DEĞİŞEN DÜNYA DÜZENİ
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin bir sonucu olarak dünya düzeni, önemli ölçüde değiştirilmiştir. So
ğuk Savaş’ın sona ermesi Doğu Avrupa’da 1989-1991 devrimleriyle komünizmin çökmesine; daha
yakın dönemlerde de küresel terörizmin (bkz. s. 2 9 0 ) ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu “uzun”
Soğuk Savaş dönemi, ya da Hobsbawm’in (1 9 9 4 ) “kısa” 20. Yüzyıl olarak gönderme yaptığı 1914
ile 1991 arası dönemin en göze çarpan özelliği, kapitalizm ile komünizm arasındaki ideolojik m ü
cadeledir. Bu mücadele, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, ABD ve SovyetlerBirliğinin rakip
süper güçler olarak ortaya çıkmalarıyla çok daha fazla yoğunlaşmıştır. Komünizmin çökmesinin
ortaya çıkardığı ideolojik sonuçlar oldukça önemli ve geniş kapsamlı olsa da, hâlâ bir tartışma
konusudur. Komünizmin çöküşüyle ilgili olarak yapılan ilk ve başlangıçtaki
en etkili yorum, Batı
tarzı liberal demokrasinin, özellikle de demokrasinin A B D ’deki biçiminin,
dünya genelinde kendi
ayakları üzerinde durabilecek yegâne ideolojik model olarak kaldığıdır. “Tarihin Sonu” teziyle bes
lenmiş bu görüş, On Birinci Bölüm ’de tartışılmaktadır. Bu türden gelişmelerin sosyalizm üzerinde
önemli etkiler oluşturduğu aşikârdır. Özellikle Sovyet tarzında yer alan M arksist-Leninist kılıktaki
devrimci sosyalizm, hem gelişmekte olan ülkelerde hem de komünizm sonrası ülkelerde harcan
mış bir çaba olarak görülmektedir. Demokratik sosyalizm de bu süreçten etkilendi; hatta bazıları,
prestijinin çok ciddî anlamda tehlikeye düştüğünü öne sürdüler. Merkezî planlamanın başarısızlığı,
özellikle “tepeden-aşağıya doğru” devlet denetiminin en ılımlılarına olan inancı bile zayıflattı. Bu
durum, demokratik sosyalistleri refahın oluşturulmasında yegâne güvenilir araç olarak piyasayı ka
bul etmeye mecbur bıraktı. Bu gelişmeler, Dördüncü Bölüm’de ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Ancak Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber ortaya çıkan durumlar sadece sosyalist ideolojiyle
sınırlı değildir. Komünizmin çökmesi, bırakın evrensel liberalizmin zaferi olmasını, bir dizi ideolo
jik gücün ortaya çıkmasına yol açtı. Bu ideolojilerin en önemlileri, komünizm sonrası devletlerde
ortaya çıkan ve Marksizm-Leninizmin yerini alan milliyetçilik, özellikle etnik milliyetçilik ile geliş
mekte olan ülkelerde etkisini artıran ve çeşitli biçimlerde ortaya çıkan dinci köktenciliktir. Ayrıca,
“sosyalizmin ölümü’ nden nemalanacakları düşünülen liberalizm ve muhafazakârlık gibi ideolojiler
bile tuhaf bir şekilde etkilenmişlerdir. 20. Yüzyıl boyunca liberalizm ve muhafazakârlığın tutar
lılıklarıyla
beraber güçleri, bir dereceye kadar, sosyalist veya komünist “düşm an’ın karşıtı olarak
tanımlanmaları gerçeğinden türetiliyordu. Örneğin 20. Yüzyıl’ın sonlarına doğru Yeni Sağ, “sinsice
yaklaşan sosyalizme” karşı genel nefretle beraber Sovyet komünizmine yönelik de özel husumetin
ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. 21. Yüzyılda liberalizm ve muhafazakârlığın geleneksel düşmanları
nın zayıflaması veya çökmesi, her ikisinin de daha şekilsizleşeceği ve farklılaşacağı anlamına gelir.
New York ve Washington’u perişan eden terörist saldırıların yer aldığı 11 Eylül 2001 tarihi,
geniş ölçüde “dünyanın değiştiği gün” olarak yorumlanmaktadır. Ancak dünyanın nasıl değiştiği
ve bu değişimin sonuçlarının ana ideolojilerle ilgili sonuçlarının ne olacağı çok belirgin değildir.
Şüphesiz, küresel terörizmin gündeme gelmesi, ulusal ve uluslararası ölçekte birtakım ciddî sonuç
lar doğuracaktır. Uluslararası
alanda ABD, George W. Bush’un himayesindeki “teröre karşı savaş”
çerçevesinde, gittikçe küstahlaşan ve bazı açılardan tek yanlı bir dış politika izlemektedir. Bunun
örnekleri arasında, Afganistan’daki Tâlibân rejiminin yıkılması ve Saddam Hüseyin’in Irakı’na karşı
yapılan savaş yer alıyor. Ancak bu hareketlerin ideolojik sonuçlarının neler olacağını kestirmek
oldukça güçtür.
Bir taraftan, eğer “teröre karşı savaş” Batı karşıtı dinci militanlığı ve buna destek
verenleri bertaraf etme veya yok etmede başarılı olursa, bu durum uzun vadede liberal demokra
tik değer ve kuramların evrenselleşmesine katkıda bulunabilir ama öte taraftan bu savaş,
Samuel
Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezine uygun olarak, Amerikan ve Batı karşıtı çok daha
keskin tepkiyi tahrik edebilir, dahası, köktenci din anlayışını daha da güçlendirebilir. Küresel terö
rizm ulusal ölçekte ise genelde devleti, özelde ise yurttaşlarını koruma ve güvenliği muhafaza etme
adına devlet otoritesini daha sağlam bir zemine oturtur. Bu yüzden Philip B obbitt
The Shield ofA c-
hilles
(
A şil’in K alkan ı, 20 0 2 ) adlı eserinde, devletin özü gereği “savaşan bir kurum” olduğunu öne
sürer.
Terörist tehdit, sivil özgürlükler ve bireysel haklarla ilgili hassasiyetlerin üzerinde devletin
güvenliği ve düzenin önceliğini tesis ettiği ölçüde, liberal duyarlılıkların aşınması ve muhafazakâr
lığa doğru bir kaymayla ilişkilendirilebilir.
Dostları ilə paylaş: