24 Şubat
Dün de başka bir doktora gitim. Genç bir adamdı bu. Ona
her şeyi anlattım. Mesleğimi sordu. Doktorlar ve mühen-
disler çok yorulurlarmış. Bana dert yandı. Hiç durmadan
çalışıyormuş. Yatağa yatsa onun da hasta olduğu ortaya çı-
karmış. Ne diyeyim? Üzülmeyin dedim. Ona, çalışamadığı-
mı, iki haftadır dinlendiğim halde bir işe yaramadığımı söy-
leyemedim. Ona hak vermek için, çok çalıştığımı, sabahlara
kadar proje çizdiğimi söyledim. Başını salladı. Ayrılırken,
mesleklerimizin güçlüğünden söz ediyordu durmadan. Bu
arada kalbimin, ciğerlerimin ve midemin sağlam olduğunu
öğrendim. Tansiyonum da normal. Radyoskopide kötü bir
bulgu görülmedi. Böylece, doktorlara ve tıp bilimine güve-
nimi kaybettim. Ateşim neden düşmüyor diyorum. Gizli
bir iltihabın olabileceğini söylüyorlar. Bu ateş işini fazla bü-
598
yüttüğümü gösteren bir ifade görüyorum yüzlerinde. Sağ-
lam olan yanlarımı, bildiğim bir dille anlatıyorlar. Hastalığı-
ma gelince, Latince’ye başvuruyorlar. Onlara güvenim kal-
madı. Kendi başımın çaresine bakacağım.
Hastaneden dönerken Günseli’ye uğradım. Beni görünce
sarardı. On beş gündür sakalımı kesmiyordum. Saçlarım da
uzamış. İsa’ya benzeyip benzemediğimi sordum ona. Birden
kapısını çalıverdim işte. Onu sevdiğimi sanıyorum. Heye-
canlanıyorum Günseli’yi görünce. Ona durmadan Günseli
demeyi seviyorum. Günseli. Günseli. Korkularımı ve hasta-
lığımı unuttum onun yanında. Ertesi gün Burhan’a bu duy-
gularımdan bahsedince, yumuşak bir sesle, yalancı bir iyi-
leşme dedi. Burhan’ı görmekten hoşlanmıyorum artık. Akıl-
dan uzaklaşmak istiyorum. Aptalca duygulanmaktan kork-
tuğum için çevremi akılla doldurmuşum. Aşktan, üzüntü-
den bahsedebileceğim aptal insanları arıyorum. Hastayım
sevgilim, dedim Günseli’ye. Üzmek de istemiyordum onu.
Hastaneden, doktorlardan bahsettim: güldürdüm onu. Has-
talığımı unutturdum. Günseli de anlatmama kaptırdı ken-
dini. Onu kandırdım. Burhan haklıydı galiba. İyileşmem
geçiciydi. Günseli bana inanmamalıydı. Kendime acıdım:
kimse hastalığımla ilgilenmiyor diye. Oysa, ben gittikten
sonra üzüldüğünü biliyorum. Ne bileyim? Aptallıklar için-
deyim.
Ayrılırken Günseli’yi öptüm: oysa öpmek istemiyordum.
Bilmem neden. Ağzı hafifçe içki kokuyordu. Bir aydır içki
içmemiştim. Günseli’den içki istemiştim. Bir yudum alıp
bıraktım: gerisini ona içirdim. İçki içememek düşüncesi be-
ni korkutuyordu. Kitap okuyamamak düşüncesi beni kor-
kutuyordu. Günseli’yi sevecek gücüm, isteğim kalmaması
ihtimali beni korkutuyordu. Ona bu korkularımdan bahse-
demiyordum. Beni sevdiğini biliyordum; onu öpmek iste-
miyordum. Düşüncelerime yabancı kaldığını sanıyordum.
599
Beni korkutan şeyleri de çok kötü ifade ettim ona anlatır-
ken. Beni anlamayacağı korkusuyla büsbütün berbat ettim.
Dünyada sevdiğim her şeyden uzaklaşmaktan korkarken
onu öpmeyi nasıl isteyebilirdim? Belki de bir kadına korku-
larımı anlatmaktan utandım. Erkek de olsa utanırdım belki.
Gözleriyle, ne istiyorsun benim sevgilim, diyordu. Ne isti-
yorsun, bana olduğu gibi söyle canım Selim, anlamasam da
istediğini yaparım hemen. Ben bunu istemiyordum. Hayır
istiyordum. İstemesem, eve dönünce, Günseli’yle istediğim
gibi konuşamamış olmanın üzüntüsünü çekmezdim. Bazı
hareketleri yapmama, içimde bir şey engel oluyor sanki. İs-
tediği gibi hareket etmezsem, beni bir boşluğa yuvarlamak-
la tehdit ediyor. Kafka’nın kitabını elimden atmamı da o
söyledi bana. Şimdi anlıyorum.
Benim hiçbir şey yapmamı istemiyor. Sözde koruyor be-
ni. Gece uykumun içinde, bir el çekti göğsümden; uyandır-
dı beni. Korkuyla sıçradım. Neden gece yarısı uyandırıyor
beni? Böyle koruyuculuk olur mu? Neden beni yazmaya
çalıştın? diyor sanki. Peki, dedim. Bırak uyuyayım. Söz ve-
riyorum: ne Kafka’yı okuyamadığımdan yakınacağım, ne de
Günseli’yi sevip sevmediğimi düşüneceğim. Bir yandan da
korkarak düşünüyordum: beni uykuda, en zayıf anımda ya-
kalıyor: buna fırsat vermemeliyim. Doğruldum: yatakta
oturdum. Günah duygusu gibi bir şey. Ceza da veriyor ayrı-
ca. Hayır. Yatakta da oturmamalıyım. Kalktım. Elektriği
yaktım. Annem de uyandı. Ön odaya geçtik birlikte. Sabaha
kadar oturduk karşılıklı, konuşmadan, Yalnız kalacak gü-
cüm yoktu. Başkalarının yanında beni tehdit etmiyordu: bu
nedenle de yalnız kalmak istemedim. Annem de konuş-
maktan, sormaktan korkarak oturdu sessizce. Ona, ilaçların
beni bu duruma getirdiğini anlattım. İnandı mı, bilmiyo-
rum. Çok konuşmaktan da korkuyordum. Sanki konuşur-
sam, içimde azalan yaşama gücü büsbütün bırakıp gidecek-
600
ti beni. Konuşmadan, düşünmeden, hareket etmeden dur-
makla koruyabilirdim gücümü ancak. Onun da benden is-
tediği buydu. Hava aydınlanırken uykumun geldiğini his-
settim. İçeriye, yatağa gitmeye korkuyordum. Biraz daha
bekle, biraz daha. Ona karşı koyabilecek kadar kuvvetlen-
meliydim. Bir kitap aldım kendimi denemek için. Bir iki
sayfa okudum: bir şey olmadı. Ondan neden korkuyorsun?
dedim kendime. Bilmiyordum. Benim için istediği huzurun
pek istenecek bir şey olmadığını seziyordum. Odama gittim
ve hemen uyudum. Uyandığım zaman gene korkuyordum:
tekrar nasıl uyuyacaktım gece?
Şimdi, bu satırları yazarken de korkuyorum: acaba bun-
ları yazmak doğru mu?
Dostları ilə paylaş: |