oyların % 50’sini almıştır ( 1 9 6 8 ). İngiltere İşçi Partisi 1951 ’de %49 gibi büyük bir destek kazanmış
tı; aynı şekilde İspanyol Sosyalist İşçi Partisi 1 9 8 2 ’de aynı desteği kazanmıştı. Almanya’da Sosyal
Demokrat Parti 1972’de oyların % 46’sını aldı, 1 9 7 6 ’da İtalya’da ise birleşik sosyalist ve komünist
oylar, % 44’e tekabül etmekteydi. Ayrıca bu partiler iktidardayken önemli sosyal reformları günde
me getirdiler. Bu reformlar, genellikle refahın yaygınlaştırılması ve ekonomi yönetimini kapsayan
reformlardı; kesinlikle herhangi bir temel sosyal dönüşüme öncülük etmemişlerdir. En iyi ihtimâl
le kapitalizm yıkılmamış, reforma tâbi tutulmuştur.
Demokratik sosyalizm, yaratıcılarının da tasavvur etmediği birtakım sorunlarla karşılaştı. Her
şeyden önce işçi sınıfı, artık ileri endüstriyel toplumlarda seçmenlerin çoğunluğunu oluşturmak
ta mıdır? Sosyalist partiler, geleneksel olarak seçim çalışmalarını kapitalist toplumların “fabrika
yemi” olan kentsel el işçileri üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bununla birlikte
modern kapitalizm, tek
nolojinin gelişmesi ile beraber el işlerinden ziyade teknik ile meşgul olan kalifiye işgücüne ihtiyaç
duyuyordu. Bu yüzden yerleşik ağır endüstrilerde çalışan ve disipline edilmiş el emeğine başvuran
“geleneksel” işçi sınıfı, yoksulluk ve dezavantajın “alt-sınıf”ta yoğunlaştırıldığı toplumların “üçte
b ir” veya “üçte iki”si diye anılan düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olacak kadar küçülmüştü.
The
Culture o f Contentment’de
(K anaat Kültürü,
19 9 2 ) J. K. Galbraith, modern toplumlarda, en azın
dan siyasî olarak aktif olanlar arasında, ekonomik güvenlikleri ve maddî zenginlikleri kendilerini
siyasî olarak muhafazakâr olmaya teşvik eden mutlu bir çoğunluğun ortaya çıkışına dikkat çeker.
Eğer işçi sınıfı sosyalist partilere destek vermekten vazgeçerse bu partiler, ya diğer sosyal sınıfla
rın desteğini çekmek için uğraşacaklar ya da orta sınıf partileri ile koalisyon ortağı olarak iktidarı
paylaşacaklardır. İdeolojik bağlılıklarını değiştirmek için sosyalist partilerin iki seçeneği vardır; ya
sosyalizm ile ilgisi olmayan veya çok az ilgisi olan seçmenleri cezbetmek ya da kapitalizmi destek
leyen partilerle çalışmak.
Bundan başka işçi sınıfı gerçekten sosyalist midir? Sosyalizm gerçekten işçi sınıfının çıkarına
mıdır? Sosyalist partiler, Batı toplumlarında tüm sınıflara giderek artan bir zenginlik getirmiş olan,
özellikle 1945 sonrası “uzun süreli gelişme” sırasında “mallan sunma”
konusunda kapitalizmin
gücünü kabul etmeye zorlanmıştır. 1950’lerde bir kere köktenci bir değişime bağlanmış sosyalist
partiler, gittikçe zenginleşen işçi sınıfını cezbetme girişimiyle politikalarını revize ettiler. Benzer bir
süreç 1980 ve 1990’larda meydana geldi; zirâ sosyalist partiler, hem kapitalizmin sınıf yapısında
ki değişiklikleri hem de ekonomik küreselleşmenin oluşturduğu baskıları kabul etmeye çalıştılar.
Aslında sosyalizm, kapitalizmin sosyal yapısını yeniden düzenlemekten ziyade piyasa ekonomisini
çalışabilir hâle getirmeye yönelik çabalarla ilgili olmaya başladı. Bu tarz değişimler, sosyal demok
rasinin karakterindeki değişimle bağlantılı olarak, daha sonra, detaylı şekilde incelenmiştir.
Diğer taraftan
sol kanat sosyalistler, işçi sınıfının köktenci sosyalizmden vazgeçtiğini kabul et
mekte isteksizdi. Daha doğrusu, işçi sınıfının kendi çıkarlarını yansıtan bağımsız siyasî kararlar oluştu
rabilme yeteneğinden mahrum olduğuna inanıyorlardı. Örneğin, Marksistler kapitalizmin ideolojik
manipülasyon ile desteklendiğini iddia etmektedirler. “Burjuva ideolojisi” toplumda yaygınlaşmakta
ve işçi sınıfının kendi sömürüsünün gerçekliğini algılaması engellenmektedir. Örnek olarak Lenin,
devrimci bir partinin liderliği olmaksızın işçi sınıfının ancak, kapitalist sistemde maddî gelişme için
bir istek anlamına gelen “sendika bilinci” kazanabileceğini ancak tam bir devrimci “sınıf bilinci” kaza
namayacağını belirtmektedir. Gramsci (bkz. s. 2 6 ), burjuvazinin sadece ekonomik gücü ile değil
ayrıca “ideolojik hegemonya” süreci ile de kapitalizme egemen olduğunu belirtmektedir.
Son olarak, sosyalist partiler, iktidara gelseler bile sosyalist reformları yapabilecekler mi?
Sosyalist partiler, Fransa, İsveç, İspanya,
Büyük Britanya, Avustralya ve Yani Zelanda’yı kapsayan
birçok Batılı ülkede tek parti hükümetleri kurmuşlardır. Ne var ki seçildikleri zaman hem devlet
hem de toplumdaki kökleşmiş çıkarlar ile karşı karşıya gelmişlerdir. 1902 kadar erken bir zamanda
Kari Kautsky, “kapitalist sınıfın idare ettiğine ama hükümet etmediğine, hükümeti idare etmekle
yetindiğine dikkat çekmiştir. Seçilmiş hükümetler; Miliband tarafından, görevlilerin seçilmediği
ve işadamlarının benzer sosyal geçmişlerden geldiği -hüküm et, mahkemeler, polis ve askeriyeden
oluşan- bir “devlet sistemi” olarak adlandırılan şeyin içinde çalışırlar. Bu gruplar bir sınıf eğilimi
yansıtır ve radikal sosyalist politikaları bloke edebilir ya da en azından yumuşatabilir. Bundan baş
ka, seçilmiş hükümetler, ideolojik eğilimleri ne olursa olsun, dev şirketlerin gücüne saygı duyma
lıdır;
öyle ki şirketler, partiye parasal yardımlarda bulunan zengin kişiler oldukları gibi ekonomide
büyük patron ve yatırımcıdırlar. Başka bir deyişle demokratik sosyalist partiler, hükümet olarak
seçilmeyi başarabilmelerine rağmen onları, zorunlu olarak iktidarı ele geçirmeksizin sadece iktidar
makamını kazanma tehlikesi beklemektedir.
Dostları ilə paylaş: