2.5.1.4 Sol Eğilimli Sanatçılarla Tanışma ve Fikir Dünyasının Şekillenmesi
Yaşar Kemal, Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalıştığı yıllarda (1942-1944) birtakım
solcu yazarlarla da irtibat kurmaya başlar. Şiirleri, yazıları, derlemeleri pek çok gazete ve
564
Yaşar Kemal, A.g.e., s.37.
565
Yaşar Kemal, “Katalunya Uluslararası Ödülü Konuşması”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2013, s.62.
566
Ramazan Çiftlikçi, A.g.e., s.10.
567
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.61.
160
dergilerde Kemal Sadık Göğceli
568
imzasıyla boy gösterir. İlk şiiri yayımlandığında on altı
yaşındadır. Henüz yazarlık serüveninin başında olsa da umut vadetmektedir.
Abdi İpekçi ile gerçekleştirdiği “Edebiyat ve Politika” konulu röportajda Yaşar
Kemal, siyasi eğilimin belirmeye başladığı bu dönemle ilgili şunları söyler: “17-18
yaşlarımda bende sol düşünce belirmeye başlamıştı. Sanatım onunla tay gitti, yani paralel.
Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine; halk
ve doğa. Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için
yaparım. Politikam da sanatımdan ayrılmaz. Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim
eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi burjuvazi mi… Halkın
mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım.”
569
Ramazanoğlu Kütüphanesine kendisini alan kişi, o zamanlar Adana Halkevi
başkanlığını da yürüten Kemal Satır’dır. Bu kişi daha sonraları başbakan yardımcısı
olacaktır. Yaşar Kemal’in entelektüel gelişiminde otuz bini aşkın kitaptan oluşan bu
kütüphanenin önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Yazarlık kariyeri açısından doğru zamanda
doğru yerdedir. Özellikle Batı klasiklerini tanıma ve edebiyatımızdaki önemli isimleri
inceleme fırsatını burada bulur. “On yedi yaşımdan sonra da Batı edebiyatıyla ilişki kurdum.
Bunları büyük bir doymazlıkla okuyor, Balzacları, Tolstoyları, Çehovları, Stendhalleri,
Dostoyevskileri çevirilerinden okuyor, onları da destanlar, Karacaoğlanlar gibi
özümsüyordum.”
570
diyecektir. Ahmet Kutsi Tecer, Pertev Naili Boratav, Nurullah Ataç,
Sebahattin Eyüboğlu, Azra Erhat gibi önemli şahsiyetlerle tanışıp mektuplaşır. Yine bu
dönemde Orhan Kemal, Arif Dino, Abidin Dino, Güzin Dino gibi isimler onun fikir
dünyasının şekillenmesinde etkin rol oynayacaktır.
Arif ve Abidin Dino kardeşler bu yıllarda Adana’da siyasi nedenlerle sürgündedir.
Dino kardeşlerin dedeleri Adana’da bir dönem valilik yapmış bir Osmanlı Paşasıdır. Bu
nedenle Adana toprağında arazileri vardır. Yaşar Kemal, Adana Türksözü Matbaası’na
Ağıtlar adlı folklor derlemelerini vereceği zaman, bu derlemeleri görüp hayran kalan Abidin
Dino’nun onu tanımak istemesi üzerine görüşürler.
571
Dünya klasiklerini ona tanıtan da Arif
Dino olmuştur. İki kardeş Yaşar Kemal’i bir gergef gibi işler. Bu büyük söz ustasındaki
mahareti anlamaları güç olmaz. Arif Dino dedesinden kalma topraklardan bir kısmını satınca
568
Ramazan Çiftlikçi, A.g.e., s.11.
569
Abdi İpekçi, “Edebiyat ve Politika”, Yaşar Kemal, Baldaki Tuz, Derleyen, Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul,
2013, 330.
570
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.79.
571
Aziz Şeker, A.g.e., s.38.
161
Yaşar Kemal’e klasiklerden bir set hediye eder, bu setteki kitapların sayısı yüzden fazladır.
Ancak onun hayatının dönüm noktalarından birisini teşkil edecek olan şey, bu kitaplar
arasında Cervantes’e ait üç adet Don Kişot kitabıdır:
Eve götürüp paketi açınca üç tane Don Kişot’la karşılaştım. İkisini aldım, bir yanlışlık
olmuştur diye Arif Dino’ya götürdüm. Fazla olmuş, bir yanlışlık var, dedim. Arif Dino
yanlışlık değil, dedi. Ömrünün sonuna kadar durmadan bu kitabı okuyasın, diye sana üç tane
aldım, dedi. Ve Don Kişot’larımı gerisin geri eve götürdüm.
572
İlk okuduğu roman Alphonse Daudet’in Le Petit Chose (Küçük Şeyler) adlı eseridir,
ondan sonra da Kerem ile Aslı hikâyesini okur.
573
Ancak onu asıl etkileyecek olan
Cervantes’tir. Çünkü Don Kişot’la birlikte sosyalizmi benimsemeye başlar. Fakat içinde
bulunduğu çağda Don Kişotluğun bedeli ağırdır. İlk karakol deneyimlerini de bu sıralar
yaşayacaktır. 1943’te Adana Pamukpazarı Karakolunda on gün kadar kalır. Bununla ilgili
“Karakol bir karabasan gibiydi. Bir karanlıktan başka hiçbir bir şey anımsamıyorum.”
574
diyecektir. Çünkü dönemin anlayışı gereği sosyalizm, Marksizm, solculuk, komünistlik gibi
kavramlar oldukça tehlikelidir ve şüphesiz yazar, tehlikeli kara sularında yüzmektedir:
Don Kişot’u okuduğumda, sosyalizmi benimsemiş, birkaç kere de karakola
düşmüştüm. Sosyalizm üstüne elime ne geçerse okuyordum. Gene de bu işte Arif Dino bana
yardımcı oldu. Abidin Dino’nun çok başka özellikleri vardı. Sosyalist militanlığı edebiyatla
birlikte götürmeye çalışıyordum. Hemen oracıkta, Adana’da sosyalist gençlerden hatırı
sayılır bir bölük kurulmuştu. Eski sosyalist işçilerle, aydınlarla ilişki kurmuştuk. Gece gündüz
sosyalizm konuşuyorduk. O zamanlar Türkiye’de yeterli sosyalist kitaplar yoktu. Örneğin
Manifesto daktiloya çekilmiş olarak elden ele dolaşıyordu. Bunun için biz sosyalizmi usta
çırak işi ağızdan öğreniyorduk. Elbet sosyalizmle birlikte, bu ağızdan öğrenmeler yüzünden
çok da yanlış şeyler öğrendik.
575
Tıpkı Arif Dino gibi, kardeşi Abidin Dino da Yaşar Kemal’le oldukça yakından
ilgilenir. Sait Faik’in ilk romanı Medarı Maişet Motoru’nu ondan alıp okur, hayran kalır.
Nazım Hikmet’in ondaki yeri ise bambaşkadır; Nazım, yazara göre Türkçenin zirvelerinde
572
Yaşar Kemal, A.g.e., s.74.
573
Yaşar Kemal, A.g.e., s.73.
574
Yaşar Kemal, A.g.e., s.88; Yaşar Kemal, 19 Nisan 1988’de Nedim Gürsel’le gerçekleştirdiği söyleşide “On
yedi yaşında girdim hapse. On beş gün kadar. Pamukpazarı Karakolunda. Abidin Bey çıkarttı beni. Abidin Dino
olmasaydı daha çok yatabilirdim.” diyecektir. Ayrıca Bakınız. Nedim Gürsel, Yaşar Kemal, Bir Geçiş Dönemi
Romancısı, Doğan Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008, s.112.
575
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.74-75.
162
dolaşmaktadır. İçeride kaldığı yıllarda halk dilinin zenginlikleriyle yoğrulmuştur. Şeyh
Bedrettin Destanı bunun en güzel örneklerindendir, bu destan büyük Anadolu halk şiirinin
damgasını taşır.
576
Abidin Dino’nun eşi Güzin Dino üniversitede Fransızca profesörüdür,
Fransız klasiklerini Yaşar Kemal’e tanıtan da odur. Dino kardeşlerin kendisine gösterdiği
yakınlığı ve aralarındaki dostluğu yazar, şöyle izah eder:
Arif ve Abidin Dinolarla tanışmadan önce şiirler yazıyor, birçok dergide yayımlıyor,
folklor derlemeleri yapıyor, büyük bilimsel kitaplar yazma hayalleri kuruyordum. Arif Dino
Yunanca da bilirdi. Eskilere, yani klasiklere çok meraklıydı. Bana resim dersi bile verdi. Bir
de Rimbaud’yu ezberden bilirdi. Sanırım bütün şiirlerini… Ve onunla on yedi yıl roman,
sanat, sosyalizm tartıştık. Abidin Dino da beni epeyce etkiledi. Onunla da şiir, edebiyat, resim
konuştuk çok. Bu iki insan da belki çağımızın en ince, en zevkli insanlarıydılar.
577
Orhan Kemal de bu sıralar beş yıllık mahpusluğun ardından Adana’ya dönmüştür. On
yedi yılını cezaevinde geçiren Nazım Hikmetle üç buçuk yıl birlikte kalmış olan Orhan
Kemal’le de aynı edebiyat çevresi vasıtası ile dostluk kurar. Bu isimlerle istişarelerini ve
hangi konular üzerinde fikir alışverişinde bulunduklarını Yaşar Kemal şöyle anlatır:
İşçiler, Orhan Kemal, öteki sosyalist yazarlar, şairler, Arif Dino, Abidin Dino, başka
çok ilginç, kurtuluş savaşında dövüşmüş ilerici kişiler hep bir aradaydık. Bütün dünyadan,
Hitler’den, İngilizlerden, Fransızlardan, Stalin’den, Lenin’den haberimiz vardı. Çinin iç
savaşını günü gününe izliyorduk. Dahası da Hitler Anadolu’yu işgal ederse nasıl bir savaş
vereceğimizi, halkla nasıl ilişkiler kuracağımızı, bir gerilla savaşına ne biçim girişeceğimizi
tartışıyorduk. Fransız direnişçilerini de günü gününe izliyorduk. Kurşuna dizilenleri, her şeyi,
her şeyi… Dil bilen arkadaşlarımız yabancı radyoları izliyorlardı. Olağanımız oranında
dünyaya antenlerimizi germiştik. Nazım’ın dediği gibi kırk günlük yolda yaprak kıpırdasa
ondan haberli olmak istiyorduk. Elimize geçen, daktiloya yazılmış ya da Atatürk çağında
basılmış sosyalist klasikleri ya toplu olarak okuyor ya da elden ele dolaştırıyorduk. Bunların
hemen hepsi de yasaklanmış kitaplardı.
578
1944-1946 yılları arasında Kayseri’de askerliğini yapar. Burada bir hastaneye
gönderilir. Hastanenin başhekimi Dr. Yusuf Balkan isminde tanınmış bir albaydır. Yusuf
Balkan, Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a çıktığında onun yanında yer alıp her türlü mandaya
576
Yaşar Kemal, A.g.e., s.78.
577
Yaşar Kemal, A.g.e., s.74.
578
Yaşar Kemal, A.g.e., s.89.
163
karşı çıkan ve ismi Nutuk’ta da geçen iki tıbbiyeliden biridir.
579
Yaşar Kemal ondan çok
etkilenir. Sonradan İşçi Partisi Başkanı olacak olan Marksist Mehmet Ali Aybar’la da burada
tanışır. Yine Talas’ta tanıştığı iki ilerici üniversite öğrencisi (Faruk Molu-Sait Molu) askerliği
boyunca yazara kitaplar taşıyacaktır. İçinde bitmek tükenmek bilmeyen bir öğrenme isteği
vardır. Bunun için “Büyük bir doymazlıkla, ustalar ne yapmışlar, diye okumaya çalışıyordum.
Okumaya, anlamaya. İnsanlar kimdi, doğa neydi, merakım engel tanımıyordu.”
580
diyecektir.
İlk hikâyesi olan “Pis Hikâye”yi de 1946’da burada yazar. Yazın türü olarak ele
aldığımızda kısa hikâyeleri ileride çok ses getirecek olan romanlarının altyapısını
oluşturacaktır. Çukurova’yı ve Çukurova insanını anlattığı bu kısa hikâyelerini 1952’de “Sarı
Sıcak” adlı kitabında toplayacaktır.
581
Askerlikten sonra bir müddet İstanbul’da Fransızlara ait
bir şirkette gaz kontrol memurluğu yapar. 1948’de Kadirli’ye döner. Daha sonradan bazı
yabancı dillere de çevrilecek olan “Bebek” adlı hikâyesini burada yazar. Bunu “Dükkâncı”
adlı hikâyesi izler. Orhan Veli’nin 1950’de genç yaşta ölmesi de yazarı derinden etkileyen bir
başka hadise olacaktır. Bu ölüme çevresindekilerin aldırış etmemesi onu yaralar. Bulunduğu
yeri yadırgamaya başlar. Bununla ilgili “O gün kasaba bana cehennem gibi geldi.”
582
diyecektir. 1951’de ilk kısa romanı olan “Hüyükteki Nar Ağacı”
583
nı kaleme alır.
Yazarın Adana Halkevi çevresinde toplanan sol eğilimli sanatçılarla dirsek teması, bu
sanatçılarla fikir alışverişinde bulunması, onların fikirlerinden etkilenmesi, okuduğu kitaplar,
sosyalizmi benimsemesi gibi nedenler bir takım çevreleri rahatsız eder; hakkında olur olmaz
iftiralar atılır. Neticede 1950 yılı nisanında hapse girmesi ve içeride bıçaklanmasıyla
neticelenecek olan olay yaşanır. Kadirlili bir çocuk Adana’da komünist propagandası yaptığı
gerekçesiyle yakalanır. Yazar bu sıralar Kadirli’de arzuhalcilik yapmaktadır. Kendisinin olaya
dâhil edilmesini mizahi bir dille şöyle anlatır:
Çocuğu çok dövmüşler, o da bildiği adların hepsiyle bir olmuş Çukurova’da
Komünist Partisi kurmuş. Ben de o kurucular arasındaydım. Bir sabah jandarmalar geldiler,
şangır şungur, ellerinde kelepçeler, birini bana taktılar, savcıya sorgu yargıcına götürdüler,
oradan da doğru hapishaneye.
584
579
Yaşar Kemal, A.g.e., s.94.
580
Yaşar Kemal, A.g.e., s.97.
581
Ramazan Çiftlikçi, A.g.e., s.109.
582
Yaşar Kemal, A.g.e., s.84.
583
Yaşar Kemal, A.g.e., s.84.
584
Yaşar Kemal, A.g.e., s.38.
164
1950 yılında durumun kendileri açısından oldukça korkunç olduğunu dile getiren
yazar şunları söyler: “… millet komünizm yiyor komünizm içiyordu. Komünizmle yatıyor
komünizmle kalkıyordu. Ulusumuz daha o günlerde ileriyi görmüş komünizmi yok etmek için
elinden geleni de gelmeyeni de yapmıştı.”
585
Jandarmaların mahkûmlara uyguladığı ikna
metodunu Yaşar Kemal, öz yaşam öyküsel romanı Kimsecik serisinin ikinci cildi Kale
Kapısı’nda da benzer şekilde işler. İsmail Ağa’yı öldüren Salman’ı gördükleri gerekçesiyle bir
grup köylü sorguya çekilir, işkenceden geçirilir, çıktıklarında artık Salman’ı gördüklerine
kendileri de ikna olmuşladır:
Hele Onbaşı, bu bölgede dayağından geçirmediği hiçbir kişinin olmadığıyla
övünüyordu. O, uzatmalı onbaşıydı, hangi bölgeye gitmişse, hasta sayrı, yatalak hepsini bil
tekmil dayaktan geçirmişti. İnancı kaviydi, bu köylü milletinin başından dayağı eksik
etmeyesin! Yoksa onlar bir azar ki, bir azarlar ki, Allah göstermesin, şu koskoca Yunan’dan
kotarılmış devleti yerle yeksan ederlerdi… Köylü her zaman, her yerde, her durumda
suçluydu. Onlar analarından suçlu doğmuşlardı.
586
Yaşar Kemal denemelerini topladığı Binbir Çiçekli Bahçe adlı eserinde bu olayla ilgili
yorumda bulunurken “İlk karakola düştüğümde on yedi yaşımdaydım. O zamanlar sosyalizm
sözcüğünü daha yeni yeni duyuyorduk.”
587
diyecektir. Daniel Rondeau, Yaşar Kemal’in
komünizmin ne olduğunu bilmeden komünizm propagandası yapma suçundan tutuklandığını
ve dayak yediğini dile getirir. Bir kere sosyalist çevrelere girmiş ve mimlenmiştir. Rondeau
ondan şöyle bahseder:
Çukurova’da jandarmaların kovaladığı eşkıyaların tarafında, Gorki’yi öldürttüğü
söylendiği için Stalin’den nefret eden bir sosyalisttir. Tutuklanır, serbest bırakılır ama sık sık
rahatsız edilir: Almanya’ya giden ve Avrupa’da faşizmin yayıldığı dönemde Spartakistlerle
ilişki kuran işçi liderleriyle dost olur. Yaşar Kemal ve arkadaşları dünyada olup bitenleri
anlamaya çalışıyor ve Fransız direniş eylemini duyup gerekirse Anadolu’da aynı direnişi
düzenlemeye hazırlanıyorlar ve geleceklerini sorguluyorlardı.
588
Yazarın Kadirli’den ayrılışında Komünist Parti’nin kurucuları arasında gösterilip
tutuklanması olayı etkin rol oynar. Çünkü artık kasabada can güvenliği yoktur. Yirmi yedi-
585
Yaşar Kemal, A.g.e., s.43.
586
Yaşar Kemal, Kimsecik 2 Kale Kapısı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015, s. 140-144
587
Yaşar Kemal, “Zilli Kurt”, Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.89.
588
Daniel Rondeau, “Yaşar Kemal, Çınar Gibi Dimdik”, Yaşar Kemal’i Okumak, Çev. Nedret Tanyolaç Öztokat
– Erdim Öztokat, Adam Yayınları, İstanbul, 1999, s.90.
165
yirmi sekiz yaşlarındadır. Adana’da görevli bir komiserin kızı Kadirli’de Türkçe öğretmeni
olarak görev yapmaktadır. Babasından aldığı bilgilerle öğrencilerine o zamanlar Kadirli’de
arzuhalcilik yapan Yaşar Kemal’i hedef gösterir. Yazar bu hadiseyi şöyle anlatır:
Derste komünistlere her ders veryansın ediyor, “işte” diyormuş, “onlardan bir tanesi
de burada, bu kutsal topraklarda yaşıyor, üstelik de arzuhalcilik yapıp para kazanıyor,
telsizle de her gün Rusya’yla konuşuyor. Hem bu memleketin ekmeğini yiyor hem de
komünist…
589
15.04.1962 tarihli “Çamurcular, Çamur Atar Boyuna”
590
adlı yazısında Yaşar Kemal,
gençliğinde köylünün ezilmesini, sömürülmesini, sıtmadan kırılıp gitmesini gördüğünü ve bu
işlerin birkaç adamın faydası için yapıldığını bildiğini; buna karşı koymaya çalıştığında da
kendisine iftiralar atıldığını dile getirmektedir. Yazar bunun için aynı yazısında, “Zavallı,
fukara, küçücük dünyalı köylüler de benim telsizle konuştuğuma, vatanı sattığıma
inanıyorlardı. Bir zaman, düşman bakışlar altında, hakaretler altında o hale geldim ki
boğuluyordum.” diyecektir. Bu söylentilerle çalkalanan kasaba ağaların da kışkırtmasıyla
ayaklanır. Sosyalizmin öngördüğü toprak reformunu savunan yazar, toprak ağaları için
oldukça tehlikeli olmaya başlamıştır. Yılanın başı küçükken ezilmelidir. O artık bir vatan
hainidir:
Ben o zamanlar Kadirli çarşısında Hacı Ali Çavuş’la bir dükkân saçağı altına
sığınmış bir arzuhalciydim. Hikâyeler karalıyordum, roman denemeleri yapıyordum. Günde
de en çok on lira kazanıyordum. Köylüler, ağaların elindeki hazine tarlalarının listesini
çıkarıp bana getiriyorlardı. Falan ağada şu kadar devlet toprağı var, falanda şu kadar diye.
Ben de arzuhallerini yazıyordum. İşte bütün suçum buydu.
591
Cuma günleri kasabada pazar kurulduğundan köyden gelenlerle birlikte nüfus iki
katına çıkar. Cuma namazı çıkışı birtakım sloganlarla galeyana gelen halk, Yaşar Kemal’i linç
etmek için karakolu basar. Mitingi haber alan jandarma kumandanı, yazarı koğuşundan alıp
ikinci kattaki jandarma dairesine çıkarır. Kalabalık onu tutuklu kaldığı koğuşunda bulamaz,
kumandan da gece Kozan Ağırcezasına yollandığını söyleyip öfkeli kalabalığı güç bela
savuşturur. Yazar, bu olayla ilgili jandarma komutanı için: “Hamiyetli vatandaşlarımızı
589
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görümeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.38.
590
Kemal, “Çamurcular, Çamur Atar Boyuna”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.70-73
591
Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bu Diyar Baştan Başa 4 - Bir Bulut Kaynıyor, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2013, s.7.
166
böylece teskin etti. Benim de Rus casusu canım ellerinden kurtuldu.”
592
diyecektir. Fakat
tehlike tam anlamıyla geçmemiştir. Bir hafta sonra Kozan Ağırcezasına sevk edilecektir.
Yazarın anlattıklarına göre bölgede tutuklu sevkiyatları gerçekleştirilirken jandarmalar, bu
dönemde –kaçtı diyerek- çokça eşkıya öldürmüştür, aile bundan endişe duyar. “Çünkü eşkıya
Yozcu böyle öldürülmüştü. Sarıçam’da kollarından kendirle birbirlerine bağlanmış otuz üç
eşkıya böyle öldürülmüştü. Böylesi infazlar Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin gelenekleri
arasına girmişti.”
593
der. Kadirli-Kozan arası yaklaşık kırk kilometredir, başta annesi Nigâr
Hanım olmak üzere yakın akrabaları yol boyunca tutuklu sevkiyatına eşlik ederler. Yolda
başına bir iş gelmez fakat Kozan Ağırcezasına teslim edilir edilmez işkenceler de başlar:
İşte o gece işkence başladı. Sabahleyin ayaklarım, parçalanmış ve şişmişti.
Hapishaneyle mahkeme arası epeyce uzun bir yoldu. Şişmiş ayaklarıma ayakkabılarımı
giydim. Giydim ya, canımın yarısı da gitti. İşkenceye can kurban, ayakkabılarımı giymenin
yanında geceki işkenceler pire ısırığı gibi kalır.
594
03.06.1973 tarihli “Korku”
595
başlıklı yazısında Sanatçı, Türkiye’de düşünceden
korkan iktidarları eleştirirken “Düşünüyorum öyleyse varım” düsturu yerine, “düşünüyorum,
öyleyse hapishane var” sözünün hâkim kılındığını iddia eder. Aynı yazıda Kozan Cezaevinin
şartları ile ilgili de “Bakın, bir koğuşta üst üste on yedi kişi yatıyorduk. Vallahi, ne deyim, on
yedi kişinin yattığı yer beş metrekareyi ya geçiyor ya geçmiyordu. Üst üste olduğumuzu bir
de köşede bir yerdeki tenekenin içine hacetimizi yaptığımızı biliyorum. Bir de bitler geliyor
gözümün önüne, kum gibi kaynayan…” sözlerine yer verecektir.
Jandarmanın kendisine yaptığı işkenceyi en yakınları dâhil uzun yıllar kimseye
anlatamadığını dile getiren yazar Bosquet’e bunun için “Kendimden ve bana işkence
yapanlardan insanlık adına utanıyordum.”
596
diyecektir. Hapishanede koşulları son derece
ağırdır. Koğuştan içeriye adımını atar atmaz Eşkıya Hilmi kendisini karşılar. Zamanında
ailesinin bu eşkıyaya çokça iyiliği dokunduğunu eşkıyanın kendisinden öğrenir. Fakat içeride
durum başkadır. Yazarın siyasi görüşü burada en aşağılık suçların da ötesindedir. Eşkıya
Hilmi bunu yazara, “Katillikten, hırsızlıktan, ırza geçmekten düşseydin, başım üstünde yerin
vardı. Şimdi, beni bekle.” diye anlatacaktır. Hapishaneden çıkmadan bir ay önce de Eşkıya
592
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013., s.39.
593
Yaşar Kemal, A.g.e., s.39.
594
Yaşar Kemal, A.g.e., s.40.
595
Yaşar Kemal, “Korku”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.234-237.
596
Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görümeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, s.85.
167
Hilmi Yaşar Kemal’i bıçaklar.
597
3 Nisan’da girdiği cezaevinden 3 Temmuz’da çıkar. Tahliye
olduktan sonra da bir müddet mahkemeleri devam eder. Aklandığı vakit kendisine sempati
duyan mahkeme başkanı onu odasına çağırır ve artık Çukurova’da kalmamasını, İstanbul’a
gidip arzuhalcilik yapmasını, aksi halde burada öldürüleceğini öğütler. Yazar, onun
tavsiyelerine kulak verecektir. Çiftlikçi’ye göre siyasi eğilimleri nedeniyle gördüğü kötü
muameleler, ekonomik nedenler ve edebiyat çevresinden yoksun kalışı Yaşar Kemal’i
Kadirli’den uzaklaştıracaktır.
598
Alain Bosquet’e yazdığı “Bu kasaba bana çok çektirmişti.”
diye başlayan ifadelerinde bu durumu şöyle anlatacaktır:
Rusya’ya casusluk yaptığımı onlar icat etmişler, bana yapmadıklarını bırakmamışlar,
evimi taşlamışlardı. Bir de polis haftada bir kere evimi basıyor, evde bulduğu en küçük bir
kâğıt parçasını alıp götürüyordu. Her aramada da evin önü yüzlerce insanla doluyor,
kalabalık bana tuhaf, aydan gelmiş bir yaratığa bakar gibi bakıyordu.
599
Hapishaneden çıktıktan sonra birlikte arzuhalcilik yaptığı Hacı Ali Çavuş’u bulur.
Fakat dükkânın yerinde yeller esmektedir. Belediye onu yıkmıştır. Tezgâhı başka yere
taşısalar da işler umdukları gibi gitmez. Köylüye arzuhalcilik yapmak ağalara
başkaldırmaktır. Köylünün duygularına tercüman olmak ağaların safında yer almamak
demektir. Çukurova’da ağaların tekerine çomak sokmanın da bir bedeli vardır:
Ağalar bu kadarcık şey için o kadar kesif propagandaya girişmişlerdi ki benim için,
vay babam vay! Altından kalkılmaz. Evimde telsiz istasyonları mı yoktu, verici radyo mu
yoktu, neler de neler. Her gece Sülemiş tepesine çıkıp, Rusya’yla mı konuşmuyordum. Üstelik
de, her hafta candarma dairesine ihbar ediliyordum. Bizim komşu, ama kapı bir komşu
candarma çavuşu eve geliyor, bizim evi baştan sona tarıyordu. İş öyle bir hal almıştı ki,
candarma çavuşu bizim evde ne var ne yok ezbere biliyordu. Kaç tane şiir yazdım, kaç satır
hikâye yazdım, hepsini biliyordu. Bir de kasabanın yarı halkı, millete seyir gerek ya, bizim
kapıya yığılıyor, bu aramayı seyrediyordu. Benim alıcı verici radyom öyle gizli bir yerdeydi
ki, hiç mi hiç bulunmuyordu. Belki hala arıyorlar!
600
597
Yaşar Kemal, A.g.e., s.40.
598
Ramazan Çiftlikçi, A.g.e., s.14.
599
1949’daki bu polis baskınlarında en sevdiği romanlarından olan “Demir Çarık” ve “Kızamık” adlı uzun
hikâyesi de ortadan kaybolacaktır. Bkz. Yaşar Kemal, A.g.e., s.84.
600
Yaşar Kemal, “Karanlıkta Yol Açanlar”, Bu Diyar Baştan Başa 4-Bir Bulut Kaynıyor, İstanbul, 2013, s.7
|