‘Anımsamalar’ yok, diye yanıtladı Pereira, çeviriyi almak için yazı
işlerine gelmeyin, çünkü öğleden sonra olmayacağım, Yahudi kasabın
hemen yakınındaki Café Orquidéa’ya sizin adınıza kapalı bir zarf
bırakacağım. Ardından santralı arayıp memureden Buçaco kaplıcalarını
bağlamasını rica etti. Lisboa’nın müdürünü istedi telefona. Müdür bey
parkta güneş banyosu yapıyor, dedi resepsiyoncu, rahatsız edebilir
miyim, bilmem. Evet, rahatsız edebilirsiniz, dedi Pereira, gazetenin
kültür sayfası sorumlusunun aradığını söylersiniz. Müdür telefona geldi
ve alo, ben müdür, dedi. Müdür bey, dedi Pereira, Balzac’ın bir
anlatısının çevirisini ve kısaltmasını tamamladım, iki-üç sayı için
yeterli, size telefon etmemin nedeni, Parede Deniz Tedavi Merkezi’ne
yatmak niyetindeyim, kalbim pek iyi değil ve doktorum bana kaplıca
tedavisi önerdi. Sizin için uygun mu acaba? Ya gazete, diye sordu müdür.
Söylediğim gibi, en az iki-üç haftalık iş hazır. Ayrıca Lizbon’dan iki adım
uzaktayım, size de kliniğin telefonunu bırakacağım, üstelik herhangi bir
şey olursa, soluğu doğru yazı işlerinde alırım. Ya stajyer, diye sordu
müdür, yerinize stajyeri bırakamaz mısınız? Bırakmamam daha uygun,
diye yanıtladı Pereira, bana bir-iki tane ölüm yazısı hazırladı,
makalelerinin işe yarayacağından pek emin değilim, ola ki bu arada
önemli bir yazar ölürse, işi ben kendim üstlenirim. Tamam, dedi müdür,
bir haftalığına kaplıcalara gidin bakalım Doktor Pereira, zaten gazetede
müdür yardımcısı var, olası sorunların üzerine o eğilebilir. Pereira veda
etti ve kaplıcada tanıştığı kibar bayana saygılarını iletmesini rica etti.
Sonra telefonu kapatıp saate baktı. Café Orquidéa’ya gitme zamanı
gelmiş sayılırdı, ama çıkmadan önce akşam okumaya fırsat bulamadığı
D’Annunzio hakkındaki yazıyı okumak istiyordu. Pereira, bu yazıyı kanıt
olarak sunabiliyor, çünkü saklamış. Yazıda şöyle deniyordu: ‘Tam beş ay
önce, 1 Mart 1938 günü, akşamın sekizinde, Gabriele D’Annunzio hayata
gözlerini yumdu. O zaman, bu gazetenin kültür sayfası yoktu, ama şimdi
bizim için onu anma zamanı geldi. Gabriele D’Annunzio, namı diğer
Rapagnetta, büyük bir şair miydi? Bunu yanıtlamak güç, çünkü biz
çağdaşları için eserleri daha çok taze. Belki de sanatçı kişiliğiyle uyum
içindeki insan yanından söz etmek daha uygun düşer. Oncelikle
güzelden anlayan bir adamdı. Yaşamı boyunca lüksü, sosyete yaşamını,
gösterişi ve eylemi sevdi. Büyük bir zevk düşkünü, ahlâk kuralları
yıkıcısı, çarpıklığın ve kösnüllüğün âşığıydı. Alman
ilozofu
Nietzsche’den üst-insan mitosunu aldı, ama bu kavramı, benzersiz bir
yaşamla renklendirilmiş bir kaleydoskop oluşturmaya yönelik,
güzelleştirici ideallerin güç istemine indirgedi. Büyük Savaş sırasında
müdahaleci oldu, halklar arası barışın kesin düşmanıydı. 1918’de
Viyana’nın üzerinden uçup kentin üzerine Italyanca el ilanları atmak
gibi savaşçıl ve kışkırtıcı eylemlere girişti. Savaştan sonra, Fiume
kentinin işgalini düzenledi, daha sonra Italyan birlikleri onu kapı dışarı
ettiler. Gardone’de Vittoriale degli Italiani zaferi diye vaftiz ettiği bir
villaya çekildi ve orada anlamsız aşklar ve cinsel serüvenlerle
belirlenmiş se ih ve düşkün bir yaşam sürdü. Faşizme ve savaşçıl
girişimlere olumlu gözle baktı. Fernando Pessoa ona trombone solosu
adını yakıştırmıştı, Pessoa bunda belki de pek haksız sayılmaz.
Gerçekten, D’Annunzio’dan bize ulaşan ses, hassas bir kemanın
tınısından çok bir ü lemeli çalgının tiz ve dediğim dedik bir trompetin
yankılı sesine benziyor. Ornek olamayacak bir yaşam, gümbürtülü bir
şair, gölgeler ve lekelerle yüklü bir adam, öykünülmeyecek bir kişilik,
işte bu yüzden onu anıyoruz. Imza: Roxy.’
Pereira düşündü. Kullanılamaz, kesinlikle kullanılamaz. ‘Ölüm Yazıları’
dosyasını alıp sayfayı içine koydu. Bunu neden yaptığını bilmiyor, çöpe
de atabilirdi, ama tersine sakladı. Daha sonra artan kızgınlığını
yatıştırmak için aklına yazı işlerinden çıkıp Café Orquidéa’ya gitmek
geldi.
Kahveye varınca, ilk gördüğü şey, Marta’nın kızıl
saçları oldu.
Vantilatöre yakın bir köşe masasına oturmuş, sırtını da kapıya vermişti.
Ustünde Praça da Alegria’daki şenlikte giydiği, askıları sırtta
çaprazlaşan elbise vardı. Pereira, Marta’nın omuzlarının çok güzel,
yumuşak, çıkıntılı, kusursuz olduğunu düşündüğünü iddia ediyor.
Yaklaşıp kızın karşısına geçti. Oh, Doktor Pereira, dedi Marta doğallıkla,
Monteiro Rossi’nin yerine ben geldim, o bugün gelecek durumda değil.
Pereira masaya yerleşip Marta’ya bir aperitif içmek isteyip
istemediğini sordu. Marta, sek bir portoya hayır demeyeceğini söyledi.
Pereira garsonu çağırıp iki sek porto ısmarladı. Alkollü içki
içmemeliydi, ama nasıl olsa ertesi gün bir haftalık bir perhiz için Deniz
Tedavi Merkezi’ne yatacaktı. Garson içkileri getirdikten sonra, Pereira
ne oldu, diye sordu. Eh işte, diye yanıtladı Marta, sanırım herkes için
güç bir dönem. Monteiro Rossi, Alentejo’ya gitti, şimdilik de orada
kalıyor, Lizbon dışında birkaç gün geçirmesi daha iyi. Ya kuzeni, diye
sordu sakınımsızca Pereira. Marta ona bakıp gülümsedi. Monteiro
Rossi ve kuzenine büyük yardım ettiğinizi biliyorum, gerçekten
harikaydınız, Doktor Pereira, siz de bizlere katılmalısınız. Pereira yine
biraz ö kelendiğini, bunun üzerine ceketini çıkardığını iddia ediyor.
Bakın genç bayan, diye karşılık verdi sonra, ben ne sizlerden ne de
onlardanım, tek başıma idare etmeyi yeğliyorum, ayrıca sizinkilerin
kimler olduklarını da bilmiyorum, bilmek de istemiyorum, ben bir
gazeteciyim ve kültürle ilgileniyorum, Balzac’ın bir anlatısının çevirisini
yeni bitirdim, sizin hikâyelerinizden habersiz kalmayı tercih ederim,
sizin olaylarınız benim uğraş alanımın dışında kalıyor. Marta porto
şarabından bir yudum alıp şöyle dedi: Bizler, gazetelerin güncel
olaylarla ilgili sütunlarının konusu falan değiliz Doktor Pereira, bunu iyi
anlamanızı istiyorum, bizler tarihi yaşıyoruz. Pereira da porto kadehini
yudumladı ve karşılık verdi: Bakın genç bayan, tarih biraz büyük bir laf,
ben de bir zamanlar Vico ile Hegel’i okudum. Tarih evcilleştirilecek bir
hayvan değildir. Ama Marx’ı okumamış olabilirsiniz, diye karşı çıktı
Marta. Okumadım, dedi Pereira, ilgi de duymuyorum. Hegel
ekollerinden bıktım, ayrıca daha önce de söylediğim bir şeyi
tekrarlamama izin verin: Sadece kendimi ve kültürü düşünüyorum,
benim dünyam bunlardan ibaret. Bireyci anarşist mi, diye sordu Marta,
işte öğrenmek istediğim bu. Ne demek istiyorsunuz, diye sordu Pereira.
Oh, dedi Marta, bireyci
anarşistin ne demek olduğunu bilmediğinizi
iddia etmeyin sakın, Ispanya onlarla kaynıyor, bireyci anarşistler bu
dönemde kendilerinden bol bol söz ettiriyorlar, ayrıca kahramanca
davranışlarda da bulundular, ama bana sorarsanız, biraz düzene
sokulmalarında pek bir sakınca olmaz. Bakın Marta, dedi Pereira, bu
kahveye politikadan söz etmek için gelmedim, daha önce de söylediğim
gibi, politikayla ilgili değilim, çünkü öncelikle kültürle uğraşıyorum,
Monteiro Rossi’yle buluşacaktım, şimdi siz bana onun Alentejo’da
olduğunu söylüyorsunuz. Ne yapmaya gitti Alentejo’ya?
Marta, garsonu ararmış gibi çevresine bakındı. Yiyecek bir şeyler
söyleyelim mi, diye sordu sonra. Saat
üçte bir randevum var. Pereira,
Manuel’i çağırdı, iki tane maydanozlu omlet ısmarladılar, sonra Pereira
yeniden sordu: Monteiro Rossi, Alentejo’ya ne yapmaya gitti? Kuzenine
eşlik etti, diye yanıtladı Marta, kuzeni son dakikada yeni emirler
almıştı. Ispanya’ya savaşa gitmeyi arzu edenlerin çoğu Alentejolu,
Alentejo’da çok eskilerden kalma bir demokrasi geleneği vardır, ayrıca
birçok bireyci anarşist de var, sizin gibi Doktor Pereira, iş de eksik
olmaz, kısaca, sonuçta Monteiro Rossi Alentejo’ya giden kuzenine eşlik
etti, çünkü oradan adam topluyorlar. Peki, diye karşılık verdi Pereira,
ona tarafımdan iyi adam toplamalar dilersiniz. Garson omletleri getirdi
ve yemeye başladılar. Pereira peçetesini boynuna sardı, omletten bir
parça aldı ve şöyle dedi: Bakın Marta, yarın Cascais yakınında bir Deniz
Tedavi Merkezi’ne gidiyorum, sağlık sorunlarını var. Monteiro Rossi’ye
D’Annunzio hakkında yazdığı makalenin kesinlikle kullanılamaz
olduğunu söyleyin, size bir hafta kalacağım kliniğin telefon numarasını
bırakıyorum, beni aramak için en uygun saat yemek zamanıdır, şimdi
bana Monteiro Rossi’nin nerede bulunduğunu söyleyin. Marta sesini
alçaltıp yanıtladı: Bu akşam Portalegre’de dostların evinde olacak, ama
adresi vermemeyi yeğlerim, ayrıca geçici bir adres bu, çünkü her akşam
başka bir yerde kalacak, Alentejo’da sık sık yer değiştirecek, büyük
olasılıkla o sizinle bağlantıya geçecek. Peki, dedi Pereira küçük bir
pusulayı kıza uzatırken, işte Parede Deniz Tedavi Merkezi’ndeki telefon
numaram. Şimdi gitmem gerekiyor Doktor Pereira, dedi Marta, kusura
bakmayın, bir randevum var ve bütün şehri bir baştan bir başa
katetmeliyim.
Pereira ayağa kalkıp kızı geçirdi. Marta hasır şapkasını takıp
uzaklaştı. Pereira, kız çıkarken durup arkasından baktı, güneşte
karaltısı düşen bu şekle hayran kalmıştı. Kendisini rahatlamış, hatta
neşeli hissetti, nedenini bilmiyor. Sonra da oturup eliyle Manuel’e işaret
etti. O da hemen gelip bastıracak bir içki ister misiniz, diye sordu.
Pereira susamıştı, çünkü öğle sonrası çok sıcaktı. Bir an düşündü, sonra
sadece bir limonata istediğini söyledi. Ve limonatayı çok soğuk, bol
buzlu ısmarladığını iddia ediyor Pereira.
14
Ertesi gün, Pereira erken kalktı, diye iddia ediyor Pereira. Bir
kahve içti, küçük bir bavul hazırladı ve içine Alphonse Daudet’nin
Dostları ilə paylaş: |