2.5.1.5. Marshal Yardımı, Sonun Başlangıcı
1950’lerde Amerika’nın Türkiye yaptığı Marshal yardımı neticesinde Çukurova’da
makineleşmeye gidilir. Yazarın deyişiyle “Çukurova büyük bir traktör istilasına uğrar.”
601
Bölge açısından değişim oldukça hızlı olur. İnsanların bu değişime çok çabuk uyum
sağlamaları yazar açısından şaşırtıcıdır. Bunun için “İnsanlar sürüden, kara sabandan traktöre
o kadar zor geçmiyorlar. El tezgâhından fabrikaya da o kadar zor geçmiyorlar.”
602
diyen yazar
makineleşme sonrası Çukurova toprağında, Çukurova insanında açılan yaraları Akçasazın
Ağaları adlı üç ciltlik romanında işlemeye çalışır.
Bölgedeki değişim iki “tabiata” doğrudan etkide bulunmuştur. Bunlardan birincisi dış
dünya yani Çukurova’nın tabiatıyken ikincisi insan, yani Çukurovalının tabiatıdır. Yaşar
Kemal, bunun için Alain Bosquet’e “Doğanın yok olarak değişmesi insan için büyük bir
tehlikedir. Bu doğa değişiminden sonra insanların da huylarında değişiklik oldu,
dengesizlikler başladı.”
603
diyecektir.
Makineleşmeyle birlikte insan her anlamda yabancılaşmaya başlar. Kendine,
değerlerine, kültürüne, tabiata, toprağa, hayvanlara yabancılaşır. Bir tüketim hastalığına
tutulur. Teknolojiyle gelen değişim bu süreci kaçınılmaz kılsa da Çukurova için geri dönüşü
olmayan yola girilmiştir. Yaşar Kemal bu değişim ve dönüşümleri bizzat gözlemlediğinden
eserlerine yansıtmıştır, aynı zamanda bu kıyımı farklı platformlarda sık sık gündeme getirir.
Sanatçının yaşadığı çevreden bağımsız hareket edemeyeceğini düşünen yazar “… ben çalışan
işçinin yoksulluğunu kendi ülkemde yaşarken doğanın öldürüldüğünü her gün görüp
dururken, insan değerlerinin çürüdüğüne tanıklık ederken, insanlığımız gibi yeni mit
dünyaları, düş dünyaları kurmaya çalışırken, yaşadığım günlere, koşullara bu kadar
bağımlıyken nasıl başka dünyayla ilişiğim olabilir?”
604
sözleriyle bu konudaki sosyal
sorumluluğunu yerine getirdiğini vurgular.
Hüyükteki Nar Ağacı adlı romanında da aynı tema ağırlık kazanır. Marshal yardımıyla
bir anda makineye boğulan Çukurova’da ırgatlar işsiz kalmıştır. “Ovada işsiz ırgatlar
dolaşıyordu, kendileri gibi aç yoksul. Hepsi onlar gibi şaşkınlık içindeydiler. Tozları
dizkapağına kadar çıkan yollardan tozutarak mavi, sarı, kırmızı, mor traktörler, biçerdöverler,
601
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.147.
602
Yaşar Kemal, A.g.e., s.112.
603
Yaşar Kemal, A.g.e., s.148
604
Yaşar Kemal, A.g.e., s.150.
169
kocaman kamyonlar geçiyordu, üstlerini yarım kamyon kalınlığında toz bağlamış.”
605
Ağalar,
yıllardır yanlarında çalıştırdıkları işçileri salıvererek ölüme terk etmişlerdir. Biçerdöver
Çukurova’ya geldiği vakit ağaların tavrını, “sarı öküzlen mor öküzü tekerleğinin dibinde
kurban kesti. Kanını tekerin dibine akıttı. Yaa sarı öküzü kurban etti makinaya…”
606
şeklinde
anlatır. Ağaların kıymet bilmezliği bir başka paragrafta şöyle anlatır:
Ağa haber salmış, yeter gayrı sırtımdan geçindikleri, demiş. Otuz yıldır babalarının
malı gibi sürüyorlar toprağımı, demiş, çıksınlar gayrı toprağımdan, yeter gayrı ellerinden
çektiğim, demiş… Bize iş kalmadı. Boğazına bir çuval taş bağla, at kendini suya. Başka iş
kalmadı.
607
Yaşar Kemal, yaşanan buhranın insanlarda ne denli değişimlere gebe olduğunu
Hüyükteki Nar Ağacı’nda trajik biçimde işler. Çukurova’ya iş aramaya inen Âşık Ali, makine
kullanan yaban yüzlü insanlardan su dahi isteyemeyecektir:
Aşık Ali
“Yandık” dedi. “Yandık da şu makine sürenlerin yanına varıp da bir su isteyemedik.
Onlar bir başka türlü adam gibime geliyor. Hor bakıyorlar bizlere…”
608
Görüldüğü üzere Çukurovalı artık bir başka insandır. Makine kullananlar ırgatlara
selam vermekten imtina eder olmuşlardır. “İnsanlar bu traktör geldikten sonra birden
değişmişler, bambaşka olmuşlardı. İnsanların yüzlerine bile bakmıyorlardı. Ne yapacaklarını
bilmedikleri bu makinalara tapınmışlardı bayağı.”
609
Teknolojinin insana mutluluk getireceği
Yaşar Kemal’e göre bir yanılgıdır. Nedim Gürsel bunu, “çoğu zaman dürüstlüğün
kaybolması, ailenin çözülmesi ve doğanın yok olması” anlamında yorumlar. Çünkü Yaşar
Kemal’de çözülme, eski dünyanın ahlak değerlerini sağlamaktan çok uzak olan yeni bir
dünyanın doğmasına neden olmaktadır.
610
2.5.1.6. Cumhuriyet Gazetesinde Röportaj Yazarlığı
Yaşar Kemal, başına gelenlerden sonra Kadirli’den ayrılır. Adana’ya gidip Orhan
Kemal’le görüşür. O da bu sıralar Verem Savaş Derneğindeki kâtiplik görevinden atılmıştır.
605
Yaşar Kemal, Hüyükteki Nar Ağacı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s.37
606
Yaşar Kemal, Hüyükteki Nar Ağacı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s.20
607
Yaşar Kemal, A.g.e., s.32.
608
Yaşar Kemal, A.g.e., s.22.
609
Yaşar Kemal, A.g.e., s.37.
610
Nedim Gürsel, Yaşar Kemal, Bir Geçiş Dönemi Romancısı, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2008, s.38.
170
Babası ölünce kendisine altı yüz lira miras kalmıştır. Birlikte bu parayla İstanbul’a gidip
sebzecilik yapmayı planlarlar. Orhan Kemal daha önce Adana’da sebzecilik yaptığından bu
işte deneyimlidir: Orhan “Sen güçlüsün” diyordu, “arabayı sen sürersin, ben de bağırırım,
geçinir gideriz. Ben romanlarımı sen hikâyelerini yazarsın.
611
Bu fikir kafasına yatar.
Ankara’ya giden bir kamyonete atlar, cebinde beş lirası vardır. Orhan Kemal daha sonra
gelecektir. Ankara’da Abidin Dinolara uğrar. Onlar da ellerindeki bir kese bozuk parayı (elli
lira) Yaşar Kemal’e verirler, yazar bu parayla İstanbul’da bir süre idare edecektir. Fakat Yeni
Cami civarını parselleyip arzuhalcilik yapan beş altı emekli, kendilerinden başka yer tutmak
isteyen hiç kimseye aman vermezler. Yaşar Kemal, parası tükenince mitili sokağa atar:
Hani Gülhane Parkı’nın denize bakan yüzünde Topkapı Sarayı’nın büyük kapısı var
ya, o kapının önünde de, Çemberlitaş gibi upuzun bir sütun var, işte o kapıyı kendime mekân
tuttum. Yağmurda falan, kapının da üstü azıcık da olsa kapalı, yatağımın ıslanma olasılığı
yok. Yatağım da gazete kâğıtlarından kalın bir döşektir. Türk Oteli’nden elli liranın
bitiminden sonra yerim hazırdı.
612
Orhan Kemal İstanbul’a bir ay sonra gelecektir. Bu süre zarfında kendisine bir olta
uydurup balık tutar ve karnını doyurur. Ancak Orhan Kemal’le planladıkları işi yapmalarına
gerek kalmaz. Zaten Orhan Kemal İstanbul’a geldiğinde parasını tüketmiştir. Arif Dino’nun
girişimleriyle 1951’de Cumhuriyet gazetesinde işe başlar. Şair Behçet Kemal Çağlar’ın da bu
işe girmesinde etkisi olacaktır. Yaşar Kemal’in “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük
demokratı” olarak nitelendireceği Nadir Nadi Cumhuriyet gazetesinin sahibidir. Behçet
Kemal Çağlar, bir komünisti bu dönemde işe almanın ne kadar güç bir iş olduğunu
bildiğinden bir başka komünist olan Arif Dino’yu Nadir Nadi’ye yalnız göndermez. Yaşar
Kemal’i bir yere bıraktıktan sonra onun “Bebek” adlı hikâyesini yanlarına alıp Nadir Nadi’ye
giderler.
613
Arif Dino, Yaşar Kemal için ona, “size çifte kavrulmuş yontu gibi bir delikanlı
veriyorum” diyecektir.
614
Nadir Nadi, bir süre sonra görüşmek için Yaşar Kemal’i yanına çağırır, “Bebek” adlı
hikâyesini okuduğunu ve çok beğendiğini söyler, hikâye bir ay içerisinde Cumhuriyet
gazetesinde tefrika edilecektir. Ona röportaj yazarlığı teklif eder, “sizin gibi iyi Türkçe
611
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.42.
612
Yaşar Kemal, A.g.e., s.44.
613
Yaşar Kemal, A.g.e., s.47.
614
Yaşar Kemal, A.g.e., s.86.
171
yazanlar gazeteciliğe girmeli ki, Türkçe de zenginleşsin”
615
der. Yazar, hapisten çıkalı henüz
altı ay olmuştur. Polislerin, onun peşini bırakmayacaklarını bilen Abidin Dino yeni bir
maceraya atılmadan önce ona ismini değiştirmesini öğütler; Kemal Sadık Gökçeli artık Yaşar
Kemal’dir. Cumhuriyet gazetesi muhabiri olarak –başta Diyarbakır olmak üzere-
Anadolu’nun çeşitli yerlerine (Van–Gaziantep–Erzurum–Amasya–Ağrı–Şanlıurfa–Kayseri-
Nevşehir-Yozgat vs.) gönderilir. İzlenimlerini daha sonradan Bu Diyar Baştan Başa adlı
dörtlemesi
616
nde yayınlayacaktır. İstanbul’da sokak çocukları ile yaptığı röportajları ise
Allah’ın Askerleri
617
adıyla yayımlayacaktır. Kısa sürede Yaşar Kemal adıyla ünlenmiş bir
röportaj yazarı olacaktır. Röportaj yazarlığı, onun dilinin gelişiminde ve romanlarındaki
diyalogların kurmacasında büyük pay sahibi olacaktır. 1955 yılında İstanbul Gazeteciler
Cemiyeti Röportaj Armağanı’nı kazanır.
Cumhuriyet gazetesinden Ömer Sami Coşar vasıtası ile Yahudi Thilda Serrero ile
tanışır. 1952’de onunla evlenir. Thilda’nın dedesi Türk tıp tarihinde önemli bir yeri olan
tanınmış bir şahsiyettir, Osmanlı sarayının baştabibidir, babası ise bir banka müdürüdür.
Thilda’yı iyi yetiştirmişlerdir, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilmektedir. Her ne kadar
varlıklı bir aileden geliyor olsa da Thilda, Yaşar Kemal’in çileli sergüzeştine katlanır, onun
sıkıntılarını paylaşır. 1953’te en zor yıllarını geçirirler, maddi sıkıntılar iyice su yüzüne çıkar;
bu yıl Thilda eşinin yüzünden işinden olacaktır.
618
Vefatına kadar da yazarın en büyük
destekçisi olacaktır.
Polisler 1953’e kadar Yaşar Kemal’in ismini değiştirdiğini fark edemezler, fark
ettiklerinde ise onu işten atmaları için gazeteye baskı yaparlar. Fakat gazetenin Genel Yayın
Müdürü Cevat Fehmi Başkut ve gazetenin sahibi Nadir Nadi sonuna kadar yazarın arkasında
dururlar. 1963 yılında politik sebeplerden ötürü
619
Cumhuriyet gazetesinden kovulur.
Gazetede çalıştığı on iki yılda -içerisinde bütün dünyaca tanınmasını sağlayacak İnce Memed
romanı da dâhil- toplam dört roman yazar. Cumhuriyet’ten ayrıldıktan sonraki on yılda ise
ondan fazla romanın altına imza atacaktır. Bu da gösteriyor ki gazetede çalıştığı yıllarda
hikâye ve romanlarına istediği kadar vakit ayıramamıştır. Yaşar Kemal, eşi Thilda ile rahat bir
yaşam sürme fırsatını her seferinden elinin tersiyle iter; onun derdi kendileri için rahat bir
615
Yaşar Kemal, A.g.e., s.48.
616
Bkz. Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştanbaşa 1 Nuhun Gemisi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013; Yaşar
Kemal, Bu Diyar Baştanbaşa 2 Yanan Ormanlarda Elli Gün, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013; Yaşar Kemal,
Bu Diyar Baştanbaşa 3 Peri Bacaları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013; Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştanbaşa 4
Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013.
617
Yaşar Kemal, Allahın Askerleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013.
618
Yaşar Kemal, A.g.e., s.55.
619
Yaşar Kemal, A.g.e., s.86.
172
yaşam değildir, bütün ömrü boyunca hiç kimsenin bir başkasını aşağılayamadığı,
sömüremediği onurlu bir yaşamı hayal etmiştir:
Yoksulluk korkunç bir şeydi. Ben de çok yoksulluk çekmiştim. İstersem
çekmeyebilirdim. Çok para kazanabilir, zengin bile olabilirdim. Ama söz benim için kutsaldı.
Sözün gücüne inanıyordum. İnsanoğlunun yoksulluğu alçakça bir şeydi. Buna karşı
koymayan, sömürüyü yutan yazar değil, insan bile olamazdı bana göre. Bu iki kutsal kavram
için her şeyimi verebilirdim.
620
2.5.1.7. İnce Memed ve Şöhret
Roman denemelerine 1946-1947 yılları arasında Çukurova’da başlayan Yaşar Kemal,
İnce Memed’i de kafasında bu yıllarda kurgulamaya başlar. Ancak 1951’de İstanbul’a geldiği
vakit bu eserle ilgili elinde tek sayfa dahi karalanmışı yoktur. Paraya ihtiyacı olduğundan ilk
önce kurguyu bir sinemacıya üç bin lira karşılığında senaryo yapıp satar, fakat senaryoyu alan
sinemacı sözünde durmaz, ortadan kaybolur ve yazar da parasını alamaz.
621
Daha sonra
yaşadıklarını gazetenin Genel Yayın Müdürü Cevat Fehmi’ye anlatır, ondan bin lira avans
ister, isteği geri çevrilmez. 1953’te İstanbul’da görülmedik bir kış olur; Boğaz, Tuna’dan
gelen buzlarla kapanmıştır. Yazar, İnce Memed’i kaleme aldığı sıralar Thilda ile içinde
bulundukları durumu şöyle tasvir eder:
Aşağı katın bacası bizim duvarın ortasından geçiyor. Thilda yatağın içinde oturuyor,
belini bacanın geçtiği duvara dayıyor, orada kitap okuyor. Ben de Erzurum’dan aldığım kalın
eldivenler elimde İnce Memed’i yazmaya çalışıyorum. Arada sırada biraz odun bulursak evde
düğün bayram.
622
Daha sonradan dünya edebiyatında dört ciltlik bir kült yapıt olacak olan İnce Memed
romanının ilk cildini bu şartlar altında üç ayda yazıp bitirip Cevat Fehmi Başkut’a teslim eder.
Her ne kadar yazdıklarından emin olsa da beğenilmediği takdirde gazeteye borçlu
kalacağından dolayı huzursuzdur. Aradan on beş gün geçmesine rağmen gazeteden ses seda
çıkmaz. Cevat Fehmi’ye gidip romanının akıbetini sorar. Cevat Fehmi yazara, romanını
yarıya kadar okuduğunu söyler. Yaşar Kemal bunun üzerine onun doğru söylemediğini ima
eden bir söz sarf edecektir. Cevat Fehmi şaşırır, bu kanaate nasıl vardığını Yaşar Kemal’e
620
Yaşar Kemal, A.g.e., s.87.
621
İnce Memed romanı ünlendikten sonra Yaşar Kemal bu sinemacıya bir toplantıda rastlar. Adam yaptığından
utanmış olacak ki yazarın deyişiyle ona rast gelmemek için kaçacak delik arar. Bkz. Yaşar Kemal, A.g.e., s.55.
622
Yaşar Kemal, A.g.e., s.55.
173
sorduğunda aldığı cevap ilginçtir: “Efendim, o romana başlamış olsaydınız bitirmeden
bırakamazdınız.”
623
Dediği gibi de olur. Bir ay sonra kendisini yanına çağıran Cevat Fehmi,
romanı bir günde okuyup bitirmiştir.
Yaşar Kemal, İnce Memed romanına kendi adını vermek istemez, bunun için Cevat
Fehmi Başkut ile fikir uyuşmazlığına düşerler. Yazarın gerekçesi bu romanı para için yazmış
olması’dır. Bir de Cevat Fehmi’ye göre, eserin başındaki Çukurova betimlemesi oldukça
uzundur, Yaşar Kemal’den bu kısmı çıkarmasını ister. O zamanlar bu tür yapıtlar gazetede
tefrika edildiğinden olsa gerek uzun betimlemeler gereksiz görülür, fakat Yaşar Kemal bu
öneriyi reddeder. Cevat Fehmi, onun dik başlılığını törpülemek ister, onu işten atmakla tehdit
eder. Yalnız karşısındaki kişinin elindeki başkaldırı romanının kahramanı İnce Memed’i
kaleme alan yazar olduğunu unutmuştur:
“O zaman da sen bu gazeteden gidersin.”
“Giderim Cevat Bey.”
“Başka gazetede gazetecilik yaparım sanıyorsun değil mi?
“Öyle sanıyorum.”
“Cumhuriyet’ten atılmış bir gazeteciyi başka hiçbir gazete almaz, bunu bilmiyor
musun?”
“Bilmiyorum.”
“Bil öyleyse.”
“Ben de Yeni Cami önünde arzuhalcilik yaparım.”
“İyi yaparsın.”
Acımdan ölsem de bu romana adımı koymam, başındaki Çukurova betimlemesini de
çıkarmam.”
624
Böylece kısa bir süre için de olsa Cumhuriyet gazetesinden ayrılır. Dünya gazetesinin
sahibi Bedii Faik ve Thilda’nın girişimleri ile esere ismini vermeye razı olur, fakat eserin
başındaki Çukurova betimlemesini çıkarmaya yanaşmaz. İnce Memed böylece 1953-1954
yıllar arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir. Kısa süre sonra tefrikayı yasaklamak
için Hicabi Dinç ismindeki bir savcı girişimde bulunur. Buna en sert tepkiyi ise daha önce
Yaşar Kemal’le tartışan Cevat Fehmi verecektir:
“Cevat Bey Ankara’dan emir geldi, bu romanı keseceksiniz” demiş, Bedri Rahmi de
bu sıralar odadaymış. Birçok da gazeteci. Cevat Bey, öfkeyle ayağa kalkmış, “Hicabi,
623
Yaşar Kemal, A.g.e., s.56.
624
Yaşar Kemal, A.g.e., s.56.
174
Hicabi” diye bağırmış, “O sana Ankara’dan telefon edenler bana telefon etsinler” demiş
“Sen mi anlarsın romandan ben mi, onlar mı anlarlar ben mi, gücünüz yeterse bu romanı
gazeteden kestirin bakalım.
625
İnce Memed, 1956 yılında Varlık dergisinin koyduğu ilk roman ödülünü kazanır.
Fakat ödülün bu romana verilmesi ülkede infial yaratır, dergi büyük tepki toplar. Varlık
dergisinin sahibi Yaşar Nabi baskılara daha fazla dayanamaz, ödülü hemen kaldırmak
zorunda kalır. Derginin verdiği ilk ve son ödül İnce Memed olur. Yaşar Kemal bunun için
“Oysa bu işte Yaşar Nabi’nin hiçbir günahı yoktu. Seçici kurul Türkiye’nin en seçkin
edebiyatçılarıydı. Seçici kurulda Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nurullah Ataç, Reşat Nuri
Güntekin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suut Yetkin gibi kişiler vardı.” diyecektir.
626
Aynı yıl
Varlık dergisinde okuyuculara yapılan ankette Yaşar Kemal yılın en iyi romancısı seçilir.
Yaşar Nabi, ikinci hatayı yapmıştır, bir daha ölünceye kadar dergide başka bir anket açmaz.
Yaşar Kemal bununla ilgili “Benim, adımı koymak istemediğim roman başıma ne işler
açmıştı.”
627
diyecektir.
İnce Memed, 1957’de Nazım Hikmet’in çabalarıyla ilk olarak Sovyetler Birliği ve
Bulgaristan’da yayımlanır. 1961’de İngiltere’de yayımlanmaya başladığında ise uzun süre
ülkede bestseller olarak kalacaktır. Roman İskandinavya’da da çok ünlenir, onu Fransa ve
Amerika izler, sayısız ülkede tercüme edilecektir. Dört ciltten oluşan bu kült yapıtın teşekkülü
yazarın otuz dokuz yılını almıştır.
1964 senesinde Amerikan Fox şirketi İnce Memed’i film yapmak için satın alır. Fakat
ülkemizde bu esere uygulanan sansür filmin Türkiye’de çekilmesini olanaksız kılar, çok
uğraşılmasına rağmen hükümet bir türlü izin vermez. 1978’e gelindiğinde ise Peter Ustinov
filmi Türkiye’de çekmek için tekrar girişimde bulunur. Üstelik bu kez solcu bir isim, Bülent
Ecevit hükümeti iktidardadır. Fakat yazarın “Ben buna çok şaşırdım.” diyeceği üzere Ecevit
de İnce Memed’in çekimine izin vermez. Yaşar Kemal, bunun nedenini dönemin Kültür
Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’dan daha sonra öğrenecektir: “İşe Genelkurmay ikinci Başkanı el
koymuştu. Emir veriyordu hükümete İnce Memed romanı filmi Türkiye’de çekilemezdi.”
628
Girişimler sonuçsuz kalınca Peter Ustinov filmini, 1983’te Yugoslavya’da Türk bölgesinde
çekecektir.
625
Yaşar Kemal, A.g.e., s.58.
626
Yaşar Kemal, A.g.e., s.58.
627
Yaşar Kemal, A.g.e., s.59.
628
Yaşar Kemal, A.g.e., s.107.
175
Yaşar Kemal, bu romanıyla ilgili “Ben ince Memed’e başladığımda 24 yaşımdaydım.
İnce Memed de 21 yaşındaydı. Ben İnce Memed’in dördüncü kitabını bitirdiğimde altmışımı
geçmiştim. İnce Memed daha 25 yaşında…”
629
diyecektir. Bir başkaldırı romanı olarak çok
ses getiren bu yapıtı ile uluslararası arenaya açılacak; Nobel’e aday gösterilmesinde de yine
bu romanı ile gelen şöhretin büyük etkisi olacaktır.
2.5.1.8. Yerel(lik)den Değil, Yerlilikten Evrensele Yaşar Kemal
Yaşar Kemal’in “Benim bir ayağım Anadolu’daysa bir ayağım da dünyada. Kültürler
birbirlerini besler. Dünya kültürlerinden beslenmek şart ama kendi kaynaklarını bilmeli.
Kendi kaynaklarını bilip dünyaya açılmaktan başka çaremiz yok.”
630
sözü; Felsefeyi
Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak adlı projemizin temel dayanakları arasında belirlediğimiz
Mevlana’dan mülhem “bir ayağımızın Anadolu’da bir diğerinin pergel gibi dünyada (ve
düşüncesinde) olması fikriyle birebir uyuşmaktadır.
Ramazan Çiftlikçi, Yaşar Kemal’i “yerelden yola çıkarak evrensele ulaşmaya çalışan,
bunu arayan bir sanatçı”
631
olarak nitelendirir. Ayrıca Yaşar Kemal’in Cumhuriyet
gazetesinde 21-23.3.1992 tarihleri arasında “Yerel Kültürden Evrensele”
632
başlıklı bir yazısı
da neşredilmiştir. Bu yazısında yazar, “yerel kültürden evrensele geçmenin salt yerel kültürün
gücüyle olmayacağını” dile getirir. Çünkü ona göre ana kültür, yerel kültür öz olmakla
birlikte bir sanatçı, bir bilim adamı için yeterli değildir. İlk olarak insanlığın bin yıllardan bu
yana ortak kültürü vardır. Bu birikime hiçbir çağda hiçbir kimse, yaratıcılığını sürdürecekse
sırtını dönemez. Gılgamış’a, İlyada’ya, Manas’a, dünya klasiklerine, Batı’dan olsun,
Doğu’dan olsun sırtını dönemez. Mevlüt Uyanık, kavram kargaşasından ötürü çoğu kez
karıştırılan “yerellik” ile “yerlilik” arasındaki terimsel farka dikkat çeker. Çünkü yerellik içe
kapanmayı, totalitarizmi ideal diye sunarken; yerlilik açık toplum olmayı (realizm ve
conseptualism bağlamında) zorunlu kılar. Bu açıdan evrensel olmanın ilk adımı Uyanık’a
göre yerli olmaktan geçer. Çünkü yerliliği öncelemek, belirli bir tarihsel coğrafyanın
yerli/milli/dini değerlerinin hukuki ve ahlaki arka planı iyi okuyarak farklı tarihsel zaman
629
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.139
630
Bkz. Ramazan Çiftlikçi “Yaşar Kemal Yazar Eser Üslup” adlı çalışmasında Zeynep Oral’ın Sözden Söze adlı
eserini dipnot olarak göstererek yazarın bu sözü söylediğini belirtmiştir. Dipnot şu şekildedir: Zeynep Oral,
Sözden Söze, Cem Yay, İst. 1990, s.122. Çiftlikçi, A.g.e., s.63.
631
Çiftlikçi, A.g.e, s.37.
632
http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/38966/001641014010.pdf?sequence=1&isAllowed=y
;
Cumhuriyet, 21-23.3.1992
176
dilimlerinde ve farklı coğrafyalarda yaşayan insanların sorunlarına çözüm üretilmesi
(evrensellik) çabasını göz ardı ettiğimiz anlamına gelmez.
633
Yaşar Kemal, halk aşısı ile aşılandığını dile getirirken bize göre yerliliğini
vurgulamaktadır. “Benim ustalarım, benim toprağımın sözlü edebiyatıdır.”
634
savı da bu
yüzden söylenmiştir. Yazar, içinde yetiştiği kültürü kendisi için bir lütuf olarak görür. Çünkü
çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Çukurova’da, Toroslarda sözlü anlatım geleneği henüz
canlılığını yitirmemiştir. Kürtlerin dengbej, Türklerin ise manasçı adını verdikleri bir
geleneğin devamı olarak görebileceğimiz ozan/âşık (Kör Kemal/Âşık Kemal) ismiyle köy köy
dolaşmış, destanlar söylemiş; bu köy(lü)lerden de folklor ürünleri derlemiştir. Sözlü
anlatılarla kulaktan kulağa aktarılan ağıtları, manileri, tekerlemeleri yok olmaktan kurtarmış,
Türk folklorunu gücü nispetinde en büyük hizmeti sunmuştur. Bu kültür, usta-çırak
geleneğinin bir devamıdır. Çiftlikçi’ye göre ise bu gelenek Homeros dönemine kadar uzanır.
Homeros’tan sonra yetişen ve aynı işi sürdüren sanatçılara “Homerosoğulları” denmiştir.
635
Yazar, “Benim talihim, Tük halkının dilinden, anlatış biçimlerinden faydalandığım gibi
Kürtçeden de faydalanma olanağımın olmasıydı.”
636
diye düşünür. Ancak o, yerliliği ile
yetinmemiş, insanlığın düşünce mirasından haberdar olmak için başta Yunan klasikleri olmak
üzere bütün Türk destanlarını, Kürt söylencelerini, dünya klasiklerini, Batılı çağdaşlarını
incelemiş, kendine ait bir anlatım tarzı geliştirip evrensel kültüre katkıda bulunmak istemiştir.
Ancak Batı kültürünü özümsemeyi Batı kültürüne öykünmek olarak algılayan Türk insanı
yazara göre yaratıcılığını yitirmiştir. Abdi İpekçi’yle görüşmelerinde ona “200 yıldır Türk
aydını Batı’nın maymunluğunu yapmıştır. Taklit etmiştir Batı’yı… Maymun, yaratıcı değildir.
İnsana benzer ama yaratıcı değildir. Türk burjuva aydınları 200 yıldır Batı’nın
maymunluğunu yaptığı için 200 yıl insana bir yardımı olmamıştır.”
637
diyecektir. Mustafa
Kemal tarafından bir öze dönüş başlatılmıştır.
Abdi İpekçi’yle gerçekleştirdiği söyleşide köklerinin bu “Ben sanatçı olarak elimden
geldiğince kendi kendime, kendi değerlerimize yabancılaşmamaya çalıştım. Bilinçli olarak
kendi gerçeklerimize, kendi insani değerlerimize kendi kendine sadık kalmaya çalıştım.
633
http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/soylesiler/item/332-bir-turk-felsefesinin-imkani-prof-dr-mevlut-uyanik-ile-
soylesi
634
Yaşar Kemal, A.g.e, s.110.
635
Ramazan Çiftlikçi, A.g.e., s.36.
636
Yaşar Kemal, A.g.e., s.79.
637
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Politika” Abdi İpekçi ile Milliyet gazetesindeki söyleşisi, Baldaki Tuz, Der.
Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.338.
177
Sanatımı memleketimin koşullarından, kişiliğinden, renginden ayırmamaya gayret ettim. Her
insanın bir yoğurt yiyişi var. Her milletin de…”
638
sözleriyle dile getirir.
New York’ta kendisine neden hep Çukurova’yı yazdığı üzerine sorulan bir soruya,
kinayeli bir şekilde yalnızca kendisinin Çukurova’yı yazmadığını söyleyerek cevap verir: “…
ben mi yalnız Çukurova’yı yazdım, öyle mi sanıyorsunuz, bakın size söyleyeyim, şu dünya
yazarları içinde Çukurova’yı yazan tek kişi değilim ki Kafka da, Joyce da, Tolstoy da
Dostoyevski de, Çehov da, Balzac da, Stendhal de… Herkes herkes Çukurova’yı yazdı.
639
Bütün büyük yazarlar ona göre kendi Çukurova’larını yazmıştır. Yaşar Kemal, “Gökyüzünden
yere inmedim ki, Çukurova’da bir köyde doğdum, bir kasabayı, bir şehri, bir toprak parçasının
doğasını yaşadım”
640
derken bu gerçeği dile getirir.
Özdemir İnce, şairlerin ve yazarların bir tarihsel ortamda (ortama), belli bir toplumda
(topluma), belli bir coğrafyada (coğrafyaya) doğduklarını ve onların parmak izi olduklarını
ifade eder. İnce’ye göre Yaşar Kemal, Çukurova’nın parmak izidir.
641
“Sanatçının fildişi
kulelerde oturduğuna inanmıyorum” diyen yazar, içine doğduğu kültürden kendisini
soyutlamadığını her fırsatta dile getirir; aynı şekilde güncel siyasal olaylara da tarafsız
kal(a)mayışı bundandır. Kırgızların millî destanı olan Manas’ı yaratımlarında içinde
bulundukları siyasal-çevresel koşulların etkisi olduğunu dile getiren yazar, sanatçının bu
koşullardan bağımsız hareket etmesinin düşünülemeyeceğini vurgulamak ister. Kırgızlar
Bolşeviklerden baskı görmüş, Orta Asya’dan kaçmış, ta soluğu Tibet yaylalarında almışlar ve
bu maceralarını da Manas Destanına katmışlardır.
642
Yaşar Kemal de Çukurova gerçeğini
görmüş, yaşamış ve yazmıştır.
Ramazan Çiftlikçi, Sarbon’da beşerî bilimler üzerinde çalışan bir profesörün “Ben
Çukurova’daki çiçek isimlerini Yaşar Kemal’den öğrendim.” sözünü ve sanatçıya Strasbourg
Üniversitesi Beşeri İlimler Fakültesi tarafından 1941’de “Fahri Doktora” verilmesi ve
eserlerini yabancı dillere çevirenlerin, sanatçının anlattığı bitki adlarının tercüme edilen dilde
bulunmadığından dolayı yakınmalarını çok anlamlı bulur.
643
Yerli olanın ortak literatüre
kazandırılması anlamında bu, bize göre de oldukça anlamlıdır. Altan Gökalp, bir Yaşar Kemal
638
Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Politika” Abdi İpekçi ile Milliyet gazetesindeki söyleşi, Baldaki Tuz, Der. Alpay
Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.338-339
639
Yaşar Kemal, A.g.e, s.102.
640
Yaşar Kemal, A.g.e., s.102; Ayrıca Bkz. Cumhuriyet, 21-23.3.1992
641
Özdemir İnce, “Yaşar Kemal’in Bir Şair Olarak Portresi”, Geçmişten Geleceğe Yaşar Kemal, Adam
Yayınları, İstanbul, 2003, s.242.
642
Yaşar Kemal, A.g.e., s.108.
643
Ramazan Çiftlikçi, A.g.e, s.32.
178
hayranı olan Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın yazarda gördüğü en ilgi çekici
şeyin “evrenseli arayışta bu toprağa olan bağlılık ve kök salma sorunu” olduğunu dile getirir.
Gökalp’e göre imgelemin en dizginsiz toprakları bile fiziksel çevresi, insanları, tarihi ve
kültürüyle gerçekliğin bir uzamında kök salar.
644
Yaşar Kemal için bu uzam Anadolu’dur.
Dostları ilə paylaş: |