KAYNAKÇA
Bice, Hayati, Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevi ve Hikmetleri, H Yayınları, Istanbul
Kasım 2014.
Hoca Ahmed Yesevi, Açıklamalı Divan-ı Hikmet, Haz. Ahmet Eğilmez Rıdvanoğlu,
Gayem Yayınları, Istanbul 2014.
Hoca Ahmed Yesevi, Günümüz Aşk Yolcusuna Divan-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice. H
Yayınları, Istanbul Kasım 2015.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, Diyanet Işleri Başkanlığı Yayın-
ları, Ankara 1976.
Ömerustaoğlu, Adnan, “XI. Yüzyıldan XXI. Yüzyıla Kutlu Bilgi”, Türk Tefekkür Dün-
yası Bilgi Şöleni, 1.Cilt, Denizli 2015.
İrfanın Anlam Kaybı ve Belirsizliği –
Yesevîlikte Sofra Tutmak
Ahmet TAŞĞIN*
Giriş
Bildiri, Edebî Sanatlardan Mecazlar ve Anlam Sanatları çerçevesinde Ye-
sevîlik yolunda önemli bir başlık teşkil eden “Sofra Tutmak” başlığını izah
etmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede burada, mecazların edebî sanatlar içe-
risindeki öneminin sıkıştırıldığı edebiyat alanından sosyal bilimler içerisinde
hangi şekilde istifade edileceğine dair bir değerlendirme ve tartışma yapmak-
tadır. Böylece klasik metin ve anlam dünyası etrafında konuyu sosyal bilimler
nitel araştırma yönteminden istifade ederek izah etmeyi hedeflemektedir.
Klasik metinlerin sayı ve içerik olarak Türk Islam dünyasında sayılama-
yacak ölçüde olduğu bütün herkesin malumudur. Yine bu eserlerin modern
dönemin ortamına ve modern bilim zeminine aktarılmasında karşı karşıya
kalınan bazı sorunlar bulunduğu da yine akademik çevrelerce malumdur. Bu
sorunlar arasında daha çok eserlerin yayınlanması ve neşre hazırlama ilkeleri
yani Latin harflerine aktarma için kullanılan yöntem olarak ileri sürülmekte-
dir. Doğrusu klasik metinlerle ilgili burada aktarılan husus, batılı bir çalışma-
nın ürünü olarak irfan kaynaklarının yayınlanmasında karşı karşıya kalınanın
transkript ya da noktalama sorunu olmadığıdır. Kaldı ki bu husus, Şarklı bir
adamın evinin bir odasını “Şark Köşesi” yapması anlamına gelmektedir. Öy-
leyse sorun, bu metinleri bir transkript olarak gören zihin de dâhil metni elin-
de dolaştıran toplulukları ya da metnin muhataplarıyla ilgilidir. Yani klasik
metinlerde kurulu dünya, anlam ve kavramsal düzlemi bırakılmayarak her ta-
raftan “çimdiklendi” veya yağmalandı. Bu çimdiklenmeye karşın bir türlü bu
* Prof. Dr., NEÜ Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü, Meram Konya, ahmetyt@
hotmail.com
82
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
metinler modern sosyal bilimlerin parçası veya nesnesi haline getirilemedi.
Oysa modern bilim ve felsefesinin en iddialı olduğu konular arasında klasik
metin, anlam, dil ve bunun kurulu dünyası yer almaktadır.
Bu çalışma klasik metinlerin değerlendirilmesinde oluşan soruna dikkat
çekmektedir. Öyleyse klasik metinlerin geniş bir alana yayıldığı ve bir bü-
tün olarak konunun ele alınıp bir program oluşturulması gerekmektedir. Bu
eserlerin önemli bir kısmı din bilimleri içerisinde kısmen de edebiyatçılar ve
tarihçiler arasında değerlendirmeye tabi tutulmuş veya tutulmaktadır.
Bir adım daha ileri gidilecek olursa edebî metinlerin anlam dünyasının
kurgusunda başvurulan izahlar da dikkat çekicidir. Bütün bu çaba ve gayrete
rağmen klasik metinlerin en fazla hareket alanı kazandığı yer ve çevre, tarih
alanı olmuştur. Giderek daha fazla çalışmanın ve araştırmacının konusu ol-
masına karşın eserlerin sosyal bilimlerin diğer alanlarına doğru hareket ettiği
veya ettirildiği söylenemez.
Klasik metinler arasında tasavvuf ve tarikatları konu alan eserler başlı ba-
şına bir yekûn teşkil eder. Türkistan’dan Rum ve Balkanlara kadar bu coğraf-
yada tasavvuf ve tarikatlara ilişkin çalışmaların hemen ilk referansı Ahmed
Yesevî’dir. Ahmed Yesevî’nin tasavvuf ve tarikata ilişkin görüşleri bir çizgi
olarak bir arada tutulup kurulmalıdır. Böylece hem düşünce ve anlam hem
de tarih ve coğrafya olarak bağlantı kurulabilmesiyle bir bütün olarak takibi
ve anlaşılması mümkün olabilecektir. Bütün bu alanların parçalı olduğu veya
parçalanmış olarak kaldığı, bu parçaların da bir türlü bir araya getirilme ça-
balarının sonuç vermeyerek yorgunluk ve ümitsizlik oluşturduğunu da söyle-
mek mümkündür. Buradan hareketle klasik metinler ya yazıyla resmedilmiş
ya da sözlü olarak korunmuştur. Bir başka yönüyle bu metinler, yani özellik-
le menakıpnameler gerçekleşmiş bir programı aktarmaktadır. Bu metinler-
de ismi geçen veya programı uygulayan olarak Rum ve Balkanlarda yaşayan
Müslüman ve farklı kökene sahip toplulukların marifet anlayışını kuran ve
yerleşikliğini sağlayan Hoca Ahmed Yesevî’dir.
1
Ahmed Yesevî’nin Türkistan’dan başlayan faaliyetleri Çin, Hindistan, Ho-
rasan, Rum ve Balkanlara kadar ulaşmıştır. Kendisinden sonra sistematik-
leştirdiği marifet anlayışını yetiştirdiği öğrencileri aracılığıyla çok geniş bir
1
H. Kâmil Yılmaz, “Anadolu ve Balkanlar’da Yesevî Izleri”, Ahmed-i Yesevî Hayatı Eserleri
Tesirleri, Hazırlayan Mehmed Şeker – Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neşriyat, 1996, ss. 567-
580.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
83
coğrafyaya taşımıştır. Marifet anlayışı, onun mektebinde yetişen halifeler ile
Müslüman Türklerin bulunduğu ya da ulaştığı son hududa kadar götürül-
müştür. Doğal olarak Rum diyarında yaşayan Türklerin marifet anlayışı ve bu
coğrafyadaki gerekçe ve meşruiyeti de yine Türkistan Piri Hoca Ahmed Yesevî
tarafından tayin edilen halifeler ile yerleştirilmiştir.
Uzun bir göçün ardından çok geniş bir sahaya yayılan Türk topluluklarıy-
la birlikte ya da onların ardından gelen Yesevî dervişleri, irşatlarına devam
edip irşadın farklı kökene sahip topluluklar arasında da yayılmasını sağla-
dılar. Hatta bu husus Türkistan, Horasan, Rum ve Balkan eren ve evliyaları
çevresinde de ifade edilmektedir. Türkistan kaynağı Cengiz istilası ardından
giderek zayıflamış ve bu süreç Emir Timur ile de Türkistan ve Horasan birlik-
te tamamlanmıştır. Ahmet Yesevî irşadıyla yolu takip eden bu toplulukların
yaşadıkları sorunlara bakışı ve sorunları hangi menşeden değerlendikleri hu-
susu da önemlidir. Bu önemine karşın Ahmet Yesevî tarafından üretilen ya da
yeni baştan canlandırılan erkânın sunduğu çözüm ve bu çözümün programı
giderek kaynağında zayıflamıştır.
Diğer yandan zorunlu göçlerle taşındığı yeni yerlerde de yani Rum ve Bal-
kanlarda tabi olarak bu program yeni biçimler alarak devam etmiştir. Bir süre
sonra her iki zaman ve mekân arasındaki bağlantı ve ilişki de kopmuştur.
Doğal olarak kaynağında kuruması ve yeniden hay hâline geldiği topraklarda
aldığı yeni biçimden dolayı Ahmet Yesevî programı bilgi ve hikmet olarak akıl
ve kalpten yazıldığı yerden silinince veya unutulunca Yesevî marifetinin te-
mel kavramsal alanı ve bu alanın gerçekleşme yolu anlaşılamaz hâle gelmiştir.
Doğrusu anlaşılsa bile pratikleri kaybolduğu için nasıl uygulandığı ortadan
kalkmıştır.
Ahmet Yesevî’nin hikmet ya da Teberrükleri dışında farklı metinlerde doğ-
rudan Ahmet Yesevî ismiyle beraber erkânına ilişkin kısa bilgiler ile halife-
lerinin varlığından da söz edilmelidir. Hem hikmet metninde hem de onun
adına hareket etmiş olan nakiplerinin yolun uygulanmasında başvurdukları
yöntem ve erkânın uygulaması bir şekilde bu alanda meşgul olan çevrelerin
dikkat ve nazarına düşmemiş ve gelmemiştir. Hatta bu metinlerdeki Ahmet
Yesevî ile ilişkisi şeyh, halife ve mürit şeklinde bağlantısını kurmada göste-
rilen heves aynı şekilde erkânın uygulanmasında gösterilememiştir. Çünkü
Ahmet Yesevî, iktidarın aygıt ve aracına dönüşmüş ve Timur ile son bulan
süreç ile tamamen resmî ya da zahir hâle gelen Tasavvuf ve Tarikat uzmanlık
84
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
veya profesyonel alanının parçası hâline gelmiştir. Ahmet Yesevî’nin halife-
leri ve halifelerin uyguladığı erkân ise yine iktidar için tersinden bir aygıta
dönüşmüştür. Böylece aynı alanı ortadan ikiye bölerek her ikisini de kendi
meşruiyeti için kullanıp konunun geri dönülüp toparlanma imkânını ortadan
ya da gündem kaldırmıştır.
Her şeye rağmen Rum ve Balkan coğrafyasında yaşayan topluluklar, Ye-
sevî halifeleri vasıtasıyla Yesevî marifetinin kavram ve pratiklerini korumayı
başarmışlardır. Yesevî ardılı topluluklar, kavram ve pratikleri korumalarına
karşın kavram ve pratiklerin anlamını kaybetmişlerdir. Başka bir ifadeyle en
azından burada ele alınan hususlar etrafında aktarılan kavramların anlamı be-
lirsiz hâle gelmiştir.
2
Uzun ve geniş bir coğrafyada yayılan Yesevîlik, gelişip
genişlediği toplulukları da kendi irfanı üzerinden tanımlamış ve anlamlandır-
mıştır. Aynı şekilde üzerinde yaşadıkları mekânı ya da toprakların tanım ve
anlamını da kaybetmişlerdir. Sonuç itibariyle bilginin belirsizliğinin yanında
mekânın da yetimiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bir şekilde mekânını yani var-
lık alanını kaybedince mesajı da kaybetmiş oldu.
Bütün bunlar göstermektedir ki Yesevîlik marifete ilişkin kavram ve an-
lam dünyasını yeniden davet edebilecek iki türlü mekânı da kaybetmek üze-
redir
3
. Belki bundan daha ötede bu mekânın ortadan kaldırılması için son
kale de yıkılmaya çalışılmaktadır. Bu mekândan ilki insanın kendisidir. Bir
mekân olarak insan, Yesevîlik kavram ve anlamını sözlü ve yazılı olarak taşı-
maktadır. Sözlü aktarımla zihin ve kalbe kaydetmiştir. Bununla beraber sözlü
bu metinleri yazı ile deriye vb. malzemeye işlemektedir. Bu iki kayıt mekân
olarak insan ile sağlanmaktadır. Böylece Yesevî irfanı sözlü ve yazı yardımıyla
günümüze kadar ulaşmıştır. Bu açıdan bakıldığında “Talib”
4
, araştırıp elde et-
tiğini zihnine ve kalbine yazılı olan yazıyla günümüze kadar taşımıştır. Ikinci
mekân ise Yesevî halife ve dervişlerin yani Türkistan ve Horasan pirlerinin
2
Ahmet Taşğın, Dediği Sultan ve Menakıbı: Konya ve Çevresinde Ahmet Yesevi Halifeleri, Konya: Çizgi
Yayınları, 2013.
3
Hacı Bektaş Veli, Makâlât, Hazırlayan Ali Yılmaz vd. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
2011, s. 110-137.
4
“Taleb, maddi ya da manevi olsun, bir şeyin varlığını araştırmak.” Rağıb el-İsfahani, Müfredât
Kuran Kavramları Sözlüğü, Çeviren ve Notlandıran Yusuf Türker, 3. Baskı, Istanbul: Pınar Ya-
yınları, 2012, s. 926-927.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
85
türbeleridir. Bu her iki mekân Rum ve Balkan coğrafyasında yaşayan Yesevî
marifetinin senetleridir
5
.
Bu hususta karşı karşıya kalınan bir başka sorun da kavram ve anlam dün-
yasının hangi şekilde pratik hâle getirileceği hususudur. Bu sorunun çözümü
ve izahındaki havza Rum ve Balkandır. Rum ve Balkan coğrafyasında kendile-
rini Türkistan ve Horasan’a refere eden eren ve evliyaya bağlı topluluklardır.
Öyleyse bu metinleri baştan sona yeniden ele alıp kavram ve anlam olarak
ortaya koymak gerekmektedir
6
. Çünkü Yesevî adı ve marifeti bir şekilde bu
topluluklar bünyesinde sözlü ve yazılı metinler olarak korunmuştur. Bu top-
luluklara yönelik muhkem alan dikkate alındığında iktidar ve araçlarının han-
gi manevra ve malzemelerle bir köşeye sıkıştırmıştır. Bu yüklenmesine karşın
parçaların bir araya getirilmesiyle varlık ve bilgi alanı anlaşılabilir ve ortaya
çıkarılabilir.
Yesevîlik araştırmaları uzun zamandan beri yapılmakta ve yapılmaya de-
vam edeceği de aşikârdır. Yapılan çalışmaların eksik bıraktığı ve izah edeme-
diği hususlarda dâhil Yesevîlik çalışmaları devam edecektir. Özellikle “Islam
Ilimlerinin” teşekkülü ve kazandığı meşruiyet merkezinde inşa edilen “ulum”
çerçevesinde kurmuştur. Bu inşa edilen ilimlerin süreç içerisinde kazandığı
anlam ve dayattığı yöntem bütün alanları kuşatmıştır. Bu nedenle Yesevîlik
etrafında şekillenmiş marifet, inşa edilen ilimlerin kavram, yöntem ve anlam
alanı dışında kalmıştır. Tasavvuf ve Tarikatlar hakkında yerleşik bilgi, bu hu-
susun en çarpıcı örneklerindendir. Bir şekilde bu bilginin inşa edilip kurgu-
landığı çevre ve yine bilgi ve bu bilginin elde edildiği yöntemi, bir süre sonra
iktidarın bütün imkânı ve desteğiyle yerleşik hâle gelmiştir. Böylece evveli ve
ahirini belirleyecek şekilde iktidarın aygıtlarına dönüşmüş ve ihsa edilen alan
aradan geçen zaman sonrasında hangi koşullarda oluştuğuna dikkat edilme-
den veya edilmeyerek Tasavvuf ve Tarikatlar hakkındaki yerleşik bilgi sürdü-
rülmeye devam edilmektedir.
Doğal olarak yukarıdaki hususlar dikkate alınarak Yesevîlik üzerine ya-
pılan çalışmalar, iktidar aracına dönüşen ve ihsa edilen bu alanın verileriyle
5
Yılmaz Kurt, “Hoca Ahmed Yesevî’nin Rum Eyâletindeki Zaviye Kurucuları Üzerindeki Etki-
leri”, Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyum Bildirileri, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayın-
ları, 1993, ss. 255-270.
6
Ahmet Taşğın, “Menkıbelerin Kurduğu Zaman ve Mekân: Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaş Örne-
ği”, Uluslararası İpek Yolunda Türk Dünyası Ortak Kültür Mirası Bilgi Şöleni (3-4 Ekim 2013), Editör
Fahri Atasoy, Ankara: Türk Yurdu Yayınları, 2014, ss. 267-272.
86
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
eksiklikleri ya da yöneldikleri hususların içeriği ve bu çalışmaları yapanların
yaklaşım ve yöntemi de buradan hareketle ortaya konulmuştur. Yani bu çalış-
mada, iktidar tarafından iç edilerek kurulan ve bir süre meşruiyeti tartışılma-
yıp mutlak doğru olarak kabul edilen ilimlerin ihsa edilmesi ve usulü çeper ve
çevresine dikkat ederek konunun kendi imkânına yönelmiştir. Böylece olunca
da şu ana kadar Yesevîlik hakkında araştırma yapan çevrelerin, Yesevîlik ve
ardıllarını “Sünnilik” dışında ya da heteredoks, senkretik şeklinde adlandır-
malarına karşın, bu çalışmadaki yaklaşımı takip etmeleri güçleşmiş ve tabi
bir itirazda bulunmaktadırlar. Çünkü konunun malzemesine yönelik yapılan
gayreti yöntemine dair yapılmamaktadır. Bu durum da ilgili çevrelerin iktidar
ve araçlarına kısa bir zaman sonra dönüştüklerini göstermektedir.
Yesevîlik, kendi ortaya çıkıp geliştiği alanın sınırlarını zorlardı. Nihayetin-
de içerisinde büyüdüğü havzanın etrafına taştı veya taşmayı arzuladı. Bir süre
sonra Yesevîlik, bu aktörler tarafından yeni bir dil ile yeni mekânlara aktarıldı.
Hâlbuki Ahmed Yesevî, Tasavvuf ve Tarikat tarihi ilim alanı içerisinde hangi
başlıklar altında neler yapmış, hangi yenilikleri getirmiş ve hangi kavramsal
alanı nasıl bir anlam dünyası kurarak ortaya koymuştur? Bütün bunlar için
hangi yöntemi önermiş gibi temel prensiplere yönelip ortaya koyduğu esaslar
daha belirgin hâle getirilmeliydi. Yesevî ve ardıllarının takip ettiği program ve
bu programın yöntemi başlı başlına bir konu olması hasebiyle bu pratiklerden
yola çıkarak yeni bir Tasavvuf ve Tarikat Tarihi yazılmalıdır? Ya da Yesevî ve
ardıllarının takip ve tatbik ettikleri esaslar etrafında yeni bir kavramsal alan
ve yöntem kurulmalıdır
7
?
Konu bu sorularla işaret edilen bir yerden ele almaktan daha ziyade tarih
ya da sosyal tarih ve sosyal tarihin kazandırıldığı kavramsal alanı üzerinden
hareket edilerek neticeye varılmaktadır. Bu durum da yerleşik olan Tasavvuf
ve Tarikat kavramsal alan ve başlıklarına yaklaştırmaya ya da benzetilmeye
zorlanmaktadır. Bir şekilde iktidar elinde ve ihsa edilen ilim merkezinden
çıkarak yapılan değerlendirme alanın uzmanlarını çıkış noktalarına getirmek-
tedir. Doğal olarak Yesevîlik üzerine yapılan çalışmalar, başladığı yere çekil-
7
Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Istanbul: Insan Yayınları, 2011, s. 324-329;
Mustafa Kara, “Yeseviyye’nin Temel Kitabı Cevâhiru’l-Ebrâr min Emvâci’l-Bihâr”, Ahmed-i
Yesevî Hayatı Eserleri Tesirleri, Hazırlayan Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Istanbul: Seha Neş-
riyat, 1996, ss. 241-269. Burada konunun anlaşılmasına kolaylık sağlayacak konu başlıkları
arasında özellikle “zaman, mekân, ihvan ve sultan” gibi dörtlü bir tasnifin üzerinde durulması
veya buna dikkat edilmesi önerilir.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
87
mekte ve bir adım ileriye gitmemektedir. Çünkü vardığı nokta, çıkış yeriy-
le aynıdır. Giderek önerdikleri yerine, hangi şahıs kadrosuyla hareket edip
nerelerde nasıl yerleştikleri hakkında bilgi verilmekte ve mevzunun içeriği
hakkında izah edilmekten kaçınılmaktadır. Netice itibariyle Yesevî’nin hayatı
ve hikmetlerinde aktarılan marifet ile Rum ve Balkanlarda günümüze kadar
etkisi süren irfanın kavram ve anlam dünyası üzerinde durulmamıştır. Çünkü
bu kurucu şahıs ve onlara ait yazılı ve sözlü metinlerin inşa ediciliği, konunun
aktarıcıları tarafından dikkate alınmamakta hatta bilinçli olarak bu alandan
kaçıldığı izlenimi de vermektedir
8
.
Yesevîlik hakkında yapılan çalışmalarda bir şekilde ele alınan konu ve baş-
lıklar, tarih ve sosyal tarih çerçevesinde şahıs kadrosuna yönelmektedir. Bu
durum Yesevî irfanının kendisine özgü bir alanının var olduğuna dair çıkar-
sama da bulunulup kaynağına da ilişkin çok farklı sonuçlara ulaşılmaktadır.
Yesevîlik’in bir bütün olarak kurulu kavramsal alanı ile bu alanı oluşturan
parçaların birinden diğerine aktarılan anlam dünyası arasında kurulmamak-
tadır. Doğal olarak kurulamayan bu ilişki başka alanlardan medet umut edip
yönelerek bütünlükçü yaklaşımdan uzaklaşılmasının getirdiği birikimle farklı
alanlara başvurmaktadır. Buradan elde edilen parçalı bilgi ve bilgi arasında-
ki ilişkisizliğe ihtimam gösterilmeden diğer veya öteki uzak bir alana taşın-
maktadır. Böylece alan genişletilerek takibi ve ilişki kurmak imkânsız hâle
gelmektedir. Bu taşıma da daha çok heyecan verici olması hasebiyle batıni ve
gulat topluluklar olmaktadır.
9
Sonuç olarak Yesevîlik araştırmalarının temel problemi Yesevî marifeti-
nin kurulu kavram ve anlam dünyasının ortaya konulamaması, kavram ve
anlam dünyası arasındaki ilişkinin sağlanamaması ve daha da ötesi anlamın
kaybolması ve belirsizliğinin takip edilip görülememesidir. Bu temel sorun
genel olarak doğu, Türk veya Müslüman dünyada klasik metinlerin kavram
ve anlam dünyasının kavranması ve aktarılması hususunda sosyal bilimler
8
Umay Günay, “Ahmed Yesevî’den Hareketle Yazılı Kültürün Sözlü Kültüre Etkisi Konusunda
Tespitler”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları,
1992, ss. 25-31.
9
Irene Melikoff, “Ahmed Yesevî ve Türkler’de Islâmiyet”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem-
pozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 61-67; Irene Melikoff, Uyur
Idik Uyardılar, Istanbul: Cem Yayınevi, 1993, s. 167-182; Ahmet Yaşar Ocak, “Anadolu Türk
Halk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sem-
pozyumu Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992, ss. 75-84.
88
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
için mecazi anlatımın sunduğu imkân da değerlendirilmelidir. Böylece birçok
metnin, sosyal bilimlerin konusu hâline gelmesi ve bu yolla birçok çalışma
yapılmasını da sağlayacaktır
10
.
Sofra Tutmak ve Sofra Açmak
Yesevî hikmetlerinin arasında Yetim, miskin, garip konusu yer almaktadır.
Hatta bu konu açık açık ilk hikmette ayrıntılı bir şekilde aktarıldı. Hazreti
Muhammet aleyhisselamın Miraç’a çıkışına da yetim ve miskinin hâlini sor-
duğu için gerçekleştiğini dile getirmektedir. Işte sofra tutmak konusu ve sofra
tutmak gerekçesi buradan daha iyi anlaşılmaktadır.
Garip, fakir, yetimleri Rasul sordu
O gece Mirac’a çıkıp Hakk cemalini gördü
Gerip gelip indiğinde fakirlerin halini sordu
Gariplerin izini arayıp indim ben işte.
……
Garip, fakir, yetimleri sevindiresin
Parçalayıp aziz canını eyle kurban
Yiyecek bulsan, canın ile misafir
Hak’tan işitip bu sözleri dedim ben işte
Garip, fakir; yetimleri kim sorar
Razı olur o kulundan Allah
Ey habersiz sen bir sebep, kendisi saklar
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim ben işte
11
.
Yesevî kaynakları arasında yer alan eserlerden Neseb-nâme’de “Sofra Tut-
mak ve Açmak” yer almaktadır. Konu” hem Ahmed Yesevî hem onun ataları
hakkında verilen bilgiler arasında yer verilmektedir. Her hangi bir yerde irşat
faaliyeti başlatan pir ya da mürşit, bu vazife veya bir bakıma faaliyet yürüte-
10
Ali Yıldırım- Hasan Şimşek, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 9. Baskı, Ankara:
Seçkin Yayıncılık, 2013, 235-249.
11
Hayati Bice, Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010,
s. 63-65; Namık Kemal Zeybek, Aşk Yolu Hoca Ahmet Yesevi ve Hikmetleri, Istanbul: Ötüken
Yayınları, 2014, s. 64-75.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
89
ceği yere yerleşmesi veya görevlendirilmesini ifade etmek için kullanılmakta-
dır
12
.
“Hace Ahmed Yesevî’nin atası Ibrahim Şeyhin Ebu Musa adlı bir ashabı
var idi. Ebu Musa Hace on beş yıl Ibrahim Şeyhin hizmetinde halvet kıldı.
Ibrahim Şeyh, Ebu Musa Hace’ye Hızır aleyhisselam işareti ile “Yesi ilinde
sofra tut!” diye izin verdiler. Kırk üç yıl Yesi ilinde sofra tuttular, kırk yıl Hızır
aleyhisselam ile sohbet etti. O vakitte Yesevî Ahmed Hace yirmi yaşında idi.
.....
Yine Sufi Muhammed Danişmend Zernuki geldi, Ahmed Hace Ata’nın
hizmetinde kırk defa halvet kıldı. Ondan sonra Şeyh Ahmed Yesevî, Sufi Mu-
hammed Danişmend’e izin verdi: “Git, Otrar’da sofra tut!” diye söyledi. Sufi
Muhammed Danişmend Otrar’da kırk yıl sofra tuttu, yetmiş yıl Hızır aleyhis-
selam ile yetmiş yıl sohbet etti.
13
”
Neseb-nameyi yayına hazırlayan Prof. Dr. Kemal Eraslan, sofra tutmak
hakkında şu bilgiyi vermektedir:
“sofra tut-“dergâha gelenlere sofra açıp yedirip içirmek” deyiminin mahi-
yeti, usul ve erkânı hakkında yeterli bilgi bulamadık. Mehmet Zeki Pakalın’ın
verdiği bilgi göre, somat (
Mevlevilerde Bektaşilerde meşinden veya bezden yapılırdı. Sofra üç türlüdür:
1. Müdevver şekilde meşin olup etrafına halkalar dikilirdi. Halkalardan geçi-
rilen zincir vasıtasıyla kullanılmadığı zaman büzülüp torba veya dağarcık şek-
line sokulan sofra, 2. Dergâhlarda, hassaten Konya Mevlevihanesinde kullanı-
lan meşin sofra, 3. Bir arşın genişliğinde uzun bir meşinden ibaret olan sofra.
Buna “elifi somat” denirdi, Yemekten sonra “somat günbângi” okunurdu.”
14
Gölpınarlı da bu konuya tasavvuf deyimlerini konu alan eserinde “somat”
bahsinde yer vermiştir. Lakin müstakil olarak sofra, sofra tutmak veya sofra
12
“Bu kelime, ‘sarı olmak’, ‘sarı’ gibi anlamlarına gelir. Neseb-name’de ‘sufradarlık’, ‘sufra tut-
mak’ şekillerinde görülen kelime, ‘idare etmek’, ‘şakirtlere başlık etmek’ anlamlarında kul-
lanılır. Neseb-name’deki bilgilere göre, ilk ‘sufra tutucular’, Ahmet Yesevi’nin atası Ishak
Bab ile babası Ibrahim Şeyh’tir. Ahmed Yesevi’nin kendisi de Yesi’ye sadece ‘sufra tutmak’
için gelmiştir. Demek ki, ‘sufra tutmak’ Yeseviyye tarikatının anenevi bir mirasıdır.” Aşirbek
Kurbanoğlu Müminov, “Mübeyyidiyye – Yaseviyye Alakası Hakkında”, Bir Türk Dünyası Ince-
lemeleri Dergisi, Sayı 1, Yıl 1994, s. 116.
13
Mevlana Safiyyüd-din, Neseb-Nâme Tercümesi, Hazırlayan Prof. Dr. Kemal Eraslan, Istanbul:
Yesevi Yayıncılık, 1996, s. 61.
14
Neseb-nâme Tercümesi, s. 73.
90
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
açmak hakkında herhangi bir açıklamada bulunmamıştır
15
. Buna karşın sofra
konunun Ahmet Yesevî ve Hacı Bektaş Veli arasındaki ilişkiyi aktaran Hacı
Bektaş Vilayetnamesi yayını münasebetiyle açıklama yapmaktadır. Gölpınarlı,
Vilayetname’deki terimler hakkında şu açıklamaları yapmıştır:
“Sofra, Bektaşîlerde, meşinden, çeşitli yiyecek şeyler konmak için gözleri
bulunan ince uzun bir sofra vardır ki bunu bellerine sararlar ve Arab alfabe-
sinde ‘elif’, yani ‘a’ harfine benzediğinden ‘elifi sofra’ adı verilir. Şeyh, halife-
lik verdiği dervişe bir de ‘elifi sofra” sunar.”
16
Sofra tutmak konusunun Türkistan ve Horasan diyarındaki anlamı yu-
karıda verildi. Konunun Rum diyarında karşılığına gelince, bu husus Hacı
Bektaş Veli’nin Ahmed Yesevî bağlantı ve ilişkisinde yer verilmektedir. Hacı
Bektaş Veli, Rum diyarına hareket etmeden Horasan’dan Türkistan’a Ahmed
Yesevî’nin yanına uğrar ve kendisine Rum’da irşat görevi takdim edilir. Hacı
Bektaş Veli’nin görev alışına işaret olarak altı adet nişan verilir. Bu nişanlar-
dan bir tanesi de sofradır.
“Ahmed Yesevî’nin başında, bir zira uzunluğunda bir elifi taç vardı. Bu taç,
hırka, çerağ, sofra, alem ve seccadeyle, Tanrıdan Muhammed peygambere gel-
mişti. O da, onları erkânla Murtaza Ali’ye vermişti. Imam Ali, Imam Hasan’a
sunmuştu, ondan Imam Hüseyin’e değmişti. Imam Hüseyin, onları Imam
Zeynelabidin’e vermişti, o, oğlu Imam Muhammed’e, o, oğlu, Imam Cafer
Sadık’a, o, oğlu Imam Musa Kazım’a, o, oğlu, Imam Ali Rıza’ya tapşırmıştı.
Imam Rıza, onları doksan dokuz bin Türkistan pirinin ulusu, Hace Ahmed
Yesevî’ye sunmuştu. Hepsi de, Şeyhin Tekkesinde dururdu, onları, halifele-
rinden hiç kimseye vermemişti. Soran olursa, sahibi vardır, gelir derdi. Birisi
gelip Şeyhten kisve giymek isterse, ne varsa onu giydirirdi. Hatta bir talip,
kurban getirecek olursa onun postundan bir külah yaparlardı, onu verirdi.
Bir gün halifeler, hep toplanalım da dediler, Şeyhten, onları istiyelim, bi-
rimizden birisine versin. Sabah çağı, doksandokuz bin halife, sabah namazını
kıldılar. Hâcenin avlusu pek genişti. …….. o emanetler, o adamın hakkıdır;
elifi taç, kendiliğinden uçar, başına konar, hırka, eğnine gelir, çırağ, uyanıp
önünde dikilir, sofra, varır, yayılır, alem, başının üstünde durur, seccade, altı-
na döşenir. Zahmet çekmeyin, sahibi var onların, çıkar gelir şimdi.
15
Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, Istanbul: Inkılap
Yayınevi, 2004, s. 278.
16
Abdülbaki Gölpınarlı, Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, Istanbul: Inkılap
Yayınevi, 2014, s. 139.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
91
Halifeler, bu sözleri duyunca utançlarından, başlarını yere eğdiler, şaşı-
rıp kaldılar. Derken bir de baktılar ki birisi, selam verip ‘sabahu’l-aşk’ deyip
geldi, oturanları aralayıp bir yere oturdu. Bu gelen er, Hünkar Hacı Bektaş
Veliydi…….
Namazı kıldıktan sonra geçti, yerine oturdu. Elifi taç, yerinden kalktı, uça-
rak geldi, Bektaş’ın başına geçti. Bunu gören halifeler, birden salavat getirdi-
ler. Hırka da havalanıp sırtına kondu. Çırağ, durduğu yerden kalkıp uyandı,
önünde durdu. Peygamberin sancağı da durduğu yerden kopup Hünkâr’ın
başı ucunda dikildi, seccade kalkıp altına döşendi.
Hacı Bektaş, o emanetleri, Ahmet Yesevî’ye sundu. Hace, erkâna uygun
olarak Hünkâr’ı tıraş etti, emanetleri verdi, icazetini teslim etti: Ya Bektaş,
dedi. Tam olarak nasibini aldın. Müjde olsun ki kutbu’l-aktablık senindir. Biz,
bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var, seni Rum’a saldık,
Sulucakaraöyük’ü sana yurt verdik, Rum abdallarına seni baş yaptık. Rum’da
gerçekler, budalalar, serhoşlar çoktur, artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü.
…..”
17
Hacı Bektaş Veli’ye bağlı Çelebiler ki Hacı Bektaş Veli’nin soyundan ge-
lenler olarak kabul edilir, kendilerine bağlı halife tayininde “sofra”yı yakın
zamana kadar atama şartları arasında sayıp sürdürmüşlerdir. Bektaşilikte sof-
ra, irşat makamına gelen kişiye verilmektedir. Kaldı ki günümüze kadar fark-
lı Bektaşi toplulukları da sofra erkânı uygulamaktadırlar.
18
Bunun dışında
genel olarak tarikatlarda sofra konusu ya da yemek adabı ayrıcalıklı bir yere
sahiptir.
19
Hacı Bektaş Veli’ye bağlı hatta onun soyundan gelen Çelebiler arasında
Sofra konusu yakın tarihli bir icazetnamede de kaydedilmiştir.
“Bu belge Allah’ın yardımıyla tamam oldu. Bu belgenin yazılış nedeni şu-
dur ki; Ariflerin, sultanı, ışıkların önderi Sultan Hacı Bektaş Velî -Allah onun
17
Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli Vilâyet-Nâme, s. 15-16.
18
Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşîlik ve Alevîlik Cilt 9, Ankara: Ardıç Yayınları, 2011,
s. 189-216; Refik Engin, – Ali Çakır, “Amuca Bektaşilerinde Sofra ve Sofra Erkânı”, Türk
Dostları ilə paylaş: |