(Üsküdar Kaymakamı)
Çok değerli belediye başkanımız, Türk Ocaklarının değerli genel başka-
nı, kıymetli dekanım, ülkemizden ve konuk ülkelerden gelen kıymetli ilim
adamları, irfan adamları ve değerli hocalarımız, sevgili öğrencilerimiz hepi-
nize hayırlı günler diliyorum, en kalbi duygularımla sizleri sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
Hoca Ahmed Yesevi Sempozyumu’nun ilçemizde yapılması elbette Üskü-
dar’ın manevi iklimine çok yakıştı. Ben gerek Türk Ocakları başkanımızı ge-
rek Istanbul Üniversitemizi tebrik ediyorum. Belediye başkanımız da burada
ev sahipliği yapmış kendilerine teşekkür ediyorum. Hicri 5.yüzyılda Buha-
ra’da yaşayan, Türkistan’da yaşayan dönemin en ilim irfan otağı ve ocağı olan
dünyanın veya Ortadoğu’nun, Türkistan’ın Asya’nın çeşitli yerlerinden gele-
rek insanların burada ilim irfan öğrendiği büyük üstat büyük zat Hoca Ahmed
Yesevi’ye Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Onun öğretileri yolunda giden
insanlara onun yolunu açık tutan onun yolunda ilerleyen tüm insanlara gö-
nüldaşlarımıza da teşekkür ediyorum, Allah onlardan da razı olsun.
Büyük üstadın gönül insanı olduğu, cahillikle, cahillerle mücadele ettiğini,
şiirlerinde ve öğretilerinde gönül kırmanın ne kadar yanlış olduğunu, kâfir
de olsa gönül kırmanın Cenab-ı Allah tarafından hoş karşılanmayacağını ve
insanlarım ilim, irfan yolunda ilerlemesi konusunda öğretilerini hepimiz bi-
liyoruz. Onun öğretileri ile Hacı Bektaşlar, Yunus Emreler farklı zamanlarda
milletimize ışık tutmuş, bu büyüklerimiz bizim tarih boyunca ilerlediğimiz
yolda bir işaret feneri, bir işaret taşı gibi hep duragelmiş, bizi aydınlatmış,
insanları yetiştirmiş. Biz rotamızı değiştirdiğimiz ölçüde onların ışıklarından
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
25
aydınlığından mahrum kalmışız. Uzunca bir zamandır milletimizi var eden
değerleri oluşturan büyüklerimizin istikametinden, onların öğretilerinden
ayrı ve mahrum kaldık. Dolayısıyla tekrar onlarla kucaklaşmak, tekrar geldi-
ğimiz Orta Asya’dan kardeşlerimizle, gönüldaşlarımızla ve oradaki devletler-
le, Balkanlara kadar olan kardeşlerimizle tekrar işaret fenerlerinin bizim yol
göstericilerimizin ışığında toplanmak elbette güzel.
Bu sempozyumun hem ülkemize hem Türk Dünyasına hayırlara vesile ol-
masını, gençlerimizin, evlatlarımızın bizi biz yapan değerleri oluşturan bü-
yüklerimizi daha iyi tanımasını, onlardan istifade etmesini, bir Batılı yazarı,
bir Batılı düşünürü ne kadar biliyorlarsa ondan daha fazla bizi, kültürümüzü,
medeniyetimizi ve bize istikamet eden dinimizi öğretmede üstat olan şahsi-
yetleri tanımalarının ne kadar önemli olduğunu bir daha hatırlattıkları için
kendilerine teşekkür ediyorum. Bu sempozyuma emeği geçen bildiri sunan
bütün hocalarımıza teşekkür ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Hilmi TÜRKMEN
(Üsküdar Belediye Başkanı)
Saygı değer kaymakamım, çok kıymetli hocalarım, değerli misafirler, sev-
gili öğrenciler, sevgili arkadaşlar öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum hoş
geldiniz sefalar getirdiniz.
Bugün Üsküdarımız yine önemli bir günü yaşıyor. Bir tarih şehri, bir kültür
şehri, bir sanat şehri Üsküdarmızda uluslararası ölçekte Geçmişten Geleceğe
Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu’nun açılış günündeyiz. Bu güzel organizas-
yondan dolayı çok değerli hocalarımıza Abay Üniversitemize, Istanbul Üniver-
sitemize, Türk Akademisi ve Türk Ocakları Istanbul Şubemize ve emeği geçen
tüm dostlarımıza teşekkür ediyorum.
Değerli kardeşlerim Üsküdarımız aynı zamanda bir sempozyumlar şehri-
dir. Bir ilçe belediyesinin ötesinde gerçekten yapmış olduğu kültürel tarihi ve
sanatsal etkinlikleriyle de adından sıkça söz ettiren bir ilçe belediyesiyiz. In-
şallah önümüzdeki Kasım ayında Uluslararası 9. Üsküdar Sempozyumu’nu
da gerçekleştireceğiz. Bu sempozyum öncesinde Hoca Ahmet Yesevi Sempoz-
yumu’nda hem de dostlarımızla misafirlerimizle birlikte olmanın mutlulu-
ğunu yaşadığımı ifade etmek isterim. Ümit ediyorum ki bu toplantı geleceği
geçmişle inşa ederek günümüz problemlerinin giderilmesine de önemli katkı-
da bulunacaktır. Bu amaçla 3 gün boyunca Üsküdar’da, Istanbul’da inşallah
gelecek ayın 26-28’i arasında Kazakistan’da yapılacak olan bu sempozyum ça-
lışmalarının, Türk dünyamıza geleneğimizin geleceğimizi aydınlatacak şekiller
oluşturmasına katkıda bulunmasına temenni ediyorum.
Değerli dostlar Hoca Ahmet Yesevi Türk Islam dünyasının yetiştirdiği
önemli bir gönül insanıdır. O Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli de
olgunluk dönemine ulaşan hoşgörü, insan sevgisi ve toplumsal barışın şekil-
lenmesine zemin hazırlamış bir Türk büyüğüdür. Hoca Ahmet Yesevi’nin or-
taya koyduğu fikirleri yaşamak söz konusu süreçte kültürel ve fikri mirasımızı
korumamızda olduğu kadar milli olanın ötesine geçip evrenselliğe ulaşabilme-
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
27
miz adına da son derece önemlidir. Hoca Ahmet Yesevi günümüz dini prob-
lemlerine de çözümler üreten eğitici bir şahsiyettir. Onun hayatı ve eserlerinin
yanı sıra din, insan, toplum ve dünya görüşü hususunda ortaya koyduğu fikir-
lerinin de geleceğe önemli ölçüde ışık tutacağı kanaatimi sizlerle paylaşmak
isterim. Geleceğin geçmişle inşa edileceği fikrinden yola çıkarak günümüz
problemlerinin giderilmesine önemli katkılarda bulunduğunu hepimiz kabul
etmekteyiz. Üsküdar belediyesi olarak ulusal ve uluslararası planda üniversi-
telerimiz ve kamu kurumlarımız, sivil toplumlarımız ve kanaat önderlerimizle
birlikte çalışarak ilim irfan geleneğinin sürdürülebilir bir hal almasında maddi
ve manevi desteklerimiz hız kesmeden devam edecektir. Bilinen ve herkes ta-
rafından kabul edilen bir gerçek odur ki geçmişini unutan, geçmişiyle bağlarını
koparan bir milletin geleceği karanlık olmaya mahkumdur.
Değerli dostlar, çağı yakalamak, çağın gereklerini idrak etmek, çağın geri-
sinde kalmamak ancak sağlam ve güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilerle
mümkündür. Bu bilgilere sahip toplumlar, bu bilgiyi fertlerine doğru iletebi-
len, bilgiyi teknolojiyle doğru yaşatabilen, bütün bunları insanın refahı için
doğru kullanabilen toplumlardır ve süratle ilerleyebilmektedirler. Bu sebeple
bir taraftan bilim üreten diğer taraftan da bilim aktaran kurumlarımız olan
üniversitelerimiz sivil toplum kuruluşlarımız ve ülkemizin değişim ve gelişi-
minde vazgeçilmez kurumlar olarak her geçen gün görevlerini daha kaliteli,
daha güvenli şekilde yerine getiren diğer kamu kurumlarımız sayesinde gele-
ceğe daha güvenle bakabilmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Bilgiyi akıl meşalesi ile birlikte hoşgörü ve barışı ekleyerek toplumumuza
hakim kılmak durumundayız. Burada kültürel faaliyetlerin kendi benliğimizi,
kendi geçmişimizi kendi değerlerimizi yakından tanımanın önemi olduğunu
da altını çizmek isterim. Değerli dostlar düzenlenen bu sempozyumun hem
dünyada Hoca Ahmet Yesevi ve öğretilerinin tanınmasında hem de bu minval-
de çalışmalara olan ilgi ve alakanın artmasına vesile olacağını düşünüyorum.
Hem de bizler için kendi kültürümüzü bir kez daha tanıma fırsatına katkıda
bulunacağına yürekten inanıyorum.
Bugün burada milletimizin kadim değerinden bizlere ulaşan ve halen geniş
bir coğrafyada hayat bulan değerleri üzerine çalışan siz değerli bilim adamları
ile birlikte olmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyoruz. Değerli dostlar bu
önemli ve anlamlı sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen tüm tertip
heyetine teşekkür ediyorum ve onları yürekten kutluyorum. Ve sempozyuma
katılan, toplantımızı şereflendiren, tebliğleriyle bu güzel toplantının anlam
bulmasına vesile olan değerli hocalarımızı yürekten kutluyorum. Siz kıymet-
li misafirlerimize Üsküdar’ımıza Istanbul’umuza tekrar hoşgeldiniz diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum sağolun, varolun.
Anar RIZAYEV
(Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı)
Sayın belediye başkanı, sayın kaymakam,değerli katılımcılar
Ilk önce Hoca Ahmet Yesevi etkinliklerine nazik davetinize teşekkür
ederim. Azerbaycan Yazıcılar Birliğinin ve Türk Dili Yazıcılar Birliği Başkanı
olarak sizi yazıcılar adına selamlıyorum. Ahmet Yesevi’nin bütün hayatı mu-
cizelerle doludur. Hazreti peygamberimizin ona metheylediği, nesiller sonra
Aslan Baba tarafından ona getirilmesi, onun çocukluğunda mucize göster-
mesi, bugün ki düşüncemizle bir masal gibi bir mit gibi gelir ama halk hafı-
zası herkese mit yaratmıyor, herkese masal yaratmıyor. Bunun için büyük bir
keramet sahibi olmak gerekir. Hoca Ahmet Yesevi böyle büyük bir keramet
sahibiydi. Dinimizi bildiğiniz gibi Araplar yaratmışlar ve dinimiz kutsal ki-
tabı Arap dilinde nazır olmuştur. Ama Türk halkları Islam’ı kendi inançları
gibi kabul etmesinin sebebi olmuş ki Türk Dünyası’nın büyük mütefekkirleri,
düşünürleri ilk önce de mutasavvıfları bu dini Türk inancına, Türk mantali-
tesine, Türk ruhuna uygunlaştırmışlardır. Böyle insanlardan biri de Ahmet
Yesevi’dir .
Ahmet Yesevi’nin bilirsiniz onun Divan-ı Hikmet’i yazdığı dilde bugüne gel-
miyor. Onun müritleri,dervişleri nesilden nesile sadeleştirerek bu divanı gü-
nümüze getirmişlerdir. Bugün biz onun hikmetlerini anladığımız,anlaştığımız
bir dilde okuyoruz. Türkler eskiden beri Altaylar’dan Balkanlara kadar at koş-
turarak, bazen kılıç oynatarak gelmişlerdir ama onunla beraber Türk fikri,
Türk düşüncesi Türkistan’dan Azerbaycan’ı geçerek Anadolu’ya, Balkanlara
Yesevi gibi büyük insanların fehmi, onların inançları, onların düşünceleriyle
gelmiştir. Bugün burada konuşanlardan sayın Cezmi Bey öyle bir şey söyledi
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
29
ki ben isterim ki gençler buradan dertli çıksınlar. Bu benim için çok önemlidir
çünkü bizim Azerbaycan’ın da büyük bir derdi var. Karabağ derdi ve bu bir tek
Azerbaycan’ın derdi değil düşüyorum ki Türk Dünyasının derdi.
Azerbaycan topraklarını yabancı güçlere dayanarak, arkasına alarak, on-
ların desteğiyle zapt etmiş, bir milyon insanımızı hem Ermenistan’dan hem
Azerbaycan’ın Karabağ ve diğer bölgelerinden göçmen etmiş ve dünyanın
buna bir yana kalması, Birleşmiş Milletler teşkilatının dört beyanatı, artık
beyanatına bakmayarak Ermeni tarafının bununla hesaplaşmaması, bizim
doğrudan büyük derdimizdir ve düşünüyorum ki bu büyük derdimizi bütün
Türk Dünyası paylaşır. Ama Sayın Cezmi’nin sözlerine bir şey ilave etmek
istiyorum. Ben isterdim ki buradan gençlerimiz hem dertli hem de onurlu, şe-
refli ve ümitli çıksınlar. Onurları, şerefleri onunla bağlı ki bizim geçmişimizde
Yesevi gibi büyük şahsiyetler olmuş. Ümitler ise ona bağlı ki Türk Dünyası
birleşecek, Türk Dünyasının manevi değerleri bir olacak ve bu bütünleşmiş
dünyada haksızlığa yer kalmayacaktır. Bu vasiyeti bize Yunus Emre, Mevlana
ve Hoca Ahmet Yesevi iletmiştir.
Dikkatiniz için teşekkür ederim.
Altın Orda ve Osmanlı Devleti’nin Yükselişinde
Türk Tasavvufu ve Yeseviliğin Rolü
Üzerine Bazı Düşünceler
Abdullah GÜNDOĞDU*
Giriş
Asya’nın iki ayrı Avrupa sınırında kurulan ve Ortodoks Hıristiyan siyasi
yapılar aleyhine genişleyerek bunlara tahakküm eden Ortaçağ’ın çağdaş iki
büyük Türk devleti; Altın Orda ve Osmanlıların merkezileşip kurumsallaş-
ması, karşılaştırılmalı olarak incelenmemiştir. Iki devletin bilhassa coğrafi
ve toplumsal şartlarının benzerliğine ek olarak dayandıkları manevi saikleri-
nin de dikkat çeken benzerliği birlikte düşünüldüğünde, bu karşılaştırma bir
hayli ilgi çekici bir mahiyet kazanmaktadır. Bu konuda ilk olarak karşımıza
benzer özelliği bulunan iki büyük saha çıkmaktadır ki bunlardan biri Anadolu
diğeri Deşt-i Kıpçak’tır. Işte bu iki sahada Türk tasavvufunun bıraktığı etki ise
bu karşılaştırmanın yapılmasında öncelikli bir konudur.
Fuad Köprülü’nün başlattığı Türk tasavvufunun gelişim tarihi ve mahiyeti
üzerine yapılan çalışmalar
1
sadece Batı Türkleri için değil Doğu Türkleri için
de büyük bir değere sahiptir. Ayrıca, Selçuklu devri ve Osmanlı devletinin
kuruluşuna dair çalışmalar nicelik olarak halâ yetersiz sayılsa da nitelik ola-
rak çok büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Cengiz ulusları arasında özellikle,
Altın Orda ve Ilhanlı sahasında Islamlaşma konusunda bazı çalışmalar
2
ko-
nunun bir boyutunu ortaya koymakla birlikte, Türk tasavvufunun genişleme
çağında, Doğu ve Batı Türklerinin kurduğu siyasi yapılarla etkileşimi konusu,
* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi,
abdullahgundogdu@yahoo.com
1
M. Fuad Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, Haz. Metin Ergun, Akçağ Yayınları, Ankara 2005; Türk
Tarihi-i Dînîsi, Haz. Metin Ergun, Akçağ Yayınları, Ankara 2005; Türk Edebiyatında İlk Mutasav-
vıflar, Diyanet Işleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1984.
2
Cengiz uluslarında Islamlaşma ile ilgili olarak bkz. Abdullah Gündoğdu, “Altın Orda Sahasında
Islamlaşma ve Sonuçları”, Proceeding of the Second International Symposium on Islamic Sivilisation
in Volga- Ural Region, Kazan, 24- 26 June 2005, s. 233-248; Mustafa Uyar, “Ortaçağ Moğol Hü-
kümdarlarının Islamlaşmasında Türk Unsurların ve Türk Din Anlayışının Rolü Üzerine”, Yücel
Özkaya’ya Armağan Yazıları, Ed. H. S. Feyzioğlu, Hel Yayınları, Ankara, 2015, s. 2011-233.
32
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
üzerinde çok uzun çalışmaların yapılmasını gerektirecek kadar kapsamlı bir
konudur. Biz bu konuda bazı düşüncelerimizi ortaya koyacağız.
A- Deşt-i Kıpçak ve Anadolu’nun Toplumsal Yapısı ve Uç Kültürü
Osmanlı devletinin kuruluşu sorununu anlamak, Selçukluların Bizans sı-
nırındaki küçük bir beyliğin, giderek dünyanın en büyük imparatorlukların-
dan birine nasıl dönüştüğünün anlaşılması anlamına gelmektedir. Bu konuda
Gibbons, Köprülü ve Wittek gibi sahanın uzmanlarınca genellikle üzerinde
durulan husus, bozkır temelli bir kavim olarak Osmanlıların toplumsal yapısı
ve sınır kültürünü yaşayan bir uç toplumu olması üzerinde yoğunlaşmakta-
dır. Köprülü, bu konuda, Türk aşiret karakterinin daha etkili olduğunu iddia
ederken; Yine Wittek, Osmanlı devletinin siyasi ve toplumsal yapısını Islâmî
“uç” teşkilatı geleneğinin belirlediğini ortaya koyduktan başka fetihlerin ve
yeniliklerin yürütülmesinde “gaza” anlayışını etken olarak sunar. Ayrıca baş-
ta Köprülü olmak üzere, F. Giese ve Clément Huart da Osmanlı Devleti’nin
kuruluşunda dönemin tarikatlarına yani Türk tasavvufi yapısına işaret etmek-
tedirler.
3
Paul Wittek ise toplum yapısında özel bir sınır kültürü ile beraber,
uç toplumu olmanın etkili olduğuna inanmaktadır. Wittek, gerçekte, Osmanlı
Devleti’nin sosyo-politik yapısının temelini Islami sınır organizasyonu gele-
neğinin belirlediğini ve fetihlerle yeniliklerin dinamizmini de, yine Islâmî bir
gelenek olan “gaza” anlayışının kazandırdığını düşünmekteydi. O, uç hayatı-
nın toplumsal yapısını karmaşık olarak tanımlar, iktisadi yapısını silahşörlüğe
ve ganimete dayandırır. Ucun manevi durumu ve hayat görüşünü ise genel
eğilimin aksine serbest fikirli ve kahramanlık esasına dayanan romantik bir
kültür olarak tanımlar.
4
Köprülü’nün de önem verdiği bu şartlar, dini bakım-
dan tasavvufâne bir inanışı, edebiyat olarak da destan geleneğini yaşatıyordu.
Nitekim “sapkın Islâmî görüşler” bu tasavvuf cereyanları içerisinde kendile-
rini kolayca gizleyebildikleri gibi, uçların doğal şartları altında kendi yaşam
biçimlerini yücelten destanlar ve halk hikâyeleri üretmekteydiler.
3
Bu konudaki tartışmalar için bkz. M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken
Yayınları, Istanbul, 1981, 33-61; Halil Inalcık, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Sorunu”, Çev.
T. Sünbül, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 15, Sayı 26, (1991), s. 329- 339.
4
Paul Wittek, Menteşe Beyliği 13- 15 inci Asırda Garbî Küçük Asya Tarihine Ait Tetkik, Çev. O. Ş.
Gökyay, Türk Tarih Kurumumu Yayınları, Ankara, 1986, s. 1-13.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
33
Anadolu’da hâkim olan bu gaza kültürü siyasi hayat üzerinde o kadar güç-
lü bir etki yaratıyordu ki, buraya müstevli olarak giren Ilhanlıları bile etkisine
almakta gecikmeyecektir. Mesela Ilhanlıların Anadolu valisi olan Timurtaş,
(1318- 1327) bir yandan kendisine bağlı kuvvetlerle Orta Anadolu merkez
olmak üzere sınır bölgelere doğru baskısını ve denetimini artırarak bağımsız
bir devlet kurmaya çalışırken diğer yandan da hareketine gaza ve cihat ideolo-
jisini temel alıyordu. Üstelik rekabet halinde olduğu, Bizans ucunda akınlarla
saygınlık kazanmış olan gazi Türkmen beylerine karşı yakınlaşmak yoluyla
Memluklerin manevi üstünlüğünden de yararlanmak istiyordu.
5
Osmanlıların alametifarikası olan bu gazilik vasfı bir asır sonra bile hala
Doğu Türkleri arasında büyük bir itibar görmekteydi. Nitekim Timur’un An-
kara Savaşı öncesinde Yıldırım ile yazışmalarında bu hususiyete özenle vur-
gu yapılması
6
bununla alakalıdır. Aslında Doğu Türklerinin bu tutumu Batı
Türkleriyle benzer toplumsal yapıyı besleyen aynı geleneklere sahip olmaları
ile ilgili olsa gerektir. Gaza ideolojisi kadar, akınların başarıları ve gazi beyin
yoldaşlarıyla ganimeti adilane paylaşımı da onun etrafında geniş bir halenin
oluşmasında başlıca amil olduğunu da belirtmek gerekir. Bozkır geleneğinde
Cuveynî’nin belirtiği gibi akınlardan elde edilen ganimet, herkesin zaferde
payının derecesinin tespit edilmesine göre dağıtılırdı.
7
Buna bağlı olarak be-
yin bu hakkaniyetli tutumunu ve gaza faaliyetlerini yücelten dervişlere uç
bölgelerinde her zaman ihtiyaç bulunuyor olmalıydı.
Altın Orda Devleti’nin kuruluş ve merkezileşme sürecinde karşımıza Ana-
dolu’da olduğundan daha belirgin olarak bozkır kavmi yapısı çıkar. Ayrıca
gaza anlayışının biçimlendirdiği uç geleneği ve bu geleneğin arka planında
muharrik olarak bulunan Türk tasavvuf cereyanı Anadolu’da olduğu gibi bu
sahada da yine faal bir şekilde kendini gösterir. Türk tasavvufunun bu iki sa-
hadaki tarihi gelişimi üzerinde durmak gerekir.
Cengiz Istilası öncesinde Türkistan bölgesinin manevi hayatında büyük
oranda Türk tasavvuf hareketi hâkimdi. Cengiz istilâsının doğudan batıya
doğru süpürdüğü bu hareket, öncelikli olarak Anadolu’ya ulaşmış, çok geç-
meden de Altın Orda’nın kuruluşunu temin eden istilanın ulaştığı Deşt-i
Kıpçak’ta Ortodoksluğun dini sınırlarına kadar yayılmıştır. Işte Türk tasavvuf
5
Inalcık, a.g.m., s. 333
6
Bkz. Abdurrahman Daş, “Ankara Savaşı Öncesi Timur Ile Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları”,
SUTAD, Sayı 15 (2004), s. 141- 167.
7
Alaaddin Ata Melik Cüveyni Tarih-i Cihan Güşa, Çev. Mürsel Öztürk, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 2013, s. 92-93.
34
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
hareketi, söz konusu sınır boylarında manevi hayatın ayakta kalabilen zinde
unsurları olarak uçta hâkim olan gaza anlayışı ile kendini yeniden ürettiği gibi
bu iki sahada Islamlaşma ve Türkleşmenin de öncülüğünü üstlenmiştir.
B- Cengiz İstilasından Sonra Türk Tasavvuf Cereyanının Gelişimi
(13. ve 14. Yüzyıllarda)
1- Türk Tasavvufunun Anadolu’daki Gelişimi
Anadolu’daki, 13. yüzyılda teşekkül eden siyasi, iktisadi, içtimai ve ma-
nevi şartlar daha sonraki yüzyıldaki gelişmeleri büyük oranda belirlemiştir.
Ancak Anadolu’daki süreç Deşt-i Kıpçak’a göre daha erken ve daha kalıcı bir
şekilde ilerlemiştir. Ilk fetihten sonra başlayan süreçte faal olarak rol oyna-
yan göçebe Türkmenler, Türkistan ve Azerbaycan’dan sürekli nüfus takviye-
si aldıkları gibi yanlarında bu bölgelerin yerleşik Türk unsurlarını da Küçük
Asya’ya sürüklemişlerdir. Ayrıca yerli Ortodoks halkı yönetimlerine alarak
onların deneyimlerinden de istifade etmişlerdir.
8
Altın Orda sahasında ise ta-
biiyete alınan Ortodoks Ruslar sadece tiyiş (vergi) karşılığında yarlık alarak
özerk yapılarını korumuşlardır.
9
Rus yurdu üzerinde tahakküm kurmak Altın
Orda hanlarının hükümdarlık alameti olarak görülmekteydi. Ayrıca, hanlığın
bu göçebe askeri unsurları için yağma ekonomisi önceliğini hep korumuştur.
Yağma nitelikli akınlar Doğu Avrupa’dan Kafkasya’ya kadar yayılan geniş bir
arazide daha uzun süre devam edecek, hatta Kırım hanlığı Osmanlı tabiiyeti-
ne girdikten sonra da bozkır hasadı olarak devam edecektir.
13. yüzyılda Anadolu’nun en önemli uç teşkilatı, küçük Ermenistan hudu-
du ile Antalya, Alâiye gibi limanlara sahip olan Akdeniz kıyılarında ve daha
belirgin olarak Batı Anadolu’da Iznik hududunda idi.
10
Kızılırmak ve Yeşi-
lırmak havzası Pontus hududu bir yüzyıl öncesinde aynı konumda olmasına
karşın artık bu dönemde bu özelliğini kaybetmekteydi. Ancak Danişmendnâ-
me’nin teşekkül ettiği bu saha Anadolu’da gaza kültürünün mebdeini oluş-
turmaktaydı. Bu bakımdan Türk tasavvufunun atlı savaşçı karakterindeki
bozkır ahalisini gaza anlayışı ile yeniden örgütlediği yer Deşt-i Kıpçak’tan
önce Anadolu olmuştur diyebiliriz. Bu bakımdan Deşt-i Kıpçak’ta Altın Or-
da’yı Islamlaştırıp Türkleştirecek olan tasavvuf anlayışının Anadolu’dan etki-
8
Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s. 143; Osman Turan, Selçuklular Zamanında
Türkiye, Boğaziçi Yayınları, Istanbul, 1993, s. 215-216.
9
Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1999, s. 79- 82.
10
M. Fuad Köprülü, a.g.e., s.133.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
35
lenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan Altın Orda sahasında Islamlaş-
ma sürecinde etkin olan bölgeler arasına Bulgar ve Hârezm’den başka güney
yönünden Anadolu ve Mısır’ı da dâhil etmemiz gerekiyor.
Bu dönemde Selçuklu devletinin en faal uç teşkilatını oluşturan Ermenis-
tan sınırı, Akdeniz kıyıları ve daha önemlisi Bizans hududu yağma akınlarının
hareket üssü durumundaydı. Ancak uç bölgesinin iktisadiyatını sadece gani-
met ile izah etmek imkânsızdır. Dini, siyasi ve mali serbestliğin hüküm sür-
düğü bu bölgeler, hayvancılık, ziraat, ticaret bakımından da canlı birer merkez
durumundaydı. Köprülünün vukûfiyetle belirttiği gibi uçlarda aynı hâkimiyet
altında yaşayan Müslüman ve Hıristiyan unsurlar arasında, dini sebeplerden
kaynaklanan herhangi bir mücadeleye tesadüf edilmemiş olmasını, uç kültü-
ründe cari olan dini hoşgörüyle izah etmek mümkündür. Durum karşı taraf
için de biraz benzerlik arz etmekteydi. Bizans’ın da serbest yaşama meyilli
unsurları tercihen Türk ucuna doğru çekilmişlerdi. Bu şekilde hudut bölgesi
her dinin “sapkın /heretik” inananlarınca doldurulmuş oluyordu. Bu ortak
kaygılar bir anlamda hoş görüye dayanan bir yaşamı desteklemekteydi.
11
Bu
özgür durum, daha sonrası için alternatif bir siyasi rejim ve medeniyet kur-
mak isteyen önderler için mümbit bir ortam sunmaktaydı.
13. yüzyıl ortalarından, yani Ilhanlı hâkimiyetinin başlamasından Osman-
lı Devleti’nin kuruluşunu tamamlandığı 14. yüzyıl ortalarına kadar, bir asra
yaklaşan sürede Anadolu’da dini ve içtimai teşekküller zengin bir çeşitlilik
arz etmekteydi. Âşık Paşazâde, Anadolu’daki bu çeşitliliği dört sınıf olarak
tanımlar ki bunlar belli ölçüde Deşt-i Kıpçak sahasına da taşınmıştır. Köprülü
bu dört sınıftan biri olan Gâziyân-ı Rûm’u şehir merkezlerinden uzaktaki daha
çok göçebeler ve köylülere isnat eden silahşörlükle geçinen Alplar zümresi
olarak açıklar. O, Alpları, diğer zümre bu dönemde Anadolu’nun her tarafında
yayılmış bulunan Ahîyân-ı Rûm ile yakın bir yapı olarak tanımlar. Anadolu’dan
başka bura ile sıkı ilişkileri bulunan Azerbaycan ve Kırım’ın kıyı kesimlerinde
de yayılmış olan Ahiler, Alplara göre Anadolu’nun büyük devlet ileri gelenle-
rinin katıldığı daha yüksek bir zümre teşkil etmekteydi. Sadece bir esnaf teş-
kilatından ibaret olmayan Ahiler, önce şehir merkezlerinde yerleşerek bura-
dan köylere kadar yayılmışlar ve bu şekilde büyük topraklara malik olan Türk
feodal unsurlarını temsil eden Alp teşkilatı ile de yakın ilişki kurmuşlardı.
12
11
M. Fuad Köprülü, a.g.e., s. 122- 123, 130-135, 138-141
12
M. Fuad Köprülü, a.g.e., s. 145- 158.
36
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
Işin ilginç yanı dönemin çağdaşı olan Tancalı (Fas) Ibn Battuta her iki saha-
yı da bizzat gezerek bu sürece ve ortak cereyana tanıklık etmiştir. Ibn Batuta,
beylikler dönemi Anadolu’sunu, Altın Orda hanlığının en büyük hükümdarı
Özbek Han Deşt-i Kıpçak ve Istanbul’u, Balkanları yakından gözlemlemiştir.
Onun verdiği bilgiler Türk tasavvufunun çok geniş sahadaki faaliyetlerini açık
bir şekilde ortaya koyar. Ibn Battûta’nun Anadolu’nun belli başlı merkezle-
rinde yaygın bir şekilde varlığına işaret ettiği Ahi zaviyelerini Karadeniz’in
kuzeyinde Azak bölgesinde de görmüştür. Mesela, Azak şehrinin nüfuzlu
kişilerinden olan Bıçakçı Ahi’nin, kendisi gibi bölgeye gelen yolcuları zavi-
yesinde ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyduğunu anlatır.
13
Anadolu’da
bir diğer zümre olarak zikredilen Abdalân-ı Rûm, yani Anadolu Abdallarının
kökenini Köprülü, kısmen Yeseviye ve kısmen de Kalenderiye tarikatlarında
aramak gerektiğini belirtir. Bu yönüyle Anadolu’daki Türk tasavvufu Deşt-
i Kıpçak ile aynı kaynaktan beslenmiş oluyordu. 12. yüzyılda Türkistan’da
kurulmuş en eski Türk tarikatı olan Yesevilik, büyük bir süratle bütün Türk
ülkelerinde yayıldığı gibi, özellikle Cengiz istilasından sonra Meveraünnehir
ve Hârezm’den Anadolu’ya yapılan büyük göçlerle Anadolu’da yerleşmiştir.
Köprülü derinleştirdiği araştırmalarına dayanarak bazı ayinleri itibariyle eski
Türk Şamanizm’i ile bağını gösterdiği bu tarikatın Ortodoks mahiyeti hak-
kında öne sürdüğü görüşlerini düzelterek bu tarikatın ilk kuruluşunda bile
“heteredoks” bir mahiyette olduğu kanaatine varmıştır.
14
Anadolu’da erken zamanlardan başlayarak sûfîlere karşı her kesimde bü-
yük bir saygı ve iltifat gösterilmekteydi. Cengiz Istilasından Anadolu’ya kaçan
unsurlar içerisinde de pek çok tanınmış sûfî yer almıştır. Hârezm sahasından
gelen Yesevilik ve Kübrevilik, Horasan yönünden gelen Haydarilik, Anadolu’nun
her tarafına yayılmış bulunuyorlardı.
15
Bu şekilde 13. yüzyılın en güçlü mes-
leği hâline gelmiş olan Türk tasavvufunun, Osmanlı devletinin kuruluşuna
da tesir etmesi kaçınılmazdır. Göçebe eğilimini koruyan halkın çoğunluk
oluşturduğu uç kültürünün hâkim olduğu bölgelerde mutasavvıfların bağlı
olduğu Vefailik, Yesevilik, Kalenderilik ve Haydarilik gibi tarikatların itikadı ge-
nellikle gayr-ı Sünni görünümdeydi.
16
Genelde uçların bu eğilimi, eski uç böl-
13
İbn Battûta Seyahatnâmesi, Çev. A. Sait Aykut, YKY, Istanbul, 2016, s. 275 -287, 292, 297, 307,
313, 316.
14
Köprülü, a.g.e., 160 vd.
15
M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyat Tarihi, Ötüken Yayınları, Istanbul, 1981, s. 245.
16
Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım), Türk
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
37
gesi Tokat-Çorum-Amasya üçgeninde, Baba Ishak’ın ön ayak olduğu Babailer
isyanının merkezi olmuştur. Bu bölge, isyanın bastırılmasından sonra da bu
özelliğini uzun yıllar koruyacaktır. Rumeli ve Balkanlardaki yeni uç bölgeleri
de bu karaktere daha yakın bir durumda olmuştur. Bunlar içerisinde Anado-
lu’yu dolduran Türkmen babalarından pek farklı olmayan Sarı Saltuk üzerinde
durulması gereken bir şahsiyettir.
17
Aşağıda bu konuya ayrıca eğileceğiz.
Türk tasavvuf tarihi bakımından büyük bir öneme sahip olan Kalenderilik ve
Haydarilik de Anadolu’ya Cengiz istilası sonrasında gelmiş gayr-i Sünni karak-
terli tarikatlar olarak Anadolu’nun dini tarihinde derin izler bırakmışlardır.
18
Köklerinde Yesevilik ve Horasan Melamiliği bulunan bu tarikatlar, Alp züm-
releri gibi daha çok kırsal kesimde göçebeler arasında yayılmıştır. Babailik’in
uzantısı olan bu abdallar, birbiri içine geçmiş müfrit Alevi inançlar taşıyan,
eski şamanlara benzeyen Türk dervişlerdi. Onların yaşantıları ve dünya gö-
rüşleri Anadolu’daki beylerin anlayışına daha yakın geldiği için kolayca kök-
leşmişlerdir. Selçuklu sultanlarından, Anadolu’da beyliklerine ve ilk Osmanlı
hükümdarlarına kadar bu abdallar yüksek derecede itibar görmüşlerdir. Sınır
boylarındaki yaşam biçimine uygun dünya görüşünü yayan, buralardaki köylü
ve göçebe Türkmenlerin dini hayatı üzerinde belirleyici etkiye sahip olan bu
dervişler, Hıristiyan halkın ihtidasında da başat rolü oynamaktaydılar. Bunlar
14-16. yüzyıllarda Bektaşilik şalı altında eriyeceklerdir.
19
Anadolu Selçuklu devleti, resmi dini siyaseti hususunda, Abbasi meş-
ruiyetine yaslanan Büyük Selçuklu geleneğinin mirasçısı olarak Sünniliğe,
özellikle de Hanefiliğe dayanıyordu. Sarayda, mahkemelerde, medreselerde,
bu anlayış hâkim olurken 13. yüzyılda sayıları giderek artan şehir merkezle-
rindeki tarikatlar da bu eğilimde oldular. Ancak merkezden uzak bölgeler-
de yaşayan çoğunluk eski hüviyetini korumuştur. Bu şekilde halk ile devlet
arasında dini anlayış bakımından bir ikilik meydana gelmiş oluyordu. Ancak
başlangıçta daha az olan bu ayrışma, zaman içerisinde giderek büyüyecektir.
Bu şekilde merkezden taşraya doğru ilerleyen resmi anlayış yönündeki zorla-
yıcı evrim, Anadolu’daki daha sonraki hükümetlerin de dini siyaseti olacak-
tır. Bu dönemde Sünni tarikat olarak Halvetilik, Mevlelik ve Rifa’ilik kendini
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2010, s. 15.
17
Osman Turan, a.g.e., s. 425
18
Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII
Yüzyıllar), Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2009.
19
Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, s. 160-171; İlk Mutasavvıflar, s. 48-55.
38
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
göstermektedir. Bu ayrışmaya karşın çoğu kere Alevilik ve Sünnilik sınırları
kaybolmaktaydı. Ibn Battuta, Deşt-i Kıpçak’ta Kuma ırmağı boyunda bulu-
nan Macar şehrinde Rifa’î zaviyesine de rastlamış ve burada konaklamıştır.
Ahmed Rifa’î’nin halifesi olan Iraklı Şeyh Muhammed Batâihî’nin idare ettiği
bu zaviyede sayıları yetmişi bulan Türk, Arap, Iranlı ve Rum asıllılardan olu-
şan karışık bir derviş topluluğu ile karşılaşmıştır. Herkesin büyük bir tazimle
bağlı olduğu bu zaviye halkın olduğu kadar hanın ve hatunlarının yardımları
ile ayakta durmaktaydı.
20
Dostları ilə paylaş: |