Aylaklığa Övgü


* Bu konu, kitabın birinci denemesinde tartışıldığı için, bura­



Yüklə 4,04 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə15/24
tarix26.08.2023
ölçüsü4,04 Mb.
#140651
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   24
bertrand-russell-aylakliga-ovgu

* Bu konu, kitabın birinci denemesinde tartışıldığı için, bura­
da kısaca geçeceğini.


kalanlara, masrafı kamunun sırtından çıkmak üzere bak­
mak da hükümet makamlarına düşer.
Bugünkü durumda insanlığın çoğunluğu akla yakın 
bir maddi rahatlık düzeyine ulaşamadığına göre, ortala­
ma günde dört saatten az bir çalışma, akıllıca yön veril­
diği takdirde, şimdi zorunlu ihtiyaç maddeleri ve basit 
rahatlıkları sağlama yolunda üretilmekte olan şeyleri 
üretmeye yeterdi. Bu şu demektir ki, iş sahipleri için ça­
lışma günü ortalaması eğer sekiz saat kabul edilse, bazı 
randımansızlıklar ve gereksiz üretim dolayısıyla daha 
fazla sayıda işçiye ihtiyaç duyulmasa, işçilerin yansın­
dan fazlası işsiz kalırdı. Önce randımansızlığı ele alalım: 
rekabet dolayısıyla yapılan ziyanlan daha önce görmüş­
tük, ama buna, reklam ve büyük bir hüner isteyen piyasa 
çalışma!anna harcananların tümünü de eklememiz ge­
rekmektedir. Milliyetçilik ise başka türlü bir ziyana yol- 
açmaktadır: örneğin, Amerikan otomobil fabrikatörleri, 
ithalat-ihracat tarifeleri yüzünden, bellibaşlı Avrupa ül­
kelerinde fabrika kurmayı gerekli görmektedirler, halbu­
ki bütün otomobillerini Amerika Birleşik Devletlerinde, 
bir tek büyük fabrikada üretebilselerdi, hiç kuşkusuz in­
san emeğinden büyük çapta kazanılmış olurdu. Buna ek 
olarak, silahlanmanın ve askerlik zorunluğu olan ülke­
lerdeki bütün erkek nüfusu çerçevesi içine alan askeri 
eğitimin sebep olduğu ziyanı da belirtmeliyiz. İşte bu ve 
buna benzer başka hovardalıklar, bir de zenginlerin lüks­
leri sayesinde, nüfusun yansından fazlası hâlâ iş bulabil­
mektedir. Ne var ki, bugünkü sistemimiz devam ettiği sü­
rece, ziyandan kurtulma yolunda atılacak her adım işçi­
lerin güvenliğini ister istemez bugünkünden de beter ha­
le getirecektir.


III. İK TİSAD I G ÜVENSİZLİK
Dünyanın bugünkü halinde sadece birçok insanlar 
yoksulluk çekmekle kalmamakta, yoksulluk çekmeyenle­
rin büyük bölümü de, haklı olarak, her an yoksulluğa dü­
şebilecekleri korkusunu çekmektedirler. İşçiler sürekli 
olarak işsizlik tehlikesiyle karşı karşıyadırlar; maaşlı me­
murlar, firmalarınızı iflas edebileceğini ya da memur kad­
rosunda bir azaltmaya gidebileceğini bilirler; iş adamları, 
hatta çok zengin olmakla ün kazanmışları bile, bütün pa­
ralarım kaybetmelerinin hiç de olasılık dışı bulunmadı­
ğım bilirler. Meslek sahipleri çok çetin bir mücadele için­
dedirler. Bunlar oğullarının, kızlarının öğrenimi ve eği­
timi için büyük fedakârlıklara katlandıktan sonra bir de 
bakarlar ki, çocuklanmn elde ettiği cinsten meslekler 
için eskiden bulunan açık kapılar, artık kalmamıştır. Mes­
lek sahibi eğer avukatsa, hâlâ bir sürü adaletsizlikler kar­
şısında çaresiz kalmakla birlikte, artık insanların yasa 
yoluna başvuramadıklannı görür; eğer doktor ise, birçok 
gerçek hasta çok zorunlu tıbbi tedaviden vazgeçmek zo­
runda kalırken, eski hastalık hastası paralı müşterileri­
nin de artık hastalanmaya güçlerinin yetmediğini görür. 
İnsan, dükkânlarla tezgâh ardında çalışan kadınlı erkekli 
üniversite mezunlarına rastlıyor; bu üniversite mezunlan 
böylelikle yoksulluğa düşmekten kurtuluyorlar, ama on­
ların kurtuluşu, kendilerinden önce tezgâhın ardmda ça­
lışmakta olanlann yoksulluğa düşmesi pahasmadır. En 
alt smıftan, hemen hemen en üst sınıfa kadar bütün sı­
nıflarda insanların gündüzleri düşüncelerine, geceleri de 
düşlerine iktisadi korku egemen olmakta ve bu korkü in­
sanların çalışmalarını sinir törpüsü kılmakta, boş zaman­
larını da dinlendirici olmaktan uzak bir hale getirmek­
tedir. ö y le sanıyorum ki, uygar dünyanm büyük bölü­


münü sarmış bulunan delilik nöbetinin esas nedeni, bu 
hiç eksilmeyen korkudur.
Servet isteği birçok durumlarda güvenlik isteğinden 
doğmaktadır. İnsanlar yaşlandıkları, çalışamaz hale gel­
dikleri zaman geçimlerini sağlayacak v e çocuklarının top­
lumda alt tabakalara düşmelerini önleyebilecek bir varlı­
ğa sahip olmak umuduyla para biriktirir, yatınm yapar­
lar. Eskiden güvenilir yatınm diye bir şey varolduğu için, 
o zamanlar böylesine umutlar beslemek de akla yakın idi. 
Ama bugün güvenlik erişilmez bir şey haline gelmiştir: 
en büyük ticari işler başarısızlığa uğramakta, Devletler 
iflas etmekte ve şimdilik varolan her şey, gelecek bir sa­
vaşta mahvolmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunmakta­
dır. Bunun bir sonucu olarak, budalaca hayallerle kendi 
kendilerini aldatarak yaşamaya devam edenler dışında, 
insanlar umutsuzluğa düşerek kendilerini bir umursa­
mazlık duygusuna kaptırmakta, bu ise, olası çarelerin 
akıllıca düşünülmesini çok zorlaştırmaktadır.
İktisadi güvenlik uygar toplumlann mutluluğunu art­
tırmada, savaşın önlenmesi hariç, akla gelebilecek başka 
her türlü değişiklikten çok daha yararlı olurdu. Çalışma 
— toplumsal bir zorunluluk olduğu oranda— bütün sağ­
lıklı yetişkinler için yasa yoluyla zorunlu kılınmalı, ama 
insanlann gelirleri kendi çalışma isteklerine bağlı kal­
malı ve o insanların hizmetlerine geçici olarak gerek du­
yulmadığı vakit, gelirleri kesilmemeliydi. örneğin bir he­
kim, belirli bir yaştan sonra çahştınlmamakla birlikte, 
yine de ölünceye kadar bir maaş almalıydı. Bu hekim, 
çocuklarının iyi bir öğrenim v e eğitim göreceğinden emin 
bulunmalıydı. Eğer toplumun sağlığı, artık hekimlerin 
doğrudan doğruya tıbbi hizmetini gerektirmeyecek kadar 
mükemmel bir duruma gelmişse, hekimlerin bir bölümü 
tıbbi incelemelerde, sağlık önlemleri arama ya da daha


uygun bir yemek rejimi geliştirme çalışmalarında kulla­
nılmalıydı.
Çok büyük ün kazanmış birkaç hekimin gelirleri aza­
lacak olsa bile, büyük hekimlerin çoğunluğunun kendile­
rini böyle bir sistemde, şimdikine oranla daha mutlu his­
sedeceklerinden kuşku edilebileceğini sanmıyorum.
Olağanüstü servet kazanma isteği, çalışma için hiç 
de zorunlu bir kamçılayıcı değildir. Bugün insanların ço­
ğu zengin olmak için değil, açlıktan ölmemek için çalışır. 
Bir postacı, öbür postacılardan daha zengin olmayı bek­
leyemez, aynı şekilde bir asker, bir denizci de vatanına 
hizmet ederek muazzam bir servete kavuşmayı umamaz. 
Gerçi bazı kimseler vardır ki, bunlar için en büyük güdü 
mali başarı elde etme isteğidir, ama zaten sayılan az 
olan bu gibi kimseler de olağanüstü bir enerji göstere­
rek önemli kişiler haline gelirler, Bunların bir kısmı ya­
rarlı olur, bir kısmı zararlı; bazılan yararlı buluşlar or­
taya koyar ya da yararlı buluşlan benimserler, bazılan da 
borsa oyunlarına girer ya da kirli politikacıların iplerini 
idare ederler. Ne var ki, esas itibariyle hepsinin de iste­
diği başandır ve bu başannm simgesi paradır. Eğer ba- 
şanyı sadece bunun dışındaki biçimlerde örneğin, onurlu 
bir iş yapmakla ya da yöneticilik mevkiinde bulunmakla 
elde etmek mümkün olsaydı da mali alanda elde etmek 
mümkün olmasaydı, bu kimseler yine de yeterince teşvik 
görür ve belki de toplumun yaranna bir yolda çalışmayı 
şimdiki çalışmalarından daha zorunlu sayarlardı. Servet 
kazanma isteği kendi başına, başan kazanma isteğinden 
ayn olarak, toplum için, aşın yemek yeme ve aşın içki 
içme isteğinden daha yararlı bir güdü değildir. Bundan 
dolayı bu isteğe gerçekleştirilme olanağı vermeyen bir 
toplumsal sistem hiç de verenden daha kötü değildir, 
öbür yandan, güvensizliği ortadan kaldıran bir sistem,


modem yaşayışın histerilerinden çoğunu da defetmiş 
olurdu.
IV. İŞSİZ ZENGİNLER
Ücretli işçiler arasında işsizliğin doğurduğu kötülük­
ler genellikle biliniyor. İşçilerin çektiği acılar, toplumun 
bu işsizlerin emeğinden yoksun kalışı ve uzun süre iş bu­
lamayışın maneviyat kinci etkisi hep, üzerlerinde enine 
boyuna durulması gereken, herkesin yakından bildiği te­
malardır.
İşsiz zenginlerin kötülüğü ise başka türlüdür. Dün­
ya, çoğunluğunu kadınlann meydana getirdiği az öğre­
nim görmüş, çok paralı, dolayısıyla kendine güveni bü­
yük aylaklarla doludur. Bunlar, servetleri sayesinde bü­
yük çapta emeğin kendi rahatlarına ayrılmasını sağlar­
lar. Pek ender olarak gerçek bir kültür sahibi olmalan- 
na rağmen, ancak kötü örneklerinden zevk duyduklan 
güzel sanatların bellibaşlı koruyucusudurlar. Bir işe ya­
ramamak bunları sahte bir duygusallığa iter, bu duygu­
sallık da onlarm güçlü samimiyetten hoşlanmamalarına 
ve kültür üzerindeki etkililiklerinin üzülünecek bir biçim­
de kendini göstermesine sebep olur. Özellikle Amerika’ 
da, parayı kazanan erkeklerin çoğunlukla kazandıklan pa­
rayı kendileri harcayamayacak kadar meşgul olduklan 
bu ülkede, kültür hayatına genellikle kadınlar egemendir 
ve bu kadınların kendilerinde saygı değer nitelik olarak 
ileri sürebilecekleri biricik şey, kocalanmn para kazan­
ma sanatını bilmesidir. Kapitalizmin sanat için Sosyalizm­
den daha elverişli bir ortam olduğunu ileri sürenler var­
dır, ama bana kalırsa böyle söylenenler, .geçmişin aris­
tokrasilerini hatırlayıp, bugünün plütokrasilerini unut­
maktadırlar.


Aylak zenginlerin var olıışu daha başka üzülünecek 
sonuçlar da doğurmaktadır. Büyükçe endüstrilerde mo­
dern zamanlardaki eğilim birçok ufak girişime birkaç bü­
yük girişimi yeğ tutmak yönünde olmakla birlikte hâlâ 
bu kuralın dışına çıkan pek çok istisnalar bulunmaktadır. 
Örnek olarak Londra’daki gereksiz ufak dükkânların sa­
yısını göz önüne alalım. Zengin kadınların alışveriş yap­
tıkları semtler, her biri ötekinden biraz daha seçkin ol­
duğu iddiasmda bulunan Rus kontesleri tarafından işle­
tilen şapka dükkânlarıyla doludur. Bunların müşterileri 
bir dükkândan ötekine dolaşarak, birkaç dakika sürmesi 
gereken bir şapka alma işi için saatler harcarlar. Gerek 
bu dükkânlarda çalışanların, gerek bu dükkânlarda alış­
veriş yapanların vakitleri ziyan olmaktadır. Kötülüğün 
daha da önemlisi, birtakım insanların geçimlerinin boş 
şeylere bağlanmasıdır. Çok zengin kişilerin harcama güç­
leri dolayısıyla bunların çevresinde, kendileri zenginliği 
ancak rüyalarında gördükleri halde, onların eşyalarım sa- 
tınalan zenginler bulunmasa mahvolacaklarından korkan 
asalaklar vardır. Bütün bu insanlar, budalaların savun­
masız güçlerine bağımh bulunmalarının acısını ahlak yö­
nünden de, düşünce yönünden de, sanat yönünden de çe­
kerler.
V. EĞİTİM
Yüksek öğrenimden şimdilik tamamiyle değilse bile 
başlıca, varlıklı kişilerin çocukları yararlanmaktadır. Ger­
çi bazen işçi sınıfından gelme çocukların burs alarak üni­
versite öğrenimine ulaştıkları doğrudur, ama bir .kural 
olarak bunlar üniversiteye gelene kadar aşın derecede 
çalışmak zorunda kaldıklarından yıpranırlar ve başta gös­
terdikleri umut verici gelişmenin sonunu getirmezleri Sis­


temimizin bir sonucu olarak yetenekler büyük çapta bo­
şa gitmektedir: ücretli işçi sınıfından bir ailenin kızı ya 
da oğlu matematikte, müzikte ya da fen alanında birinci 
sınıf bir kapasite sahibi olabilir, ama bu çocuğun, ister kız 
olsun, ister erkek bu yeteneğini kullanabilme şansı pek 
yoktur. Üstelik eğitim, hiç. değilse İngiltere’de, hâlâ züp­
pelikle sakattır: özel ve ilk okullarda, okul hayatlarının 
her saniyesinde, sımf bilinci öğrencilerin âdeta ruhlarına 
işletilir. Eğitim, genellikle Devlet tarafından kontrol edil­
diği için de, statükoyu elden geldiği kadar savunmak, 
gençlerin eleştirici yetilerini köreltmek ve onları «tehli­
keli düşüncelerden» korumak zorundadır. Kendim güven 
içinde hissetmeyen bir rejimde, kabul etmek gerektir ki, 
bütün bunlar kaçınılmaz şeylerdir ve bu Rusya’da, İngil­
tere’yle Amerika’dakinden daha kötüdür. Ne var ki, Sos­
yalist bir rejim zamanla eleştirmeden korkmayacak ka­
dar sağlamlık kazanabileceği halde, kapitalist bir rejim 
için böyle bir şey, işçilerine hiçbir eğitim vermeyen bir 
köle Devleti kurulmadıkça, hemen hemen olanaksızdır. 
Bu bakımdan, iktisadi sistemde reform yapılmadıkça, eği­
tim sisteminin bugünkü kusurlarının giderilebilmesini 
beklememek gerektir.
VI. K A D IN L A R IN ÖZGÜRLÜK K A Z A N IŞ I VE 
ÇO CUKLARIN İY İL İĞ İ
Son zamanlarda kadınların durumunu düzeltmek için 
atılan bunca adıma rağmen, evli kadınların büyük çoğun­
luğu hâlâ iktisaden kocalarına bağımlıdırlar. Bu bağım­
lılık birçok bakımlardan, ücretli işçinin işverenine bağım­
lılığından da kötüdür. Bir işçi işini bırakabilir, ama kadı­
nın kocasını bırakması zordur; üstelik, kadın evini çekip 
çevirmek için ne kadar çok çalışırsa çalışsın, bu çalışma


karşılığı bir ücrete hak kazandığını iddia edemez. İşler 
bu durumda devam ettiği sürece, evli kadınların erkekle- 
ra İktisadî bakımdan eşit olma yolunda ilerledikleri söy­
lenemez. Bununla birlikte bu soruna, Sosyalizm kurulma­
dan bir çözüm yolu bulabilmek de kolay değildir. Çocuk­
ların giderlerini kocadan çok Devlet’in üzerine alması ve 
evli kadının, gebeliğin son bölümü ve emzirme dönemi dı­
şında, çalışarak hayatım kazanması zorunludur. Bu ise 
mimarlık yönünden bazı (bu kitabın daha önceki bir de­
nemesinde üzerinde durulan) reformları ve çok küçük 
çocuklar için ana okullarının kurulmasını gerektirir. Ço­
cuklar, ücretli bir işçi evinde sağlanamayan, ama bir ana 
okulunda ucuza sağlanabilecek olan bol hava, ışık ve iyi 
besin gibi koşullara gereksinme duyduğundan, ana okul­
ları sadece analar için değil, çocuklar için de çok yararlı 
olacaktır. Evli kadınların durumlarında ve çocukların ye­
tiştirilmesinde böyle bir reform belki Sosyalizm tam an­
lamıyla kurulmadan da mümkündür ve hatta şurada bu­
rada, birtakım eksiklerle, ufak çapta gerçekleştirilmiştir 
de. Bununla birlikte, toplum genel İktisadî değişiminin 
bir parçası olarak düşünülmedikçe, bu reform tam olarak 
gerçekleştirilemez.
V II. SANAT
Sosyalizmin kuruluşuyla birlikte mimarlık alanında 
gerçekleşmesi beklenebilecek ilerlemelerden daha önce 
söz etmiş bulunuyorum. Eski zamanlarda yüksek tavanlı, 
geniş yapılan ortaya koyan mimariye resim eşlik ediyor 
ve bu yapılan süslüyordu; ayqı şeyi resim yine yapabilir, 
yeter ki, insanların birbirleriyle yanşırcasına komşuların­
dan korkmalannın yarattığı o pis mahremiyet duygusu, 
yerini komünal güzellik duygusuna bıraksın. Modem si­


nema sanatının elinde sonsuz olanaklar vardır, ama pro­
düktörler ticarî güdüyle hareket ettikleri sürece bu ola­
naklar gelişemez; aslında, birçok kimseler, bu olanakları 
gerçekleştirmeye en çok S.S.C.B.’nin yaklaştığı kanısın- 
dadırlar. Edebiyatın ticari güdüden neler çektiğini her ya­
zar bilir: hemen hemen bütün güçlü yazılar şü ya da bu 
grubu gocundurur, dolayısıyla da az satış yapar. Yazarla­
rın kendi değerlerini aldıkları para ile ölçmemeleri zor 
bir iştir, hele kötü eserler çok büyük paralar getirirken 
yoksul kalmayı göze alarak iyi eser verebilmek olağan­
üstü bir karakter sağlamlığı ister.
Sosyalizmde durumun daha da kötü olabileceğini ka­
bul etmek gerektir. Yayım Devlet tekelinde bulunaca­
ğından, Devletin liberal olmayan bir sansür uygulaması 
kolaylaşacaktır. Yeni rejime karşı şiddetli bir muhalefet 
bulunduğu sürece de, böyle bir sansür hemen hemen ka­
çınılmaz olacaktır. Ne var ki, geçiş dönemi atlatıldıktan 
sonra, Devlet’in, erdemlerine bakarak kabul etmeye is­
tekli olmadığı kitaplar da, eğer yazan kitabını fazla mesai 
yapmak suretiyle masraflannı karşılamaya lâyık bulu­
yorsa, yayımlanabilir. Çalışma saatleri az olacağından, bu 
fazla mesai aşırı bir çalışmayı gerektirmeyecek, ama eser­
lerinin gerçekten de bir değer taşıdığından pek emin ol­
mayan yazarları, kitaplarım yayımlama niyetinden vaz­
geçirmeye yetecektir. Bir kitabın yayımlanabilmesinin 
M ÜM KÜN olması önemlidir, ama bu yayımlanma işinin 
kolay olması önemli değildir. Günümüzde kitap sayısı, ki­
tapların kalite düşüklüğü oranında yüksektir.
V III. K ÂR SIZ K AM U H İZM ETLERİ
Uygar hükümetin ortaya çıkışından beri, yapılması 
gereken bazı şeylerin bulunduğu, ama bunlann kâr güdü­


sünün keyfine göre gelişigüzel yapılmaması gerektiği ka­
bul edilegelmiştir. Bunlann en. önemlisi savaştır: Devlet 

Yüklə 4,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin