Tablo 19: Gruplar arası yan etki sıklığı (ort.±SS)
Grup M
Grup F
p
Hasta sayısı
Hasta yüzdesi
Hasta sayısı
Hasta yüzdesi
Hipotansiyon
2
8,0%
3
12,0%
p=0,637
Bradikardi
3
12,0%
0
0,0%
p=0,074
Bulantı/Kusma
12
48,0%
4
16,0%
p=0,015
Allerjik reaksiyon 1
4,0%
0
0,0%
p=0,312
59
TARTIŞMA
Son yıllarda bölgesel anestezi, cerrahi girişimlerin birçoğunda kullanılmaktadır. Bu
yöntemin hasta, cerrah ve anestezi hekimleri tarafından tercih edilmesinin pek çok nedeni
vardır. Hastaların çoğu genel anestezi sonrası uyanamamaktan, postoperatif dönemde ise
kusmadan, şiddetli ağrılarının olmasından, boğaz ağrısından, yutkunma güçlüğü ve
öksürmeden endişe duymaktadır. Bu nedenle, uyanık olarak ameliyat olmayı sağlayacak
teknikleri tercih edebilmektedir
(4)
.
Elektif histerektomi ameliyatı uygulanan hastalar daha çok orta ve ileri yaş grubuna
dahildir. Ortalama yaş 42,7’dir
(66)
. Bu nedenle peroperatif dönemde cerrahi girişime ve
anesteziye bağlı sorunların daha az gözleneceği, pulmoner ve Kardiyovasküler sistemi en
az etkileyen anestezi yöntemleri tercih edilmelidir.
Bölgesel anestezi hastanın bilincinin açık olması, hasta ile kooperasyonun
sürdürülerek komplikasyonların erken dönemde fark edilmesi, havayolu reflekslerinin
korunması nedeniyle özellikle solunum sistemi yönünden problemli olan hastalarda
anestezi hekimleri tarafından tercih edilmektedir
(4)
.
Spinal ve epidural anestezi özellikle alt batın ve alt ekstremite ameliyatlarında,
yaygın olarak kullanılan bölgesel anestezi teknikleridir
(1,2).
KSEA tekniği, alt batın ameliyatı uygulanacak hastalarda, uzun süreli postoperatif
analjezi avantajı sayesinde giderek artan bir popülarite ile uygulanmaktadır. KSEA, spinal
anestezinin çabukluğu, yoğunluğu ve güvenilirliği ile epidural anestezinin esnekliği ve
uzatılabilen analjezi etkinliğini birleştirir
(3)
.
Çalışmamızda KSEA tekniğinin avantajlarını kullanarak, intratekal ilaç enjeksiyonu
ile ameliyatın çabuk başlamasını ve yeterli düzeyde duyusal ve motor blok sağlamayı ve
ameliyat sonrası dönemde ağrıyı gidermek ve erken mobilizasyonu sağlamak için epidural
yolu kullanmayı amaçladık.
Hemodinamik değişiklikleri en aza indirgemek içinde daha az kardiyovasküler
sistem ve santral sinir sistemi toksisitesi olduğu bildirilen levobupivakaini lokal anestezik
ajan olarak seçtik
(53)
.
60
KSEA de sıklıkla beklenilenden daha geniş bir blok elde edilir. Bunun nedeninin;
epidural aralıkta varsayılan subatmosferik basıncın Tuohy iğnesinin girişiyle azalması,
bunun sonucu olarak dural sak volümünün azalması ve anestezi düzeyinin bu nedenle
genişlemesi olduğu düşünülmektedir
(36)
. Crews ve ark.
(67)
% 0,5 ‘lik levobupivakain ile
yapılan aksiller brakiyal pleksusu blokajının sonuçlarına dayanarak en yüksek uygulanan
tek dozun 300 mg veya 3 mg kg
-1
olduğunu bildirmişlerdir. Çalışmalarında 374 µg ml
-1
‘ye ulaşan plazma konsantrasyonuna rağmen SSS veya KVS toksisitesi izlenmediği ve
buna dayanarak yüksek dozlarda da levobupivakainin güvenilir olduğu belirtilmiştir.
McLeod ve ark.
(52)
yaptıkları çalışmada 59 hastanın 8’ine 50 mg, 6’sına 600 mg ve
kalanına 400 mg levobupivakain uygulaması sonucu hiçbir toksisite işaretine rastlanmadığı
bildirilmiştir.
Levobupivakain’in alt abdomen cerrahisinde, intratekal 8-15 mg dozunun yeterli
olduğunu ve motor blok etkisinin de bupivakain’e göre daha zayıf olduğunu gözönünde
tutarak, çalışmamızda intratekal 15 mg levobupivakain dozunu kullandık
(2,60)
.
İntratekal opiyoid ilavesinin spinal bloğun etki başlama süresini hızlandıracağı,
yayılımı artıracağı, daha derin blok oluşturacağı, intratekal uygulanan opiyoid ve lokal
anestezik kombinasyonlarının sinerjistik analjezik etki gösterdiği ve düşük dozdaki
opiyoidlerin lokal anesteziklerin analjezik etkisini güçlü bir biçimde arttırdığı yapılan
çalışmalarda gösterilmiştir
(68,69,70,71,72)
.
Fentanil, sufentanil ve morfin gibi opiyoidlerin düşük dozlarda lokal anestezi
solüsyonlarına eklenmesinin, lokal anestezik dozunu artırmadan analjezi süresinin
uzamasında etkili olduğu gösterilmiştir
(8,9,10)
. Lokal anestezikler spinal kord ve ağrı
köklerinde iletiyi bloke ederken, opiyoidler dorsal boynuzdaki ağrı iletimini inhibe ederler.
Hayvan çalışmalarında da, lokal anestezikler ile opiyoidlerin farmakolojik olarak sinerjik
etkili olduğu gösterilmiştir
(11,12)
. Opiyoidler spinal korda hızla penetre olarak analjezinin
hızlı oluşmasını sağlar
(13)
.
Çalışmamızda intratekal kullanım için sıklılkla tercih edilen iki farklı opiodin,
levobupivakain ile kombinasyonunda, analjezik etkinlik açısından farklılık göremedik.
İntratekal morfin kullanımı, etkisinin yavaş başlaması sebebiyle, ameliyat sırasındaki
uterin manevralar ve peritoneal traksiyon için yetersiz analjezi sağlanacağı endişesini akla
61
getirmektedir. Ancak çalışmamızda Karaman ve ark,
(73)
nın bulguları ile benzer şekilde
hastaların hepsinde ameliyat süresince çok iyi analjezi düzeyi sağlanmıştır.
Spinal opiyoid uygulamalarında, özellikle de morfin uygulamasında postoperatif
solunum depresyonu, kaşıntı, bulantı ve kusma ve idrar retansiyonu gibi yan etkiler
nedeniyle özellikle doz uygulaması önem kazanmaktadır. Palmer ve ark.
(74)
yaptıkları
çalışmada 0.025, 0.05, 0.075, 0.1, 0.2, 0.3, 0.4 yada 0.5 mg dozlarında intratekal morfin
uygulamışlar ve sonuçta doz arttıkça yan etkinin arttığını; düşük dozda spinal morfin
uygulamasına ek olarak sistemik opiyoid uygulamasıyla daha iyi analjezik etkinlik
sağlanabileceği sonucuna varmışlardır.
Fentanil ise, etkisi hızlı başlayan bir opiyoid olarak intraoperatif analjezi sağlamada
avantaj sağlamaktadır, Cowan ve ark’nın
(75)
çalışmasında fentanilin ameliyat süresince
etkin analjezi sağlamakla birlikte ameliyat sonrası erken dönemde analjezik ihtiyacını
diamorfine kıyasla karşılamadığını göstermiştir. Sibilla ve ark.
(76)
intratekal lipofilik ve
hidrofilik opiyoidleri sezaryen ameliyatlarında karşılaştırmışlar ve 25 µg fentanilin
sağladığı postoperatif analjezi kalitesinin 0.1 mg morfinin sağladığından daha düşük
olduğunu ve plasebo ile fentanilin fark göstermediğini bulmuşlardır. Çalışmamızda erken
postoperatif dönemde M ve F grupları arasında VAS skorları açısından anlamlı farklılık
gözlenmemiştir. Ameliyat sonrası 24 saatlik takiplerinde de VAS skorları açısından her iki
grup paralellik göstermiştir. Gürkan ve ark.
(77)
yapmış olduğu çalışmada, artroskopik diz
cerrahisi geçiren 60 hastaya spinal anestezi uygulayarak üç farklı grupta değerlendirmişler.
1. Gruptaki hastalara bupivakain – morfin, 2. Gruptaki hastalara bupivakain – fentanil ve 3.
Gruptaki hastalara ise bupivakain – serum fizyolojik uygulanmış. 1. ve 2. Grup hastalar
arasında ilk analjezik gereksinim sürelerinde farklılık gözlenmemekle birlikte, 3. Gruptaki
hastaların ilk analjezik gereksinim sürelerinin ilk iki gruptan daha kısa olduğunu
bildirmişlerdir.
Çalışmamızda ilk analjezik gereksinim süresi ortalamaları, M grubunda 221,67
dakika ve F grubunda 195,5 dakika olarak tespit edilmiştir. Duyusal blok gerileme süresi
ortalamaları ise M grubunda 106,64 dakika ve F grubunda 107,76 dakika olarak tespit
edilmiştir. Çalışmamızda gruplar arası ilk analjezik gereksinim süreleri ve duyusal blok
gerileme süreleri benzer bulunmuştur.
62
Çalışmamızda maksimum duyusal blok seviyesine ulaşma süresi açısından gruplar
arasında farklılık bulunmadı. Abouleish ve arkadaşları
(78)
elektif sezeryan ameliyatlarında
70 olguda spinal anestezi uygulamışlar. I. Gruba % 0.75 hiperbarik bupivakain, 150 cm
boyundaki hastalar için 8.25 mg (1.1 ml) + 150 cm üzerindeki her 7.5 cm için ek olarak
bupivakain 0.75 mg (0.1 ml) + morfin 200 µg, II. Gruba % 0.75 hiperbarik bupivakain 150
cm boyundaki hastalar için 8.25 mg (1.1 ml) + 150 cm üzerindeki her 7.5 cm için ek olarak
bupivakain 0.75 mg (0.1 ml) + morfin 200 µg + epinefrin 200 µcg kullanmışlar.
Maksimum duysal blok seviyesine ulaşma sürelerini 10 dk olarak bulmuşlar.
Çalışmamızda her iki grupta maksimum duyusal blok seviyesi olarak T
6
tespit edildi. M ve
F gruplarında T
6
seviyesine ulaşma süreleri, sırasıyla 13,6 ve 13,28 olarak saptandı. Bu
değerlerin bizim çalışmamızdan daha uzun bulunmasını, gebelerde BOS volümünün
azalması nedeniyle seviyenin daha hızlı yükselmesine bağladık.
Yegin ve arkadaşlarının
(79)
yaptıkları 31 hastayı içeren çalışmada sadece 18 mg
hiperbarik ropivakain kullanılırken, diğer gruba 18 mg ropivakaine 25 µcg fentanil
eklenmiş; ropivakaine fentanil eklenen grupta duyusal bloğun pik seviyesinde anlamlı bir
farklılık görülmemiştir. Benzer şekilde Atallah ve ark.
(80)
yaptıkları çalışmada da
fentanilin eklendiği grupta sadece lokal anestezik kullanılan gruba göre duyusal bloğun pik
seviyesinde anlamlı bir artış görülmemiştir.
Çalışmamızda motor blok seviyelerine ulaşma süreleri açısından gruplar arasında
farklılık gözlenmedi. Karaman ve ark.
(73)
yapmış olduğu çalışmada spinal anestezi
uygulanan 54 gebede bupivakaine morfin ya da sufentanil eklenmesinin, bizim
çalışmamıza benzer şekilde motor blok seviyelerine ulaşma sürelerinde farklılık
yaratmadığı gözlenmiş. Lane ve ark.
(81)
spinal anestezi uygulanan 99 sezaryen vakasında
yapmış olduğu bir başka çalışmada, hiperbarik bupivakaine eklenen fentanil ve
diamorfinin motor blok seviyelerine ulaşma süreleri açısından farklılık göstermediği
bildirilmiştir.
Çalışmamızda, periferik hemoglobin oksijen saturasyonu yönünden grup içinde ve
gruplar arasında anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir. Gruplar arası değerlendirmede,
bölgesel anesteziden sonra, peroperatif dönemde ortalama SAB, DAB, OAB değerlerinde
anlamlı farklılık bulunmamıştır. Grup içi karşılaştırmalarda, her iki grupta da başlangıca
göre ortalama SAB, DAB ve OAB değerlerinin intratekal enjeksiyonu takiben bir miktar
63
düşme gösterdiği gözlenmiş fakat çok az hastada hipotansiyona neden olmuştur. Bu durum
morfin ya da fentanilin spinal anestezide levobupivakaine eklenmesinin hemodinamik
parametrelerin üzerinde klinik anlamda önemli bir değişikliğe yol açmadığını
göstermektedir.
Kallio ve arkadaşlarının
(82)
yaptıkları çalışmada ise lokal anestezik olarak
kullanılan ropivakaine fentanil eklendiğinde hemodinamik değerlerde belirgin bir
değişiklik saptanmamıştır.
Brian ve arkadaşları
(83)
81 hastada total diz protezi ameliyatlarında % 0.75
hiperbarik bupivakain 15 mg (2 ml)’a ek olarak Grup I’de % 0,9 NaCl (2 ml), Grup II’de
morfin 250 µg (2 ml) kullanarak spinal anestezi uygulamışlar. Postoperatif dönemde ilk
analjezik ilaç gereksinimi için geçen sürenin morfin uygulanan gruptaki hastalarda diğer
gruptaki hastalara oranla daha uzun olduğunu gözlemlemişler. Grup I’deki hastaların %
33’ünde, Grup II’deki hastaların ise %30’unda hipotansiyon saptamışlar.
Opiyoidlerin major yan etkilerinden biri hipotansiyondur. Çalışmamızda morfin ve
fentanil gruplarının her ikisinde de hipotansiyon insidansı benzer bulundu (%8 ve %12 ).
Her iki gruptaki hastaların çoğunluğunda (M grubu %92 ve F grubu %88) spinal blok
öncesi hidrasyon sağlamanın bu komplikasyonu önlemede yeterli olduğu ve hipotansiyon
gözlenen M grubundan 2 ve F grubundan 3 hastanın efedrin ile kolaylıkla tedavi
edilebildiği görüldü. Kang FC ve ark.
(84)
yaptıkları çalışmada bupivakain ve fentanil
kombinasyonunun daha iyi bir hemodinamik stabilite sağladığını bildirmişlerdir.
Çalışmamızda hemodinamik stabilite açısından gruplar arasında anlamlı farklılık
gözlenmedi.
İntratekal anestezi peritoneal traksiyon sırasında bulantı ve kusma gibi istenmeyen
reaksiyonlara neden olabilir. Hastalar T
4
segmentine kadar çıkan bloğa rağmen visseral
çekilmelere, özellikle uterusun dışarıya alınmasına bağlı rahatsızlık duyabilirler. Kahveci
ve ark.
(85)
yaptığı çalışmada bupivakain fentanil kombinasyonunda bulantının daha az
görülmesini fentanilin otonomik cevabı önlemesine bağlamışlardır. Sibilla ve ark.
(76)
intratekal fentanil ve morfinin etkisinin karşılaştırdıkları çalışmada bulantı, kusma
insidansının fentanil grubunda morfine göre daha az olduğunu bulmuştur.
64
Bizim çalışmamızın bulantı ve kusma insidansı Abouleish ve ark.
(78)
çalışmasına
benzer şekilde intratekal morfin grubunda yüksek bulundu. Ancak Swart ve ark.
(86)
0.1 mg
intratekal morfin kullandıkları çalışmalarında kontrol grubuyla fark olmadığını
bildirmişlerdir. Yan etki insidansı doza bağlı olarak azalıyor gibi görünse de Palmer ve ark.
(74)
morfinin çeşitli dozları ile yaptığı çalışmada bulantı ve kusma insidansının doza bağlı
olmadığını bildirmişlerdir.
İntratekal opiyoid kullanımının sık gözlenen yan etkilerinden bir diğeri de
kaşıntıdır. Hastaların %50-90’ında değişik şiddetlerde görülür. Lipid erirliği yüksek olan
opiyoidlerle kaşıntı geçici olmakla birlikte intratekal morfin ile şiddetli ve uzun süreli
kaşıntı görülebilir. Yüzdeki kaşıntıların mekanizması histamin serbestleşmesine bağlı
olmayıp, medullada direkt opiyoid reseptör etkisine bağlıdır. Diğer bölgelerdeki
kaşıntıların yayılımı segmentaldir ve analjezinin derecesi ile uyumludur
(87)
. Kaşıntı bizim
çalışmamızda ise intratekal morfin grubunda, yalnızca bir hastada ve yüz bölgesinde
gözlendi ve tedavi gerektirmedi.
Solunum depresyonu intratekal opiyoidlerin komplikasyonu olarak görülebilir
(88)
,
Sezaryenlerde bupivakaine fentanil eklenmesinin solunum sistemi üzerine etkilerinin
spirometrik ölçümle araştırıldığı bir çalışmada, pik ekspiratuar akım hızı azalmakla birlikte
vital kapasitenin değişmediği gösterilmiştir
(89)
, Abouleish ve ark.
(78)
ise intratekal 0,2 mg
morfin verilen hastalarda solunum depresyonu gözlememiştir. Bizim çalışmamızda da
periferik oksijen satürasyonu ölçümleri ile takip ettiğimiz hiçbir hastada solunum
depresyonu görülmedi.
Postoperatif 24. saate kadar mesane kateteri olduğu için hastalar üriner retansiyon
yönünden değerlendirilemedi.
Dostları ilə paylaş: |