Muzaffer Aksoy Kalıtsal Kan Hastalıkları Tanı Merkezinin
Kısa Tarihi
Brief History of Muzaffer Aksoy
Genetic Blood Disorders Diagnosis Center
Oya ÖGENLER1, Fatma Tosun AKSÖZ2
1Yrd.Doç.Dr.Mersin üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik AD
2Phd.Dr.Muzaffer Aksoy Kalıtsal kan hastalıkları ve Tanı Merkezi
Özet
Talasemi hastalığı önlenebilir kalıtsal kan hastalığıdır. Önemli bir halk sağlığı
sorunudur. Akdeniz anemisi adıyla da bilinen bu hastalık sürekli kan nakli isteyen
yıpratıcı bir tedavi sürecine sahiptir. Eğer ebeveynlerden biri taşıyıcı ise çocukların
taşıyıcı olması, eğer ebeveynlerden ikisi taşıyıcı ise çocukların talasemi hastası
olması muhtemeldir. Taşıyıcıların taramalarla tespit edilmesi hastalığın doğum
öncesi tanısına yardımcı olmaktadır.
Türkiye’de ilk Talasemi ve Orak hücreli anemi alanında çalışmalar Prof. Dr.
Muzaffer Aksoy tarafından yapılmıştır. 1947- 1957 yılları arasında Mersin Memle-
ket Hastanesinde dahiliye mütehassısı olarak çalışan Prof. Dr. Muzaffer Aksoy bu
bölgede yaygın olan orak hücre anemisi ve Akdeniz anemisi hastalığını klinik
olarak tanımlamıştır.
Ülkemizde yaklaşık 1.300.000 taşıyıcı vardır. Mersindeki taşıyıcı sayısı %3.5 ile
Türkiye sıklığından fazladır. Bu nedenle Mersin gibi taşıyıcı görülme sıklığı fazla
olan yerlerde kalıtsal hastalıkları tanı merkezleri koruyucu tedavi açısından önem-
lidir.
Devletin Thalessemia ve Orak Hücreli Anemi dahil olmak üzere, bütün kalıtsal kan
hastalıklarıyla koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında mücadele etmesi 28.12.1993
çıkan kanunla güvence altına alınmıştır. Muzaffer Aksoy Kalıtsal kan hastalıkları
tanı merkezinin Türkiye Akdeniz Anemisi tarihinde yeri dikkat çekicidir.
Mersinde 24.09.1998 tarih ve 1 nolu il Hıfzıssıhha meclis kararı daha sonra
08.11.1998 tarih ve 23517 sayı ile resmi gazete yayımlanmasıyla kalıtsal kan
hastalıklarının taranmasını sağlayan Hemoglobinopati tarama testi evlilik önces-
inde zorunlu hale getirilmiştir. 2 Şubat 1999 tarihinde de ilk hastasını kabul ederek
merkez çalışmalarına başlamıştır. Tüm ilçelerde kan alma istasyonları kurularak
evlilik öncesinde tanı konulmaya çalışılmıştır. Dönemin yöneticileri ve
politikacılarının bu sürece katkısı fazladır.
Bu çalışmanın amacı Muzaffer Aksoy Kalıtsal kan hastalıkları merkezinin kısa
tarihine ışık tutmaktır. Ayrıca bu tarih çalışması sayesinde özelde bu merkezdeki
genelde ise kalıtsal kan hastalıkları merkezindeki çalışmalara dolayısıyla kalıtsal
kan hastalıklarıyla mücadeleye sağlık sistemindeki değişimin etkisi irdelenmekte-
dir.
Summary
Thalassemia is preventable genetic blood disorder. It is an important public health
problem. This disease which is also known as Mediterranean Anemia has a back-
bearing treatment process which requires continuous blood transfusion. It is possi-
ble that one of the children is vector if one of the parents is vector, and that one of
the children is thalassemia patient if both of the parents are vector. Determination of
vector through screening would enable diagnosis of disease even before childbirth.
Studies on Thalassemia and Sickle Cell Anemia in Turkey were first carried out
by Prof. Dr. Muzaffer Aksoy. Prof. Dr. Muzaffer Aksoy who worked as internal
diseases specialist in Mersin State Hospital between 1947-1957 clinically diag-
nosed the diseases of sickle cell anemia and Mediterranean anemia which are
common in the region.
There are nearly 1.300.000 vectors in our country. The number of vectors in Mersin
is more than the frequency of Turkey with 3.5%. Therefore, genetic diseases diag-
nosis center is important for protective treatment in places where the frequency of
disease is high like in Mersin.
State struggling against all genetic blood disorders, including Thalassemia and
Sickle Cell Anemia, within the scope of protective health service was guaranteed
with the law enacted in 28.12.1993. Muzaffer Aksoy Genetic Blood Disorders
Diagnosis Center has a notable place within the history of Turkey Mediterranean
Anemia.
With the publication in official gazette with date 08.11.1998 and issue no. 23517
after resolution of Sanitation no.1 and date 24.09.1998, electrophorese test which
enable screening of genetic blood disorders has become compulsory before
marriage. The center started its studies with its first patient in February 2, 1999.
Blood-letting stations were founded in all towns and diagnoses were tried be made
before marriage. There are great contributions of manager and politicians of the
period on this process.
The aim of this study is to shed light on brief history of Muzaffer Aksoy Genetic
Blood Disorders Center. Moreover with the help of this history study, the effect of
change in health system on fighting against genetic blood disorders will be analyzed
through studies in this center specifically and in genetic blood disorder centers
generally.
Doğu Bilgelerinden Farabi ve Müzikle Tedavi Bahsi
Music Therapy in the Works of al-Farabi, One of the
Foremost Eastern Scholars
Hülya ÖZTÜRK*
*Araştırma Görevlisi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıp
Tarihi ve Etik Anabilim Dalı.
hulyaozturk-53@hotmail.com/
hulyao@ogu.edu.tr
Özet
Farabi, 870 yılında doğmuştur. Tam adı Ebu Nasr Muhammed bin
Muhammed bin Turhan bin Uzluk el-Farabi el Türki olup Türkistan’ın Farab
kentinin yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerin başında gelmektedir.
Türk düşünce tarihinin en büyük isimlerinden olan Farabi, aklı insanın
sahip olabileceği en yüce değer olarak benimsemiş, grek düşüncesinden büyük
ölçüde etkilenmiş, bu alanda yaptığı çalışmaları kendisine Aristoteles'ten sonra
ikinci öğretmen lakabının verilmesine sebep olmuştur. Doğunun batıya açılan
düşünce tarihinde köşe taşlarından biri olma özelliğini taşıyan Farabi adeta “Doğu
Bilgeliğinin Kapısı” olmuştur.
Farabi, mantık-matematik-astronomi-astroloji-fizik-psikoloji-doğa tarihi-
müzik-genel felsefe-ahlak, siyaset-dil-bilim-tasavvuf-din gibi pek çok alanla
ilgilenmiştir. Bunlardan müzik alanında verdiği eserlerinde daha çok tasavvufi
anlayış ağır basmaktadır. İslam Medeniyeti tarihinde özellikle tasavvuf ekolü
mensupları müzikle uğraşmış, akli ve asabi hastalıklarda müzikle tedaviyi
önermişlerdir.
Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam alimleri ve hekimlerinden olan
Zekeriya Er-Razi, İbn-i Sina ve Farabi, müzikle tedavinin psişik hastalıkların
tedavisinde kullanılabileceğini söylemiş ve kullanmışlardır.
Çalışmamızda Farabi’nin hayatı, eserleri ve sağlık alanına olan etkisi üzer-
inde durulduktan sonra bu alandaki eseri olan Musiki-ul-Kebir adlı eserinde
müziğin önemi, ruha olan etkileri ve müzikle tedavinin ne şekilde yapılabileceğiyle
ilgili verdiği bilgiler açıklanmaya çalışılmıştır.
Musiki, Farabiye göre ilimler sınıflamasında matematiğin bir dalı olarak
ele alınmıştır. Bu konuda Oklides’in eserlerinden de yararlanan Farabi musiki
alanıyla ilgili, el-medhel, sanaa’el musiki, kitab fi ihsa-ul ika’va-l ikaat, sanaate fi-l
musiki ve el musiki-l kebir adlı büyük eserlerini kaleme almıştır. Bunlardan bugüne
kadar ulaşan el-musiki-l kebir adlı eseri bu alandaki en önemli ve Ortaçağ’ın en
büyük eseridir. Sonuç olarak İslam medeniyetinde müzikle tedavi şekli daha
sonraları daha da geliştirilerek gerek Selçuklu gerekse Osmanlı hekimleri
tarafından tatbik edilmiştir.
Summary
Al-Farabi was born in 870. His full name is Abu Nasr Muhammad ibn Muhammad
ibn Tarhan ibn Uzalag al-Farabi. He is one of the most prominent figures who was
born in Farab, Turkestan.
One of the greatest figures in the Turkish history of thought, Farabi predicated that
reason is the most sublime value that a person may have. He was considerably influ-
enced by the Greek thought, and his studies in this field earned him the title of
“Second Teacher”, following Aristotle. One of the pillars in the history of thought,
opening from east towards the west, Farabi was the “Door of the Eastern Wisdom”.
Farabi was interested in plenty of disciplines including logic, mathematics,
astronomy, astrology, physics, psychology, history of nature, music, general
philosophy, ethics, politics, languages, sciences, sufism and religion. In his works
related to music, the influence of Sufism is tangible. In the history of the Islamic
civilization, particularly the members of the mystic school were interested in music
and suggested the use of music in the treatment of mental and neural disorders.
Great Turkish-Islamic scholars and physicians who lived in that age, including
Zakariya al-Razi, Ibn Sina (Avicenna) and Farabi used musical therapy for the treat-
ment of psychic diseases.
After providing an overview of the biography and works of Farabi as well as his
influence on the field of medicine, this study offers information on the importance
of music, mental effects of music and methods of music therapy, as dealt with in his
work Kitab al-Musiqa al-Kabir (The Great Book of Music).
In Farabi’s classification of disciplines, music is a subfield of mathematics. Making
use of Euclid’s works, Farabi produced great works related to music, i.e.
Al-Madhal, Sanaa’al Musiqi, Kitab Ihsa’ al-Iqaat (Classification of Rhythms),
Sanaate fi-l musiqi and Kitab al-Musiqa al-Kabir. Among these works, Kitab
al-Musiqa al-Kabir, which reached our present day, is his most notable work in this
field and the greatest work on music written in the medieval age. In the Islamic
civilization, music therapy increasingly developed and was used by the Seljuk and
Ottoman physicians.
154
Osmanlı Sanatında Kakma Tekniğinin Yeri ve Önemi
The Importance and Place of Inlay Technique in Ottoman
Art
Demet ÖRNEK
Doç.Dr.Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi bölümü
e-mail:demetornek65@hotmail.com
Özet
Zaman içerisinde tahrip olan ya da tamamen yok olmuş ahşap sanat eserlerinin bir
grubunu kakma tekniği ile yapılmış eserler oluşturmaktadır. İlk dönemlerde sade
olarak kullanılan ahşap zaman içinde değişikliğe uğrayarak sedef, bağa, fildişi,
boynuz, gümüş, tel ve değerli taşların kakılması ve kaplanması ile değişerek
günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
En erken örneklerine Anadolu’ da XIV. yüzyıl Osmanlılar da rastlanmaktadır.
XIV. yüzyıl ve sonrasında yapılmış olan ahşap eserlerde kakma tekniğinin
uygulanmasıyla beraber geometrik süsleme yoğunluk kazanmıştır. XV. yüzyılda
Topkapı Sarayında bir sedef atölyesi kurulduğu ve burada sedefçilik öğretildiği
bilinmektedir. XV. Yüzyılda başlayan kakmalar, rozet ve yıldız şeklinde serpme
olarak aralara yerleştirilmiştir. XVI. yüzyılda Osmanlı imparatorluğu büyük
gelişme göstermiş ve özellikle yüzyılın ikinci yarısında çok zengin nitelikte eserler
verilmiştir. XVII. yüzyıl ikinci yarısından itibaren ‘’tarsi’’ tekniğinin
uygulanmasıyla ahşap yüzeyinin tamamen sedef ve bağa kaplanarak ahşabın
görünmediği örnekler meydana getirilmiştir. XVIII. yüzyıl da kakmacılık, XVI. ve
XVII. yüzyıllara göre daha sönük kalmıştır. Bu dönemde tel kakma ile kontür
çizgisi yapılmıştır. Kakma tekniğinin kullanım alanı oldukça yaygındır. Özellikle
ceviz, elma, armut, çam, sedir, tik ve benzeri ağaçlar yumuşaklık derecelerine göre
iskeleti oluşturmuşlardır. Bir yandan vaiz kürsüsü, rahle, kuran ve cüz mahfazaları
gibi dinsel içerikli eserler; bir yandan taht, saltanat kayığı gibi törenlerde kullanılan
eserler; mücevher kutuları, ayna, fırça, sandık, koltuk, çeşitli sehpalar, kavukluk ve
yağdanlıklar gibi mobilya ve ev eşyalarında; tabanca, bıçak, kılıç gibi savaş aletler-
inde kakma tekniğinin yoğun olarak kullanıldığı görülmektedir.
Anahtar kelimeler: Kakma, Fildişi Ahşap, Sedef, Bağa
Summary
A group of wooden artworks that got destroyed or completely disappeared in time
were formed of artworks done with the inlay technique. The wooden artworks that
used to be simlpe in the the first periods, started to change in time and were made
by covering or inlaying of ivory, pearl, turtles shield, horns, silver, wire and gems to
the woods and kept its presence to this day.
The earliest examples can be found in Anatolia in 14.century Ottomans.
Geometrical ornimentation gained importance by the inlay technique done on the
wooden atworks in 14. century and onwards. It has been known that a nacre atelier
has been built in the Topkapı Palace in the 15. century and nacre has been thought
there. Inlay started in 15. Century, were placed in the form of stars and pins. In the
16. century Ottoman Empire showed great developement and gave artworks that
have great quality especially in the second half of the century. Bu the ‘tarsi’
technique used from the second half of the 17. century examples of artworks that
were never seen before were made by complete coverage of the wooden surface
with pearls and turtle shields. In the 18. century, inlay technique did not have much
importance according to the 16. and 17. centuries. In this period wire inlay and
contouring were made. The usage area of the inlay technique is pretty wide. Espe-
cially, apple, pear, pine, cedar, walnut, teak and similar trees built the skeletons
according to their degrees of softness. On one hand religious items like preachers
bench, bookrest, Quran and fascicle cases and such, on the other hand artworks like
thrones for using in the ceremonies; jewellery boxes, mirrors, brushes, chest, chairs,
various tables, shelf for holding turbans and oilcups for home appliances and furni-
ture; guns, knives, swords for war devices were made by the wide usage of inlay
technique.
Keywords; Inlay, ivory, wood, pearl, turtles shield
Doğu Bilgelerinden Farabi ve Müzikle Tedavi Bahsi
Music Therapy in the Works of al-Farabi, One of the
Foremost Eastern Scholars
Hülya ÖZTÜRK*
*Araştırma Görevlisi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıp
Tarihi ve Etik Anabilim Dalı.
hulyaozturk-53@hotmail.com/
hulyao@ogu.edu.tr
Özet
Farabi, 870 yılında doğmuştur. Tam adı Ebu Nasr Muhammed bin
Muhammed bin Turhan bin Uzluk el-Farabi el Türki olup Türkistan’ın Farab
kentinin yetiştirdiği en önemli şahsiyetlerin başında gelmektedir.
Türk düşünce tarihinin en büyük isimlerinden olan Farabi, aklı insanın
sahip olabileceği en yüce değer olarak benimsemiş, grek düşüncesinden büyük
ölçüde etkilenmiş, bu alanda yaptığı çalışmaları kendisine Aristoteles'ten sonra
ikinci öğretmen lakabının verilmesine sebep olmuştur. Doğunun batıya açılan
düşünce tarihinde köşe taşlarından biri olma özelliğini taşıyan Farabi adeta “Doğu
Bilgeliğinin Kapısı” olmuştur.
Farabi, mantık-matematik-astronomi-astroloji-fizik-psikoloji-doğa tarihi-
müzik-genel felsefe-ahlak, siyaset-dil-bilim-tasavvuf-din gibi pek çok alanla
ilgilenmiştir. Bunlardan müzik alanında verdiği eserlerinde daha çok tasavvufi
anlayış ağır basmaktadır. İslam Medeniyeti tarihinde özellikle tasavvuf ekolü
mensupları müzikle uğraşmış, akli ve asabi hastalıklarda müzikle tedaviyi
önermişlerdir.
Bu dönemde yaşamış büyük Türk-İslam alimleri ve hekimlerinden olan
Zekeriya Er-Razi, İbn-i Sina ve Farabi, müzikle tedavinin psişik hastalıkların
tedavisinde kullanılabileceğini söylemiş ve kullanmışlardır.
Çalışmamızda Farabi’nin hayatı, eserleri ve sağlık alanına olan etkisi üzer-
inde durulduktan sonra bu alandaki eseri olan Musiki-ul-Kebir adlı eserinde
müziğin önemi, ruha olan etkileri ve müzikle tedavinin ne şekilde yapılabileceğiyle
ilgili verdiği bilgiler açıklanmaya çalışılmıştır.
Musiki, Farabiye göre ilimler sınıflamasında matematiğin bir dalı olarak
ele alınmıştır. Bu konuda Oklides’in eserlerinden de yararlanan Farabi musiki
alanıyla ilgili, el-medhel, sanaa’el musiki, kitab fi ihsa-ul ika’va-l ikaat, sanaate fi-l
musiki ve el musiki-l kebir adlı büyük eserlerini kaleme almıştır. Bunlardan bugüne
kadar ulaşan el-musiki-l kebir adlı eseri bu alandaki en önemli ve Ortaçağ’ın en
büyük eseridir. Sonuç olarak İslam medeniyetinde müzikle tedavi şekli daha
sonraları daha da geliştirilerek gerek Selçuklu gerekse Osmanlı hekimleri
tarafından tatbik edilmiştir.
Summary
Al-Farabi was born in 870. His full name is Abu Nasr Muhammad ibn Muhammad
ibn Tarhan ibn Uzalag al-Farabi. He is one of the most prominent figures who was
born in Farab, Turkestan.
One of the greatest figures in the Turkish history of thought, Farabi predicated that
reason is the most sublime value that a person may have. He was considerably influ-
enced by the Greek thought, and his studies in this field earned him the title of
“Second Teacher”, following Aristotle. One of the pillars in the history of thought,
opening from east towards the west, Farabi was the “Door of the Eastern Wisdom”.
Farabi was interested in plenty of disciplines including logic, mathematics,
astronomy, astrology, physics, psychology, history of nature, music, general
philosophy, ethics, politics, languages, sciences, sufism and religion. In his works
related to music, the influence of Sufism is tangible. In the history of the Islamic
civilization, particularly the members of the mystic school were interested in music
and suggested the use of music in the treatment of mental and neural disorders.
Great Turkish-Islamic scholars and physicians who lived in that age, including
Zakariya al-Razi, Ibn Sina (Avicenna) and Farabi used musical therapy for the treat-
ment of psychic diseases.
After providing an overview of the biography and works of Farabi as well as his
influence on the field of medicine, this study offers information on the importance
of music, mental effects of music and methods of music therapy, as dealt with in his
work Kitab al-Musiqa al-Kabir (The Great Book of Music).
In Farabi’s classification of disciplines, music is a subfield of mathematics. Making
use of Euclid’s works, Farabi produced great works related to music, i.e.
Al-Madhal, Sanaa’al Musiqi, Kitab Ihsa’ al-Iqaat (Classification of Rhythms),
Sanaate fi-l musiqi and Kitab al-Musiqa al-Kabir. Among these works, Kitab
al-Musiqa al-Kabir, which reached our present day, is his most notable work in this
field and the greatest work on music written in the medieval age. In the Islamic
civilization, music therapy increasingly developed and was used by the Seljuk and
Ottoman physicians.
155