THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES
Baku Engineering University
54
26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan
Meydana çıkan dengeyi göstermek için öncelikle ülkede sabit döviz kuru rejimi ve sermayenin
yüksek hareketliliğinin (mobilite) mevcut olduğunu düşünelim. Bu politika bileşimi trilemma
üçgeninin sağ taraftan bakıldığında iki tarafını gösteren çifte uygun gelir. Yerli ve yabancı devlet
tahvillerinin replasman oldukları durumlarda iç faiz oranı yabancı faiz oranına eşittir. Eğer Merkez
Bankası para arzını artırarsa iç faiz oranları üzerinde başlayan baskı yüksek getirili yabancı tahvillerin
alımına, yerel tahvillerin ise satışına yol açar. Böyle bir durumun etkisi sonucunda Merkez Bankası
yabancı para birimine aşırı taleple karşı karşıya kalır. Diğer yandan da yerel para biriminin aşırı arzı
oluşur. Sabit döviz kuru rejiminde Merkez Bankası ekonominin yabancı paraya olan talebini
karşılamak için resmi döviz kuruna göre döviz piyasasına müdahale etmelidir. Bu süreçte Merkez
Bankası yerel para birimini piyasadan çekiyor, yabancı para birimini satarak onun arzını artırmaya
çalışıyor. Sonuçta Merkez Bankası para arzı üzerinde kontrolu kaybediyor, başka bir ifadeyle, Merkez
Bankası para arzını kendi istediği gibi bağımsız şekilde değil, döviz piyasasının şart ve koşullarına
uygun olarak yönetir ve sonuç itibarı ile, temel hedefi olan fiyat istikrarının sağlanması ve enflasyon
hedeflemesinden yoksun kalır. Böylece, sabit döviz kuru ve sermaye hareketliliği politika bileşimi
altında bağımsız para politikasından vazgeçiliyor. Açık piyasa işlemi sadece Merkez Bankasının yerli
ve yabancı varlıklar arasındaki denge bileşimini değiştirir, para tabanına ve yerel faiz oranını ise
etkilemez [1].
Küçük açık ekonomiler için finansal entegrasyonu koruyarak Merkez Bankası parasal
bağımsızlığının restorasyonu ve sabit döviz kurundan vazgeçilmesi arzulanan durumdur. Dalgalı kur
rejiminde yerel para arzının artırılması ülkede faiz oranını düşürmekte, bu ise yüksek gelir elde
edilmesi amacıyla sermayenin dışa akımını gerçekleştirmektedir. Başlangıçta yabancı paraya olan aşırı
talep döviz kurunun düşmesine sebep olmaktadır. Bu durumda, dalgalı kur rejimi altında sermayenin
serbest hareketliliği ülkede para politikasının güçlü ve etkili olmasına yol açmaktadır. Yüksek para
arzı faiz oranını düşürmekte, bunun üzerinden yerel yatırımların artırılması yerel para birimini
zayıflatmakta ve ekonomini net ihracat hesabına genişletmektedir. Bu politika bileşimi trilemma
üçgeninin sol ve aşağı taraflar çiftinin ilişkisi gibi karakterize edilir, fakat parasal bağımsızlığa
ulaşmak için sabit döviz kurundan vazgeçmek gerekmektedir [5].
Küçük açık ekonomilerde parasal bağımsızlığı yeniden başlatmak için üçüncü alternatif yol ise
finansal entegrasyondan vazgeçerek, sabit döviz kurunu ve bağımsız para politikası uygulamasını
seçmektir. Finansal entegrasyondan vazgeçmek yerli ve yabancı tahviller arasındaki alım satımı önler
ve böylece yerli ve yabancı faiz oranları arasındaki ilişki kaybolur. Para politikası aynen kapalı
ekonomideki gibi çalışır, kısa dönemde Merkez Bankası para arzını yönetiyor ve para artışı yerel faiz
oranlarını düşürüyor. Bu politika bileşimi trilemma üçgeninin sol ve yukarı taraflar çiftine denk
gelmektedir ki, buna da sadece kapalı finans piyasasında, dolayısıyla, serbest sermaye hareketlerinin
olmadığı ortamda ulaşmak mümkün olur.
1.1
Trilemma hipotezinin para politikası açısından önemi
2008-2009 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nde başlayan küresel mali krizin
dalgaları çok kısa zamanda diğer ülkelere yayılmıştır. IMF'nin verilerine göre, 2009 yılında ABD, tüm
Avrupa Birliği ve Japonya'da İkinci Dünya Savaşı döneminden beri o zamana kadar gözlemlenmeyen
olumsuz ekonomik büyüme yaşanmıştır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümeleri
2009 yılında 2007 yılına kıyasla %8.3`den %1.7'e inmiştir. Bu durum, ayrıca Asya'nın yeni
sanayileşmiş ülkelerini de teğet geçmemiş ve bu ülkelerin ekonomik büyüme oranı 2009 yılında %2,4
'e kadar gerilemiştir. Sadece Asya'nın nisbi olarak gelişmiş ülkeleri - Çin ve Hindistan'da ekonomik
büyüme oranları sırasıyla %7.5 ve %5.4 oranında gerilemiştir. Görüldüğü gibi, ülke ekonomileri
1930'ların Büyük kriz yıllarından beri en büyük ekonomik krizle karşı karşıya kalmışlardır [2].
Bu kriz sonrası ekonomistler ve politikacılar ortaklaşa olarak uluslararası parasal sistemin
geleceği konusunda müzakerelere başladılar. Birçok ülke politikacıları için asıl sorun, mevcut
uluslararası parasal sistemin ABD dolarına bağımlı olmasıydı. Çünkü krizin merkez üssü olan
ABD'nin para birimi halen uluslararası rezerv para birimi olarak kullanılmaktadır. Son 20 yılda
belirgin derecede hızlı tempoda büyüyen güçlü Çin ekonomisi, mevcut uluslararası finans sistemindeki
önemini artıran güçlü ekonomilerden biri olmuştur. Doların dominant olmasını eleştrimesine ve kriz
dolayısıyla ABD'yi sorumlu tutmasına rağmen, Çin'in kendisi büyük miktarlarda dolar rezervlerine
sahiptir. Çin'in 3 trilyon dolarlık dış rezervi vardır. Bu da dünya çapında tüm döviz rezervlerinin %
30'unu oluşturmaktadır ve onun da 2/3-si ABD doları cinsindendir [3].
THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES
Baku Engineering University
55
26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan
2008-2009 yılındaki küresel mali kriz, doların ardından ikinci en büyük uluslararası para olan
Euro'nun da borç krizine girmesine ve itibarının zedelenmesine yol açmıştır. ABD ekonomisinin
kendisini toparlaması geç olmasına rağmen, dolar ve euro'nun yerini doldurabilecek başka bir
alternatif uluslararası para biriminin olmaması, yabancı yatırımcıların zorunlu olarak ABD dolarını tek
güvenli döviz olarak tercih etmelerine sebep olmuştur. ABD krizin merkezinde olmasına rağmen bir
çok avantajını korumuştur. Buhran yıllarında, FED`in gerçekleştirdiği yumuşak para politikası
sermayenin ABD'den çıkarak Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi ülkelere akmasına yol açmıştır
ki, bunun da sonucunda bu ülkelerde ekonomik büyüme ivme kazanmıştır. FED`in uygulamış olduğu
yumuşak para politikası Çin gibi ülkelerin uluslararası rezervlerinin artması ile sonuçlanmıştır. Sonuç
itibarı ile, Uluslararası döviz sistemi Triffin dilemmasıyla karşı-karşıya kalmıştır. 1960'lı yıllarda
ülkeler ulusal para birimlerinin uluslararası rezerv para birimi ile değiştirilebilmesi için yeni tür
uluslararası rezerv para birimi ve aynı zamanda ödeme aracı olan Özel Çekme Haklarını (Special
Drawing Rights - SDR) oluşturdular. SDR Uluslararası Para Fonu'na (IMF) üye olan ülkelerin
ödemeler dengesindeki açığı ayarlamak ve IMF ödemelerini yapmak için ulusal para birimlerinin
değerinin ölçülmesi amacıyla oluşturulmuştur. Bu yeni para birimi dengesizliklerin giderilmesinde
altın ve dolarla birlikte kullanılmaya başlamıştır.
Yüksek parasal bağımsızlık, politikacılara ekonomiyi diğer ülke ekonomilerinin makroekono-
mik uygulamalarının etkisinden uzak tutmaya ve istikrarlı ve sürdürülebilir ekonomik gelişmeyi
sağlamaya imkan sunmaktadır. Fakat fiyatların ve ücretlerin esnek olmadığı bir ekonomide politika-
cılar sermayenin hareketliliğini en azından kısa süreli bir dönem için yönetebilirler ki, bu da üretimin
ve enflasyon oranlarının oynaklığının artmasına yol açmaktadır. Ayrıca, para arzı kontrolünü yapan
merkez bankaları kendi parasal bağımsızlıklarını kullanarak hazine yükümlülüklerini dolaşıma
bırakmakla ekonomide yüksek ve istikrarsız enflasyonu önleyebilmektedirler.
Sabit döviz kuru fiyat istikrarını artırarak ve belirsizliği azaltarak düşük risk oranlarına yol
açmakta ve böylece uluslararası yatırımların yapılması ve uluslararası ticareti teşvik edebilmektedir.
Ekonomik kriz döneminde bile sabit döviz kurunun terk edilmemesi, politika yapıcılara olan güveni
artırır ve böylece sermayenin hareketliliğini ayarlayarak istikrarlı kalmasını sağlar [3].
Prasad ve Rajan`a göre, katı sabit döviz kuru, politika yapıcıları uyguladıkları politikaları
makroekonomik gerçekliklere uygun şekilde şekillendirmeye zorlar. Bu durum, ekonominin ani
dalgalanması ile (pozitif ve negatif şoklar) varlıkların aniden artmasına veya azalmasına neden
olabilir. Böylece, sabit döviz kurlarının neden olduğu esneksizlik, sadece sermaye değişimlerine neden
olmaz, aynı zamanda kaynakların verimsiz kullanımına, ekonominin istikrarsız ve sürdürülebilirliyinin
engellenmesine yol açar [2].
Trilemmanın üç tarafı arasında daha çok tartışılanı finansal entegrasyondur. Aşırı açık finans
piyasası kaynakların etkin dağılımı, bilgi alışverişinin kolaylaştırılması, iç tasarrufların artırılması,
teknolojik ve idari "know-how"un sağlanması yoluyla ekonomik gelişmeye ve toplam üretim
faktörlerinin verimliliğinin artışına yol açabilir. Ayrıca uluslararası sermaye piyasalarıyla sıkı ilişki
içinde olan ülkeler, kendilerini riskin paylaşımı ve portföyün çeşitlendirilmesi açısından istikrarlı hale
getirebilirler. Diğer yandan ekonomik istikrarsızlıkta, özellikle son 20 yıldaki kriz sürecinin
doğurduğu sorunlardan dolayı finansal entegrasyonun önemli neden olduğu vurgulanmaktadır. Bu
açıdan finansal entegrasyon ülkelerin sermaye akımlarının aniden durdurmasına yol aça bilir ki, bu
durum ekonomide büyük dalgalanmaların ortaya çıkmasına neden ola bilir [6]. Örneğin, politik veya
diğer nedenlerden dolayı bir ülkede aniden başlayan sıcak para çıkışı çok kısa sürede o ülke
ekonomisinde ciddi sorunlara yol açabilir. Uzun vadede bu sorun, ülkenin reel ekonomisi üzerinde de
negatif etki yapabilmektedir.
Taraflar arasında üç seçenekte çift seçimlerin yapılması ve bu seçimlerin birinin diğeri ile
kıyaslanarak aralarında bağımlılığın hangi oranda olduğunun saptanması araştırmanın zor yanı olarak
kabul edilir. Örneğin: sabit döviz kuru ile finansal entegrasyonun bir arada olması istikrarsızlığı
artırmaktadır. Oysa, sabit döviz kuru, etkin bir bağımsız para politikasıyla uygulandığında ise
ekonomide istikrarlı bir durum meydana gelebilmektedir. Böylece, her üç kombinasyonun sistematik
bir şekilde ampirik olarak analiz edilmesi yararlı olabilir [3].
Sonuç
Döviz kuru istikrarının, para politikası bağımsızlığının veya finansal entegrasyonun potansiyel
olumsuz etkileri olabileceği unutulmamalıdır. Sabit döviz kurunun korunması, ulusal paranın
THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES
Baku Engineering University
56
26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan
değerinin altında ya da aşırı değerlenmesine neden olabilmektedir. Spekülatif saldırılardan kaçınmak
için Merkez bankaları büyük miktarda uluslararası rezervler harcamakta, takdir edilen baskıların
azaltılması için sterilize müdahalenin kullanılmasına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu ise kaynakların yanlış
dağılımına yol açmaktadır. Para politikasının bağımsızlığı, merkez bankasının zayıf bir ekonomiyi
canlandırmak için ya da hükümetin borcunu finanse etmek için para arzını artırdığı zaman enflasyona
yol açabilmektedir. Yüksek finansal entegrasyon ise, çok fazla spekülasyona ve büyük sermaye
çıkışlarına ve ekonomiyi istikrarsızlaştırmaya neden olabilmektedir.
Tarihsel olarak baktığımızda iktisat politikası belirleyicilerinin uzun süredir trilemmayla karşı-
karşıya kaldıkları görülmektedir. Politikacılar sabit kur sistemi uygulama isteği, serbest sermaye
hareketliliği ve bağımsız para politikası uygulama istekleri içerisinde oldukları için sürekli olarak
seçim yapmak zorunda kalmışlardır. 1870`den itibaren uygulanmaya başlayan Altın standartı
sisteminde gelişmiş ekonomiler ulusal para birimlerini standart şekilde altına bağladıkları için tüm
ulusal paralar otomatik olarak sabit kurlarla birbirlerine bağlanmıştır. 1914`de sona eren bu sistemde
trilemma sorunu sermayenin serbest hareketliliği ve sabit döviz kuru tercih edilmekle çözülmüştür.
Bretton Woods sisteminde sermaye hareketleri serbestliğinden vazgeçilmiş, para politikasının
bağımsızlığı ve sabit döviz kuru tercih edilmiştir. Bretton Woods sisteminden sonra ise, para
politikasının bağımsızlığı ile sermaye hareketliliğinin serbestliği tercih edilerek dalgalı kur rejimine
geçilmiştir. Aslında ülkeler makroekonomik durumun düzenlenmesi ve yönetilmesi amacıyla
ekonomik kriz ve ekonomik olaylara cevap olarak ikili seçimlerdeki kombinasyonları değişmişlerdir.
KAYNAKÇA
1.
Aizenman, J. (2013). “The İmpossible Trinity – From the Policy Trilemma to the Policy Quadrilemma”, Global
Journal of Economics 02 (01) , 1-20
2.
Aizenman, J., Chinn, D. M. ve İto, H. (2010). “The Surfing The waves of Globalization: Asia and Financial
Globalization in the context of the Trilemma”, National Bureau of Economic Research Working Paper series (009), 1-
52
3.
Aizenman, J. ve İto, H. (2011). “The Impossible trinity”, The international Monetary framework? And the Pasific Rim,
1-34
4.
Eğilmez, M. (2013). “İmkansız üçleme ya da Üçlü açmaz”, Kendime Yazılar,
http://www.mahfiegilmez.com/2013/03/imkansz-ucleme-ya-da-uclu-acmaz.html (Erişim tarihi: 10.09.2017)
5.
Jabiyev, F. ve Tanrıverdi İ. (2018) “Mundell-Fleming modelinin teorik çerçevesi”, Genç Araştırmacıların II
Uluslararası Konferansı”, Bakü Mühendislik Üniversitesi yayınları, 497 - 500
6.
Kaminsky, G. ve Schmukler, S. (2001). “Emerging Markets İnstability: Do sovereign Ratings affect Country Risk and
Stock Returns?”, The World Bank Review 16 (2), 171-195
7.
Mishkin, F.S. (1998). “International experiences with different monetary policy regimes”, Institute for international
economic studies (648), 1-46
8.
Yanar, R. (2008). “Gelişmekte Olan Ülkelerde Döviz Kuru Rejim Tercihinin Makro Ekonomik Performans Üzerine
Etkileri”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2), 255-270
9.
Yılmaz, A. (2014). “Açık ekonomide trilemma”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11-15
HARM OR CHARM? NON-TARIFF MEASURES AND
SUSTAINABLE DEVELOPMENT
Said Jafarli
National University of Malaysia
said@siswa.ukm.edu.my; jafarli@live.com
ABSTRACT
Recently, EU adopted sustainability-motivated Non-Tariff Measures (NTMs) that may curb palm oil
exports to the EU, which is the second largest importer of the commodity. Palm oil industry is acknowledged as
the main driver of the livelihood of the rural communities in the ASEAN countries and three of the ASEAN
members - Indonesia, Malaysia and Thailand account for 86 percent of the world palm oil production. The paper
argues that even though sustainability-motivated, the implementation of the NTM schemes may hinder the
ASEAN countries from achieving 5 or more Sustainable Development Goals set by the UN. The paper argues
these issues and develops models for the consistent evaluation of the effects of NTMs on palm oil trade.
Key words: ASEAN; Sustainable Development Goals; Non-Tariff Measures; International Trade; Gravity
Model; Trade Policy
THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES
Baku Engineering University
57
26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan
1. EXECUTIVE SUMMARY
The world experienced rapid growth in the population in the second half of the 20th century
which, among others, also increased demand for edible oil. This development created a new avenue
for increasing the production of oil palm products as palm oil is around 10 times more productive than
its closest competitor in the world market - soya bean oil (MPOB, 2016). As a result of increased
attention to the palm oil industry in the ASEAN countries and technological improvements, palm oil
production experienced a surge during the last two decades and ASEAN became the major producer
and exporter of the edible oil in the world. Today, three of the ASEAN members - Indonesia, Malaysia
and Thailand account for 86 percent of the world palm oil production, whereas Indonesia and
Malaysia alone account for 91 percent of the world palm oil exports. The major importers of oil palm
products in the world are India (15%), EU (11%), and China (8%). Currently, palm oil is the most
produced (28.8%), most traded (54.8%) and most consumed (29.7 %) edible oil in the world
(Nabmbiappan, 2017).
However, these developments have not been without difficulties and, due to arguable
environmental and health concerns, palm oil export has faced several restrictions and measures from
its main importers. Since the agreed level of tariffs are very low among the ASEAN countries and its
major importers, the implementation of Non-Tariff Measures has taken place. The NTMs are applied
in forms of Sanitary and Phytosanitary measures (SPS) and Technical Barriers to Trade (TBT), which
increase the cost of production and decrease the competitiveness of palm oil vis-à-vis other edible oils
(i.e. Soybean, Sunflower, Rapeseed oil).
Application of NTMs gained new importance after the European Union’s adoption of the
Resolution on Palm Oil and Deforestation of Rainforest by the European Union in April 2017. The
resolution is NTM in itself and, as its name indicates, the it is adopted on the sustainability grounds.
European Union is the second largest destination of palm oil exports worldwide. EU is particularly
important market for Malaysia as it is the largest market for Malaysian oil palm products (MPIC,
2017).
Palm oil is considered the most important agricultural commodity in Indonesia and Malaysia.
For example, in Malaysia, 60 percent of the agricultural land is used by the oil palm industry. The
industry was listed among one of the 12 New Economic Areas in Economic Transformation Program
of Malaysia, which was aiming to make Malaysia developed and high-income country by 2020. It is
widely considered as the backbone of Malaysia’s development in the rural areas (Nabmbiappan,
2017).
Existence of palm oil industry in the rural areas is acknowledged as the main factor for the
presence of schools, hospitals and road infrastructure in the rural areas. Palm oil plantations also
provide employment opportunities for the rural people and vast majority of the rural people work in
palm oil plantations. Commenting on this new resolution, then Prime Minister of Malaysia Najib
Razak told during the press conference after attending the ASEAN Summit 2017 that “If this
resolution were to be enforced, it will have a devastating effect …. [as] the livelihood of 600,000 oil
palm smallholders in Malaysia and 2.4 million in Indonesia [depend on palm oil]”. Even though some
NTMs may help the countries to achieve Sustainable Development Goals2 set by the UN,
implementation of this resolution by the EU may also constrain the ASEAN countries from achieving
the 1st, 2nd, 3rd, 4th and 9th goals under the SDGs3. Due to this factor, Indonesia, Malaysia and
Thailand has reached an agreement at the ASEAN Summit 2017 to combat the treat to the palm oil
industry.
The introduction of NTMs on palm oil industry is not new and the industry has faced several
restriction in the past as well (Rival & Levang, 2014). The evaluation of the effects of NTMs on trade
flows is carried by applying the gravity model of international trade (Baier, Kerr, & Yotov, 2017;
Yotov, Piermartini, Monteiro, & Larch, 2016). For example, Ferraz, Ribeiro, and Monasterio (2017)
apply the model to evaluate the effects of NTMs on the exports of Brazil, and Mingque and Slisava
(2016) evaluate the impacts of Russian NTMs on the exports of EU members.
In a recent study, Pujiati, Firdaus, Adhi, and Brummer (2014) evaluate the effects of Free Trade
Agreements (FTAs) on the palm oil products exports of Indonesia and Malaysia by applying the
gravity model. Along with the FTAs, their model include variables accounting for GDP. However,
despite the strong evidences on the positive and significant effects of GDP on trade, they find only
THE SUSTAINABLE DEVELOPMENT OF ECONOMY AND ADMINISTRATION: PROBLEMS AND PERSPECTIVES
Baku Engineering University
58
26-27 October 2018, Baku, Azerbaijan
marginally significant effect from GDPs. Possibly, this is because of their usage of significantly
smaller dataset and less rigorous estimation techniques.
Even though several studies have been carried out to study the effects of various factors on palm
oil trade, to the best of our knowledge, there is no study that provide the evaluation of the effects
NTMs on palm oil trade. Additionally, the effects of important determinates of palm oil demand, such
as GDP and population growth on palm oil exports, and effects other important geographical and
cultural determinants of the international trade such as distance, sharing border, common language
have not been studied too. This project proposes to fill the gaps in the literature by applying the
Gravity Model of international economics to the crude and refined palm oil trade of Indonesia,
Malaysia and Thailand.
Leaning the effects of the NTMs on the total trade is important as this would empower the
arguments of Indonesia, Malaysia and Thailand in regards to abolishment of the NTMs on the way of
their achievements of SDGs. Learning the effects GDP and population is important as this would let,
for example, predict the effects of GDP and population growth on the palm oil export. The results of
these analyses are in particular usage economic planners and demographers. Learning the effects of
geographical and cultural determinants of the international trade would provide reliable information
about the sensitivity of palm oil trade to these factors, which can readily be used by economic
modellers.
2. RESEARCH QUESTIONS
1. What are the effects of NTMs on palm oil exports of Indonesia, Malaysia and Thailand?
2. What are the effects of NTM introduction and suspension on palm oil exports of Indonesia,
Malaysia and Thailand?
3. What are the effects of GDP and population growth, distance, common border, common
language, common colonial ties on palm oil trade?
3. METHODOLOGY
The Gravity Model is one of the most successful empirical tools in applied international trade
analyses (Baltagi, Egger, & Pfaffermayr, 2014; Head & Mayer, 2014; Piermartini & Yotov, 2016) and
have been applied in hundreds of papers since its introduction by Tinbergen (1962). The linearized,
theoretically consistent form of the model under the specification of Anderson and van Wincoop
(2003) can be shown as below:
𝐿𝑛𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡= 𝛽𝑜+ 𝛽1𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑖𝑡+𝛽2𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑗𝑡−𝛽3𝐿𝑛𝑡𝑖𝑗−𝜃𝑖+𝜇𝑗+𝜀𝑖𝑗𝑡
Where the subscripts i, j and t donates importer, exporter and time, respectively; LnTrade,
LnGDP donates the value of (palm oil) trade and GDPs; Lnt donates vector of trade cost variables;
𝜃𝑖
and
𝜇𝑗 are importer and exporter fixed effects used to capture inward and outward Multilateral
Resistance Terms (Feenstra, 2004);
𝛽𝑜 is constant and 𝜀𝑖𝑗𝑡 is the error term.
Since not all of the countries in the world trade with each other, usually, trade datasets consist of
a large number of zero trade flows. Silva and Tenreyro (2006) show that in presence of zero trade
flows, estimating the model with OLS would lead to biased and even incontinent results. Instead, they
suggest estimating the model in multiplicative form by using the Poisson Pseudo Maximum
Likelihood (PPML) estimator. Another study by Silva and Tenreyro (2011) further confirm that the
PPML performs well even when the proportion of zero trade flows are large in samples.
Considering all the mentioned factors above, we specify our model as below:
𝑃𝑎𝑙𝑚𝑜𝑖𝑙_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡=exp { 𝛽𝑜+
𝛽1𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑖𝑡+𝛽2𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑗𝑡+𝛽3𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑖𝑡+𝛽4𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑗𝑡+𝛽5𝐿𝑛𝑑𝑖𝑠𝑡𝑖𝑗+ 𝛽6𝐵𝑜𝑟𝑑𝑒𝑟𝑖𝑗+
𝛽7𝐶𝑜𝑚𝑙𝑎𝑛𝑔𝑖𝑗+𝛽8𝐶𝑜𝑚𝑐𝑜𝑙𝑖𝑗 + 𝛽9𝑁𝑇𝑀𝑖𝑗𝑡+𝜇𝑗+𝜑𝑖𝑗 +𝜏𝑡 }+𝜀𝑖𝑗𝑡 𝑃𝑎𝑙𝑚𝑜𝑖𝑙_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡=exp { 𝛽𝑜+
𝛽1𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑖𝑡+𝛽2𝐿𝑛𝑔𝑑𝑝𝑗𝑡+𝛽3𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑖𝑡+𝛽4𝐿𝑛𝑝𝑜𝑝𝑗𝑡+𝛽5𝐿𝑛𝑑𝑖𝑠𝑡𝑖𝑗+ 𝛽6𝐵𝑜𝑟𝑑𝑒𝑟𝑖𝑗+ 𝛽7𝐶𝑜𝑚𝑙𝑎𝑛𝑔𝑖𝑗
+
𝛽8𝐶𝑜𝑚𝑐𝑜𝑙𝑖𝑗 + 𝛽9𝐼𝑛𝑑𝑜𝑁𝑡𝑚𝐼𝑛𝑡𝑟𝑜𝑖𝑗𝑡+ 𝛽10𝐼𝑛𝑑𝑜𝑁𝑡𝑚𝑆𝑢𝑠𝑝𝑒𝑛𝑖𝑗𝑡+
𝛽11𝑀𝑎𝑙𝑁𝑡𝑚𝐼𝑛𝑡𝑟𝑜𝑖𝑗𝑡+𝛽12𝑀𝑎𝑙𝑁𝑡𝑚𝑆𝑢𝑠𝑝𝑒𝑛𝑖𝑗𝑡+ 𝛽13𝑇ℎ𝑎𝑖𝑁𝑡𝑚𝐼𝑛𝑡𝑟𝑜𝑖𝑗𝑡++
𝛽14𝑇ℎ𝑎𝑖𝑁𝑡𝑚𝑆𝑢𝑠𝑝𝑒𝑛𝑖𝑗𝑡+𝜇𝑗+𝜑𝑖𝑗 +𝜏𝑡 }+𝜀𝑖𝑗𝑡
The models above will be estimated by using the PPML estimator. The first model is developed
to estimate the effects of factors on crude palm oil trade (
𝐶𝑃𝑂_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡) while the second model for
refined palm oil (
𝑅𝑃𝑂_𝑇𝑟𝑎𝑑𝑒𝑖𝑗𝑡).
|