İ K İ N C İ B Ö L Ü M Ü N S O N U
12) Tûbâ, cennette kökleri gökte, yaprakları aşağıda olarak tasvir edilen ağaç ki, eski fel
sefede temsil olarak üstün mutluluk anlamına gelir. Aynı yerde eskiden “Saadet-i-Uzmâ” denirdi.
3
Duygulanışların Kökü ve Tabiatı Üzerine
Duygulanışlar ve insanların yaşayış tarzı üzerine yazı yazmış olanların
çoğu, Tabiatın ortak kanunlarına bağlı olanları değil, fakat Tabiat dışında
olan şeyleri incelemiş görünüyorlar. Hakikatte denebilir ki onlar insana,
sanki Tabiattaki bir saltanat içinde başka bir saltanat gözü ile bakmışlardır:
Zira onlar insanın Tabiat düzenine bağlı olmak şöyle dursun onu bozduğu
nu, aksiyonları (etkileri) üzerinde mutlak bir gücü olduğunu ve kendisini
ancak kendi kendisiyle gerektirdiğini zannederler. Bundan sonra insan
güçsüzlüğünü ve kararsızlıklarını inceledikleri zaman, bunun sebebini ta
biatın mutlak gücüne değil, fakat bu suretle şikâyetleri, alayları hor görme
lerini çoğu kere kinlerinin konusu olan insan tabiatının bilmem hangi dü
şüklüğüne (vice) yorarlar. Gözlerinde tanrısal bir kimse en kudretle (ya da
incelikle) insan güçsüzlüğüne karşı koyan kimsedir. Bununla birlikte, bize
doğru hayat kuralları yazmış olan ve gayretleriyle sanatlarına çok şey borçlu
olduğumuz tanınmış yazarlar vardır ki insanlara basiretle dolu öğütler
vermişlerdir; fakat duygulanışlarımızın tabiat ve kuvvetini ve hele ruhu
muzun onlar üzerindeki egemenliğini tespit etmiş olanını henüz hiç bilmi
yorum. Gerçekten, tanınmış filozof Descartes insanı yetkin zannetmişse
de, gene de, ben onun tutkularımızın ilk nedenlerine yükseldiğini
1
ve onları
1) Burada
Passion
kelimesini psikolojik dar anlamında tutku (ihtiras) diye çevirdik.
130 ETİKA
baskıya alma araçlarını bize tanıtmaya çalıştığını da biliyorum; fakat o,
konusunu tamamlayamadı ve eserlerinde ancak, sırası gelince göstereceğim
gibi, dehasının inceliğine hayran bırakmaktan başka bir şey yapamamıştır.
Şimdilik insanları tanımaktan çok, onların duygulanışları ve etkile
rinden nefret etmeden, onlarla alay etmekten hoşlananların bahsine dön
mek istiyorum. Şüphe yok ki, bu kimselerce insanların düşüklüklerinden
ve hastalıklarından geometriciler gibi söz etmeye kalkmam ve onların
akla aykırı, boş, saçma ve nefrete değer diye ilân etmeden geri kalmadık
ları şeyleri çok kuvvetli (vigoureux) bir akıl yürütme ile ispat etmek iste
mem şaşılacak bir iş gibi görülecektir. Fakat bakın benim ileri sürdüğüm
sebep nedir? Hiçbir şey Tabiatta var olan bir düşüklüğe yorulabilecek
surette meydana gelmez. Tabiat daima aynıdır; erdemi ve işleme gücü
her yerde bir ve aynıdır; yani her şeyin kendilerine uyarak meydana gel
diği ve bir şekilden başka şekle geçtiği Tabiat kanunları ve kuralları her
yerde ve daima aynıdır. Bundan dolayı her ne olursa olsun, şeylerin ta
biatını bilmek için doğru yolun da bir ve aynı olması gerekir; bu daima
Tabiatın üniversal kanunları ve kuralları aracılığı ile olur. Kendi başlarına
göz önüne alınan kin, öfke, haset vb. gibi duygulanışlar başka tekil şeyler
gibi aynı Tabiat zorunluluğu ve aynı tabiat erdemine uyarak meydana
gelirler. Bunun sonucu olarak, kendilerinin vazıh surette bilinmelerine
yarayan, basit nedenleri kabul ederlerse ve yalnızca göz önüne alınması
dahi bize haz veren herhangi bir şeyin özelikleri kadar bilinmeye layık
bazı özelikleri vardır. Öyle ise bu duygulanışların tabiatını ve onların kuv
vetini, Ruhun onlar üzerindeki gücünü, Tanrı ve Ruha ait daha önceki
fasıllarda kullandığım metodun aynını kullanmak üzere inceleyeceğim
ve insanların etkileriyle iştahalarını sanki çizgiler, yüzeyler ve katı cisim
lerden söz ediyormuşum gibi göz önüne alacağım.
Tanım I
Eseri kendi kendisine açık ve seçik olarak tanınan nedene, upuygun
neden diyorum, yalnız başına ve eseri bilinmeyen nedene ise upuygun
olmayan (ya da kısmi olan) neden diyorum.
Tanım II
Ya bizde ya dışımızda bizim upuygun nedeni olduğumuz bir şey meyda
na geldiği zaman, yani (önceki tanım) tabiatımızdan ya bizde ya dışımızda
DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 31
yalnız başına açık ve seçik olarak bilme gücünde bir şey çıktığı zaman,
etkili (aktif) olduğumuzu söylüyorum. Tersine olarak, bizde içten ya da
dıştan ancak kısmi olarak parçalı nedeni olduğumuz bir şey meydana
geldiği zaman edilgin (passif) oluyoruz (souffrir), diyorum.
Tanım III
Duygulanış deyince Bedenin etkileme (tesir etme) gücünün artmasına
veya eksilmesine, tamamlanması ya da indirilmesine sebep olan bu Beden
duygulanışlarını, aynı zamanda bu duygulanışların fikirlerim anlıyorum.
Bu duygulanışlardan birinin upuygun sebebi olabildiğimiz zaman duy
gulanış deyince bir etki (action); başka durumlarda bir edilgi (passion)
anlıyorum.
Postulat I
İnsan Bedeni etki gücünü arttıran ya da eksilten birçok tarzlarda duy
gulanmış olabilir: aynı güç üzerine hiçbir noktadan tesir etmeyecek tarz
larda duygulanmış olabilir.
Bu postulat veya aksiyom, 13’üncü önermeden sonra (bölüm 2) göre
bileceğiniz V ve VII’nci lemmalar ve birinci aksiyom üzerine dayanmıştır.
Postulat II
İnsan Bedeni pek çok sayıda değişiklikler duyabilir ve bununla birlik
te objelerin izlenimlerini ve izlerini ve bunun sonucu olarak şeylere ait
aynı hayalleri saklayabilir (bölüm II’de, V’inci postulatın ve bölüm II,
17’nci önermenin scolie’sine bakın).
Önerme I
Ruhumuz bazı şeylerde etkindir, bazı şeylerde edilgindir (tesir eder ya
da tesir alır); yani upuygun fikirleri olduğu zaman zorunlu olarak etkin
dir, fikirleri upuygun değil olduğu zamansa zorunlu olarak edilgindir.
Kanıtlama
Herhangi bir insan Ruhunun genel olarak, fikirlerinden bir kısmı upuy
gundur; bir kısmı sakat ve bulanıktır (scolie 2, önerme 40, bölüm II). Bir
kimsenin Ruhunda upuygun, olan fikirler, Tanrı bu Ruhun özünü teşkil
etmesi bakımından, Tanrıda da upuygundur (önerme sonucu, önerme
132 ETİKA
11, bölüm II) ve Ruhta upuygun olmayanlar, Tanrı sadece bu ruhun
özünü kuşatması bakımından değil, aynı zamanda başka şeylerin Ruhu
nu içine aldığı için, Tanrıda da upuygundur. Bundan başka bir fikir ge
nel olarak bir eseri zorunlulukla doğurmalıdır (önerme 36, bölüm I); öyle
ise Tanrı, sonsuz olduğu için değil, varsayılan fikirlerle duygulanmış ol
duğu için (önerme 9, bölüm II’ye bkz.), onun upuygun nedenidir (tanım
I’e bkz.).
Bir kimsenin Ruhunda upuygun bir fikirle duygulanmış olması
bakımından Tanrının nedeni olduğu bir eser bulunsun, aynı Ruh bu ese
rin upuygun nedenidir (önerme sonucu, önerme 11, bölüm II). O halde
Ruhumuz upuygun fikirlere sahip olması bakımından bazı şeylerde zo
runlu olarak aktiftir. Bu kanıtlanacak birinci noktadır. Bundan başka
Tanrıda upuygun olan bir fikirden zorunlu olarak çıkan her şey hususun
da, onda sırf bir insanın Ruhu bulunması bakımından değil, bu Ruhla
aynı zamanda başka şeylerin ruhları da bulunması bakımından, bu insa
nın Ruhunun upuygun nedeni yoktur. Fakat yalnız kısmî nedeni vardır
(Aynı önerme sonucu. Önerme 11): bundan dolayı da (tanım 2) kendi
sinde upuygun olmayan fikirler bulunması bakımından, bazı şeylerde Ruh
zorunlu olarak pasiftir ki bu da kanıtlanacak ikinci nokta idi. O halde
Ruhumuz vb.
Önerme sonucu
Buradan şu sonuç çıkar ki, upuygun olmayan fikirleri ne kadar çoksa
Ruhun o kadar pasif halleri vardır ve upuygun fikirleri ne kadar çoksa
Ruhun o kadar aktif halleri vardır.
Önerme II
Hareket veya sükûn halinde, ya da başka herhangi bir halde, ne Beden
Ruhu, ne de Ruh Bedeni düşünme bakımından gerektiremez.
Kanıtlama
Düşüncenin bütün tavırlarının nedeni, düşünen bir şey gibi göz önüne
alınan, yoksa başka bir sıfatıyla hiçbir suretle ifade olunmayan Tanrıdır
(önerme 6, bölüm II). O halde Ruhun düşünmesini gerektiren Düşünce
nin bir tavrıdır, yoksa Uzamın bir tavrı değildir, yani asla bir cisim değil
dir (tanım I, bölüm II) ki ilk önce kanıtlanması gereken nokta budur.
DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 33
Bedenin hareket ve sükûnu başka bir cisimden gelmesi gerekir ki,
onun hareket ve sükûnu da yine başka bir cisimle gerektirilmiştir, mut
lak olarak söylenecek olursa, bir cisimde meydana gelen her şeyin tav
rından değil de, uzamın tavrından duygulanmış olması bakımından Tan
rıdan gelmesi gerekir (aynı önerme 6, bölüm II) yani bir Düşünce tavrı
olan ruhtan gelemez (önerme 11, bölüm II); bu da kanıtlanacak ikinci
noktadır, o halde Beden Ruhu gerektiremez.
Scolie
Bu söylediklerimden, II. bölümdeki 7’nci önermenin scolie’siyle söy
lemiş olduğum şey, yani Ruh ve Beden bazen Düşünce sıfatıyla bazen
Uzam sıfatıyla tasarlanmış olan aynı şey olduğu noktası daha açık anlaşılır.
Bundan da şu çıkar ki Tabiat, hangi sıfatıyla göz önüne alınırsa alınsın
şeylerin düzen ve bağlantısı her zaman aynıdır. Ve bunun sonucu olarak
Bedenin aktif halleriyle pasif hallerinin düzeni tabiatça Ruhun aktif hal
leriyle pasif hallerinin düzenine uygundur; bu da 12’nci önerme, bölüm
II'nin kanıtlamasıyla apaçık görülür. Şeylerin tabiatı bu konuda hiç şüphe
bırakmazsa da, bununla birlikte insanlar bu hakikatin deneysel destek
lenmesini bulamadıkları için bu noktayı elverişli olmayan zihinle incele
meye pek güçlükle razı olacaklardır. Sırf Ruhun emri ile Bedenin bazen
hareket ettiği, bazen hareketini durdurduğu ve yalnızca Ruhun iradesi
ne ve düşünme sıfatına bağlı olan çok sayıda fiilleri yaptığı hakkındaki
kanıları çok büyüktür. Gerçekten, şimdiye kadar kimse Bedenin gücünü
tespit edemedi; demek istiyorum ki deney henüz kimseye Bedenin Ruhtan
bağımsız olarak ve sırf tensel gibi göz önüne alınan Tabiat kanunlarıyla
ne yapabileceği ve ne yapamayacağı konusunda hiçbir şey öğretmedi.
Zira hayvanlarda fark edilen ve insanın bilgeliğini çok aşan birçok şey
lerden, hele uyandırıldıkları zaman başarmaya cesaret edemeyecekleri
birçok şeyleri uyurken yapan uyurgezerleri uzun uzadıya anlatmaya gir
meden bu gösterir ki Beden yalnız, kendi Tabiat kanunlarıyla Ruhu hayre
te düşüren birçok şeyler yapabilir, yalnız söyleyeceğim ki henüz hiç kim
se bütün fonksiyonlarını açıklayabilecek derecede yetkin olarak Bede
nin yapılışını anlamış değildir. Sonra hiç kimse, Ruhun ne hangi tarzda
araçlarla Bedene hareket getirdiğini, ne ona hangi derecede hareketler
verebildiğini, ne de onu hangi hızla kımıldatabildiğim bilmektedir. Bura
dan şu sonuç çıkar ki, insanlar Bedenin ya şu ya bu aksiyonunun o Bedene
134 ETİKA
emreden Ruhtan geldiğini söyledikleri zaman, ne söylediklerini bilmiyorlar
ve parlak nutukları bilgisizliklerinin açığa vurulmasından başka bir şey
değildir; fakat onlar Ruhun Bedeni hangi araçlarla harekete getirdiğini
bilseler de bilmeseler de, bununla birlikte eğer Ruhta düşünmek özeliği
olmamış olsaydı, Bedenin etkisizlik içinde kalacağını duyduklarını söy
leyeceklerdi; aynı zamanda sözün, susmanın ve Bedene ait birçok etki
lerin de büsbütün Ruhun iradesine bağlı olduğunu duyduklarını da buna
katarlar. Fakat, birinci itiraza gelince, ben onlara deneyin bize, Beden
etkisizlik içinde olduğu zaman Ruhun da artık düşünme yetkisine sahip
olmadığını öğretip öğretmediğini sorarım. Diyelim Beden uykuya daldığı
zaman, Ruhun bütün yetkileri boşlukta değil midir ve uyanıkken ki gibi
düşünme gücüne sahip midir? Bundan başka, bütün insanlar Ruhun hep
aynı obje üzerinde aynı düşünceye yatkın olmadığını filân ya da falan
obje üzerinde düşünmek için Ruhun yatkınlıklarının hep Bedenin yat
kınlıklarına bağlı olduğunu bilmiyorlar mı? Fakat denecek ki, yalnız Be
dene ait (maddî) gibi göz önüne alınan Tabiat kanunları, sanat eserin
den başka bir şey olmayan binaları, resimleri ve buna benzer başka şeyleri
meydana getirmez ve Beden Ruh tarafından gerektirilmiş ve yöneltilmiş
değilse bir tapınağı kuramaz. Fakat daha önce göstermiştim ki onlar Be
denin ne yapabileceğini ve yalnız onun tabiatından hangi akıl yürütme
lerin çıkacağını bilmiyorlar ve kendileri de yalnız Bedenin veya yalnız
Tabiat kanunlarının Ruhun yardımı olmaksızın mümkün olduğuna inan
mayacakları birçok şeyleri meydana getirdiğini hissediyorlar, diyelim ki
uyandırıldıkları zaman kendileri de hayrete düşen uyurgezerlerin aksiyon
ları (etkileri) işte böyledir. Bundan başka, şunu da katacağım ki, sanat,
insanların eserlerinin sonsuz derecede üstünde olan Bedenimizin yapısı
na yaklaşan hiçbir şey yapamaz ve daha yukarda kanıtlamış olduğum
şeyden, yani hangi sıfatıyla göz önüne alınırsa alınsın, yalnızca Tabiatın
sonsuz şeyi meydana getirdiğinden asla söz etmeyeceğim.
ikinci itiraza gelince, eğer insan konuşmak ve susmak hususunda büs
bütün bağımsız olmuş olsaydı, bu dünyada bütün işler yolunda gidecekti,
fakat deney bize fazlasıyla gösteriyor ki insan, dilinin ve arzularının hâ
kimi değildir. Birçoklarının bizi hafifçe duygulandıran şeyler karşısında
hareket hürlüğümüzü sakladığımızı zannetmeleri buradan ileri geliyor,
çünkü başka bir objenin hatırlanması onların doğuracağı isteği kolaylık
la yok edebilir, fakat çoğunlukla bizi tutkulandıran ve hiçbir hatırlamanın
DUYGULANIŞLARIN KÖKÜ VE TABİATI ÜZERİNE 1 35
bizi kendisinden çevirmediği şey için soru aynı değildir; bununla birlikte,
yaptığımız işlerden dolayı kaç kereler pişman olduğumuzu ve çoğu birbi
rine zıt duygulanışların hükmü altında bulunduğumuz zaman en iyiyi
görmemize rağmen, en kötüyü yaptığımızı tecrübesiyle bilmemiş olsalar
dı, bütün hareketlerimizin hür olduğuna inanmaktan onları hiçbir şey
alıkoyamazdı. Nitekim, bir çocuk hür olarak sütninesinden süt emdiğini,
öfkeli bir delikanlı ürkmüş bir korkaktan öç almak istediğini zannede
cektir; bir sarhoş sonradan pişman olacağı şeyleri söylediği zaman kendi
sini hür zannedecektir. Hezeyan içindeki adam, geveze çocuk ve bu çeşit
ten birçokları önüne geçemeyecekleri, bir hezeyan ile söylenmiş olduk
ları halde, kendilerinin hür olarak konuştuklarını hayal ederler, böylece
deney ve Akıl bize insanların kendi aksiyonlarını (hareketlerini) bildik
leri halde hareketlerini gerektiren nedenleri bilmemeleri yüzünden ken
dilerini hür zannettiklerini öğretiyor. Bundan başka, Ruhumuzun irade
si, Bedenimizin iştahlarından gayrı bir şey değildir ve bu da Bedenin farklı
yatkınlığına göre değişir. Zira herkes kendi tutkularına göre hareket eder;
bunların zıddına sahip olanlar ne istediklerin bilmezler ve buna asla sahip
olamayanlar bir objeden öteki objeye bir teviye uçar dururlar ve hep de
en hafif saikle gerektirilmişlerdir. Bütün bunlar, açıkça kanıtlarlar ki,
ruhun emri (décret), iştah ve bunun gerektirilmesi aynı tabiattadır ve
Düşünce sıfatıyla göz önüne alındığı, onunla açıklandığı zaman emir adını
verdiğim şeyle, Uzam sıfatıyla ve hareket, sükûn kanunlarına göre göz
önüne alındığı zaman gerektirme (détermination) adını verdiğim şey tek
ve aynı şeyi meydana getirir ki, söylemiş olduğumla bunu daha apaçık
göstereceğim. Zira özel olarak göstermek istediğim başka bir şey daha
var: Önce bizde hatırası olmadan Ruhun emriyle hiçbir şey yapamayız.
Diyelim ki, biz bir şeyi hatırlamıyorsak onun için bir kelime bile söyleye
meyiz. Öte yandan bir şeyin hatırlanması ya da unutulması hiçbir zaman
Ruhun hür iradesine bağlı değildir, o halde zannedilir ki Ruhun elinde
olan yalnız onun emrine göre, bize hatırlattığı şeyi söylemek ya da sus
maktan ibarettir. Bununla birlikte rüyada konuştuğumuzu gördüğümüz
zaman yalnız Ruhun emriyle konuştuğumuzu zannederiz, halbuki konuş
muyoruz ve eğer konuşuyorsak, bu yalnızca Bedenin kendiliğinden bir
hareketiyledir; nitekim insanlardan bazı şeyleri sakladığımızı da rüyada
görürüz, bu da uyanıkken bildiğimizi söylememizi sağlayan aynı Ruh em
riyledir. En sonra uyanıkken yapmaya cesaret edemediğimiz bir şeyi Ruhun
136 ETİKA
emriyle yaptığımızı rüyada görürüz. Bunun sonucu olarak, Ruhta bir kıs
mı hayalî
2
bir kısmı hür olmak üzere iki cins emir olup olmadığını bilmek
isterim. Bu hayali ve olmayacak şeyleri düşünmeye kadar gitmez isten
mezse, hür olduğu sanılan Ruhun bu emrinin asıl hayal gücünden ve
hatıradan farklı olmadığını ve bunun da fikir olması bakımından fikrin
ister istemez (zorunlu olarak) içinde bulunduğunu olumlamaktan başka
bir şey olmadığını kabul etmek gerekecektir (önerme 49, bölüm II) ve
böylece fiil halinde var olan şeylerin fikirleri ile aynı zorunlulukla bu
emirler de Ruhta meydana gelmektedir. Ruhun hür bir emriyle söyledik
lerini veya sustuklarını ya da herhangi bir hareketi ( action) yaptıklarını
zanneden kimseler gözleri açık rüya görmektedirler.
Önerme III
Ruhun etkileri (aksiyonları) yalnız upuygun fikirlere, edilgileri (pasi
yonları) ise yalnız upuygun olmayan fikirlere bağlıdırlar.
Kanıtlama
Her şeyden önce Ruhun özünü meydana getiren şey, fiilde var olan bu
Bedenin fikrinden başka bir şey değildir (önerme 11 ve 13, bölüm II) ve
bu fikir (önerme 15, bölüm II) bir kısmı (önerme sonucu, önerme 38, bölüm
II) upuygun olan ve bir kısmı upuygun olmayan (önerme sonucu, önerme
29, bölüm II) başka birçok fikirlerden meydana gelmiştir. O halde Ruhun
tabiatından ileri gelen ve Ruh kendisinin yakın nedeni olarak ve böylece
bilinmesini sağladığı her şeyi upuygun olan ya da upuygun olmayan bir
fikirden zorunlu olarak çıkar. Fakat Ruh, upuygun olmayan fikirlere sahip
olması bakımından, zorunlu olarak pasiftir; öyle ise Ruhun hareketleri (et
kileri) yalnız upuygun fikirlerden çıkar ve bu sebepten dolayı Ruh yalnızca
upuygun olmayan fikirlere sahip olduğu için pasif bir halde bulunur.
Scolie
O halde görüyoruz ki pasif haller (edilgiler) ancak Ruhta olumsuzluğu
içine alan bir şey bulunmaması bakımından, yani o başka kısımları olma
dan kendi başına açık ve seçik olarak algılanmayan Tabiatın bir kısmı
gibi görülmesi bakımından Ruha atfedilirler ve aynı akıl yürütme ile gös
2)
Dostları ilə paylaş: |