ve siyasal uygulama arasındaki geleneksel sınırlara yakın durduğu gerçeğinden
doğan ideolojinin
karmaşıklığına vurgu yapar. Kısaca ideoloji, düşünce ile eylem ve de anlama ile edim arasında orta
ya çıkan iki tür sentezi gündeme getirir.
Birinci sentezle ilgili olarak, anlama ile edimin kaynaşmasıyla ideoloji, "olan” ile “olması gere
ken” arasındaki ayrımı bulanıklaştırır. Aslında ideolojiler, bireyler ve gruplara toplumlarımn nasıl
işlediğini gösteren entelektüel bir harita, dahası, genel bir dünya görüşü temin etmeleri anlamında
betim leyici niteliktedirler. Bu durum, örneğin, ideolojinin önemli sayılabilecek bütünleştirici ka
pasitesini, kişileri belli bir sosyal çevrede “konumlandırma” yeteneğinin açıklanmasına yardımcı
olur. Ancak bu türden betim leyici bir anlayış, mevcut sosyal düzenlemelerin yerindeliği ve alterna
tif toplumun doğasına ilişkin normatif veya buyrukçu inançlar kümesinin derinliklerinde saklıdır.
Bundan dolayı ideoloji, güçlü bir duygusal karaktere sahiptir: İdeoloji, umutların ve korkuların,
sevgilerin ve nefretlerin ifade aracı olduğu gibi, aynı zamanda da inanç ve anlayışların açıkça telâf
fuz edilmesinin de aracıdır.
Yukarıdaki (a) ve (b ) bağlantılı olduğundan, ideolojilerdeki “olgular”, kaçınılmaz olarak “de
ğerler” ile birleşme ve karışma eğilimi taşırlar. Bu durumun sonuçlarından biri, ideoloji ve bilim
arasında net bir ayrımın yapılamamasıdır. Bu çerçevede ideolojileri, Thomas Kuhn’un
The Structu
re ofScientific Révolutions
( Bilimsel Devrimlerin Yapısı, 1962) adlı eserinde kullandığı paradigmalar
gibi görmemiz, bize yardımcı olabilir.
Böyle bir durumda ideoloji, zihinsel araştırma sürecini ya
pılandırmaya yardımcı olan teoriler, öğretiler ve ilkeler kümesi olarak görülebilir. Aslında ideoloji,
içinde siyasî bilgi arayışının yer aldığı bir çerçeve, bir siyasî söylem dili oluşturur. Örneğin, aka
demik siyaset biliminin önemli bir bölümü ve daha açık olarak da ana akım iktisat liberal mirasın
içinde yer alan bireyci ve rasyonalist varsayımları kullanır. İdeoloji nosyonu, entelektüel bir çerçeve
veya siyasal bir dil olarak da önemlidir. Çünkü ideoloji; ideolojinin insan anlayışını yapılandırdığı
derinliğe de ışık tutar. Birinin inançlarını (çoğunlukla, tam anlamıyla bu günahı işledikleri için di
ğer insanları suçlarken) ideolojik oldukları gerekçesiyle reddetme eğilimi, dünyayı anlaşılabilir kı
lan kavramları temin ederken ideolojimizin fiilen görünür olmaması gerçeğiyle açıklanabilir. D ün
yaya, gördüğümüz şeyi şekillendiren ve dolayısıyla da anlam yükleyen teori perdeleri, ön kabuller
ve varsayımların ardından baktığımız gerçeğini kabul etmeyiz.
İkinci sentez, düşünce ile eylemin kaynaşması, yukarıda (b) ile (c) arasındaki bağlantı, hiç
de daha az önemli değildir. İşte bu, Seliger’in (1 9 7 6 ), ideolojinin “tem el” ve “işleyiş” düzeyleri
olarak adlandırdığı şeylere gönderme yaparken dikkat çektiği şeydir. Temel düzeyde ideolojiler,
soyut fikirler ve teorilerle uğraştığından ve taraftarları bazen soğukkanlı bir arayışta
olduğundan
siyaset felsefelerine benzerler. “İdeolog” terimi çoğunlukla, belli başlı ideolojilerin katıksız ya da
bilinçli destekçisi olarak kullanılsa da, Joh n Locke (bkz. s. 5 4 ), Jo h n Stuart M ili (bkz. s. 46)
ve Friedrich Hayek (bkz. s. 105) gibi saygın siyasal filozofların her biri ideolojik gelenekler içinde
faaliyet yapmış ve ideolojik geleneklere katkıda bulunmuşlardır. Ancak işleyiş düzeyinde ideoloji
ler, halkın seferberliği ve iktidar mücadelesiyle bağlantılı olan geniş siyasal hareket biçim ini alırlar.
Bu kılıktaki ideoloji, sloganlar, siyasal retorik, parti manifestoları ve hükümet siyasalarında dışa
vurulur.
Doğrusunu söylemek gerekirse, ideolojiler hem fikir yönelimli hem de eylem yönelimli
olmak zorundadırlar ama belli başlı ideolojilerin bir düzeyde, diğer düzeyden daha güçlü olduğu
da su götürmez bir gerçektir. Örneğin faşizm her zaman, işleyişle ilgili hedefleri vurgulamıştır; bir
eylem siyasetidir. Ö te yandan anarşizm ise özellikle 20. Yüzyıl’ın ortalarından beri, temel ya da
felsefî düzeyde varlığını devam ettirmektedir.
Tüm bunlara rağmen, ideolojiler her zaman siyaset felsefelerinin
sahip olduğu şekil ve içsel
tutarlılıktan yoksundurlar; ideolojiler ancak,
çok ya da
çok fa z la tutarlıdırlar. Bu bâriz şekilsizlik
kısmen, ideolojilerin sımsıkı mühürlenmiş düşünce sistemleri olmamalarından kaynaklanır. İdeo
lojiler, tipik olarak,
daha ziyade, başka ideolojiler ile çakışan ve birbirlerine dönüşebilen, akışkan
nitelikteki fikir kümeleridir. Bu durum sadece ideolojinin gelişmesini beslemekle kalmaz, liberal
muhafazakârlık, sosyalist feminizm ve muhafazakâr milliyetçilik gibi melez ideolojik biçimlerin
de ortaya çıkmasına yol açar. Ayrıca,
her ideoloji, belli ölçüde farklı, hatta çatışan gelenekler ve
bakış açılarını da bünyesinde taşır. Aynı ideolojinin destekçileri arasındaki tartışmaların daha ateşli
olması ve karşıt ideolojilerin destekçileri ile aralarındaki iddialaşmalardan daha sert geçmesi, hiç
de olağanüstü bir durum değildir. Çünkü burada söz konusu olan, ideolojinin gerçek doğasıdır
- “gerçek” sosyalizm, “gerçek” liberalizm veya “gerçek” anarşizm nedir? İdeolojik geleneklerin hem
kendi içlerinde hem de aralarında yer alan böylesi çatışmalar, genellikle aynı siyasal terimler top
luluğu kullanılarak sürdürüldüğünden daha da karmaşıklaşır. Tartışmadaki
her iki taraf da kendi
yükledikleri anlamlar çerçevesinde “özgürlük”, “demokrasi”, “adâlet” ve “eşitlik” gibi terimlere baş
vurur. Bu, W. B. Gallie’nin (1 9 5 5 -1 9 5 6 ), “aslında tartışmalı kavramlar” diye ifade ettiği soruna ışık
tutar. Bunlar, üzerinde hemfikir olunmuş tanımlarına asla ulaşılamamış, derin tartışmalar barındı
ran kavramlardır. Bu anlamda ideoloji kavramı da, “bakış açıları” kutucuklarında ele alman diğer
terimler gibi “aslında tartışmalı” bir kavramdır.
Tüm bunlarla birlikte, ideolojilerin tutarsızlığı ya da şekilsizliğinin de bir sınırı olması gerekir.
Önceleri alay konusu olan bir teoriyi benimsemek veya üzerine titrenen bir ilkeden vazgeçmek
şeklinde ortaya çıktığı gibi, bir ideolojinin kimliğini yitirdiği, belki de rakip bir ideoloji tarafın
dan soğurulduğu bir nokta olmalıdır. Liberalizm, özgürlük iddiasını terk ettiğinde hâlâ liberalizm
olarak kalabilir mi? Şiddet ve savaşa
iştah kabartan bir sosyalizm, hâlâ bir sosyalizm midir? Bu
meseleyi ele almanın yollarından biri, M ichael Freeden’ın (1 9 9 6 ) yaklaşımına uygun olarak, aynen
yatak odası, mutfak ve salonu ayırmamıza yardımcı olacak mobilyanın ayarlanması gibi, anahtar
kavramlar açısından ideolojinin şekline ve yapısına, yani morfolojisine dikkat çekmektir. Bundan
dolayı, öze ait, birbirine çok yakın veya kısmen ilgili birtakım kavramlar kümesini barındırmak,
tüm ideolojilerin tipik özelliğidir. Şu ya da bu ideolojiye ait olarak görülmesi için herhangi bir teori
veya öğreti için bu kavramların tümünün mevcut olması da gerekmez. Örneğin, eviye veya fırın
mutfakta yok diye evin bu bölümünün mutfak olmadığını kimse söyleyemez. Benzer şekilde bula
şık makinesi, mikrodalga fırın gibi yeni buluşlar zaman içinde mutfağa girse de mutfak hâlâ mut
faktır. Aynı şekilde bireycilik (bkz. s. 4 5 ), rasyonalite ve özgürlük liberalizmin temeline ilişkin
kavramlar olarak tanımlanabilir. Bu kavramlardan herhangi birinin yokluğu, bir öğretinin varlığını