Die Deutsche Ideologie’
de (
Alman İdeolojisi,
([1 8 4 6 ] 1970) M arx, bu türden dört aşama
tespit eder: ( l ) M addî kıtlığın birincil çatışma kaynağı hâlini aldığı ilkel komünizm veya kabile
toplumu; (2 ) klasik veya eski toplumları kapsayan ve efendi ile köle arasındaki çatışmayla ayırt
edilen kölelik; (3 ) toprak sahipleri ile seriler arasındaki çatışmayla ayırt edilen feodalizm; ve (4 )
burjuvazi ile proletarya arasındaki çatışmanın hâkim olduğu kapitalizm. Beşerî tarih, bu yüzden,
baskı altına alan ile baskı altına alman, sömüren ve sömürülen arasındaki uzun bir mücadeleye sah
ne olmuştur. Yine de tarihin her bir aşaması, bir öncekine göre daha ileri bir aşamayı temsil etmiş;
“üretim güçleri’ nin -m akine, teknoloji, emek, vb.- daha da gelişmesine sebep olmuştur. Bununla
birlikte Hegel’i takip ederek Marx tarihi, içsel çelişkilerin veya çatışmaların olmadığı bir toplum
kurulduğunda vuku bulacak bir sonla bitirmeyi düşündü. Bu son, M arx’a göre, komünizm, yani
üretken zenginliğin müşterek sahipliğine dayalı sınıfsız bir toplum anlamına geliyordu. Komüniz
min tesisiyle birlikte M arx’in “insan tarihi öncesi” olarak adlandırdığı şey, bir son bulacaktı.
Ekonomi
M arx’in ilk çalışmalarında yaptığı kapitalizm eleştirisinin pek çoğu, yabancılaşma mefhumuna da
yanır. Bu kavram; kapitalizmin insanları, gerçek veya temel özelliklerinden, yani serbest üretken
emeğin deneyimi yoluyla işçiler olarak yeteneklerini, kabiliyetlerini ve anlayışlarını geliştirme ka
pasitelerinden koparmış olduğunu ima eder. Kapitalizm, mübadele için üretim yapılan bir sistem
olduğundan insanları kendi emeklerinin ürününe yabancılaştırır: İnsanlar, ihtiyaç duydukları veya
faydalı olan şeyi üretmezler, kâr getirmesi için satılacak “mallar”ı üretirler. Onlar emek sürecine de
yabancılaştırılırlar zirâ onların pek çoğu, ustabaşının veya yöneticinin gözetimi altında çalışmaya
zorlanır. Ayrıca iş sosyal değildir: Bireyler bencil olmaları için teşvik edilir ve dolayısıyla hemcinsi
insanoğluna yabancılaştırılırlar. Sonuçta işçiler kendilerine yabancılaştırılırlar. Bizzat emek, sırf bir
mal konumuna indirgenir ve çalışma, yaratıcı ve kendini gerçekleştiren bir eylem olmaktan çıkar
kişiliksizleştirilmiş bir eylem hâlini alır. Bununla birlikte M arx’in daha sonraki çalışmalarında ka
pitalizm, genellikle sınıf çatışması ve sömürü açısından ele alınır.
Marx, sınıfı İktisadî güç, özellikle insanların “üretim araçları”nm veya üretken zenginliğin
sahipliğiyle ilgili durdukları yer bakımından tanımladı. O, kapitalist toplumun artan oranda “biri
diğerine karşı duran iki büyük sınıfa, burjuvazi ve proletarya’ ya ayrıldığına inanıyordu. Burjuvazi,
kapitalist sınıfı oluşturmakta ve üretken zenginliğin mülkiyetiyle geçinmektedir; proletarya, kendi
emek gücünü satarak geçimlik düzeyde hayatını sürdürmeye zorlanan ve bu yüzden “ücret köleleri”
olarak görülebilecek olan mülkiyetsiz yığınları oluşturmaktadır. Marx ve daha sonraki Marksistlere
göre sınıf sistemiyle ilgili tahlil, tarihsel kavrayışla ilgili bir anahtar sağlar ve kapitalizmin gelecekteki
gelişmiyle ilgili tahminler yapmayı mümkün kılar;
Das Kommunistische Manifest
’in
( Komünist Ma
nifesto,
1848) ifadesiyle, “bugüne kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadelesinin tarihidir.”
Bireylerden ziyade sınıflar, partiler veya diğer hareketler tarihsel değişimin esas ajanlarıdırlar.
Daha da önemlisi M arx, sınıflar arasındaki ilişkinin uzlaştırılamaz karşıtlıklardan birisi olduğuna,
aşağı/ikincil sınıfın “yönetici sınıf” tarafından zorunlu olarak ve sistematik bir şekilde sömürüldü-
ğüne inanıyordu. Bu durum Marx tarafından “artı değer” fikrine başvurularak izah edildi. Değeri,
piyasa güçleri tarafından belirlenen fiyat açısından tahmin eden geleneksel iktisatçıların aksine
M arx, Locke (bkz. s. 5 4 ) gibi daha önceki kuramcılarla aynı çizgide ilerleyerek, bir em ek değer
teorisini benimsedi. Bu teoriye göre, bir malın değeri, bu malın üretiminde kullanılmış olan emek
miktarını yansıtmaktadır. Kapitalizmin kâr arayışı ancak, ürettikleri değerden daha azını kendileri
ne ödeyerek işçilerinden “artı değer” alınmasıyla tatmin edilebilir. İktisadî sömürü, bu yüzden, ka
pitalist üretim biçiminin temel bir özelliğidir ve belirli işverenlerin cömertliğinden bağımsız işler.
Marx, sadece -uzlaştırılamaz bir sınıf çatışmasına dayalı olduğu iç in - kapitalizmin içsel istik
rarsızlığına vurgu yapmakla ilgilenmedi, aynı zamanda kapitalist gelişmenin tabiatını incelemekle
de ilgilendi. O, özellikle, kapitalizmin krizleri derinleştirme eğilimine dikkatleri çekti. Bu, esas iti
bariyle, ekonomiyi durgunluğa sokan ve çalışan sınıf için işsizliği ve yoksulluğu beraberinde geti
ren aşırı üretimin döngüsel krizlerinden kaynaklanır. Her bir kriz en sonuncudan daha derin etki
ler bırakır, zirâ M arx’in hesaplarına göre, uzun vadede kâr oram düşecektir. Sermayenin az sayıda
insanın elinde birikmesinden, yani tekelleşme doğrultusundaki eğilimden ve diğer bütün sınıfların
proletarya sınıfına dâhil olmasından dolayı daha ileri düzeyde gerilimler ortaya çıkacaktır. Ortak
bir İktisadî menfaatle birleştirilmiş sömürülen sınıf, bu yüzden, herhangi bir kapitalist toplumdaki
ezici çoğunluğu oluşturmaya başlayacaktır.
Siyaset
M arx’in (bkz. s. 135) en önemli tahmini, kapitalizmin bir proleter devrimiyle yıkılmasının mu
kadder olduğu şeklindeki tahminiydi. Bu devrim, sadece sırf yöneten eliti ortadan kaldıracak veya
devlet makinesini yok edecek siyasal bir devrim olmayacaktı; aynı zamanda, yeni bir üretim bi
çimini tesis edecek ve tam komünizme ulaşmayı da mümkün kılacak sosyal bir devrim olacaktı.
M arx’in düşüncesinde sosyal devrim çağı, sınıf sistemi yani “üretim ilişkileri”, üretken teknikler ve
yenilikle yani, üretim güçleri olarak adlandırılan şeyle ilgili daha ileri düzeydeki gelişmelere dayalı
bir pranga hâlini aldıklarında başlayacaktı. Böyle bir devrim, M arx’a göre, üretim güçlerinin kapita
list sistemin sınırlılıkları içinde kendi sınırlarına ulaşmış oldukları en gelişmiş kapitalist ülkelerde -
örneğin, Almanya’da, Belçika’da, Fransa’da veya Britanya’da- olacaktı. Yine de devrim, sırf objektif
şartların gelişimiyle belirlenmeyecekti. Bu şartlara, “sınıf bilinçli” bir proletaryayla sübjektif unsur
eklenecekti. Böylece devrim, hem objektif hem de sübjektif şartlar “olgunlaştığı” zaman olacaktı.
Sınıf çatışmaları yoğunlaştığı için proletarya, sömürüldüğünün farkına varacak ve devrimci bir güç,
yani kendi için bir sınıf hâline gelecekti. Bu anlamda devrim, esasında bizzat kendisine öncülük
veya rehberlik edecek proleter sınıf tarafından gerçekleştirilen kendiliğinden bir eylem olacaktı.
Bu devrimin ilk amacı, burjuva devleti olmalıydı. M arx’in yazılarında devletle ilgili iki teori
ayırt edilebilir. Birincisi
Das Kommunistische Manifest
’ten
(KomünistManifesto,
1848) yapılan sıkça
alıntılanan şu ifadedeki devlet teorisidir: “M odern devletin yürütme organı, burjuvazinin müşte
rek işlerini yöneten bir komitedir.” Bu açıdan bakıldığında devlet, tamamen topluma dayandırıl
makta ve İktisadî olarak hâkim sınıfça kullanılan bir baskı aracından başka bir işe yaramamaktadır.
Devletle ilgili -d ah a karmaşık ve m uğlâk- ikinci teori
Der 18te Brumaire des Louis Napoleon
(Louis
Bonaparte’m On Sekizinci Brumaire’i,
[1 8 5 2 ] 1 9 6 8 )’da bulunur. Burada Marx devletin yönetici sı
nıftan ayrı, birinci görevi çatışan sınıflar arasında aracılık yapmak olan ve bu sayede sınıf sistemini
sürdürmeye çalışan, “göreli özerklik” olarak görülmesi gereken bir görev üstlenebileceğini ileri sür
müştür. Bununla birlikte her iki durumda da proletarya bir alternatife sahip değildir: Kapitalizme
karşı başarı elde etm ek için, ilk olarak, onu ayakta tutan devlet makinesi yok edilmelidir.
Yine de Marx, kapitalizmden sosyalizme âni bir geçişin olamayacağını fark etti. M arx’a göre, sınıf
çatışmaları varlığını sürdürdüğü müddetçe sosyalist geçiş süreci devam edecekti. Bu süreç, Marx’in
“proletaryanın devrimci diktatörlüğü” olarak adlandırdığı şeyle ayırt edilebilecektir; esasında prole
ter bir devlet olan bu diktatörlüğün amacı, mülkiyetsiz bırakılmış burjuvazinin karşı-devrimine karşı
devrimin kazanımlarım korumak olacaktı. Bununla birlikte, tam komünizmin ortaya çıkmasıyla bir
likte sınıf çatışmaları azalmaya başlayacağından, devlet de “yok olacak’tı -b ir kez sınıf sistemi orta
dan kaldırılmış olduğundan devletin varlık sebebi ortadan kalkacaktı. Bunun sonucunda ortaya çıkan
komünist toplum, dolayısıyla, sınıfsız olmanın yanı sıra devletsiz de olacak ve bir kimseye beşerî ih
tiyaçların tatminine göre ayarlanmış bir mal üretme sistemi sağlayacaktı. İlk kez insanoğlu kendi ka
derini belirleyebilecek ve Marx’in “her bir kimsenin özgür gelişmesinin herkesin özgür gelişmesinin
ön koşulu olduğu” şeklindeki inancında dışa yansıtıldığı üzere bütün potansiyelini gerçekleştirecekti.
Dostları ilə paylaş: |