Pereira İddia Ediyor



Yüklə 0,79 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə4/20
tarix28.11.2023
ölçüsü0,79 Mb.
#166952
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20
Pereira İddia Ediyor - Antonio Tabucchi

Zang Tumb Tumb başlıklı tuhaf bir şiirle savaşı ululadı. Ve sömürgeci
inancı, onu Italya’nın Libya’yı işgalini yüceltmeye götürdü. Yazdıklarının
arasında iğrenç bir bildirge de vardır: Dünyanın Tek Temizlik Aracı
Savaş. Fotoğra ları bize büyüklük havalarına bürünmüş, akademi
üniforması madalyalarla kaplı, burma bıyıklı bir adam gösteriyor.
Italyan faşizmi ona çok sayıda madalya vermiş, çünkü Marinetti
yönetimin ateşli destekleyicilerinden biriydi. Onunla birlikte şüpheli
bir kişi, bir savaş kışkırtıcısı yok oluyor...’ Pereira, daktiloya çekilmiş
bölümü bırakıp mektuba geçti, çünkü makalenin yanında elle yazılmış
bir de mektup vardı: ‘Sevgili Doktor Pereira, yüreğimin sesini dinledim,
ama bu benim suçum değil. En önemli şeyin, insanın yüreğinden gelen
sesler olduğunu bana siz kendiniz söylediniz. Bu ölüm yazısı
yayınlanabilir mi bilmiyorum, belki Marinetti yirmi yıl daha yaşar,
kimbilir. Her neyse, bana bir şeyler gönderebilirseniz, size minnettar
kalırım. Açıklayamayacağım nedenlerden ötürü, şu sıralar yazı işlerine
uğrayamam. Uygun gördüğünüz ufak bir miktar parayı göndermek
isterseniz, benim adıma bir zarfa koyup Posta Kutusu 202, Merkez
Postanesi, Lizbon adresine gönderebilirsiniz. Size telefonla haber
vereceğim. En içten selam ve dileklerimle, Monteiro Rossi.’
Pereira ölüm yazısını ve mektubu arşiv dosyasına yerleştirdi
ve üzerine ‘Ölüm Yazıları’ yazdı. Sonra ceketini giydi, Maupassant’ın
öyküsünün sayfalarını numaraladı, sayfaları alıp matbaaya götürmek
için dışarı çıktı. Terliyordu, kendini iyi hissetmiyordu ve merdivenlerde
kapıcı kadınla karşılaşmamayı umuyordu, diye iddia ediyor Pereira.


8
O cumartesi sabahı, saat tam onikide telefon çaldı, diye iddia
ediyor Pereira. O gün Pereira omletli sandviçini yanında getirmemişti,
kısmen kardiyologunun önerdiği gibi arada bir öğün atlamaya
çalıştığından, kısmen de açlığa dayanamazsa, Café Orquidéa’ya gidip bir
omlet yiyebileceğinden.
Günaydın, Doktor Pereira, dedi Monteiro Rossi’nin sesi, ben
Monteiro Rossi. Telefonunuzu bekliyordum, dedi Pereira, neredesiniz?
Şehir dışındayım, dedi Monteiro Rossi. Ozür dilerim, diye üsteledi
Pereira, şehir dışında ama nerede? Şehir dışında, diye yanıtladı
Monteiro Rossi. Pereira ha iften kızmaya başladığını iddia ediyor,
nedeni de bu sakınımlı ve yüzeysel konuşma biçimiydi. Monteiro
Rossi’den biraz daha saygılı bir davranış ve de biraz daha fazla minnet
duygusu beklerdi, ama ö kesini bastırıp posta kutunuza para
gönderdim, dedi. Teşekkür ederim, dedi Monteiro Rossi, uğrar alırım.
Başka da bir şey söylemedi. O zaman Pereira sordu: Ne zaman yazı
işlerine uğramayı düşünüyorsunuz? Karşı karşıya konuşmak daha
uygun olurdu. Ne zaman uğrayabileceğimi bilmiyorum, diye karşılık
verdi Monteiro Rossi, doğrusunu söylemek gerekirse tam şu sırada size
bir not yazmaktaydım, bir yerde buluşmayı öneriyordum, ama
mümkünse yazı işlerinde olmasın. Işte o zaman, bir şeylerin ters
gittiğini anladığını iddia ediyor Pereira ve Monteiro Rossi’den başka
biri işitebilirmiş gibi sesini alçaltarak sorduğunu: Başınız dertte mi
yoksa? Monteiro Rossi yanıt vermedi. Pereira da onun kendisini
anlamadığını sandı. Başınız dertte mi, diye tekrarladı. Bir anlamda evet,
dedi Monteiro Rossi’nin sesi, ama telefonda söz etmemekte yarar var,
hafta ortasına doğru bir yerde buluşmamız için size bir not yazacağım,
işin aslı size, yardımınıza gereksinim duyuyorum Doktor Pereira, ama
bunu size yüz yüze söyleyeceğim, şimdilik izninizle, buradan pek rahat
konuşamıyorum, kapatmam gerekiyor, sabırlı olun Doktor Pereira,
karşılıklı konuşacağız, görüşmek üzere.
Telefon tık diye kapandı, Pereira da ahizeyi yerine koydu.
Kaygılandığını iddia ediyor. Ne yapması gerektiği konusunda uzun uzun
düşündü ve kararını verdi. Şimdilik, Café Orquidéa’ya gidip bir limonata
içecek, sonra da oturup bir omlet yiyecekti. Oğleden sonra da Coimbra
trenine binip Buçaco kaplıcalarına gidecekti. Orada gazetenin yazı işleri


müdürüyle karşılaşacağı kesindi, kaçınılmaz bir şeydi bu ve Pereira’nın
canı adamla konuşmayı hiç istemiyordu, ama onun yanında uzun süre
kalıp gevezelik etmemek için iyi bir bahanesi vardı. Dostu Silva
kaplıcalarda tatilini geçiriyordu ve birkaç kez onu çağırmıştı. Silva,
Coimbra’da eski sınıf arkadaşlarından biriydi, şimdi aynı kentteki
üniversitede edebiyat dersleri veriyordu, kültürlü, sağ-duyulu, sakin ve
bekâr bir adamdı. Onunla birlikte iki-üç gün geçirmek keyi li olacaktı.
Ustelik kaplıcaların sağlığa yararlı suyunu da içecek, parkta gezinecekti,
belki de birkaç kez buğu banyosu yapardı, çünkü nefes darlığı vardı,
özellikle merdivenleri tırmanırken hep ağzından nefes almak zorunda
kalıyordu.
Kapıya bir not iliştirdi: ‘Hafta ortası döneceğim.’ Şansına,
merdivenlerde kapıcı kadınla karşılaşmadı, bu da onu rahatlattı.
Oğlenin göz kamaştırıcı aydınlığına çıktı ve Café Orquidéa’ya yöneldi.
Yahudi kasabın önünden geçerken orada toplanmış bir kalabalık
dikkatini çekti ve durdu. Vitrinin tuz buz edildiğini ve dükkânın
alnacına, kasabın beyaz boyayla kapatmaya uğraştığı bir şeyler
karalanmış olduğunu fark etti. Kalabalığın arasından sıyrılıp kasaba
yaklaştı, çünkü adamı, genç Mayer’i iyi tanırdı. Babasını da iyi tanırdı,
nehir kıyısındaki kahvelerde sık sık limonata içerlerdi birlikte. Sonra
yaşlı Mayer ölmüş, kasabı da oğlu David’e bırakmıştı, iriyarı, genç
yaşına rağmen koca göbekli, güler yüzlü bir delikanlıydı. David, diye
yanına yaklaşıp sordu: Ne oldu? Görüyorsunuz ya Doktor Pereira, diye
yanıtladı David, boyayla kirlenen ellerini kasap önlüğüne silerken:
Serseriler dünyasında yaşıyoruz, serseriler yaptı bu işi. Polisi çağırdınız
mı peki, diye sordu Pereira. Daha neler, dedi David, daha neler. Ve
yazıları beyaz boyayla kapatmaya devam etti. Pereira Café Orquidéa’ya
yöneldi ve içerde vantilatörün karşısına yerleşti. Bir limonata söyledi
ve ceketini çıkardı. Ne olduğunu duydunuz mu Doktor Pereira? Pereira
gözlerini açarak sordu: Yahudi kasabı mı? Ne Yahudi kasabı, diye
karşılık verdi Manuel uzaklaşırken, daha da beteri var.
Pereira maydanozlu bir omlet ısmarladı ve sakin sakin yedi.
Lisboa beşten önce çıkmazdı, okuyamayacaktı, çünkü o sırada kendisi
Coimbra trenine binmiş olacaktı. Bir sabah gazetesi getirtebilirdi, ama
Portekiz gazetelerinin garsonun değindiği haberden bahsedeceklerine
pek inanmıyordu. Sadece dedikodusu kulaktan kulağa yayılıyordu,
haberleri alabilmek için, insanın kahvelerde soruşturması, konuşanlara


kulak kabartması gerekiyordu, bilgi sahibi olmanın tek yolu buydu ya da
Rua da Ouro’daki tütüncü dükkânlarından birinden, herhangi bir
yabancı gazete geldikçe onu alması gerekiyordu, ama hep üç-dört gün
gecikmeyle geldiklerine göre, günlük yabancı gazete araması
boşunaydı, en iyisi sormaktı. Ama Pereira kimseye bir şey sormak
istemiyordu, sadece kaplıcalara gitmek, birkaç gün başını dinlemek,
dostu Profesör Silva ile la lamak ve dünyanın kötülüğünü düşünmemek
istiyordu. Bir limonata daha ısmarladı, hesabı getirtti, çıkıp merkez
postaneye yürüdü, varınca iki telgraf yolladı, birini odasını ayırmaları
için kaplıcalar oteline, ötekini de dostu Silva’ya. ‘Akşam treniyle
Coimbra’ya geliyorum. Stop. Arabayla beni karşılayabilirsen sevinirim.
Stop. Sevgiler, Pereira.’
Sonra bavulunu hazırlamak için evine döndü. Biletini
doğrudan gardan alacağını düşündü, zaten bol bol zamanı vardı, diye
iddia ediyor Pereira.


9
Coimbra Garı’na vardığında, kentin üzerinde ne is bir
günbatımı vardı, diye iddia ediyor Pereira. Peronda çevresine baktı,
ama dostu Silva’yı göremedi. Telgrafın eline geçmediğini ya da Silva’nın
kaplıcalardan ayrılmış olduğunu düşündü. Buna karşın, garın holüne
girdiğinde, bir sıranın üzerine oturmuş sigarasını tüttüren Silva’yı
gördü. Duygulandığını hissetti ve arkadaşının yanına gitti. Görüşmeyeli
uzun zaman olmuştu. Silva onu kucaklayıp elinden bavulunu aldı.
Gardan çıkıp arabasına gittiler. Silva’nın geniş ve rahat, metalik akşamı
pırıl pırıl parlayan siyah bir Chevrolet’si vardı.
Kaplıcalara giden yılankavi yol, zengin bitki örtüsü olan
tepelerden geçiyordu. Pereira penceresini açtı, çünkü biraz midesi
bulanmıştı, serin hava ona iyi gelecekti. Yol boyunca az konuştular.
Nasıl gidiyor işler, diye sordu Silva. Şöyle böyle, diye yanıtladı Pereira.
Yalnız mı yaşıyorsun, diye sordu Silva. Yalnız yaşıyorum, diye yanıtladı
Pereira. Bence bu sana yaramıyor, dedi Silva, sana eşlik edecek ve
yaşamına neşe katacak bir hanım bulmaksın, karının anısına bağlı
olduğunu biliyorum, ama yaşamının geri kalanını onun anısıyla
geçiremezsin. Yaşlıyım, diye karşılık verdi Pereira, çok şişmanım ve
kalp hastasıyım. Hiç de yaşlı değilsin, dedi Silva. Benimle yaşıtsın,
ayrıca rejim yapabilir, tatile çıkabilir, sağlığına dikkat edebilirsin. Laf,
dedi Pereira.
Pereira kaplıca otelinin görkemli olduğunu iddia ediyor.
Kocaman bir parka açılan bir villa, bembeyaz bir bina. Pereira odasına
çıkıp üstünü değiştirdi. Açık renk bir kostüm giyip siyah boyunbağı
taktı. Silva lobide onu beklerken aperiti ini yudumluyordu. Pereira
müdürünü görüp görmediğini sordu ona. Silva göz kırptı. Her gün
akşam yemeğini orta yaşlı, sarışın bir bayanla yiyor, diye karşılık verdi
Silva. Otel müşterisi, görünüşe bakılırsa seninki kendine bir dost
bulmuş. Böylesi daha iyi, dedi Pereira, beylik konuşmalardan kurtulmuş
olurum.
Lokantaya girdiler. Tavanı çiçek bezekli fresklerle süslü
ondokuzuncu yüzyıldan kalma bir salondu. Müdür, salonun ortasındaki
bir masada, siyah gece elbisesi giymiş bir kadınla yemek yiyordu;
başını kaldırınca Pereira’yı gördü, yüzüne bir şaşkınlık ifadesi yayıldı ve
bir eliyle Pereira’nın yanına gelmesini işaret etti. Silva başka bir masaya


yerleşirken, Pereira müdürün yanına gitti. Iyi akşamlar Doktor Pereira,
sizi burada göreceğimi sanmıyordum, yazı işlerini terk mi ettiniz?
Kültür sayfası bugün çıktı, dedi Pereira, bilmem görebildiniz mi, gazete
Coimbra’ya gelmemiş olabilir, Maupassant’ın bir öyküsü ve benim
hazırladığım ’Anımsamalar’ diye bir köşe yazısı yer alıyor içinde, zaten
burada topu topu iki gün kalacağım. Çarşambaya dönüp gelecek
cumartesi gününün kültür sayfasını hazırlayacağım. Hanımefendi,
kusura bakmayın, dedi müdür yanındaki bayana, size Doktor Pereira’yı
takdim edeyim, iş arkadaşlarımdandır kendisi. Sonra ekledi: Bayan
Maria do Vale Santares. Pereira başını eğerek selam verdi. Müdür bey,
dedi, sizinle görüşmek istediğim bir konu var, eğer sizin için bir
sakıncası yoksa, her an ölebilecek büyük yazarlar için önceden ölüm
yazıları hazırlamakta bana yardımcı olacak bir stajyeri işe almaya karar
verdim. Doktor Pereira, diye haykırdı müdür, burada hoş ve duyarlı bir
hanımın eşliğinde yemek yiyip Eğlenceli diye nitelendirilebilecek şeyler
üzerine söyleşiyordum, sizse gelmiş, ölmek üzere olan insanlardan söz
ediyorsunuz, bana sorarsanız incelikten yoksun bir davranış sizinki.
Ozür dilerim müdür bey, dediğini iddia ediyor Pereira, işten bahsetmek
değildi niyetim, ama kültür sayfalarında, büyük sanatçılardan birinin
aramızdan ayrılacağını da öngörmek gerekir ve de eğer aniden ölürse,
ayaküstü bir ölüm yazısı hazırlamak da sorun çıkarır. Bundan üç yıl
önce, T. E. Lawrence öldüğünde, hiçbir Portekiz gazetesi zamannıda
verememişti haberi, hepsi ölüm yazısını bir hafta sonra yayınladı,
modern bir gazete olmak istiyorsak, haberleri zamanında izlemeliyiz.
Müdür ağzındaki lokmayı ağır ağır çiğneyip peki Doktor Pereira, dedi.
Size kültür sayfası konusunda tam yetki verdim, tek bilmek istediğim
stajyerin bize kaça patlayacağı ve de güvenilirliği. Buysa, diye yanıtladı
Pereira, bana azla yetinen biri gibi göründü, alçakgönüllü bir delikanlı,
ayrıca Lizbon Universitesi’ni ölüm üzerine bir tez vererek bitirmiş, yani
ölümden anlıyor. Müdür, eliyle tartışmaya yer bırakmayan bir hareket
yaptı, şarabından bir yudum alıp bakın Doktor Pereira, dedi, yalvarırım
ölümden söz etmeyin artık, yoksa yemeği burnumuzdan getireceksiniz,
kültür sayfasına gelince, nasıl uygun görüyorsanız öyle olsun, size
güveniyorum, otuz yıl boyunca yerel haberlerle uğraştınız, şimdilik iyi
akşamlar ve a iyet olsun.
Pereira masasına yönelip dostunun karşısındaki
yerine oturdu. Silva
beyaz şarap isteyip istemediğini sordu. Pereira başını hayır anlamında


salladı. Garsonu çağırıp bir limonata ısmarladı. Şarap bana dokunuyor,
diye açıkladı, kardiyolog söyledi. Silva bademli alabalık, Pereira da
Strogonoff usulü yumurtalı bon ile ısmarladı. Sessizce yemeye
başladılar, sonra bir ara, Pereira, Silva’ya olan biten hakkında ne
düşündüğünü sordu. Olan biten derken neyi kastediyorsun, diye sordu
Silva. Olan biten işte, dedi Pereira, Avrupa’da olan bitenler. Ha, dert
etme, diye karşılık verdi Silva, burada, Avrupa’da değiliz biz,
Portekiz’deyiz. Pereira üstelediğini iddia ediyor: Evet, ama gazeteleri
okuyorsun, radyoyu dinüyorsun, Almanya’da ve Italya’da olanları
biliyorsun, fanatik bunların hepsi, dünyayı ateşe ve kana bulamak
istiyorlar. Dert etme, diye karşılık verdi Silva, bizden çok uzaktalar. Peki,
diye sürdürdü Pereira, ama Ispanya o kadar uzakta değil, iki adım
ötemizde, Ispanya’da neler olduğunu biliyorsun, kan gövdeyi götürüyor,
oysa başta anayasaya uygun bir hükümet var, bütün bunlar yobaz bir
generalin başının altından çıkıyor. Ispanya da çok uzakta, dedi Silva, biz
Portekiz’deyiz. Oyle ama burada da işler o kadar iyi gitmiyor, polis
aklına eseni yapıyor, insanları öldürüyor, arama tarama var, sansür var,
baskıcı bir devlet bu, insanların beş paralık değeri yok, kamuoyu hiçe
sayılıyor. Silva ona bakıp çatalını bıraktı. Dinle beni Pereira, dedi. Hâlâ
kamuoyuna inanıyor musun? Kamuoyu Anglosaksonların, Ingilizlerin
ve Amerikalıların uydurduğu bir şeydir; affedersin ama, bu kamuoyu
ikriyle bizi boka batıran da onlar zaten, biz onlarla aynı politik sisteme
sahip olmadık asla, geleneklerimiz de aynı değil, sendikalar’dan falan da
anladığımız yok, bizler Güney’in insanlarıyız, Pereira ve bizler sesini
kim en çok yükseltiyorsa, kim hükmediyorsa ona boyun eğeriz. Bizler
Güneyli değiliz, diye karşı çıktı Pereira, damarlarımızda Kelt kanı var.
Ama Güney’de yaşıyoruz, dedi Silva, iklim politik ikirlerimize uygun
düşmüyor, Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinlerbizler böyleyiz, hem
sonra, iyi dinle söyleyeceğimi, ben edebiyat dersi veriyorum ve
edebiyattan anlarım, halk şairlerimizin, 16.yy.halk şiiride dosluk

Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin