II INTERNATIONAL SCIENTIFIC CONFERENCE OF YOUNG RESEARCHERS
321
Qafqaz University
18-19 April 2014, Baku, Azerbaijan
RECAİZADE MAHMUD EKREM'İN "AH NİJAD!" ŞİİRİNDE ÖLÜME BAKIŞI
Aytən SÜLEYMANOVA
Qafqaz Universiteti
aytensinay@gmail.com
Edebiyatımızın yenileşme ve gelişmesinde büyük emeği olan Recaizade Mahmud Ekrem, 1847′de İstanbul’da
doğmuştur. Özel öğrenim görerek yetişen Recaizade, babasından Süryanice ve Farsça öğrenmiştir. 1908′de 2.
Meşrutiyet’ten sonra kurulan Kamil Paşa kabinesinde Maarif Nazırı olmuştur. Namık Kemal’le tanışmasının ardından
Encümen-i Şuara’ya katılmıştır. İlk yazıları Namık Kemal idaresindeki "Tasvîr-i Efkâr" gazetesinde yayımlanmıştır.
1870′lerden sonra kendisini tümüyle yazılarına veren Recaizade Mahmud Ekrem, aynı zamanda Batı Edebiyatı'ndan
çeviriler de yapmıştır. 1870′te ilk oyunu "Afife Anjelik", 1871′de ilk şiir kitabı "Nağme-i Seher" yayımlanmıştır. Yaşamını
yitirdiğinde Meclis-i Ayan üyesiydir.
Recaizade Mahmud Ekrem, şiir için "Her güzel şey şiirin konusu olabilir." görüşünü savunmuş ve şiirin konusunu
genişletmiştir. O döneme kadar Divân şiir geleneğinin temel ilkelerinden biri olan “göz için kafiye” anlayışını terk ederek
“kulak için kafiye” anlayışını benimsemiştir. Divân şiiri biçimlerini kullanmış; ancak bu biçimlerde zaman zaman
değişikliklere gitmiştir. Eski edebiyat taraftarlarına yaptığı eleştirilerle o dönemde yeni edebiyatın sesi olmuştur. Edebiyat
bilgilerinin yer aldığı "Ta'lim-i Edebiyat" ve edebiyatımızdaki ilk realist roman olan ve yanlış Batılılaşmayı eleştirdiği
"Araba Sevdası" onun önemli düz yazı eseridir.
Recaizade Mahmud Ekrem, hayattayken üç oğlunun ve özellikle de Nijad’ın ölümüyle yıkılmıştır. Bu yüzden ölümü
bir felâket olarak yorumlar. Ölüm düşüncesine eskilerden daha değişik bir tarzda yaklaşır ve Hâmid kadar olmasa da felsefî
yaklaşımlarda bulunur. Zaman zaman felekten öç almak ve ölümlerin sebebini bilmek amacıyla sorgulamalar yapsa da
sonunda kader inancına sığınarak üzüntüsünü hafifletmeye çalışır. Ekrem’in ölüme bakışı, ölüm acısıyla gelen sızlanıştan
ibarettir.
Ekrem Bey, oğlu Nijâd’ın yakalandığı amansız hastalıktan ölmesi üzerine, iki cilt halindeki "Nijâd Ekrem"i kaleme
alır. Bu eserde bir tarafta hayat, ölüm, Nijâd ve gözyaşları birbirine karışırken, diğer tarafta insanoğlunun bu tabii vaka
karşısındaki çaresizliği ve isyanı dile getirilir. Dolayısıyla “hayat-ölüm, metafizik, tabiat, mutsuz baba” gibi temaların
işlendiği kitapta öne çıkanlar ağıt ve gözyaşıdır.
Tanzimat döneminde, klasik mersiye anlayışının yanı sıra, Batı Edebiyatı'nın tanınmaya başlanmasıyla, yeni ağıt
örnekleriyle karşılaşılır. Buna bağlı olarak ölüme bakış farklılaşır. Ölümün kendisi sorgulanır ve ölüm karşısında yeni
felsefî düşünceler geliştirilir. Klâsik mersiye kalıplarının yerine, değişen anlayışla birlikte şâirler, artık ölen kişiden
bahsetmeyi bırakıp bizzat ölümün kendisini şiire konu edinirler. Recaizade Mahmud Ekrem’in oğlu Nijad’ın ölümü üzerine
yazdığı “Ah Nijad!” şiirini bu türden bir değişimin örneği olarak kabul etmek mümkündür.
"Ah Nejad!", şiirinin dil kurgusu, Recaizade Mahmud Ekremin genel şiir anlayışının bir parçası olarak nesir diliyle
bağlarını bütünüyle koparmış, söz sanatlarının, devrik ifadelerin, serbest çağrışımların vs. yer aldığı bir çeşitlilik
göstermektedir.
"Ah
Nijad!"
şiiri, hece vezninde yazılmıştır. Beytin ilk dörtlüğünde derin bir acı görülmektedir. Bir tarafta ayrılık
ateşiyle içi “cayır cayır” yanan babanın, diğer tarafta buzdan bir elin bedeninde yürümesi istiare yoluyla ölümün
soğukluğunu hissettirir:
Hasret beni cayır cayır yakarken
Bedenimde buzdan bir el yürüyor.
Hayaline çılgın çılgın bakarken
Kapanası gözümü kan bürüyor.
Şâir, ikinci dörtlükte oğlunun ölümünden sonra inziva hayatına çekildiği Büyükada’da doğayla iç içeyken yazdığı bu
şiirde sık sık “kır, güneş, çiçek, kuş, dere” gibi tabiata ait unsurları fon olarak kullanır:
Dağda kırda rast getirsem bir dere
Gözyaşlarımı akıtarak çağlarım.
Yollardaki ufak ufak izlere
Senin sanıp bakar bakar ağlarım.
Üçüncü dörtlükte ise henüz on beş yaşındayken ölen oğlunun, hayatının en güzel günlerini yaşayamadan, “karanlık”
bir mezara girdiği kanaatindedir. İnsana huzur ve mutluluk vermesi gereken tabiatın canlanması, çiçeklerin açması,
derelerin çağlaması, şâir için artık huzursuzluğun kaynağı olmuştur:
Güneş güler, kuşlar uçar havada
Uyanırlar nazlı nazlı çiçekler.
Yalnız mısın o karanlık yuvada?
Yok mu seni bir kayırır, bir bekler?
|