oldukları  durumlarda  iç  faiz  oranı  yabancı  faiz  oranına  eşittir.  Eğer  Merkez 

Bankası para arzını artırarsa iç faiz oranları üzerinde başlayan baskı yüksek getirili yabancı tahvillerin 

alımına, yerel tahvillerin ise satışına yol açar. Böyle bir durumun etkisi sonucunda Merkez Bankası 

yabancı para birimine aşırı taleple karşı karşıya kalır. Diğer yandan da yerel para biriminin aşırı arzı 

oluşur.  Sabit  döviz  kuru  rejiminde  Merkez  Bankası  ekonominin  yabancı  paraya  olan  talebini 

karşılamak  için  resmi  döviz  kuruna  göre  döviz  piyasasına  müdahale  etmelidir.  Bu  süreçte  Merkez 

Bankası  yerel  para  birimini  piyasadan  çekiyor,  yabancı  para  birimini  satarak  onun  arzını  artırmaya 

çalışıyor. Sonuçta Merkez Bankası para arzı üzerinde kontrolu kaybediyor, başka bir ifadeyle, Merkez 

Bankası  para  arzını  kendi  istediği  gibi  bağımsız  şekilde  değil,  döviz  piyasasının  şart  ve  koşullarına 

uygun olarak yönetir ve sonuç itibarı ile, temel hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve enflasyon 

hedeflemesinden  yoksun  kalır.  Böylece,  sabit  döviz  kuru  ve  sermaye  hareketliliği  politika  bileşimi 

altında bağımsız para politikasından vazgeçiliyor. Açık piyasa işlemi sadece Merkez Bankasının yerli 

ve  yabancı  varlıklar  arasındaki  denge  bileşimini  değiştirir,  para  tabanına  ve  yerel  faiz  oranını  ise 

etkilemez [1]. 

Küçük  açık  ekonomiler  için  finansal  entegrasyonu  koruyarak  Merkez  Bankası  parasal 

bağımsızlığının restorasyonu ve sabit döviz kurundan vazgeçilmesi arzulanan durumdur. Dalgalı kur 

rejiminde  yerel  para  arzının  artırılması  ülkede  faiz  oranını  düşürmekte,  bu  ise  yüksek  gelir  elde 

edilmesi amacıyla sermayenin dışa akımını gerçekleştirmektedir. Başlangıçta yabancı paraya olan aşırı 

talep döviz kurunun düşmesine sebep olmaktadır. Bu durumda, dalgalı kur rejimi altında sermayenin 

serbest  hareketliliği  ülkede  para  politikasının  güçlü  ve  etkili  olmasına  yol  açmaktadır.  Yüksek  para 

arzı  faiz  oranını  düşürmekte,  bunun  üzerinden  yerel  yatırımların  artırılması  yerel  para  birimini 

zayıflatmakta  ve  ekonomini  net  ihracat  hesabına  genişletmektedir.  Bu  politika  bileşimi  trilemma 

üçgeninin  sol  ve  aşağı  taraflar  çiftinin  ilişkisi  gibi  karakterize  edilir,  fakat  parasal  bağımsızlığa 

ulaşmak için sabit döviz kurundan vazgeçmek gerekmektedir [5]. 

Küçük açık ekonomilerde parasal bağımsızlığı yeniden başlatmak için üçüncü alternatif yol ise 

finansal  entegrasyondan  vazgeçerek,  sabit  döviz  kurunu  ve  bağımsız  para  politikası  uygulamasını 

seçmektir. Finansal entegrasyondan vazgeçmek yerli ve yabancı tahviller arasındaki alım satımı önler 

ve  böylece  yerli  ve  yabancı  faiz  oranları  arasındaki  ilişki  kaybolur.  Para  politikası  aynen  kapalı 

ekonomideki gibi çalışır, kısa dönemde Merkez Bankası para arzını yönetiyor ve para artışı yerel faiz 

oranlarını  düşürüyor.  Bu  politika  bileşimi  trilemma  üçgeninin  sol  ve  yukarı  taraflar  çiftine  denk 

gelmektedir ki, buna da sadece kapalı finans piyasasında, dolayısıyla, serbest sermaye hareketlerinin 

olmadığı ortamda ulaşmak mümkün olur. 



 1.1  

Trilemma hipotezinin para politikası açısından önemi 

2008-2009  yılları  arasında  Amerika  Birleşik  Devletleri'nde  başlayan  küresel  mali  krizin 

dalgaları çok kısa zamanda diğer ülkelere yayılmıştır. IMF'nin verilerine göre, 2009 yılında ABD, tüm 

Avrupa Birliği ve Japonya'da İkinci Dünya Savaşı döneminden beri o zamana kadar gözlemlenmeyen 

olumsuz ekonomik büyüme yaşanmıştır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümeleri 

2009  yılında  2007  yılına  kıyasla  %8.3`den  %1.7'e  inmiştir.  Bu  durum,  ayrıca  Asya'nın  yeni 

sanayileşmiş ülkelerini de teğet geçmemiş ve bu ülkelerin ekonomik büyüme oranı 2009 yılında %2,4 

'e  kadar gerilemiştir. Sadece Asya'nın nisbi olarak gelişmiş ülkeleri  - Çin ve Hindistan'da ekonomik 

büyüme  oranları  sırasıyla  %7.5  ve  %5.4  oranında  gerilemiştir.  Görüldüğü  gibi,  ülke  ekonomileri 

1930'ların Büyük kriz yıllarından beri en büyük ekonomik krizle karşı karşıya kalmışlardır [2]. 

Bu  kriz  sonrası  ekonomistler  ve  politikacılar  ortaklaşa  olarak  uluslararası  parasal  sistemin 

geleceği  konusunda  müzakerelere  başladılar.  Birçok  ülke  politikacıları  için  asıl  sorun,  mevcut 

uluslararası  parasal  sistemin  ABD  dolarına  bağımlı  olmasıydı.  Çünkü  krizin  merkez  üssü  olan 

ABD'nin  para  birimi  halen  uluslararası  rezerv  para  birimi  olarak  kullanılmaktadır.  Son  20  yılda 

belirgin derecede hızlı tempoda büyüyen güçlü Çin ekonomisi, mevcut uluslararası finans sistemindeki 

önemini artıran güçlü ekonomilerden biri olmuştur. Doların dominant olmasını eleştrimesine ve kriz 

dolayısıyla  ABD'yi  sorumlu  tutmasına  rağmen,  Çin'in  kendisi  büyük  miktarlarda  dolar  rezervlerine 

sahiptir. Çin'in 3 trilyon dolarlık dış rezervi vardır. Bu da dünya çapında tüm döviz rezervlerinin % 

30'unu oluşturmaktadır ve onun da 2/3-si ABD doları cinsindendir [3]. 


THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES 

Baku Engineering University  

55  

26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan 

2008-2009  yılındaki  küresel  mali  kriz,  doların  ardından  ikinci  en  büyük  uluslararası  para  olan 

Euro'nun  da  borç  krizine  girmesine  ve  itibarının  zedelenmesine  yol  açmıştır.  ABD  ekonomisinin 

kendisini  toparlaması  geç  olmasına  rağmen,  dolar  ve  euro'nun  yerini  doldurabilecek  başka  bir 

alternatif uluslararası para biriminin olmaması, yabancı yatırımcıların zorunlu olarak ABD dolarını tek 

güvenli döviz olarak tercih etmelerine sebep olmuştur. ABD krizin merkezinde olmasına rağmen bir 

çok  avantajını  korumuştur.  Buhran  yıllarında,  FED`in  gerçekleştirdiği  yumuşak  para  politikası 

sermayenin ABD'den çıkarak Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi ülkelere akmasına yol açmıştır 

ki, bunun da sonucunda bu ülkelerde ekonomik büyüme ivme kazanmıştır. FED`in uygulamış olduğu 

yumuşak para politikası Çin gibi ülkelerin uluslararası rezervlerinin artması ile sonuçlanmıştır. Sonuç 

itibarı  ile,  Uluslararası  döviz  sistemi  Triffin  dilemmasıyla  karşı-karşıya  kalmıştır.  1960'lı  yıllarda 

ülkeler  ulusal  para  birimlerinin  uluslararası  rezerv  para  birimi  ile  değiştirilebilmesi  için  yeni  tür 

uluslararası  rezerv  para  birimi  ve  aynı  zamanda  ödeme  aracı  olan  Özel  Çekme  Haklarını  (Special 

Drawing  Rights  -  SDR)  oluşturdular.  SDR  Uluslararası  Para  Fonu'na  (IMF)  üye  olan  ülkelerin 

ödemeler  dengesindeki  açığı  ayarlamak  ve  IMF  ödemelerini  yapmak  için  ulusal  para  birimlerinin 

değerinin  ölçülmesi  amacıyla  oluşturulmuştur.  Bu  yeni  para  birimi  dengesizliklerin  giderilmesinde 

altın ve dolarla birlikte kullanılmaya başlamıştır. 

Yüksek  parasal  bağımsızlık,  politikacılara  ekonomiyi  diğer  ülke  ekonomilerinin  makroekono-

mik  uygulamalarının  etkisinden  uzak  tutmaya  ve    istikrarlı  ve  sürdürülebilir  ekonomik  gelişmeyi 

sağlamaya imkan sunmaktadır. Fakat fiyatların ve ücretlerin esnek olmadığı bir ekonomide politika-

cılar sermayenin hareketliliğini en azından kısa süreli bir dönem için yönetebilirler ki, bu da üretimin 

ve  enflasyon  oranlarının  oynaklığının  artmasına  yol  açmaktadır.  Ayrıca,  para  arzı  kontrolünü  yapan 

merkez  bankaları  kendi  parasal  bağımsızlıklarını  kullanarak  hazine  yükümlülüklerini  dolaşıma 

bırakmakla ekonomide yüksek ve istikrarsız enflasyonu önleyebilmektedirler. 

Sabit  döviz  kuru  fiyat  istikrarını  artırarak  ve  belirsizliği  azaltarak  düşük  risk  oranlarına  yol 

açmakta  ve  böylece uluslararası  yatırımların  yapılması  ve  uluslararası ticareti teşvik  edebilmektedir. 

Ekonomik kriz döneminde bile sabit döviz kurunun terk edilmemesi, politika yapıcılara olan güveni 

artırır ve böylece sermayenin hareketliliğini ayarlayarak istikrarlı kalmasını sağlar [3]. 

Prasad  ve  Rajan`a  göre,  katı  sabit  döviz  kuru,  politika  yapıcıları  uyguladıkları  politikaları 

makroekonomik  gerçekliklere  uygun  şekilde  şekillendirmeye  zorlar.  Bu  durum,  ekonominin  ani 

dalgalanması  ile  (pozitif  ve  negatif  şoklar)  varlıkların  aniden  artmasına  veya  azalmasına  neden 

olabilir. Böylece, sabit döviz kurlarının neden olduğu esneksizlik, sadece sermaye değişimlerine neden 

olmaz, aynı zamanda kaynakların verimsiz kullanımına, ekonominin istikrarsız ve sürdürülebilirliyinin 

engellenmesine yol açar [2]. 

 Trilemmanın  üç  tarafı  arasında  daha  çok  tartışılanı  finansal  entegrasyondur.  Aşırı  açık  finans 

piyasası  kaynakların  etkin  dağılımı,  bilgi  alışverişinin  kolaylaştırılması,  iç  tasarrufların  artırılması, 

teknolojik  ve  idari  "know-how"un  sağlanması  yoluyla  ekonomik  gelişmeye  ve  toplam  üretim 

faktörlerinin  verimliliğinin  artışına  yol  açabilir.  Ayrıca  uluslararası  sermaye  piyasalarıyla  sıkı  ilişki 

içinde olan ülkeler, kendilerini riskin paylaşımı ve portföyün çeşitlendirilmesi açısından istikrarlı hale 

getirebilirler.  Diğer  yandan  ekonomik  istikrarsızlıkta,  özellikle  son  20  yıldaki  kriz  sürecinin 

doğurduğu  sorunlardan  dolayı  finansal  entegrasyonun  önemli  neden  olduğu  vurgulanmaktadır.  Bu 

açıdan  finansal  entegrasyon  ülkelerin  sermaye  akımlarının  aniden  durdurmasına  yol  aça  bilir  ki,  bu 

durum ekonomide büyük dalgalanmaların ortaya çıkmasına neden ola bilir [6]. Örneğin, politik veya 

diğer  nedenlerden  dolayı  bir  ülkede  aniden  başlayan  sıcak  para  çıkışı  çok  kısa  sürede  o  ülke 

ekonomisinde ciddi sorunlara yol açabilir. Uzun vadede bu sorun, ülkenin reel ekonomisi üzerinde de 

negatif etki yapabilmektedir. 

Taraflar  arasında  üç  seçenekte  çift  seçimlerin  yapılması  ve  bu  seçimlerin  birinin  diğeri  ile 

kıyaslanarak aralarında bağımlılığın hangi oranda olduğunun saptanması araştırmanın zor yanı olarak 

kabul  edilir.  Örneğin:  sabit  döviz  kuru  ile  finansal  entegrasyonun  bir  arada  olması  istikrarsızlığı 

artırmaktadır.  Oysa,  sabit  döviz  kuru,  etkin  bir  bağımsız  para  politikasıyla  uygulandığında  ise 

ekonomide istikrarlı bir durum meydana gelebilmektedir. Böylece, her üç kombinasyonun sistematik 

bir şekilde ampirik olarak analiz edilmesi yararlı olabilir [3]. 



Sonuç 

Döviz kuru istikrarının, para politikası bağımsızlığının veya finansal entegrasyonun potansiyel 

olumsuz  etkileri  olabileceği  unutulmamalıdır.  Sabit  döviz  kurunun  korunması,  ulusal  paranın 


THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES 

Baku Engineering University  

56  

26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan 

değerinin altında ya da aşırı değerlenmesine neden olabilmektedir. Spekülatif saldırılardan kaçınmak 

için  Merkez  bankaları  büyük  miktarda  uluslararası  rezervler  harcamakta,  takdir  edilen  baskıların 

azaltılması için sterilize müdahalenin kullanılmasına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu ise kaynakların yanlış 

dağılımına  yol  açmaktadır.  Para  politikasının  bağımsızlığı,  merkez  bankasının  zayıf  bir  ekonomiyi 

canlandırmak için ya da hükümetin borcunu finanse etmek için para arzını artırdığı zaman enflasyona 

yol  açabilmektedir.  Yüksek  finansal  entegrasyon  ise,  çok  fazla  spekülasyona  ve  büyük  sermaye 

çıkışlarına ve ekonomiyi istikrarsızlaştırmaya neden olabilmektedir. 

Tarihsel olarak baktığımızda iktisat politikası belirleyicilerinin uzun süredir trilemmayla karşı-

karşıya  kaldıkları  görülmektedir.  Politikacılar  sabit  kur  sistemi  uygulama  isteği,  serbest  sermaye 

hareketliliği  ve  bağımsız  para  politikası  uygulama  istekleri  içerisinde  oldukları  için  sürekli  olarak 

seçim  yapmak  zorunda  kalmışlardır.  1870`den  itibaren  uygulanmaya  başlayan  Altın  standartı 

sisteminde  gelişmiş  ekonomiler  ulusal  para  birimlerini  standart  şekilde  altına  bağladıkları  için  tüm 

ulusal paralar otomatik olarak sabit kurlarla birbirlerine bağlanmıştır. 1914`de sona eren bu sistemde 

trilemma  sorunu  sermayenin  serbest  hareketliliği  ve  sabit  döviz  kuru  tercih  edilmekle  çözülmüştür. 

Bretton  Woods  sisteminde  sermaye  hareketleri  serbestliğinden  vazgeçilmiş,  para  politikasının 

bağımsızlığı  ve  sabit  döviz  kuru  tercih  edilmiştir.  Bretton  Woods  sisteminden  sonra  ise,  para 

politikasının  bağımsızlığı  ile  sermaye  hareketliliğinin  serbestliği  tercih  edilerek  dalgalı  kur  rejimine 

geçilmiştir.  Aslında  ülkeler  makroekonomik  durumun  düzenlenmesi  ve  yönetilmesi  amacıyla 

ekonomik kriz ve ekonomik olaylara cevap olarak ikili seçimlerdeki kombinasyonları değişmişlerdir. 



 

 

KAYNAKÇA 

1. 


Aizenman, J. (2013). “The İmpossible Trinity – From the Policy Trilemma to the Policy Quadrilemma”, Global 

Journal of Economics 02 (01)1-20 

2. 


Aizenman, J., Chinn, D. M. ve İto, H. (2010). “The Surfing The waves of Globalization: Asia and Financial 

Globalization in the context of the Trilemma”, National Bureau of Economic Research Working Paper series (009), 1-

52 

3. 


Aizenman, J. ve İto, H. (2011). “The Impossible trinity”, The international Monetary framework? And the Pasific Rim

1-34 


4. 

Eğilmez, M. (2013). “İmkansız üçleme ya da Üçlü açmaz”, Kendime Yazılar, 

http://www.mahfiegilmez.com/2013/03/imkansz-ucleme-ya-da-uclu-acmaz.html (Erişim tarihi: 10.09.2017) 

5. 


Jabiyev, F. ve Tanrıverdi İ. (2018) “Mundell-Fleming modelinin teorik çerçevesi”, Genç Araştırmacıların II 

Uluslararası Konferansı”, Bakü Mühendislik Üniversitesi yayınları, 497 - 500 

6. 

Kaminsky, G. ve Schmukler, S. (2001). “Emerging Markets İnstability: Do sovereign Ratings affect Country Risk and 



Stock Returns?”, The World Bank Review 16 (2), 171-195 

7. 


Mishkin, F.S. (1998). “International experiences with different monetary policy regimes”, Institute for international 

economic studies (648), 1-46 

8. 


Yanar, R. (2008). “Gelişmekte Olan Ülkelerde Döviz Kuru Rejim Tercihinin Makro Ekonomik Performans Üzerine 

Etkileri”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2), 255-270 

9. 

Yılmaz, A. (2014). “Açık ekonomide trilemma”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11-15 



 

 

 



 

HARM OR CHARM? NON-TARIFF MEASURES AND                

SUSTAINABLE DEVELOPMENT 

 

Said Jafarli 

National University of Malaysia 

said@siswa.ukm.edu.my; jafarli@live.com 

 

ABSTRACT 

Recently,  EU  adopted  sustainability-motivated  Non-Tariff  Measures  (NTMs)  that  may  curb  palm  oil 

exports to the EU, which is the second largest importer of the commodity. Palm oil industry is acknowledged as 

the  main  driver  of  the  livelihood  of  the  rural  communities  in  the  ASEAN  countries  and  three  of  the  ASEAN 

members - Indonesia, Malaysia and Thailand account for 86 percent of the world palm oil production. The paper 

argues  that  even  though  sustainability-motivated,  the  implementation  of  the  NTM  schemes  may  hinder  the 

ASEAN countries  from achieving 5 or  more Sustainable Development Goals  set by  the  UN. The paper argues 

these issues and develops models for the consistent evaluation of the effects of NTMs on palm oil trade.  



Key words: ASEAN; Sustainable Development Goals; Non-Tariff Measures; International Trade; Gravity 

Model; Trade Policy  



THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES 

Baku Engineering University  

57  

26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan 

1. EXECUTIVE SUMMARY 

The  world  experienced  rapid  growth  in  the  population  in  the  second  half  of  the  20th  century 

which,  among  others,  also increased  demand  for  edible  oil. This  development  created  a  new avenue 

for increasing the production of oil palm products as palm oil is around 10 times more productive than 

its  closest  competitor  in  the  world  market  -  soya  bean  oil  (MPOB,  2016).  As  a  result  of  increased 

attention to the palm oil industry in the ASEAN countries and technological improvements, palm oil 

production experienced a surge during the last two decades and ASEAN became the major producer 

and exporter of the edible oil in the world. Today, three of the ASEAN members - Indonesia, Malaysia 

and  Thailand  account  for  86  percent  of  the  world  palm  oil  production,  whereas  Indonesia  and 

Malaysia alone account for 91 percent of the world palm oil exports. The major importers of oil palm 

products  in  the  world  are  India  (15%),  EU  (11%),  and  China  (8%).  Currently,  palm  oil  is  the  most 

produced  (28.8%),  most  traded  (54.8%)  and  most  consumed  (29.7  %)  edible  oil  in  the  world 

(Nabmbiappan, 2017).  

However,  these  developments  have  not  been  without  difficulties  and,  due  to  arguable 

environmental and health concerns, palm oil export has faced several restrictions and measures from 

its main importers. Since the agreed level of tariffs are very low among the ASEAN countries and its 

major importers, the implementation of Non-Tariff Measures has taken place. The NTMs are applied 

in forms of Sanitary and Phytosanitary measures (SPS) and Technical Barriers to Trade (TBT), which 

increase the cost of production and decrease the competitiveness of palm oil vis-à-vis other edible oils 

(i.e. Soybean, Sunflower, Rapeseed oil).  

Application  of  NTMs  gained  new  importance  after  the  European  Union’s  adoption  of  the 

Resolution  on  Palm  Oil  and  Deforestation  of  Rainforest  by  the  European  Union  in  April  2017.  The 

resolution is NTM in itself and, as its name indicates, the it is adopted on the sustainability grounds. 

European  Union  is  the  second  largest  destination  of  palm  oil  exports  worldwide.  EU  is  particularly 

important  market  for  Malaysia  as  it  is  the  largest  market  for  Malaysian  oil  palm  products  (MPIC, 

2017).  


Palm  oil  is  considered  the  most  important  agricultural  commodity  in  Indonesia  and  Malaysia. 

For  example,  in  Malaysia,  60  percent  of  the  agricultural  land  is  used  by  the  oil  palm  industry.  The 

industry was listed among one of the 12 New Economic Areas in Economic Transformation Program 

of Malaysia, which was aiming to make Malaysia developed and high-income country by 2020. It is 

widely  considered  as  the  backbone  of  Malaysia’s  development  in  the  rural  areas  (Nabmbiappan, 

2017).  


Existence  of  palm  oil  industry  in  the  rural  areas  is  acknowledged  as  the  main  factor  for  the 

presence  of  schools,  hospitals  and  road  infrastructure  in  the  rural  areas.  Palm  oil  plantations  also 

provide employment opportunities for the rural people and vast majority of the rural people work in 

palm  oil  plantations.  Commenting  on  this  new  resolution,  then  Prime  Minister  of  Malaysia  Najib 

Razak  told  during  the  press  conference  after  attending  the  ASEAN  Summit  2017  that  “If  this 

resolution were to be enforced, it will have a devastating effect …. [as] the livelihood of 600,000 oil 

palm smallholders in Malaysia and 2.4 million in Indonesia [depend on palm oil]”. Even though some 

NTMs  may  help  the  countries  to  achieve  Sustainable  Development  Goals2  set  by  the  UN, 

implementation of this resolution by the EU may also constrain the ASEAN countries from achieving 

the  1st,  2nd,  3rd,  4th  and  9th  goals  under  the  SDGs3.  Due  to  this  factor,  Indonesia,  Malaysia  and 

Thailand  has reached an  agreement  at the  ASEAN  Summit  2017  to combat  the  treat to the palm  oil 

industry.  

The  introduction  of  NTMs  on  palm  oil industry  is  not  new and the industry  has  faced  several 

restriction in the past as well (Rival & Levang, 2014). The evaluation of the effects of NTMs on trade 

flows  is  carried  by  applying  the  gravity  model  of  international  trade  (Baier,  Kerr,  &  Yotov,  2017; 

Yotov, Piermartini, Monteiro, & Larch, 2016). For example, Ferraz, Ribeiro, and Monasterio (2017) 

apply the model to evaluate the effects of NTMs on the exports of Brazil, and Mingque and Slisava 

(2016) evaluate the impacts of Russian NTMs on the exports of EU members.  

In a recent study, Pujiati, Firdaus, Adhi, and Brummer (2014) evaluate the effects of Free Trade 

Agreements  (FTAs)  on  the  palm  oil  products  exports  of  Indonesia  and  Malaysia  by  applying  the 

gravity  model.  Along  with  the  FTAs,  their  model  include  variables  accounting  for  GDP.  However, 

despite  the  strong  evidences  on  the  positive  and  significant  effects  of  GDP  on  trade,  they  find  only 



THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES 

Baku Engineering University  

58  

26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan 

marginally  significant  effect  from  GDPs.  Possibly,  this  is  because  of  their  usage  of  significantly 

smaller dataset and less rigorous estimation techniques.  

Even though several studies have been carried out to study the effects of various factors on palm 

oil  trade,  to  the  best  of  our  knowledge,  there  is  no  study  that  provide  the  evaluation  of  the  effects 

NTMs on palm oil trade. Additionally, the effects of important determinates of palm oil demand, such 

as  GDP  and  population  growth  on  palm  oil  exports,  and  effects  other  important  geographical  and 

cultural  determinants  of  the  international  trade  such  as  distance,  sharing  border,  common  language 

have  not  been  studied  too.  This  project  proposes  to  fill  the  gaps  in  the  literature  by  applying  the 

Gravity  Model  of  international  economics  to  the  crude  and  refined  palm  oil  trade  of  Indonesia, 

Malaysia and Thailand.  

Leaning  the  effects  of  the  NTMs  on  the  total  trade  is  important  as  this  would  empower  the 

arguments of Indonesia, Malaysia and Thailand in regards to abolishment of the NTMs on the way of 

their achievements of SDGs. Learning the effects GDP and population is important as this would let, 

for example, predict the effects of GDP and population growth on the palm oil export. The results of 

these  analyses  are  in  particular  usage  economic  planners  and  demographers.  Learning  the  effects  of 

geographical  and  cultural  determinants  of  the  international  trade  would  provide  reliable  information 

about  the  sensitivity  of  palm  oil  trade  to  these  factors,  which  can  readily  be  used  by  economic 

modellers.  

2. RESEARCH QUESTIONS  

1. What are the effects of NTMs on palm oil exports of Indonesia, Malaysia and Thailand?  

2. What are the effects of NTM introduction and suspension on palm oil exports of Indonesia, 

Malaysia and Thailand?  

3.  What  are  the  effects  of  GDP  and  population  growth,  distance,  common  border,  common 

language, common colonial ties on palm oil trade?  



 

3. METHODOLOGY  

The Gravity Model is one of the most successful empirical tools in applied international trade 

analyses (Baltagi, Egger, & Pfaffermayr, 2014; Head & Mayer, 2014; Piermartini & Yotov, 2016) and 

have  been  applied  in  hundreds  of  papers  since  its  introduction  by  Tinbergen  (1962). The  linearized, 

theoretically  consistent  form  of  the  model  under  the  specification  of  Anderson  and  van  Wincoop 

(2003) can be shown as below:  

𝐿𝑛𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡= 𝛽𝑜+ 𝛽1𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑖𝑡+𝛽2𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑗𝑡−𝛽3𝐿𝑛𝑡𝑖𝑗−𝜃𝑖+𝜇𝑗+𝜀𝑖𝑗𝑡  

Where  the  subscripts  i,  j  and  t  donates  importer,  exporter  and  time,  respectively;  LnTrade



LnGDP donates the value of (palm oil) trade and GDPs; Lnt donates vector of trade cost variables; 

𝜃𝑖 


and 

𝜇𝑗  are  importer  and  exporter  fixed  effects  used  to  capture  inward  and  outward  Multilateral 

Resistance Terms (Feenstra, 2004); 

𝛽𝑜 is constant and 𝜀𝑖𝑗𝑡 is the error term.  

Since not all of the countries in the world trade with each other, usually, trade datasets consist of 

a  large  number  of  zero  trade  flows.  Silva  and  Tenreyro  (2006)  show  that  in  presence  of  zero  trade 

flows, estimating the model with OLS would lead to biased and even incontinent results. Instead, they 

suggest  estimating  the  model  in  multiplicative  form  by  using  the  Poisson  Pseudo  Maximum 

Likelihood  (PPML)  estimator.  Another  study  by  Silva  and  Tenreyro  (2011)  further  confirm  that  the 

PPML performs well even when the proportion of zero trade flows are large in samples.  

Considering all the mentioned factors above, we specify our model as below:  

𝑃𝑎𝑙𝑚𝑜𝑖𝑙_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡=exp { 𝛽𝑜+ 

𝛽1𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑖𝑡+𝛽2𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑗𝑡+𝛽3𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑖𝑡+𝛽4𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑗𝑡+𝛽5𝐿𝑛𝑑𝑖𝑠𝑡𝑖𝑗+ 𝛽6𝐵𝑜𝑟𝑑𝑒𝑟𝑖𝑗+ 

𝛽7𝐶𝑜𝑚𝑙𝑎𝑛𝑔𝑖𝑗+𝛽8𝐶𝑜𝑚𝑐𝑜𝑙𝑖𝑗 + 𝛽9𝑁𝑇𝑀𝑖𝑗𝑡+𝜇𝑗+𝜑𝑖𝑗 +𝜏𝑡 }+𝜀𝑖𝑗𝑡 𝑃𝑎𝑙𝑚𝑜𝑖𝑙_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡=exp { 𝛽𝑜+ 

𝛽1𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑖𝑡+𝛽2𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑗𝑡+𝛽3𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑖𝑡+𝛽4𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑗𝑡+𝛽5𝐿𝑛𝑑𝑖𝑠𝑡𝑖𝑗+ 𝛽6𝐵𝑜𝑟𝑑𝑒𝑟𝑖𝑗+ 𝛽7𝐶𝑜𝑚𝑙𝑎𝑛𝑔𝑖𝑗 

+

𝛽8𝐶𝑜𝑚𝑐𝑜𝑙𝑖𝑗 + 𝛽9𝐼𝑛𝑑𝑜𝑁𝑡𝑚𝐼𝑛𝑡𝑟𝑜𝑖𝑗𝑡+ 𝛽10𝐼𝑛𝑑𝑜𝑁𝑡𝑚𝑆𝑢𝑠𝑝𝑒𝑛𝑖𝑗𝑡+ 



𝛽11𝑀𝑎𝑙𝑁𝑡𝑚𝐼𝑛𝑡𝑟𝑜𝑖𝑗𝑡+𝛽12𝑀𝑎𝑙𝑁𝑡𝑚𝑆𝑢𝑠𝑝𝑒𝑛𝑖𝑗𝑡+ 𝛽13𝑇ℎ𝑎𝑖𝑁𝑡𝑚𝐼𝑛𝑡𝑟𝑜𝑖𝑗𝑡++ 

𝛽14𝑇ℎ𝑎𝑖𝑁𝑡𝑚𝑆𝑢𝑠𝑝𝑒𝑛𝑖𝑗𝑡+𝜇𝑗+𝜑𝑖𝑗 +𝜏𝑡 }+𝜀𝑖𝑗𝑡  

The models above will be estimated by using the PPML estimator. The first model is developed 

to estimate the effects of factors on crude palm oil trade (

𝐶𝑃𝑂_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡) while the second model for 

refined palm oil (

𝑅𝑃𝑂_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡).  


Yüklə 8,12 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   78




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin