GİRİŞ: İDEOLOJİYİ ANLAMA
T
ü m
İ
n s a n l a r
s
İ
y a s a l
d ü ş ü n ü r d ü r
. A
n l a m i n i
b
İ
l s î n l e r
y a
d a
b i l m e s i n l e r
İ
n
-
sanlar, düşüncelerinden, fikirlerinden her bahsettiklerinde, siyasal görüşlere ve kavramla
ra başvururlar. "Özgürlük”, “hakkaniyet”, “eşitlik” “adâlet” ve “haklar” gibi terimler günlük
dilin her yanma saçılmıştır. Benzer bir şekilde “muhafazakâr”, “liberal”, “sosyalist”, “komünist” ve
“faşist” gibi kelimeler, herkes tarafından ya kendi görüşleri ya da başkalarının görüşlerini betim le
mek için düzenli olarak kullanılan kelimelerdir. Ancak bu terimler, bildik hatta sıradan olsalar da,
nadiren açık seçik bir anlamda kullanılırlar. Örneğin, “eşitlik” nedir? Tüm insanların eşit olduğunu
söylemek, ne demektir? insanlar eşit olarak mı doğar, toplumun insanlara eşitlermiş gibi muamele
etmesi mi gerekir? Tüm insanların eşit haklara, eşit fırsatlara, eşit siyasal etkiye/nüfuza, eşit üc
retlere mi sahip olmalıdır? Aynı şekilde “komünist” veya “faşist” gibi kelimeler genellikle yanlış
kullanılırlar. Birini ‘faşist’ olarak adlandırmak ne demektir? Faşistlerin benimsedikleri değerler ve
inançlar nelerdir, faşistler neden bu inançları benimserler? Komünist fikirler, liberal, muhafazakâr
ya da sosyalist fikirlerden nasıl ayrılır? Bu kitap, ana siyasal ideolojilerin temel fikir ve inançlarını
incelemektedir. Giriş niteliğindeki bu bölüm, siyasette fikirlerin rolü, siyasal ideolojinin doğası,
ideolojileri sınıflandırmada sağ/sol tayfının işlerliği ve 21. Yüzyılda ideolojilerin karşısındaki belli
başlı meydan okumaları ele almaktadır.
FİKİRLERİN ROLÜ
Birçok siyasal düşünüre göre, fikirler ve ideolojiler çok da önemli değildir. Siyaset bazen, salt iktidar
mücadelesinden azıcık daha fazla bir şey olarak görülür. Eğer bu doğruysa, o zaman siyasal fikirler,
salt oy kazanmak veya halkın desteğini cezbetmek için tasarlanmış sloganlar ve sözcükler bütünü
olan propagandadan başka bir şey değildirler. Bu yüzden de fikirler ve ideolojiler basitçe, siyasal ha
yatın derinlerindeki gerçekleri gizlemek için kullanılan “göz boyamadır. Bu anlayış, John B. Watson
(1878-1958) ve B. F. Skinner’ın (1 9 0 4 -1 9 9 0 ) görüşleriyle beslenen davranışçı psikoloji ekolünün
desteklediği bir anlayıştır. Davranışçı yaklaşıma göre insanlar, dışsal bir etkiye karşı davranmaya (daha
doğrusu tepki vermeye) koşullanmış, biyolojik makinelerden azıcık daha fazla bir şeydir. Fikir, değer,
his ve niyetleri çerçevesinde düşünen özne, bahis konusu değildir. Buna oldukça benzeyen bir diğer
görüş de “diyalektik materyalizm’e dayanır. Bu anlayış, Sovyetler Birliği ve diğer ortodoks komünist
devletlerdeki entelektüel çabaya hâkim olmuş ham bir Marksizm şeklidir. Diyalektik materyalizme
göre, siyasal fikirler sadece ve sadece onları dillendirenlerin İktisadî ya da sınıfsal çıkarları çerçevesin
de anlaşılabilir. Fikirlerin “maddî temelleri” vardır; kendi başlarına anlamları ya da önemleri yoktur.
Bundan dolayı ortodoks Marksistler siyaseti, kesinlikle, sosyal sınıf açısından çözümlerler ve siyasal
ideolojileri, belli sınıfların çıkarlarının ifadesinden başka bir şey değilmiş gibi görürler.
Buna karşıt birtakım iddialar da vardır. Örneğin, Jo h n Maynard Keynes (bkz. s. 7 6 ), dün
yanın temelde iktisatçılar ile siyaset filozoflarının görüşleri çerçevesinde yönetildiğini öne sürer.
Keynes General Theory ( Genel Teori, 19 3 6 ) adlı eserinin son sayfalarında şu görüşlere yer verir:
Kendilerini herhangi bir entelektüel etkiden muaf olarak gören tecrübeli insanlar, çoğunlukla ölü
bir iktisatçının köleleri konumundadırlar. Havadan birtakım sesler duyan otorite konumundaki
çıldırmış insanlar da çılgınlıklarının özünü, birkaç yıl öncesindeki akademik yazar çizerden ufak
ufak damıtmaktadır. (Keynes [1936] 1963, s. 383).
Fikirleri, pratik durumlara yönelmiş koşullu tepkiler olarak reddeden anlayışın aksine bu
görüş, inançlar ve teorilerin ne dereceye kadar insan eylemine tükenmez bir kaynak sağladığına
dikkat çeker. Bu dünya nihaî olarak, “akademik yazar-çizer” tarafından yönetilmektedir. Böylesi
bir görüş, örneğin modern kapitalizmin Adam Smith (bkz. s. 6 5 ) ve David Ricardo’nun (1 7 7 2 -
1823) klasik iktisat anlayışları çerçevesinde geliştiğini; Sovyet komünizminin büyük oranda Kari
Marx (bkz. s. 135) ve V. İ. Lenin’in (bkz. s. 140) yazılarıyla şekillendiğini ve de Nazi Almanya-
sı’nın, H itler’in (bkz. s. 2 1 8 ) M ein K a m p f (K avgam [1 9 2 5 -1 9 2 6 ]) adlı eserinde geliştirdiği öğre
tilere yapılacak göndermelerle anlaşılabileceğini öne sürer.
Gerçekte, siyasal hayata ilişkin her iki açıklama da tek yönlü ve de yetersizdir. Siyasal fikirler,
salt kişisel hırs veya çıkarların edilgen birer yansımaları değildir. Aksine bu fikirler, siyasal eyle
mi harekete geçirip, bu eyleme rehberlik edebilir, dolayısıyla da, maddî hayatı şekillendirebilirler.
Bununla beraber siyasal fikirler bir boşlukta ortaya çıkmazlar. Bu fikirler, birer yağmur tanesi gibi
gökten yere düşmez. Tüm siyasal fikirler, hizmet ettikleri siyasal arzular tarafından ve ortaya çık
tıkları sosyal ve tarihsel koşullar tarafından şekillendirilirler. Basitçe ifade etmek gerekirse, siyasal
teori ve siyasal uygulama birbirlerinden ayrılmaz biçimde bağlantılıdır. Tüm bunlardan dolayı, her
dengeli, inandırıcı siyasal hayat çözümlemesi, bir tarafta yer alan fikir ile ideolojilerin, diğer taraf
taki tarihsel ve maddî güçlerle girdikleri süreklilik arz eden karşılıklı etkileşiminin önemini dikkate
almalıdır.
Fikir ve ideolojiler siyasal hayatı çeşitli yollardan etkiler. Her şeyden önce, fikir ve ideolojiler,
dünyanın anlaşılması ve açıklanması için kullanılan bir bakış açısı sağlar. İnsanlar dünyayı olduğu
gibi görmezler, yalnızca olmasını istedikleri gibi görürler. Yani insanlar dünyayı, yerleşik inanç, fi
kir ve varsayımların yer aldığı bir örtünün ardından görürler. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak herkes,
davranışlarına yol gösteren ve tutumlarını etkileyen bir siyasal inanç ve değer kümesini benim
ser. Sonuçta siyasal fikir ve ideolojiler, siyasal faaliyeti harekete geçirecek amaçları tespit eder. Bu
açıdan siyasetçiler, birbirlerinden oldukça farklı nitelikteki iki etkiye mâruz kalırlar. Şüphesiz tüm
siyasetçiler iktidarı arzular. Bu durum siyasetçileri, pragmatik olmaya ve seçmenin gönlünü hoş tu
tacak ya da iş dünyası veya ordu gibi güçlü grupların desteğini kazanacak siyasaları ( policy) benim
semeye zorlar. Ancak siyasetçilerin sadece iktidarın hatırına iktidar arayışına girmeleri nadir bir
durumdur. Siyasetçilerin aynı zamanda iktidara eriştiklerinde, bu iktidarla ne yapacaklarına ilişkin
inançları, değerleri ve kanaatleri de vardır.
Pragmatik ve ideolojik kaygılar arasındaki denge, siyasetçiden siyasetçiye, hatta herhangi bir
siyasetçinin kariyerindeki farklı aşamalarda değişebilir. Adolf Hitler (bkz. s. 2 1 8 ) gibi bazı siyaset
çiler kendilerini, ödünsüz hatta fanatik bir tutumla açıkça tanımlanmış ideolojik hedefler grubuna
adayabilirler. H itler’in yazılarında şiddetli bir anti-Semitizm (bkz. s. 2 2 8 ) yer alır ve Hitler açıkça,
Doğu Avrupa’da Alman hâkimiyetinde ırkçı bir imparatorluk kurma arzusunu dile getirir. Lenin
gibi Marksist devrimciler kendilerini, komünist, sınıfsız bir toplum inşa etmeye adamışlardır. An
cak hiçbir siyasetçi, ideolojik kanaat çerçevesinde oluşan körlükten doğan kayıplardan kurtulamaz:
İktidarın kazanılması ve muhafazası gerekiyorsa, en azından, bazı stratejik uzlaşılar sağlanmalıdır.
Şüphesiz H itler’in 1933’te Şansölye olarak atanmasından sonra anti-Semitik saldırılarda artış oldu.
Bazılarına göre, H itler’in asıl amacı hep bu olsa da o, ırkçı temelli soykırımlara savaş yıllarına kadar
girişmedi. Lenin örneğine baktığımızda ise; kapitalizmle ilgili hoşnutsuzluğuna rağmen 1921’de
Rusya’da sınırlı özel teşebbüsün yeniden doğuşunu mümkün kılan Yeni İktisadî Siyasa’yı uygula
maya koydu. Galiba sadece Amerika’dakiler değil, diğer siyasetçiler de, siyasal metadan azıcık daha
fazla bir şey olarak algılana gelmişlerdir. Çünkü bu siyasetçiler, fikirlere ve siyasalara fazla dikkat
etmeden, kendilerini imaj ve kişilik temelinde pazarlarlar. A B D ’li siyasetçiler, salt iktidar arayışın
daki pragmatistler değildirler. A BD siyasetindeki fikir ve değerlerin önemi, aynı kapsamlı ideolojik
hedefleri paylaşan iki ana partinin (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) varlığından dolayı açıkça
görülmez. A B D ’li siyasetçilerin çoğu, Am erikan ideolojisi” olarak adlandırılan görüşü paylaşır. Bu
ideolojinin kapsamında, serbest piyasa ekonomisinin meziyetlerine ilişkin liberal-kapitalist değer
ler kümesi ve A BD Anayasasında yer alan ilkelere saygı vardır.
Siyasal fikirler aynı zamanda, siyasal sistemlerin doğasının şekillenmesinde katkıda bulunur.
Yönetim sistemleri, tüm dünyada birbirlerinden önemli ölçüde farklıdır. Ayrıca, sistemler her za
man belli başlı değer ve ilkeler çerçevesinde şekillenir. Mutlakî monarşiler, başta kralların İlâhî
hakları olmak üzere, derinlere kök salmış dinsel birtakım fikirlere dayanır. Çağdaş Batı ülkelerinin
çoğundaki siyasal sistemler ise birtakım liberal-demokratik ilkeler üzerine inşa edilmiştir. Batı’daki
devletler tipik olarak sınırlı ve anayasal yönetimlere saygılıdırlar; ayrıca yönetimin, düzenli ve reka
bete açık seçimlere dayalı olarak temsilî olması gerektiğine inanırlar. Benzer şekilde, geleneksel ko
münist siyasal sistemler, Marksizm-Leninizmin ilkeleriyle uyumludur. Komünist devletlerde tek
partinin, Kom ünist Partinin hükümranlığı vardır. Bu partinin otoritesi; Lenin’in, Komünist Parti
tek başına işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmektedir, şeklindeki inancına dayanır. Hatta dünyanın
ulus-devletler şeklinde bölünmesi ve yönetsel iktidarın genellikle ulusal düzeyde yer alması ger
çeği, milliyetçilik, daha da özelde, ulusal ölçekte kendi kaderini tayin etme ilkesi etrafında oluşan
siyasal fikirlerin derin etkisinin yansımasıdır.
Son olarak belirtmek gerekirse, siyasal fikirler ve ideolojiler, sosyal bir çimento işlevi yüklene
bilirler. Bu işlev, sosyal gruplara, daha doğrusu tüm toplumlara, onları bir arada tutacak birleştirici
inanç ve değerler kümesi temin eder. Siyasal ideolojiler genellikle belli başlı sınıflarla ilişkilendi-
rilirler. Örneğin, liberalizm orta sınıfla, muhafazakârlık arazi sahibi aristokrasiyle, sosyalizm işçi
sınıfıyla... ilişkilendirilir. Söz konusu fikirler, hayat tecrübelerini, sosyal sınıfın arzularını ve çı
karlarını yansıtır. Bu yüzden de aidiyet ve dayanışma duygusunun beslenmesine katkıda bulunur.
Ayrıca fikir ve ideolojiler, toplum içindeki farklı grup ve sınıfları birbirine bağlamakta da başarılı
olabilirler. Örneğin, Müslüman ülkelerde İslâm, ortak ahlâkî ilke ve inançlar kümesi oluştururken,
Batılı ülkelerin çoğunun temelinde de birleştirici liberal-demokratik değerler vardır. Siyasal fikir
ler, topluma birleşmiş bir siyasal kültür temin etmekle düzeni ve sosyal istikrarı da beslem iş olur.
Birleştirici bir siyasal fikir ve değerler kümesi, toplum içinde doğal olarak gelişebilir. Ancak
bu küme yukarıdan aşağıya doğru, itaat üretme teşebbüsüyle dayatılabilir ve bir sosyal denetim
biçim i olarak işletilebilir. Siyasal ve askerî liderler, hükümet yetkilileri, toprak sahipleri veya sana
yiciler gibi seçkin grupların sahip olduğu değerler, kitlelerin benimsedikleri değerlerden oldukça
farklı olabilir. Yönetici seçkinler siyasal fikirleri, muhalefeti denetim altında tutmak ve bir ideolojik
yönlendirme (manipülasyon) süreci marifetiyle tartışmayı kısıtlamak için kullanabilirler. Bu, Nazi
Almanyası ve Sovyetler Birliği gibi “resmî” ideolojiye sahip ülkelerde açıkça yer almıştır. Her iki
ülkede de resmî ya da siyasal olarak “güvenilir” inançlar, hem nasyonal sosyalizm hem de Mark-
sizm-Leninizmde siyasal hayata, aslında tüm sosyal kurumlara, sanata, kültüre, eğitime, medya
y a ... hükmetmişti. Karşıt görüş ve inançlar ya sansürlenmiş ya da bastırılmıştı. Bazılarının iddia
sına göre, göze batmayacak bir ideolojik yönlendirme biçimi tüm toplumlarda yer almaktadır. Bu
iddia, bir sonraki bölümde ele alacağımız Marksist görüş tarafından ileri sürülür. Marksist anlayış,
kapitalist toplumların, İktisadî olarak hâkim olan sınıfların çıkarlarına hizmet eden fikirlerin tahak
kümünde olduğunu ileri sürer.
Dostları ilə paylaş: |