T. C. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı


 Ağaların Zulmüne Bir Örnek: Kadirli Kaymakamı Mehmet Can



Yüklə 2,72 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə20/23
tarix09.04.2020
ölçüsü2,72 Mb.
#30799
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

2.5.2.1 Ağaların Zulmüne Bir Örnek: Kadirli Kaymakamı Mehmet Can 
Nedim Gürsel, Yaşar Kemal’in  tanıklık ettiği  dönemi ve bu dönemin eserlerine olan 
yansımalarını  göz  önünde  tutarak  yazarla  ilgili  incelemesine  “Bir  Geçiş  Dönemi 
Romancısı”
702
  adını  vermiştir.  Yaşar  Kemal  Cumhuriyetle  yaşıttır.  Osmanlı’dan  Türkiye 
Cumhuriyetine uzanan sürece tanıklık etmiştir. Yazılarında yer yer Osmanlı Devletine yönelik 
çok  sert  eleştiriler  getirse  de  Osmanlı’yı,  Türk  düşüncesi  açısından  kültürel  sürekliliğin  bir 
devamı olarak görür. Atatürk ile öze dönüşün kapıları aralanmıştır ama süreç meşakkatlidir. 
Her  ne  kadar  demokrasi,  son  Türk  devletinin  yönetim  modeli  olarak  kabul  edilse  de  uzun 
yıllar  ülkede  tam  anlamıyla  işlerlik  kazanamamış;  bu  yüzden  de  yönetim  bir  nevi 
iktidardakilerin keyfi idaresine dönüşmüştür. 1945’ten itibaren çok partili hayata geçilmiş olsa 
da  ülkede  değişen  pek  bir  şey  olmamıştır,  yalnızca  iktidardakilerin  çıkar  kavgaları 
çoğalmıştır. 
                                                           
700
 Yaşar Kemal, “Kapitalizmin Zirve Toplantısı”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, 
s.202-204. 
701
 Yaşar Kemal, “Ne İstiyorlar”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.74-76 
702
 Nedim Gürsel, Yaşar Kemal, Bir Geçiş Dönemi Romancısı, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2008, s.38.  

200 
 
Yaşar Kemal, kurtuluş düşüncesinden kuruluş ideolojisine uzanan süreçteki sıkıntıları, 
aksaklıkları,  değişimleri,  dönüşümleri  gözlemlerinden  yola  çıkarak  pek  çok  eserinde  konu 
edinmiştir.  Eserlerinde  konu  edindiği  bu  sıkıntılardan  birisi  de  ondaki  başkaldırı  bilincini 
filizlendirecek  olan  Çukurova’daki  ağalık  olgusudur.  XIX.  yüzyılın  ikinci  yarısından  sonra 
Osmanlı  Devletinin  uygulamış  olduğu  iskân  politikası  ve  pamuk  üretimine  bağlı  olarak  bir 
anda sömürgeci devletlerin iştahını kabartan Çukurova toprağı kapitalizmin etkilerine maruz 
kalır.  Konargöçer  aşiretlerin  1865  Kozanoğlu  yenilgisi  sonrası  Cevdet  Paşa  tarafından 
Çukurova  toprağına  zorla  yerleştirilmeleri  ilk  başlarda  yerleşik  yaşama  alışık  olmayan 
Türkmenleri, Avşarları zor durumda bırakmıştır. Bu süreçte pek çok konargöçer aşiret kırıma 
uğramıştır.  Bir  süre  sonra  bu  sancılı  süreci  atlatan  aşiretler,  coğrafyayı  tanıyıp  toprakların 
verimini  anladıklarından  yerleşik  yaşama  karşı  fikirlerini  değiştirmişlerdir.  Toprağa  bağımlı 
yaşamak  istemeyen  Türkmenler,  Avşarlar  ve  diğer  konargöçerler  bir  anda  kendilerini  daha 
fazla toprak edinme yarışının içerisinde bulmuşlardır. Yüzyıllardır mülkiyeti taşınmazlığından 
ötürü değersiz bulan kültürel yapı kısa sürede değişikliğe uğramış, bu durum insan ilişkilerine 
de doğrudan yansımıştır. Her ne kadar tarihi çok eskilere dayansa da Kadirli kasabasının bu 
son kuruluşu Cevdet Paşa’nın uygulayıcısı olduğu iskân politikası iledir. 1925’ten sonra çok 
güçlenen toprak ağaları dağlara eşkıya çıkarmaya başlar.  Yazar, “1930’da öyle hale geldi ki 
Toroslar,  ağa  eşkıyalarından  geçilmez  oldu.”
703
  diyecektir.  1933’te  Nazmi  Sevgen 
kumandasındaki bir birlik eşkıyaları ortadan kaldırıp ağaları Diyarbakır’a  sürse de birkaç ay 
sonra ağalar bir yolunu bulup sürgünden döner. 
Yazarın  Akçasazın  Ağarları  adlı  romanı,  bir  zamanlar  Kozanoğlu  başkaldırısında 
Osmanlıya karşı  yan  yana mücadele vermiş iki büyük aşiretin yerleşik düzene geçmeleri ile 
uğradıkları  değişim  ve  dönüşümler  neticesinde  birbirlerine  düşman  kesilmelerini  konu 
edinmektedir.  Yine  Binboğalar  Efsanesi
704
  adlı  yapıtında  da  bir  Alevi  Türkmen  obasının 
Çukurova  toprağında  yerleşecek  yurtluk  bulamamaları  neticesinde  dramatik  bir  şekilde  yok 
olup  gitmeleri  anlatılmaktadır.  Bu  tarihlerde  Çukurova’da  artık  toprak  için  kan  davaları 
güdülmeye  başlanır.  Kimse  bir  karış  toprağını  kışlak  olarak  kullanması  için  konargöçerlere 
vermez.  XX.  yüzyılın  ilk  yarısından  itibaren  kapitalizmin  gelişmesiyle  Türkiye  derin 
ekonomik  değişimlerin  etkilerine  maruz  kalmıştır.  Özellikle  Marshall  yardımı  ile 
Çukurova’da makineleşme başta insan ilişkileri olmak üzere kültürel yapı ve doğayı tamamen 
değiştirir.  Nedim  Gürsel,  bahsettiğimiz  bu  değişimlerden  ötürü  Marshall  yardımından 
                                                           
703
 Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.14. 
704
 Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013. 

201 
 
Türkiye’de  ilk  etkilenen  bölgenin  Çukurova  olduğunu  dile  getirir.  Feodal  düzenin  burada 
nasıl kurulduğunu Gürsel şöyle anlatılır: 
Devletin  göçebe  aşiretleri  yerleşik  düzene  geçmeye  zorlaması,  toprakların  bir  aşiret 
aristokrasisinin elinde toplanması sonucunda gitgide değişik türden bir “feodalite” oluşması, 
köyden  göç  ve  topraksız  köylünün  hızla  proleterleşmesi,  ayrıca  özellikle  Marshall  Plan 
tarafından  desteklenen  tarımda  makineleşme,  Çukurova’nın  çehresini  baştan  aşağı 
değiştirmiştir.
705
 
Güçlenen  toprak  sahiplerinin  biçerdöverler,  traktörler  satın  alıp  modern  çiftlikler 
kurmaları,  demiryolu  ağlarının  pamuk  sanayii  ve  ticaretini  artırması,  toprağın  tanınmasıyla 
ziraatın ilerlemesi gibi nedenler ağalık olgusunu yaratmıştır. Toprak sahibi olan ağalar, aynı 
zamanda  Çukurova’nın  sözcüleri  konumuna  da  gelmişler,  kendileri  ile  iş  tutan  bürokratlara 
bölgeden oy devşirirken onlara da istediklerini yaptırmayı başarmışlardır. Hiçbir köylü ağayı 
aşıp  da  siyasilere  ulaşamamıştır.  Köylülerin,  ırgatların  şikâyetleri  ağaların  kulağına  gittiği 
zaman da köylüler bunun bedelini ağır ödemişlerdir. 28.3.1962 tarihli “Ufak İş Deme” başlıklı 
yazısında Yaşar Kemal bu durumu şöyle ifade eder: 
Köylü Anadolu’da şuna inanmıştır ki, önünde ağa olmazsa, hiçbir devlet dairesinden 
iş  çıkartamazsın.  Köylü,  ne  yapar  ne  yapar  da, daireye  giderken,  önüne  bir  ağa  katar.  İşin 
korkuncu da önüne ağa katmayan hiçbir köylünün işi görülmez. Niçin görülmez, çünkü ağalar 
gördürtmezler.
 706
 
Kadirli’de  arzuhalcilik  yaptığı  dönemlerde  yazar  bu  durumu  açıkça  gözlemlemiştir. 
Köylülerin diline tercüman olmasından, köylünün  yanında  yer almasından, zaman zaman da 
köylüye  akıl  vermesinden  ötürü  ağaların  hışmına  uğrayanlardan  birisi  de  kendisi  olmuştur. 
Çukurova’da  ağaların  bürokratlar  üzerinde  etkinliğine  en  iyi  örnek  bizim  burada 
değineceğimiz  üzere  Kadirli  Kaymakamı  Mehmet  Can’ın  sürgün  edilişi  hadisesidir.  Yaşar 
Kemal’in  4.3.1962-13.3.1962  tarihleri  arasında  Cumhuriyet  gazetesinde  “Karanlıkta  Yol 
Açanlar”  başlıklı  yazı  dizisinde  yayımladığı  bu  hadise,  ağaların  bürokratların  desteğini 
arkalarında aldıklarında neler yapabileceklerinin en somut delilidir.  
Yaşar  Kemal,  genç  kaymakamın  sürgün  edilişini  Teneke
707
  adlı  romanında  da  konu 
edinmiştir. Türkiye’de ilk defa 1967’de  yayımlanan bu roman tiyatroya  da uyarlanmış,  yurt 
                                                           
705
 Gürsel, A.g.e., s.38. 
706
 Yaşar Kemal, “Ufak İş Deme”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.81. 
707
 Yaşar Kemal, Teneke, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015. 

202 
 
içinde 1966’da  İlhan  İskender Armağanını  yurt dışında da 1966 Uluslararası  Nancy  Tiyatro 
Festivali  Birincilik  Ödülünü  kazanmıştır.  Eserin  arka  kapağında  belirtildiği  üzere  Derby 
Evening  Telegraph  adlı  İngiliz  yayın  organında  bu  yapıtla  ilgili  “Baskı,  zulüm  ve 
yozlaşmışlığın  çaresiz  kurbanlarının  içinde  bulundukları  kötü  duruma  karşı  bir  protesto.”  
ifadesi yer almaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Yaşar Kemal’in tüm eserlerinde olduğu 
gibi konu, zorba ağalara ve onların sırtını dayadığı bürokratlara karşı  yazgısına katlanmayan 
halkın başkaldırısıdır.  
Cumhuriyet  gazetesinde  yer alan  yazı  dizisinde, on beş  yılda otuz  yedi  Kaymakamın 
alaşağı edildiğine değinen Yaşar Kemal, Mehmet Can’ın otuz sekizinci kaymakam olduğunu 
dile  getirir.  Yazarın  “Teneke”  romanına  verdiği  isim  de  buradan  gelir.  Ağalar,  Mehmet 
Can’dan  önceki  otuz  yedi  kaymakamın  arkasından  teneke  çaldırarak  kasabadan 
uğurlamışlardır. Anadolu’da mülki amirler davul zurna ile karşılanıp uğurlandığı malumdur; 
ağaların  kaymakamın  ardından  teneke  çaldırması  onu  küçük  düşürmek,  onunla  alay  etmek, 
“bizim dediğimizi yapmazsa yeni gelecek kaymakamın da başına gelecek olan budur” demek 
içindir.  Kendisi  de  Kadirlili  olan  dönemin  İçişleri  Bakanı  Ahmet  Topaloğlu  kasabada  olup 
bitenleri  herkesten  iyi  bilmesine  rağmen  ağaların  nüfuzundan  nemalandığı  için  böylesi  bir 
kararın altına imza atmaktan geri durmamıştır. İçişleri Bakanı böylelikle kendi hemşerilerine 
en büyük kötülüğü etmiş, kasabanın kalkınmasına engel olmuştur. 
Yaşar  Kemal,  daha  önceki  otuz  yedi  kaymakamın  Kadirli’den  gönderiliş  sebeplerini 
dört başlıkta sıralar. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 
1-  Halkın faydasıyla birlik olup ağalara karşı koydukları için. 
2-  Bir grup ağaya yaranayım derken diğer bölüğü kızdırdıkları için. 
3-  Bütün ağaların faydasına çalışayım derken binde bir de olsa halkını dinlediği için. 
4-  Çeltik işinde kendisi de ağalarla iş tutarken diğer grubu zarara uğrattığı için.
708
 
Yaşar Kemal, Mehmet Can’ın kasabaya gelişi ile kasabada topyekûn bir kalkınmanın 
zuhurundan  bahseder.  Kasabaya  gelen  daha  önceki  otuz  yedi  meslektaşında  da  daha  üstün 
meziyetlere  sahiptir;  donanımlıdır,  çalışkandır,  kasabalının  yanındadır.  Milli  Birlik 
Komitesinin  ihtilalle  idareyi  ele  almasıyla  Kadirli’ye  tayin  edilen  genç  Kaymakam 
Osmaniye’nin bir köyünden olduğu için Çukurova  gerçeğini iyi bilmekte, ağaları tanımakta, 
neler  yapabileceklerini  de  az  çok  tahmin  etmektedir.  Bu  yüzden  ilk  iş  olarak  da  ağaların 
önünü  kesmek  ister.  Kasabaya  gelir  gelmez  devlet  dairesinde  köylüye  refakatçilik  eden 
                                                           
708
 Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.14-15. 

203 
 
ağaların  ayağını  kaymakamlıktan  kestirir.  Kasabalı  kendi  meramını  kaymakama  kendisi 
anlatacak,  ağalar  aracı  olmaktan  çıkacaktır.  Ağalar  aracılığı  ile  gelen  hiçbir  iş  devlet 
dairesinde yürümeyecektir. Böylelikle ağalar için değirmenin suyu kesilecek, düzmeceleri de 
ortadan  kalkacaktır.  Ancak  kısa  sürede  ağaların  propagandaları  başlar.  Yazarın  bildirdiğine 
göre Kadirli ağaları kara cahil yahut yobaz insanlar değildir, hepsi büyük şehirlerde okumuş 
kişilerdir.  İçlerinde  hukuk  ve  ziraat  fakültelerini  bitirmiş  hatta  Avrupa  görmüş  olanları  da 
vardır. Önce Cumhuriyet Halk Partililer kaymakamı Demokrat Partili; Demokrat Partililer de 
Cumhuriyet  Halk  Partili  diye  halkı  provoke  ederler.  Daha  sonra  da  iki  uç  birleşip  Mehmet 
Can’ı Milli Birlik Komitesi’nin yani darbecilerin kaymakamı olarak ilan ederler. Yaşar Kemal 
“Mehmet  Can’ın  kişiliğinde,  o  feodal  nizam  dedikleri  ortaçağın  bir  düzeni  yıkılıyor.”
709
 
ifadesini kullanacaktır. 
Kaymakam,  üç  ay  olup  bitenleri  gözlemledikten  sonra  icraatlarına  başlar.  Bu  sürede 
halkın  desteğini  de  arkasına  almayı  başardığından  ağalara  karşı  eli  epey  güçlenmiştir.  Ova 
köylerine okullar yapılması için çalışma yürütür. Elinde ödenek olmadığından köylüyü bu işe 
seferber  eder.  İnşaat  malzemesini  temin  eden  her  köye  okul  yapılacağını  taahhüt  eder. 
Köylüler ilk başta tereddüt  etseler de bunu denemeye değer  görürler. Kaymakamın talebine 
cevap  veren,  malzemeyi  hazır  eden  köylerde  kısa  sürede  okullar  yükselir.  Yaşar  Kemal,  bu 
durumla ilgili “Bunu gören köylülerde bir yarış bir yarış… Kumu, taşı, kireci yığan yığana.” 
ifadesini  kullanacaktır.  Böylelikle  bir  yıl  içinde  Kadirli’de  otuz  dört  okul  yaptırılır.  Bu  bir 
rekordur.  Dönemin  şartları  gereği  ülkenin  on  yıllık  kalkınma  planlamasında  görülen  rakama 
bir  yılda  ulaşılmıştır.  Kaymakam  okullardan  sonra  ovadaki  köy  yollarını  da  aynı  şekilde 
imece usulü  yaptırır. Yaşar Kemal, Kadirli’ye daha önce en son 1958’te gittiğini, o zamana 
kadar kasabanın Cevdet Paşa devrindeki gibi durduğunu belirtir. 1962’de Kaymakam Mehmet 
Can’ın gelişi sonrasını ise şöyle anlatacaktır: 
1962  yılı  ocak  ayının  12’inci  günü…  Ben  Kadirli’ye  girdim.  Şaşırdım  da  kaldım. 
Sevincimden  deliye  döndüm.  Hangi  sihirli  değnek  değmiş  de  bu  kasabaya,  eski,  yıkık, 
çamurlu,  pislik  içindeki  kasabayı  bir  yana  atıvermişti.  Atıvermiş  de  yerine  bu  güzelim 
kasabayı  getirmiş?  Bu  kasaba  mümkünü  yok  benim,  benim  eski  kasabam  değil.  Bu  kasaba 
eskiye bakarak bir cennet.
710
 
                                                           
709
 Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.8 
710
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.13. 

204 
 
Kasabaya  yaptığı on günlük ziyareti ile ilgili izlenimlerini aktarırken yazar, “Şu, hani 
bana kötü bakanlar var ya, şimdi onun sebebini anladım. Bunlar kaymakama düşman ağalar, 
ağaların  çocukları.  Şu  bana  dostluk  gösterenler  var  ya,  aşırı  sevgi,  bunlar  da  kaymakamın 
yaptığı işlere sevinenler, öğretmenler, memurlar, köylüler, esnaf… Kısacası halk.”
711
 ifadesini 
kullanacaktır.  Gazete  yazılarında  Yaşar  Kemal’in  Kaymakamdan  yana  tavır  alacağını  bilen 
ağalar ve destekçileri yazarın orada bulunmasından rahatsızdır.  
 Kadirli’de  ağalar  çeltik  ekiminden  çok  para  kazanmaktadır.  Ne  var  ki  çeltik  arazisi 
yazları  çok  sıcak  geçen  Kadirli’yi  sivrisinek  bataklığına  dönüştürmekte,  bu  yüzden  ovada 
sıtmadan  her  yıl  beş-altı  yüz  çocuk  hayatını  kaybetmektedir.
712
  Çeltik  sulamak  için  Savrun 
Çayı’ndaki arklar kullanılır. Belediyenin de bu iş için kullanılan eskiden kalma iki arkı vardır. 
Bu arklar çeltik ağalarına yılda 60.000 liraya kiraya verilmektedir. Yıllık geliri altı-yedi bin 
lira arasında değişen Belediye için bu rakam oldukça iyidir. Mehmet Can, bu arkları işler hale 
getirip  açık  artırmayla  kiraya  verir.  Bunlara  ek  olarak  iki  ark  daha  açtırır.  Arkların  sayısı 
artınca  Savrun  Çayı’nın  suları  azaldığından  ağalar  kaymakama  diş  bilemeye  başlar. 
Kaymakam  hakkında  Ankara’ya  telgraflar  çekilir.  Bu  arada  eline  geçen  paralarla  boş 
durmayan  Kaymakam  kasaba  merkezindeki  yolları  yaptırır,  Savrun  suyunun  mecrasını 
düzeltir,  kasabaya  meydanına  büyükçe  bir  park  yaptırır,  “Maarif  Ormanı”  adı  altında  bir 
ormana başlar, daha evvel bir bölümü yıkılan tarihi Taş Köprüyü onartır.
713
 Kasaba ağalarının 
kendilerine  ait  olmayan  arazilere  çeltik  ekimini  yasaklaması  bardağı  taşıran  son  damla  olur. 
Bu toprakların bir kısmı devlet tarafından göçmenlere tahsis edilmiştir. Ermenilerden kalan bu 
toprakları  ve  halkın  bataklıkları  kurutarak  oluşturdukları  arazileri  sahiplenen  ağalar, 
kaymakama  açıktan  düşman  kesilir.  Onun  kasabadan  gönderilmesi  için  bürokratlara  baskı 
yaparlar.  Buna  karşın  halk  kaymakam  için  ayaklanır,  onun  gönderilmesine  razı  olmaz, 
kasabada  bir  dizi  eylemler  gerçekleşir.
714
  Bunun  üzerine  Milli  Birlik  Komitesi  kasabada  ne 
olup  bittiğini  anlamak  için  iki  üye  gönderir.  İncelemeler  neticesinde  kaymakamın  bir  süre 
daha  Kadirli’de  kalmasına  karar  verilir.  Fakta  seçimlerden  sonra  koalisyon  hükümetinin 
İçişleri  Bakanı  olarak  atadığı  AP’li  Ahmet  Topaloğlu  kendisine  oy  devşiren  ağalara  minnet 
borcunu  ödemek  için  Ahmet  Can’ı  Kars  ilinin  Tuzluca  ilçesine  tayin  eder.  Yaşar  Kemal, 
“Yüzyıllardan  bu  yana,  idarecileri  kasabalarda,  illerde  ağalar  idare  etmişlerdir.  Türkiye’de 
                                                           
711
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.6. 
712
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.13. 
713
 Kalkınma sürecinde Kaymakamın Kadirli’ye yaptıkları için bakınız: Yaşar Kemal, A.g.e., s.21-22 
714
  Yaşar  Kemal,  Kasabalının  Kaymakamı  kasabada  tutmak  için  bu  süreçte  aralarında  para  toplayıp  5000  lira 
bankaya para yatırdığını, kasabadaki memurların kaymakam gidiyorsa biz de istifa ederiz dediklerini, şoförlerin 
üç  gün  grev  yaptığını,  otuz  tane  öğretmenin  istifaya  karar  verdiğini,  kadını,  erkeği,  çoluğu  çocuğuyla  bütün 
kasabanın ayağa kalktığını anlatmaktadır. Bkz. s.22  

205 
 
ağaların  gücünü  devlet  otoritesi  temin  eylemiştir.  Ağalar  yüzyıllar  boyunca  sırtını  devletin 
gücüne  dayayıp  kendi  gücünü  devletin  verdiği  güçle  birleştirip  halkı  sömürmüşlerdir.”
715
 
derken  bu  ağa-bürokrat  ilişkisini  anlatmak  istemiştir.  Yazar  28.03.1962  tarihli  bu  yazısında 
Kadirli  halkı  için  endişelenir,  nüfusu  o  zamanlar  65.000’i  bulan  kasabada  ağalar  ona  göre 
halka kaymakam sonrası etmediğini bırakmayacaktır.  
Yaşar  Kemal,  Kadirli  Kaymakamının  kasabaya  yaptıkları  iyilikleri  gazetedeki 
köşesine  taşıdığı  için  sürgünün  hızlandırıldığını  düşünür.  “Ben  o  yazıları  yazmasaydım, 
kaymakamın  atılma  işi  bu  kadar  çabuk  olmazdı.”
716
  diyecektir.  Çünkü  Kaymakamın 
Kadirli’de  kalması  onların  otoritelerinin  önüne  çekilmiş  settir.  Ağalar  bu  yazıları  görünce 
meydan  okumuşlar  ve  süreci  hızlandırmışlardır.  Kaymakamın  başına  gelenlerden  sonra 
kendini sorumlu hisseden yazar: “Ben korktum. Bir daha hiçbir kaymakamla röportaj yapmak 
istemiyorum. Yazık değil mi güzelim insanlara. Benim yüzümden, ağalar meydan okuyacak 
diye, niçin rahatları kaçsın. İşlerinden olsunlar. İşleri yarım kalsın.”
717
 diyecektir. 
Bir  tarafta  bolluk  bereket  içinde  hayatını  sürdüren  ağalar  diğer  tarafta  sömürülen 
ırgatlar, toprak ağaların zulmü, hastalıktan kırılan köylüler, değişen yaşam koşulları nedeniyle 
yok olan doğa, toplumsal adaletsizlik Çukurova’nın gerçeğidir. Yaşar Kemal içinde yetiştiği 
toplum  gerçekliğini  sindirememiş  ve  bu  duruma  karşı  koymuştur.  Karşısına  aldığı  ağalar 
yazarı  hedef  haline  getirseler  de  o  susmamış,  gazete  yazılarında  ve  eserlerinde  ağalık 
olgusunu  bir  başkaldırı  teması  içinde  işlemiştir.  İnce  Memed  böylesi  bir  başkaldırının 
simgesidir. 
2.5.2.2 Zilli Kurt 
Yaşar  Kemal’e  göre  Türkiye  Cumhuriyeti  hükümetleri  değiştiremediği, 
dönüştüremediği  aydınlara  korkunç  bir  zulüm  politikasını  devreye  sokmuştur.  Ona  göre 
ülkenin  yöneticileri  sanatçıyı,  düşünürleri  kendine  aykırı  gelen  aydınları  düşman  bellemiş, 
hiçbirini  de  iflah  etmemiştir  Düşüncelerini;  “Bu  korkunç,  insanları  aşağılayan,  tüketen  zilli 
kurt  uygulaması  Cumhuriyet  kurulduğundan  beri  süregelmiş  ve  çok  insanın  kanına 
girmiştir.”
718
  sözleriyle  dile  getirir.  Sabahattin  Ali’nin  Bulgaristan  sınırında  öldürülmesi; 
Nazım  Hikmet’in  on  yedi  yıl,  Kemal  Tahir’in  on  üç  yıl,  Orhan  Kemal’in  beş  yıl,  Aziz 
                                                           
715
 Yaşar Kemal, “Ufak İş Deme”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı,  YKY, İstanbul, 2013, s.81. 
716
 Yaşar Kemal, “Çıplaklar, Ağalar ve Kadirli Kaymakamı Üstüne Bir Mektup”, Baldaki Tuz, YKY, İstanbul, 
2013, s.85. 
717
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.86. 
718
 Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.93. 

206 
 
Nesin’in 5 yıl, Ahmet Arif’in 5 yıl, Ruhi Su hapis yatması; şair A. Kadir, şair Hasan İzzettin 
Dinamo,  Nail  V.  ve  daha  birçok  şairin,  düşünce  adamının  yine  hapislere  düşmeleri,  Arif  ve 
Abidin  Dino  kardeşlerin  Adana’ya  sürgüne  gönderilmeleri;  karikatürist  Turhan  Selçuk’un 
işkence görmesi bu politikaların ürünüdür. Hepsi zilli kurt olmuşlardır.
719
 Yazarın kendisi ile 
özdeşleştirdiği “zilli kurt” metaforu da işte böylesi bir politikanın tezahürüdür.  
Felsefede  metaforlar  önemlidir.  Platon’un  gerçek  varlıklar  olarak  nitelendirdiği 
ide’leri ve onların yeryüzündeki yansımaları olan figürleri anlatmak için kurguladığı mağara 
istiaresi  aradan  geçen  iki  bin  beş  yüz  yıla  rağmen  hâlâ  güncelliğini,  şaşırtıcılığını  ve 
etkinliğini korumaktadır.  Çünkü metaforları  güncel kılan,  birkaç kelime ile  insanları  hayrete 
düşürecek derin manalar içermesidir. Ayrıca metaforlar içinde bulundukları zaman ve zemine 
bağlı  olarak  ortaya  çıkarlar.  Bir  metaforu  ortaya  atan  kişi,  içinde  bulunduğu  zaman  ve 
mekândan kendisini soyutlayamaz. Metaforları zaman ve zeminden kurtarıp yurtsuzlaştıracak 
olansa  içerdikleri  hakikatlerdir.  Böylece  metaforlar  evrensele  vasıl  olup  kıyamete  kadar 
varlığını  sürdürecektir.  Felsefeyi  kavramlar  oluşturmak,  üretmek  ve  keşfetmek  sanatı  olarak 
nitelendiren  Deleuze-Guattari  ikilisinin  söylediklerini  hatırlayacak  olursak  kavramları 
figürlere dönüştürebildiği ölçüde toplumlar/milletler jeo-felsefe yapabilirler. 
Yaşar  Kemal’in  şahsı  ile  özdeşleştirdiği  “Zilli  Kurt”
720
  metaforunda  da  en  az 
Platon’un  mağara  istiaresi  kadar  derin  manalar  yüklüdür.  Anadolu  bu  metaforun  zemini; 
yirminci yüzyıl zamanı; Yaşar Kemal (ve onun işaret ettiği aydınlar güruhu) ise bu metaforun 
müşahhas  hali;  yani  figürleridir.  Zaman-zemin  ve  figür  üçlüsünü  bir  araya  getirdiğimizde, 
yani  yirminci  yüzyılın  ikinci  yarısında  Türkiye’de  Yaşar  Kemal  açısından  tablo  şudur: 
“Demokrasi  adı  altındaki  baskı  düzeni  bütün  şiddetiyle  sürüp  gidiyor.  İşkenceler… 
Düşüncelerinden  dolayı  hapishaneleri  doldurmuş  binlerce  kişi…  Üstelik  de  bugün  Türk 
hapishaneleri  onlar için  birer temerküz kampı niteliğinde. Avrupa’nın kıyıcığında, bir kısmı 
da Avrupa’da olan bir ülkede, benim ülkemde olup bitenler inanılacak gibi değil.”
721
 Yaşamı 
boyunca  bütün  varlığı  başkaldırı  olgusuyla  sarmalanmış  olan  yazar  bu  duruma  tepkisini  de 
sıradışı  verecektir.  Çalışmamızda  Zilli  Kurt  metaforunu  bilhassa  önemsediğimiz  ve 
özümsediğimiz için bu kısmı yazarın ağzından olduğu gibi aktarmayı uygun bulduk: 
                                                           
719
 Yaşar Kemal,  “Zilli Kurt”,  Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi  Yayınları,  İstanbul,  2013, s.93; Yaşar Kemal, 
“Yaşar Kemal ve Türk Halkının Epopesi, Le Monde, 4 Ekim 1981, Binbir Çiçekli Bahçe, Der. Alpay Kabacalı, 
YKY, İstanbul, 2013, s.189. 
720
  Bkz.  Yaşar  Yaşar,  A.g.e.,  s.61;  Yaşar  Kemal,  “Zilli  Kurt”  Binbir  Çiçekli  Bahçe,  Yapı  Kredi  Yayınları, 
İstanbul, 2013, s.89-91; A.g.e., “Orhan Kemal Üstüne”, s.132; Yaşar Kemal, “Zilli Kurt Hikâyesi”, Ustadır Arı, 
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.57-59; A.g.e., “Roman ve İnsan Gerçeği Üzerine”, s.207-218. 
721
 Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.113. 

207 
 
Orta  ve  Doğu  Anadolu’da  kurtlar  bir  köye  girer  ağıllardaki,  damlardaki  koyunlara 
saldırırlarsa,  koyunlardan  bir  tekini  parçalayıp  yemezler,  bir  sürü  koyunu  gırtlaklarından 
yakalar bir yana atarlar, bundan sonra koyunun yaşaması olanak dışıdır. Koyun sahipleri de 
koyunları  götürür  kasabadaki  kasaplara  satarlar.  Yaralı  koyun  yüzlerceyse  yakın  köylere 
dağıtırlar. Böylece de koyunları kırıma uğramış köylüler öç alma ardına düşerler. Atlanırlar, 
atlarını bozkıra sürerler ve yakalanıncaya kadar kurdu ararlar. Kurdu ararlarken yanlarına 
tabanca,  mavzer,  herhangi  bir  silah  almazlar.  Yanlarına  köpek  bile  almazlar.  Kurtlar 
koyunlara daha çok baharda, kışta saldırırlar. Kurt avcısı atlılar insan boyu karda kurtları 
günlerce ararlar. Bulduklarında kurdu hiç incitmez, işkence etmez, kılına bile dokunmazlar. 
Okşayarak onun boynuna kalın, kopmaz kirişlerle, zincir tellerle bir zil ya da çok küçük, sesi 
uzaklardan  duyulur  bir  çan  asar  bırakırlar.  Karda  bozkırdan  geçenler  yer  yer  çan  sesleri, 
keskin  zil  sesleri  duyarlar.  Issız  karlı  bozkırda  herkes  bu  zil,  çan  seslerinin  nerelerden 
geldiğini bilir. Bu zil sesleriyle bozkır pırıltıya boğulmuş ipileyen güneşli bir hüzündür. 
Gençliğimde benim de başımdan böyle bir zilli kurt olayı geçmişti. Zilli kurt olmanın 
ne korkunç bir işkence olduğunu biliyordum. Daha birçok kişinin de… 
Gazeteciliğimde bir kış Orta Anadolu’nun bir köyünde bir kurt yakalama törenine ben 
de  katıldım.  Atlara  binip  kurt  yakalamaya  çıktık.  Birkaç  gün  bozkırda  dolandıktan  sonra 
kovalayarak  üç  tane  kurt  yakaladık.  Atlar,  diz  boyu  kara  alışkınlardı.  Kurtlar  da  öyle  hızlı 
koşamıyorlardı.  Kurtları  yakaladığımızda  zaten  işleri  bitikti,  karınları  karınlarına  geçmişti 
açlıktan.  Gözlerinin  feri  de  sönmüştü.  Kim  bilir  bozkırda  kaç  gündür  aç  aç  dolaşıyorlardı. 
Köylüler  zilleri  kurtların  boynuna  taktılar,  sağlam  kırılmaz,  kopmaz  kirişlerle.  Sonra  da 
onları  okşayarak,  “güle  güle”  diyerek  uğurladılar.  Artık  bu  kurtlar  ölüme  mahkum 
edilmişlerdi. Ölümün en zalimine. Artık boğazındaki zillerden dolayı ne bir köye, ne bir ağıla, 
ne  bir  koyun  damına  yaklaşabilirlerdi.  Yiyebilecekleri  en  küçük  bir  hayvana  da 
yaklaşamazlardı. Boğazlarındaki zil onları hiçbir hayvana yaklaştırmazdı. Kurda kuşa, hiçbir 
canlı  yaratığa…  Ve  zilli  kurtlar  ölümlerin  en  acısıyla,  açlıkla  cebelleşerek,  günlerce  can 
çekişerek  ölürlerdi.  Sonradan  köye  yaklaşmış  bu  zilli  kurtları  yakalayan  köylüler  de  onları 
öldürmez sürüp bozkıra bırakırlardı. 

208 
 
Bu zilli kurt zulmünü görünce kendimle özdeşleştirdim. Beni de gençliğimin baharında 
zilli kurt yapmışlardı. Bende bir zilli kurt olmuştum ya canımı kurtarmıştım. Zilli kurt olup da 
canını kurtaramayan çok insan da tanımıştım.
722
 
Yaşar  Kemal,  Türkiye  Cumhuriyeti  tarafından  boyunlarına  zil  takılan  insanların  en 
yakınlarına bile  yanaşamadıklarının altını çizer. Alain  Bosquet’e  kendisiyle ilgili  verdiği  iki 
örnek  bu  durumun  en  açık  göstergesidir.  Birinci  örnek,  daha  evvel  Kadirli’den  ayrılış 
sürecinde  değindiğimiz  Türkçe  öğretmeninin  kendisi  hakkında  öğrencileri  provoke  eden 
komünistlik  konuşmaları  üzerinedir.  Yazar,  Okul  Müdürü  Nurullah  Hancı’ya  pazar  yerinde 
rastlar  ve  ona  Türkçe  öğretmeninin  konuşmalarından  duyduğu  rahatsızlığı  dile  getirir. 
Hancılar  da  Yaşar  Kemal’in  serzenişine  hak  verir,  bunu  Türkçe  öğretmenine  iletir.  Ancak 
okul  müdürünün  Yaşar  Kemal’le  görüşmesi  başına  olmadık  işler  açar.  Bununla  ilgili  Alain 
Bosquet’e  “Müdür  Kadirli’de  birkaç  gün  içinde  Rus  casusu,  vatan  haini  olup  çıkıyor.”
723
 
ifadesini  kullanacaktır.  Kozan  Cezaevinden  çıktıktan  sonra  müdürün  başına  gelenleri 
öğrendiğini belirten yazar buna sebep olduğu için kahrolduğunu belirtir. “Bir kezcik benimle 
konuşmakla bu iyi  insanı  o barbarlar komünist,  Rus casusu  yaptılar.  İşkenceler ettiler, linçe 
kıstırdılar.  Hapsettiler.”  der  ve  yazının  devamında  Bosquet’e  şunları  aktarır:  “…  müdürün 
üstündeki iğrenç baskılar, dedikodular artıyor, bir gün de bir Cuma mitinginde kudurtulmuş 
kara kalabalık okulun üstüne saldırıyor, müdürü linç ediyorlar. Ortaokulda kırılmadık hiçbir 
şey  bırakmıyorlar.  Nurullah  Hancılar  kozan  hapishanesine  götürülüyor,  aylarca  hastanede 
yatıyor.  Arkasından  da  mahkemeye  veriliyor,  bir  yıl  mı  iki  yıl  mı  Kozan  hapishanesinde 
kalıyor.”
724
  
Yaşar Kemal’in Bosquet’e verdiği ikinci örnek ise Foçalı bir gençtir. Para kazanmak 
için Çukurova’ya gelen gençle Savrun suyu kıyısında karşılaşır, tanışır. Bu sıralar “Dükkâncı” 
adlı hikâyesini yeni yazmıştır, ona bu hikâyeyi okumak ister. Kadirli’deki evlerinde Foçalıyı 
misafir eder. Ancak tam bu sırada jandarmalar evi basar. Yazarın bildirdiğine göre onların eve 
birlikte  gittiklerini  gören  iki  kişi  (Darendeli  Uzun  Ahmet’le  Ekmekçi  İsmail)  bunu 
jandarmaya bildirmişlerdir. Kasabalı, Foçalı genci linç etmek ister. Bosquet’e “Beni bir cipe 
delikanlıyı bir cipe koydular” diyen yazar o gece serbest bırakılır; ancak Foçalı genç için işler 
iyi  gitmez.  “Sabaha  kadar  karakolun  avlu  kapısında  bekledim.  Saat  ona  doğru  Foçalıyı 
                                                           
722
 Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.89.  
723
 Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, s.59-60; 
724
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.60; Yaşar Kemal, 21.03.1967 tarihli “Öğretmenler, Kardeşlerim” başlıklı yazısında da 
Nurullah  Hancılar’ın  başına  gelenleri  anlatır.  Ağaların  kışkırtmalarıyla  ayaklanan  halk  okulu  basıp  okul 
müdürüne linç girişiminde bulunacaktır. Bkz. Yaşar Kemal, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 
2013, s.135-137. 

209 
 
bıraktılar, önümden geçerken yüzüme bile bakmadı. Ben de ondan bir özür bile dileyemedim. 
Boğazıma bir yumruk geldi tıkandı. Ağlayamadım.”
725
 diyecektir.  
Yaşar  Kemal,  “dışarıda  bir  yıl  zilli  kurt  olmaktansa  on  yıl  hapiste  yatmayı 
yeğlerdim”
726
 diyerek çektiği acıları anlatır.  
Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin