T. C. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı


Eserleri – Filmografi ve Ödülleri



Yüklə 2,72 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə19/23
tarix09.04.2020
ölçüsü2,72 Mb.
#30799
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

3.5.1.9 Eserleri – Filmografi ve Ödülleri 
Ramazan  Çiftlikçi,  yazarın  yurt  içinde  ve  yurt  dışında  yayımlanan  eserleri  hakkında 
oldukça  ayrıntılı  bir  çalışmada  bulunmuştur.
645
  Çiftlikçi,  bu  çalışmasında  Yaşar  Kemal’in 
1939’dan  1993’e  kadar  “fictive”  (kurmaca)  ve  “non  fictive”  (kurmaca  olmayan)  alanlarda 
olmak  üzere  kırka  yakın  eser  verdiğini  dile  getirmektedir.  Yazarın  28  Şubat  2015’te  vefat 
ettiğini ve bu tarihten birkaç yıl önceye kadar da eser ürettiğini hesaba katacak olursak toplam 
eser  sayısı  bakımından  Çiftlikçi’nin  belirlediği  rakamın  oldukça  üzerine  çıkıldığını 
söyleyebiliriz.  
Yapı  Kredi  Kültür  Sanat  Yayıncılık  tarafından  yazar  adına  işletilen 
www.yasarkemal.net
 adlı internet portalı üzerinden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda Yaşar 
Kemal’in  belli  başlı  eserlerinin  türlere  göre  sınıflandırması  ve  yazarın  ulusal-uluslararası 
arenada aldığı ödülleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz: 
Öyküler 
Sarı Sıcak, Varlık Yayınları, İstanbul, 1952. 
Bütün Hikâyeler, Cem Yayınları, İstanbul, 1975. 
Kalemler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016. 
Beyaz Pantolon, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016. 
 
Romanlar 
İnce Memed 1. c., Çağlayan Yayınları, İstanbul, 1955. 
İnce Memed 2. c., Ant Yayınları, İstanbul, 1969. 
İnce Memed 3. c., Toros Yayınları, İstanbul, 1984. 
İnce Memed 3. c., Toros .yayınları, İstanbul, 1987. 
Teneke, Varlık Yayınları, İstanbul, 1955. 
Orta Direk, Remzi Yayınları, İstanbul, 1960. 
Yer Demir Gök Bakır, İstanbul, Güven Yayınları, 1963. 
Ölmez Otu, Ant Yayınları, İstanbul, 1968. 
                                                           
644
 Altan Gökalp, Yaşar Kemal’i Okumak, Adam Yayınları, İstanbul, İstanbul, 1999, s.13. 
645
 Bkz. Ramazan Çiftlikçi, Yaşar Kemal Yazar-Eser-Üslup, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997, s.69-99. 

179 
 
Akçasazın Ağaları, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Cem Yayınları, İstanbul, 1974. 
Akçasazın Ağarları, Yusufçuk Yusuf, Cem Yayınları, İstanbul, 1975. 
Yılanı Öldürseler, Cem Yayınları, İstanbul, 1976. 
Al Gözüm Seyreyle Salih, Cem Yayınları, İstanbul, 1976. 
Kuşlar da Gitti, Milliyet, İstanbul, 1978. 
Deniz Küstü, Milliyet, İstanbul, 1978. 
Hüyükteki Nar Ağacı, Toros Yayınları, İstanbul, 1982. 
Kimsecik 1/Yağmurcuk Kuşu, Toros Yayınları, İstanbul, 1980. 
Kimsecik 2/Kale Kapısı, Toros Yayınları, İstanbul, 1985. 
Kimsecik 3/Kanın Sesi, Toros Yayınları, İstanbul, 1991. 
Bir Ada Hikâyesi 1/Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Adam Yayınları, İstanbul, 1997. 
Bir Ada Hikâyesi 2/Karıncanın Su İçtiği, Adam Yayınları, İstanbul, 2002. 
Bir Ada Hikâyesi 3/Tanyeri Horozları, Adam Yayınları, İstanbul, 2002. 
Bir Ada Hikâyesi 4/Çıplak Deniz Çıplak Ada, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012. 
Tek Kanatlı Bir Kuş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013. 
Destansı Romanlar 
Üç Anadolu Efsanesi, Ararat Yayınları, İstanbul, 1967. 
Ağrıdağı Efsanesi, Cem Yayınları, İstanbul, 1970. 
Binboğalar Efsanesi, Cem Yayınları, İstanbul, 1971. 
Çakırcalı Efe, Ararat Yayınları, İstanbul, 1972. 
Şiir 
Bugünlerde Bahar İndi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010 
Röportajlar 
Yanan Ormanlarda Elli Gün, Türkiye Ormancılar Cemiyeti, İstanbul, 1955. 
Çukurova Yana Yana, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1955. 
Peribacaları, Varlık Yayınları, İstanbul, 1957. 
Bu Diyar Baştan Başa, Cem Yayınları, İstanbul, 1971. 
Bir Bulut Kaynıyor, Cem Yayınları, İstanbul, 1974. 
Allah’ın Askerleri, Milliyet, İstanbul, 1978. 
Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011. 
Çocukları İnsandır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013. 
Neredesin Arkadaşım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014. 
Yağmurla Gelen, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014. 
Denemeler-Derlemeler 

180 
 
Ağıtlar, Adana Halkevi Yayınları, Adana, 1943. 
Taş Çatlasa, Ataç Yayınları, İstanbul, 1961. 
Baldaki Tuz, (1959-1974 gazete yazıları), Cem Yayınları, İstanbul, 1974. 
Gökyüzü Mavi Kaldı, Halk Edebiyatından Seçmeler S. Eyüboğlu ile. 
Ağacın Çürüğü, Yazılar – Konuşmalar, Der. Alpay Kabacalı, Milliyet, İstanbul, 1980. 
Yayımlanmamış 10 Ağıt, Anadolu Sanat Yayınları, İstanbul, 1985. 
Sarı Defterdekiler, Folklor Derlemeleri, Haz. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 1997. 
Ustadır Arı, Can Yayınları, İstanbul, 1995. 
Zulmün Artsın, Can Yayınları, İstanbul, 1995. 
Binbir Çiçekli Bahçe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009. 
Bu Bir Çağrıdır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012. 
Çocuk Romanı 
Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, Cem Yayınları, İstanbul, 1977. 
Çeviri 
Ayışığı Kuyumcuları, ( A. Vidalie; Thilda Kemal ile) Adam Yayınları, İstanbul, 1977 
Yazarın beyaz perdeye aktarılan yapıtları aşağıdaki gibidir: 
Filmografi 
Beyaz Mendil, 1955, Lütfü Akad 
Namus Düşmanı, 1957, Ziya Metin 
Alageyik, 1959, Atıf Yılmaz 
Karacaoğlan’ın Sevdası, 1959, Atıf Yılmaz 
Ölüm Tarlası, 1966, Atıf Yılmaz 
Ağrı Dağı Efsanesi, 1974, Memduh Ün 
Yılanı Öldürseler, 1981, Türkân Şoray 
İnce Memed, 1984, Peter Ustinov 
Yer Demir Gök Bakır, 1987, Zülfü Livaneli 
 
Sanatçının  yurt  içinde  ve  yurt  dışında  almış  olduğu  ödüller  ve  fahri  doktoraların 
payelerinin kronolojik sıralaması aşağıdaki gibidir: 
1955  -  “Dünyanın  En  Büyük Çiftliğinde Yedi  Gün” adlı  röportaj dizisi ile 1955 Gazeteciler 
Cemiyeti Başarı Armağanı 
1956 - İnce Memed ile 1956 Varlık Roman Armağanı 
1966 - Teneke’den aynı adla uyarlanan oyunu ile 1966 İlhan İskender Armağanı 
1966 - “Teneke” oyunu ile 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali Birincilik Ödülü 
1974 - Demirciler Çarşısı Cinayeti ile 1974 Madaralı Roman Armağanı 

181 
 
1977 - Yer Demir Gök Bakır ile 1977 Fransa Eleştirmenler Sendikası En İyi Yabancı Roman 
Ödülü  
1978 - Ölmez Otu ile 1978’de Fransa’da En İyi Yabancı Kitap Ödülü  
1979 - Binboğalar Efsanesi ile 1979 Fransa “Büyük Jüri” En İyi Kitap Ödülü  
1982 - Uluslararası Cino Del Duca Ödülü  
1984 - Fransız Legion d’Honneur Ödülü Commandeur payesi  
1984 - TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü 1985 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü  
1986 - Kale Kapısı ile 1986 Orhan Kemal Roman Ödülü  
1988 - TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü  
1988 - Fransa Kültür Bakanlığı “Commandeur des Arts et des Lettres” Nişanı  
1991 - Fransa Strasbourg Üniversitesi Onur Doktorası  
1992 - 11. TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı  
1992 - Antalya Akdeniz Üniversitesi Onur Doktorası  
1993 - Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü  
1994 - Mülkiyeliler Birliği Rüştü Koray Armağanı  
1995 - Morgenavissen Jylaand-Pösten Ödülü (Danimarka)  
1996 - Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce Özgürlüğü Ödülü  
1996 - Kanun Sesi ile 1996 Akdeniz Yabancı Kitap Ödülü (Perpignan, Fransa)  
1996 - VIII Katalunya Uluslararası Ödülü (Barcelona, İspanya)  
1996 - Lillian Hellman/Dashiell Hammett Baskıya Karşı Cesaret Ödülü (New York, ABD) 
1997 - Uluslararası Nonino Ödülü (İtalya)  
1997 - Kenne Vakfı Düşünce ve Söz Özgürlüğü Ödülü (Uppsda, İsveç)  
1997 - Norveç Yazarlar Birliği Ödülü, Wole Soyinka ile ortak 
1997 - Frankfurt Kitap Fuarı Alman Yayıncalar Birliği Ödülü  
1998 - Frei Üniversitesi Berlin fahri doktora  
1998 - Bordeaux Yayıncılar Birliği Yabancı Edebiyat Ödülü  
2002 - Bilkent Üniversitesi fahri doktora  
2003 - Z. Homerus Şiir Ödülü  
2003 - Savanos Ödülü (Selanik)  
2003 - Türkiye Yayıncılar Birliği Yayıncılık Emek Ödülü. 
2008 - Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü 
2011 - Türkiye Gazeteciler Derneği Özel Onur Ödülü 
2011 - Grand Officier dans l'Ordre National de la Légion d'Honneur Nişanı 
2013 - Ermeni Krikor Naregatsi Nişanı 

182 
 
2.5.2. Siyasi Duruşu 
Adana  Halkevi  vasıtası  ile  irtibat  kurduğu  sosyalist  çevre  Yaşar  Kemal’in  siyasi 
duruşunun şekillenmesinde etkin rol oynar. “Özgürlük, boyun eğmeme benim içimdeydi.”
646
 
diyen  yazar  yaşamı  boyunca  adımını  bulunduğu  yerden  bir  adım  dahi  geriye  atmayacaktır. 
Başta  ailesi  ve  arkadaşları  olmak  üzere  en  yakınındakiler,  benimsediği  kişiler,  sempati 
duyduğu siyasi parti, etnik aidiyetini dile getirdiği zümre, özlemini çektiği yönetim modeline 
sahip ülke; makam-mevki vs. hiçbir surette Yaşar Kemal’in prensiplerinden taviz vermesi için 
hafifletici  sebepler  olmayacaktır.  Yeri  geldiğinde  tüm  bu  saydığımız  kişi,  grup,  zümre  ve 
kurumlarla  ters  düşme  pahasına  da  olsa  sözünü  sakınmadan  doğru  bildiklerini  söylemekten 
geri durmamıştır.
647
  
Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal için “Hayatı boyunca yazdığı binlerce sayfa içinde, daha 
sonra  utanacağı,  pişman  olacağı  tek  bir  cümle  bile  yoktur.”
648
  diyecektir.  İsyan  ahlakı  her 
seferinde yazarı harekete geçirmeyi başarmış, o da her seferinde bu içsel sese cevap vermiştir. 
Siyasi  kimliğinden  ötürü  en  ağır  bedelleri  ödemiş,  linç  edilmek  istenmiş,  hapse  düşmüş, 
işkence görmüş, bıçaklanmış, kovulmuş, ismini değiştirmek durumunda kalmıştır. 
Yaşar Kemal, çağın gereklerine uygun bir yönetim modeli olan cumhuriyeti benimser 
ve cumhuriyetin kurucusuna olan hayranlığını her platformda dile getirir.  Demokrasinin tam 
anlamıyla ülkede hâkim kılınması için de siyasal alanda çalışmalar yürütür. 22-28 Mart 1987 
tarihini  içeren  “Haftaya  Bakış”
649
  adlı  yayında  Ahmet  Taner  Kışlalı’yla  gerçekleştirdiği 
mülakat yer alır. Kışlalı’ya “Vaktim olsa Mustafa Kemal’in hayatını yazmak isterdim.” diyen 
yazar,  Atatürk  için,  “Ben  İnce  Memed’de  başkaldırıyı  savundum.  İnsanoğlunun  en  büyük 
değerlerinden  birisi,  başkaldırıdır.  İnsanın  doğaya  başkaldırısı,  insanın  insana  başkaldırısı, 
insanın  zulme  başkaldırısı…  Mustafa  Kemal  bir  kere,  büyük  bir  başkaldırının  büyük  bir 
timsaliydi…  Emperyalizme  karşı,  halka  dayanarak  bilinçli  dövüşmüş  bir  insandı.  Diliyle, 
tarihiyle,  tüm  olarak  kültürüyle  Türkiye’yi  kendine  döndürebilmek  için  dehşet  bir  çaba 
harcamış.” diyecektir. 
                                                           
646
 Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s.87. 
647
  Yaşar  Kemal  Marksist/sosyalist  bir  yazar  olmasına  rağmen  1968  yılında  Sovyetler  Birliği’nin 
Çekoslavakya’yı işgaline en sert tepkiyi gösteren isim olmuştur. Bkz. Livaneli, A.g.e., s.38; Sovyetler Birliğine 
düşman  değilim.  Ama  benim  bağımsızlığıma,  sosyalizmime  karşı  koyduğu  zaman  onunla  da  savaşmak 
zorundayım. Yaşar Kemal, “Demokrasi, Roman, Dil, Eğitim, Sanat, Politika Üzerine” Ahmet Taner Kışlalı ile 
Söyleşi, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.200. 
648
 Livaneli, A.g.e., s.37. 
649
 İlgili mülakat için bkz. Yaşar Kemal, “Demokrasi, Roman, Dil, Eğitim, Sanat Politika Üzerine” Ahmet Taner 
Kışlalı ile GörüşmeZulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.196-203. 

183 
 
Yazarın tam anlamıyla bir Mustafa Kemal hayranı olduğuna değinen  Zülfü Livaneli, 
sanatçının,  Atatürk’ten  sonra  gelen  pek  çok  hükümeti  kastederek  kendisine  defalarca 
“Mustafa  Kemal’e  kurban  olsunlar”  ve  “Mustafa  Kemal’in  tırnağına  kurban  olsunlar”  gibi 
sözler sarf ettiğini dile getirir.
650
 Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra resmi bir ideoloji haline 
getirilen  Kemalizm’i  Yaşar  Kemal’in  benimsemediğinin  altını  çizer  ve  bunu  dogma  haline 
getirenlerin Atatürk’e en büyük kötülüğü yaptığını vurgular: 
“Ben  size  hiçbir  dogma,  hiçbir  değişmez  kural  bırakmıyorum”  diyerek  çağa  uygun 
akıl ve bilim yolunu işaret edecek kadar zeki bir liderin adını kullanarak yüzlerine Mustafa 
Kemal maskesi takan asker ve sivil egemenler, ona taban tabana zıt uygulamaları Kemalizm 
diye  yutturdular  ve  akıl  almaz  işkencelerden,  faili  meçhul  devlet  cinayetlerine  kadar 
işledikleri her suçu, devrimci liderin adını lekelemek için kullandılar.
651
  
Kendisine “Yaşar Kemal, Kemalist’tir” diyen bir akademisyene kinayeli olarak, “Evet 
haklısınız  ama  olsa  olsa  Yaşar  Kemalist’tir  o”  dediğini  belirtir.  Yaşar  Kemal’in  bu  tuzağa 
düşmediğini  ifade  eden  Livaneli,  devrimci  bir  yurtsever  olarak  onun  son  nefesine  kadar 
Mustafa Kemal’e saygı duyduğu görüşündedir. Kürt kimliğinden ötürü ondaki Mustafa Kemal 
sevgisine anlam veremeyenlere, Atatürk öldüğü vakit Kürtlerin Mustafa Kemal adına yaktığı 
ağıdı  Yaşar  Kemal’den  dinlediğini  hatırlatır:  Mistefa  Kemal  miriye  /  Bi  sed  hezaran  xelk 
giriye.
652
 Yaşar Kemal, 19.09.1967 tarihli “Halka Rağmen Halk İçin mi?”
653
 başlıklı yazısında 
Türkiye’de  devrimlerin  birçoğunun  halka  rağmen  gerçekleşmesine  karşın  Türk  halkının 
Atatürk’ü çok sevdiğinin altını çizer. Aynı  yazıda “Atatürk öldüğü zaman her evden bir ölü 
çıkmışçasına  ağladı  Türk  halkı.”  diyecek  olan  yazar,  Avşar  Türkmenlerinde,  Çukurova 
Türkmenlerinde  ve  Kürtlerde  Atatürk  için  ağıtlar  yakıldığını  dile  getirir.  Yaşar  Kemal, 
Atatürk’ün  hukuki  eşitlik  devrimi  ile  halkın  sevgisini  kazanmayı  başardığına  inanır.  Çünkü 
Osmanlı  devrinde  halkla  derebeyler,  yöneticiler  ve  ağalar  arasında  hukuki  eşitlik 
bulunmamaktaydı;  bu  yüzden  ne  kadar  karşı  çıkılırsa  çıkılsın  halk  Mustafa  Kemal’e 
müteşekkirdir.  
Alain  Bosquet’le  yaptığı  görüşmelerde  ona,  “Ben  sosyalist  militanım  ve 
Marksistim.”
654
  diyerek  fikirsel  aidiyetini  açık  yüreklilikle  dile  getiren  Yaşar  Kemal, 
                                                           
650
 Yaşar Kemal’in eserlerinde Atatürk’ü konu alan pasajlar için bakınız, Livaneli, A.g.e., s.31-34. 
651
 Livaneli, A.g.e., s.35. 
652
 Livaneli, A.g.e., s.36. 
653
  Yaşar  Kemal,  “Halka  Rağmen  Halk  İçin  mi?”  Baldaki  Tuz,  Der.  Alpay  Kabacalı,  Yapı  Kredi  Yayınları, 
İstanbul, 2013, s.151-153. 
654
 Yaşar Yaşar, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatııyor, YKY, İstanbul, 2013, s. 103. 

184 
 
Marksizm’i  insanın  her  yönüyle  yüzde  yüz  olarak  bağımsızlığını  savunan  bir  ideoloji  olarak 
adlandırır. Karakteri ile Marksizm’i bağdaştırır; ideolojik olarak onu özümsemesinin altında 
yatan nedeni de böyle açıklar. Yazara göre Marks için en büyük değer bireydir ve o yittiğinde 
onun  yeri  hiçbir  surette  doldurulamaz.  Aynı  görüşte  olan  Yaşar  Kemal,  Marksizm’i,  bu 
dünyaya bakmak için en aydınlık kapı
655
 olarak görür. Hayata bu kapıdan bakarken de hiçbir 
dogmaya bağlı kalmadığının altını çizer. Marksizm doktrinini ortaya atan Marks, kendisinden 
sonraya  edebiyat,  sanat  teorileri  üzerine  hiçbir  öğreti  bırakmamıştır.  Marks’tan  sonra  ona 
dayandırılarak çıkarılan edebiyat teorileri ile de ilgilenmediğini dile getiren yazar, şayet böyle 
bir teori/öğreti olsaydı dâhi ona karşı duracağının altını çizer: Marks’a dayanılarak çıkarılan 
edebiyat teorileri beni fazla ilgilendirmedi. İlgilendirdiği yerde de hep karşı koydum. Bütün 
dogmalara karşı olan Marks’a dayanılarak üretilen dogmalara da hep karşı koydum. Politik 
yaşamım,  parti  çalışmalarım  ortada.  Sosyalist  uygulamanın  bir  tek  metodu  olduğuna  da 
inanmadım.
656
 O halde yazar, fikirsel aidiyetini dile getirdiği Marksizm’i de bir dogma olarak 
görmez; gerektiğinde Marksizmin karşısında duracak kadar eleştireldir.  
 Yaşar  Kemal,  sosyalist  uygulamanın  tek  bir  metodu  olduğuna  inanmaz.  Çünkü 
uygulama  metotlarını  yaratan,  o  ülkelerin  coğrafi,  tarihi,  ekonomik,  sosyolojik,  kültürel 
koşullarıdır.  Çin,  Sovyetler  Birliği  ve  bütün  öteki  sosyalist  ülkeler  bu  nedenle  kendi 
metotlarını  içinde  bulundukları  şartları  göz  önünde  tutarak  kendileri  yaratmışlardır.  Türk 
sosyalizmi  de  kendi  metodunu  oluşturmalıdır.  Bu  düşüncesini  Abdi  İpekçi’ye  “Sosyalizm 
modelini,  çağın  sosyal,  ekonomik,  coğrafi,  kültürel  koşulları  yaratır.  Türkiye’nin  tarihi, 
kültürel,  ekonomik,  sosyal,  coğrafik  koşullarından  doğacaktır.”
657
  sözleriyle  açıklayacaktır. 
Her  memleket  kendi  sosyalizmini  öbür  kuruluşların  deneylerinden  de  faydalanarak 
oluşturmalıdır.  Fakat  bu,  onların  taklidi  anlamına  gelmez.  Çünkü  Yaşar  Kemal  sosyalizmi 
canlı bir varlık olarak görür; her an yenilenmekte, değişmektedir. Yazara göre kültürler, hiçbir 
surette birbirlerini yok etmek için bir savaşıma girmemelidir; hatta bunun tam aksini kültürler 
birbirlerini aşılamalı, birbirlerini beslemelidir. Doğanın yok edilmesi, yoksulluk, bir toplumun 
başka  bir  toplumu  aşağılaması  hep  bu  anlayıştan  sapmaların  bir  göstergesidir.  Yaşamı  ve 
politik kimliği ile daima bunun karşısında durduğunu belirtir: “Bunun için benim edebiyatım 
bir angaje edebiyattır. Bunun için ben bir angaje insanım. İnanmış bir Marksist olmama karşın 
elimden  geldiğince  özgür  düşünmeye  çalışıyorum.”
658
  demesi  de  bu  yüzdendir.  Angaje  bir 
                                                           
655
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.103. 
656
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.103. 
657
 Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Politika” Abdi İpekçi ile Söyleşi, Baldaki Tuz, YKY, İstanbul, 213,  s.336. 
658
 Yaşar Yaşar, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 104. 

185 
 
yazarın  yapıtlarının  da  angaje  olması  gerektiğini  düşünen  sanatçı,  eserlerini  bu  gaye  ile 
yazdığını  açık  yüreklilikle  dile  getirir. 
13.04.1970  tarihindeki  “Bağımsızlık”
659
  başlıklı  yazısında 
Türkiye’nin  sosyalist  olmadan  bağımsız  olamayacağı  görüşünü  savunur.  Emekçilerin  doğrudan 
doğruya  kendi  elleriyle  kurdukları,  sürdürdükleri  sosyalizmin  kendilerini  temsil  etmesi  gerektiğine 
inandığını belirtir.
 
Milliyetçi-muhafazakâr  bir  toplum  yapısına  sahip  olan  Türk  insanı  uzun  yıllar 
Marksizm,  sosyalizm,  komünizm  gibi  kavramları  İslami  literatürle  bağdaştıramadığı  için 
gündelik  yaşamlarından  olabildiğince  uzak  tutmuştur.  Seküler  bir  dünya  görüşüne  kapı 
araladığına  inandıkları  bu  ideolojileri  benimseyenleri  de  birer  vebalı  gibi  görüp  toplumdan 
uzaklaştırmaya  çalışmıştır.  Bu  yüzden  20.  yüzyıl  Türkiye’sinde  Marksizm,  sosyalizm, 
komünizm  gibi  ideolojileri  benimseyenler,  benimsedikleri  fikirlerin  doktrinlerini  tartışıp 
değerlendirirken  kapalı  kapılar  ardına  saklanmayı  yeğlemişlerdir.  Yaşar  Kemal,  bu  hususta 
farklı  bir  figür  olarak  karşımıza  çıkar.  Yazarlık  vasfını  da  kullanarak  bu  ideolojilerle  ilgili 
fikirlerini  kamusal  alanda  korkusuzca  deklare  etmeyi  sürdürmüştür.  Bundan  ötürü  nelerle 
karşılaştığını ise şöyle dile getirir: 
Düşüncelerimden,  davranışlarımdan  dolayı  bir  insanın  başına  gelebilecek  her  şey 
benim başıma geldi. İşkence gördüm, aç, işsiz kaldım. Ailemden birçok kişi yoksulluk içinde 
öldü. Oysa ben başka bir yol seçebilseydim, onların yaşamlarını iyileştirebilirdim.
660
 
İnsanlara  yalan  söylemek  zorunda  kaldığı  için  “en  büyük  acım”  diye  nitelendirdiği 
ismini  değiştirme  hadisesinin  altında  yatan  sebep  de  burada  aranmalıdır.  Cumhuriyet 
gazetesinde işe başladığı sıralar polis takibinden kurtulmak için Arif Dino’nun tavsiyesi ile bu 
yolu  seçmiştir.  Yaşar  Kemal,  bu  tercihi  için  Alain  Bosquet’e  “Yaşamımda  bunun  kadar 
ağırıma  giden hiçbir şey olmadı.”
661
  diyecektir.  Çünkü  yazar,  bunun  gerekçesini  her  şeyden 
önce kendi vicdanına anlatamamıştır.  
Yaşar  Kemal’e  göre  Türkiye’de  uygulanmaya  çalışılan  demokrasi  yalnızca  sözden 
ibarettir.  Gerçekte  ülkede  uygulanan  koyu  bir  baskı  rejimidir.  30.05.1962  tarihli 
“Demokrasicilik  Değil,  Demokrasi…”
662
  başlıklı  yazısında  Türkiye’de  sınıf  yok  diyenlerin 
aslında sömürenler ve sömürülenler diye iki sınıf yok demeye getirdiklerini, bunun yerine ise 
idare  edenler  ve  idare  edilenler  tabirini  kullandıklarını  belirtir.  Sanatçıya  göre  bu  kimseler, 
                                                           
659
 Yaşar Kemal, “Bağımsızlık”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.208-210. 
660
 Yaşar Yaşar, Alain Bosquet ile Görüşmeler Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, YKY, İstanbul, 2013, s. 104. 
661
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.104 
662
  Yaşar  Kemal,  “Demokrasicilik  Değil,  Demokrasi…”,  Baldaki  Tuz,  Der.  Alpay  Kabacalı,  YKY,  İstanbul, 
2013, s.104-106 

186 
 
sınıfları inkâr ederken aslında idare edilenlere verilmesi gereken hakları da inkâr etmişlerdir. 
Aynı yazıda, “Bizde demokrasinin hikmeti vücudu olan çalışanlara hiçbir hak tanınmamıştır.” 
diyerek çalışanların haklarının gasp edildiğine vurgu yapar. Emekçilere verilmesi gereken en 
temel hak grevdir, demokratik bir ülkede bu hak emekçilere verilmelidir. 
02.04.1965 tarihli “Demokrasi Korkusu”
663
 başlıklı yazısında ise Türkiye’de ulaşılmak 
istenen demokrasiyi biçimsel demokrasi yahut burjuva demokrasisi olarak nitelendirir. Gerçek 
demokrasiden  oldukça  uzak  olan  biçimsel  demokrasilere  emekçiler  “ehveni  şer”  mantığıyla 
rıza göstermişlerdir. Yine aynı yazıda Yaşar Kemal, faşizmi kapitalizmin bir çaresizliği olarak 
görür. Türkiye’deki yaşananları da bir nevi faşizm olarak değerlendirir: “1908’den bu yana –
tam  biçimlendirilmemişse  de-  Türkiye’de  bir  faşizm,  yani  bir  burjuva-  başka  çare 
bulamadığım için burjuva diyorum- diktatoryası sürüp gelmektedir. 1908’den bu yana aralıkla 
sürüp gelen bu burjuva diktatoryasının memlekete hiçbir faydası olmamış, memleketi beladan 
belaya  atmış,  memleketi  dünyanın  on  geri  memleketi  arasına  katmaktan  başka  hiçbir  şey 
yapmamıştır.”  diyecektir.  Çok  partili  döneme  geçiş  bile  bu  gerçeği  değiştirememiştir. 
1950’lerde gerek Halk Partisi’nin gerekse Demokrat Parti’nin komünistlik kavramı üzerinden 
birbirlerini  karalama kampanyasına  girişmelerini  ise  kendine mahsus alaycı üslubuyla  Yaşar 
Kemal, Alain Bosquet’e şöyle aktarır: 
Tek  partili  yönetimden  çok  partili  yönetime  geçmiştik.  Parti  çekişmelerinde,  Halk 
Partisi Demokrat Partiyi komünistlikle suçluyor, Demokrat Parti Halk Partisini komünistlikle 
suçluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü Atatürk’ün Başbakanlığını yapmıştı uzun yıllar. İnönü bir 
komünistti.  Demokrat  Parti’nin  önderlerinden,  daha  doğrusu  koruyucularından  birisi  de 
Atatürk’ün  Kurtuluş  Savaşı’ndaki  yakın  arkadaşı  Mareşal  Fevzi  Çakmak’tı,  o  da  komünist 
olmuştu. Neredeyse Türkiye’yi Sovyetler’in bir parçası yapacaktı. Celal Bayar da Atatürk’ün 
son  Başbakanı’ydı.  Bütün  Demokrat  Partililer  tek  parti  yönetiminden,  milletvekilliğinden, 
bürokratlığından  gelmişlerdi.  Hepsi  de  demokrat  olmuşlar,  sonra  da  komünist  diye 
birbirlerini suçluyorlardı.
664
  
1960 darbesine kadar devam eden sürecin sonunda asker yönetime el koymuştur. Her 
ne kadar seçimler  yenilense de  yazara göre ülkede değişen pek de bir şey olmamıştır, baskı 
rejimi  artarak  devam  etmiştir.  Bu  tarihlerde  Avrupa  Konseyi’nin  bir  üyesi  olan  Türkiye’de 
yazarların,  çizerlerin  halen  hapishanede  sürünüyor  olmaları
665
  bu  durumun  bir  göstergesidir. 
                                                           
663
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.111-113. 
664
 Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, s.106 
665
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.106 

187 
 
Darbeden  sonraki  süreç  Türkiye  açısından  önemlidir.  Darbeyle  demokrasiye  verilen  ayar 
ülkede  yeni  arayışları  gündeme  getirecektir.  Aziz  Şeker,  1960’lı  yıllar  Türkiye’sini,  yeni 
arayışlar  içerisine  girilmesi  bakımından  siyasal  düşün  tarihi  açısından  önemli  görür.  Bu 
dönemi  “1960’lar,  Türkiye’de  geniş  düşün  çevreleri  ve  ekipleri  tarafından  düzenin 
sorgulandığı  ve  yeni  düzen  arayışlarının  çok  ciddi  programlar,  siyasal  projelerle  gündeme 
geldiği ve iktidar mücadelesi verildiği bir dönem”
666
 olarak tarif eder. Türkiye İşçi Partisi’nin 
de böylesi bir dönemde yapılandığının altını çizen Şeker, hedef kitleyi oluşturan çevreleri “… 
geniş anlamda sol kategorisi içinde ele alabileceğimiz tüm kesimlerin –buna Kürt hareketi de 
dahildir- sempatiyle baktığı, katkıda bulunmaya çalıştığı bir üst örgüt hüviyetini kazandığı”
667
 
oluşum şeklinde analiz eder. Bu oluşumun benimsediği sosyalist çevrelerin ilk kitle hareketi 
olarak Türkiye İşçi Partisi (TİP) on iki sendikacının İstanbul Valiliği’ne verdiği bildirimle 13 
Şubat  1961’de  kurulmuştur.  Yapılan  basın  açıklamasında  “ezilen  işçi  sınıfını  haklarını 
korumak  için”  bu  partiyi  kurdukları  ifade  edilmiştir.
668
  Yaşar  Kemal’in  Kayseri’de  askerlik 
yaptığı  dönemde  tanıştığı  Marksist  Mehmet  Ali  Aybar  partinin  genel  başkanı  olur.  Aybar, 
sekiz yıl boyunca TİP’in genel başkanlığını yürütecektir. Türkiye Sosyalist Partisi de Mayıs 
1962’de TİP’e katılacaktır. Yazar, İşçi Partisi’nden ayrılma nedenini ise Abdi İpekçi’ye “TİP 
niteliğini  yitirdi.  Bürokratların  eline  geçti.  Emekçilerden  koptu.  Bir  aydınlar  kulübü  oldu. 
Emekçilerden  yana  bir  insan  olarak  TİP’te  daha  uzun  kalamazdım.”
669
  sözleriyle 
açıklayacaktır. 
Tarihte  ilk  olarak  1830-1840  yılları  arasında  bireyciliğin  karşıtı  olarak  Fransa  ve 
İngiltere’de  sosyalizm  teriminin  kullanılmaya  başlandığını  dile  getiren  Şeker,  Türkiye’de 
örgütlenen  İşçi  Partisi’ni  de  bu  yapılanmanın  bir  devamı  (birikimi)  olarak  görür.  1965 
seçimlerinde  %03  (276.101)  oy  alan  parti,  meclise  on  beş  milletvekili  sokma  başarısını 
göstermiştir.
670
 Yaşar Kemal sekiz yıl TİP’in yöneticileri arsında yer almasına rağmen bu süre 
içerisinde milletvekili seçilmeyi başaramamıştır. Partinin Merkez Yürütme Kurulu üyeliği ve 
Propaganda Komitesi  Başkanlığı  görevini  üstlenir.  Bu  görevleri üstlenme nedenini ise Alain 
Bosquet’e  “Geleneksel  faşizmi  kırmakta  halkıma  yardım  etmeliydim.”
671
  sözleriyle 
                                                           
666
 Aziz Şeker, A.g.e., s.129, 
667
 Aziz Şeker, A.g.e., s.129. 
668
  Aziz  Şeker,  A.g.e.,  s.131;  TİP’in  kuruluş  süreci  ve  Türkiye’deki  faaliyetleri  için  ayrıca  Bkz. 
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi. 
669
 Yazarın Sosyalizm, politika, TİP ve edebiyatla ilgili ayrıntılı görüşleri için bakınız: Yaşar Kemal, “Edebiyat 
ve Politika”, Abdi İpekçi ile söyleşi, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013. 
670
 Aziz Şeker, A.g.e., s.132-133. 
671
 Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY, İstanbul, 2013, s.116. 

188 
 
açıklayacaktır.  Zülfü  Livaneli  1  Mart  1996  tarihli  “Bir  Mahkûmun  İki  Günü”
672
  başlıklı 
yazısında  sosyal  demokrat  bir  politikacının  Yaşar  Kemal’e  milletvekilliği  önerdiğini  ancak 
yazarın  bu  teklifi  reddettiğini  belirtir.  Yaşar  Kemal’in  bu  teklifi  kabul  etmeme  nedenini  ise 
Livaneli, kendine has  alaycı  üslubu ile  aynı  yazıda  şöyle  aktarır: Yaşar  Kemal, “İyi  ama bu 
halk  beni  seçmez,  oy  vermez!”  diye  cevaplamış  politikacıyı.  İyice  şaşıran  adam  “Neden?” 
diye sormuş. Yaşar Kemal “Ben bu halka hiçbir kötülük yapmadım ki beni seçsinler. Onları 
ne  sömürdüm,  ne  hakaret  ettim,  ne  emekleriyle  oynadım,  ne  geleceklerini  kararttım.  Bana 
niye oy versinler ki? Yazarın politikaya ve politikacılara yönelik iğneleyici ifadelerinin altında 
şüphesiz Türk siyasetinin ve siyasetçilerinin ahlaki yozlaşmışlığı yatmaktadır.  
19.04.1971  tarihinde  Milliyet  gazetesinde  Abdi  İpekçi’nin  Yaşar  Kemal’le 
gerçekleştirdiği  “Edebiyat  ve  Politika”
673
  konulu  söyleşide  yazarın,  “Benim  bütün  derdim 
emekçi sınıfının bizatihi, yüzde yüz yönetime gelmesidir. Sosyalizm, yalnız ve yalnız budur, 
işçilerin  adına  herhangi  bir  tabakanın,  bölüğün  yönetime  el  koymasını  kabul  etmiyorum. 
Emekçileri  sömürenlere  ne  kadar  karşıysam,  emekçiler  adına  iktidara  gelmek  isteyenlere  de 
aşağı yukarı o kadar karşıyım.” sözlerine yer verecektir. Türk halkının bürokrasiden çektiğini 
dünyanın  hiçbir  halkının  hiçbir  yönetiminden  çekmediğine  değinen  yazar,  Türk  halkının 
kendisine  fırsat  verildiğinde  700  yıllık  bürokrasi  zulmüne  son  verdiğinin  altını  çizer  ve 
Cumhuriyet  öncesi  yapılanmayı  eleştirir.  Gerçek  bir  sosyalizmin  dikta  rejimine  kapıları 
kapatacağına değinirken bütün baskıların temelinde yatan sebebi “ekonomik eşitsizlik” olarak 
adlandırır. Yaşar Kemal’e göre proletaryanın yüzde yüz iktidara gelmesi bu eşitsizliği ortadan 
kaldıracaktır.  Solun  şiddet  metotlarını  kullanmasını  da  doğru  bulmadığını  belirten  yazar, 
“şiddet  çaresizliktir”  diyerek  mecbur  kalmadıkça  insanın  şiddete  başvurmasını  eleştirir. 
İpekçi’ye “Yöneticilerin şiddete başvurmamalarını istemekten dilimizde tüy bitti.” derken İşçi 
Partililere  ve  solculara  yönelik  şiddetin  şiddetle  karşılık  bulduğuna  değinir.  Şiddete  karşı 
solcuların şiddet kullanmasını ise meşru savunma saymaktadır. Abdi İpekçi’nin “Sosyalist bir 
iktidarın  kurulması  şiddet  yoluyla  mı  olmalıdır,  oy  yoluyla  mı?”  sorusuna  ise  “birikim 
yoluyla” cevabını verecektir. 
Yaşar Kemal, Alain Bosquet’e ağır cezaevi koşulları nedeniyle açlık grevine giden (on 
ikisinin hayatını kaybettiği) mahkûmların hapishane şartlarının iyileştirilmesi için halihazırda 
bir eylemin içerisinde yer aldığına değinir, aynı zamanda duruma tepkisiz kalan yazarlara da 
                                                           
672
 Bkz. Livaneli, A.g.e., s.150-152. 
673
  Yaşar  Kemal,  “Edebiyat  ve  Politika”  Abdi  İpekçi  ile  söyleşi,  Baldaki  Tuz,  Der.  Alpay  Kabacalı,  YKY, 
İstanbul, 2013, s.330-339. 

189 
 
ağır eleştirilerde bulunur. “Böyle yazarlar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, sanatlarıyla insan 
düşüncesine, insanlık düzeyinin  yükselmesine ne kadar  yardım ederlerse etsinler, ben onları 
onaylayamam.”
674
  diyecektir.  İçinde  bulunduğu  koşullardan  etkilenmeyen,  isyan  etmeyen, 
zulme sessiz kalarak  eser üretmeye çalışan  yazarların  ürettiklerinin de bir değeri olmadığına 
inanır.  Yaşar  Kemal’e  göre  sanatçı,  her  şeyden  önce  çevresinde  olup  bitenlere  duyarlı 
olmalıdır.  
Türkiye’nin  Amerika’nın  üssü  olmaktan  çıkarılması,  sömürgecilik,  özelleştirmelere 
karşı  kamulaştırma  politikası,  kültürel  yozlaşma,  geleneklerin  tersyüz  edilmesi,  doğadaki 
kıyım, insan hak ve özgürlüklerinin arttırılması, işçilerin-emekçilerin ve köylülerin sorunları, 
Kürt  meselesi,  mezhepsel  ayrımcılık  gibi  konularla  TİP  mecliste  siyasetin  nabzını  tutmaya 
çalışır. Parti politikası gereği öncelediği konular, bazı çevrelerin TİP’e karşı saldırgan tutum 
içerisine girmelerine neden olacaktır. Yaşar Kemal, “demokrasiden ışık görmüş baykuş gibi 
korkarlar”
675
 dediği bu çevreleri Türk burjuvazisi olarak adlandırır. Milliyetçileri ve gericileri 
bu  kategoriye  dâhil  eder.  Hiçbir  insani  ilkesi  olmayan  bu  burjuvazi  takımı  yazara  göre 
Türkiye’deki  bürokrasinin  ve  sömürgeci  güçlerin  yarattığı  uydurma,  yapma  bir  burjuvazidir 
ve  işleri  güçleri  iftiralar  atmaktır:  “Bu  millet  bağımsız  yaşayamaz,  Amerika  giderse  Rusya 
gelir.” gibi yaygaraları ortaya atan bu çevrelere, “Sanki koskocaman Türk milleti hiç bağımsız 
yaşamamış”  diye  karşılık  verecektir.  14.11.1967  tarihli  Curnalcılık  Üstüne  adlı  yazısında, 
Anayasanın  tek  candan  savunucusu
676
  olarak  nitelendirdiği  İşçi  Partisi’ni,  Türkiye’de 
demokratik  düzeni  sağlamaya  çalışan  tek  parti  olarak  gördüğünü  ifade  eder.  Yine  aynı 
yazısında  İşçi  Partisi’ni  savunan  bağımsızlık  yanlısı  gencecik  Türk  çocuklarına  Rus  casusu, 
komünist  gibi  yakıştırmalarla  iftira  atanları  “alçalıyor,  hainleşiyor,  köpekleşiyorlar”  diye 
sertçe  eleştirecektir.  Anayasayı  yozlaştırmaya,  yıkmaya  çalışanlarla  onu  korumaya 
sürdürmeye, ayakta tutmaya çalışanlar arasında bir savaş verilmektedir:  
Türkiye  İşçi  Partisinin  tepesinde  bir  Demokles  kılıcı.  Her  gün  bin  bir  iftira,  bin  bir 
kapatma  tehdidi.  Üyelerini  iftirayla  tutuklamalar…  İğrenç  terörler…  Türkiye  İşçi  Partisi 
üstüne  oynanan  aşağılık  burjuva  oyunları,  değil  bir  demokraside,  değil  böyle  sağlam  bir 
Anayasada, en kötü bir düzende, faşizmde bile oynanamaz.
677
   
                                                           
674
 Yaşar Kemal, Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY, İstanbul, 2013,  s.117. 
675
 Kemal, “Curnalcılık Üstüne”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, s.153. 
676
 Yaşar Kemal, “Curnalcılık Üstüne”, A.g.e., s.154. 
677
 Yaşar Kemal, “Curnalcılık Üstüne”, A.g.e., s.154. 

190 
 
30.04.1961 “Gene Gereksiz Yasaklar Üstüne”
678
 adlı yazısında Türkiye’nin yasaklarla 
yönetildiğine  değinen  yazar,  bu  yasakları  yasalaştıranların  düşünceden  korktuğunu  dile 
getirmektedir.  İnsanların  çoğu  bu  türden  yasaklara  karşı  olsalar  da  kanun  koyuculardan 
korkuları  yüzünden  bunu  açığa  çıkaramamaktadırlar.  Toplumumuzda  bu  korkuyu  yenip 
yasaklara karşı koyan bazı büyük kişiler vardır. Bu kişiler sorumluluğu üzerlerine alıp ortaya 
çıktıklarında  destekçileri  onların  etrafında  toplanacaklar  ve  yasakçıları  çökerteceklerdir. 
Ülkede  gericiler  olarak  adlandırdığı  grup  bu  yasaklardan  nemalanmaktadır.  Matbaanın 
Türkiye’ye  geç  girmesinde  onların  din  yasağının  arkasına  sığınmaları  etkili  olmuştur. 
Türkiye’nin geri kalmışlığına bu türden yasaklar neden olmuştur. Çağın koşullarının dışındaki 
yasaklar,  Yaşar  Kemal’e  göre  gereksizdir.  22.05.1983  tarihli  “Aaaaah  Amerika,  Vaaaaaaaah 
Amerika”
679
  başlıklı  yazısında  da  aynı  konuya  eğilen  yazar,  “Bu  memlekete  matbaa  bile  iki 
yüzyıl  sonra  girdi.  Elbette  bizim  demokrasimiz  solculuğa  izin  verse  verse  iki  yüzyıl  sonra 
verir.” şeklinde eleştiride bulunacaktır.  
1961  tarihli  “Yasaklar”
680
  adlı  bir  başka  yazısında  da  benzer  bir  konuyu  gündeme 
getirecektir.  “Gericilerin  kaleleri”  olarak  nitelendirdiği  yasaklardan  birisi  daha  yeni  gün 
yüzüne  çıkmıştır.  Köy  Enstitüsü  çıkışlı  öğretmen-yazar  Mahmut  Makal,  Bizim  Köy  adlı 
romanını kaleme adlığında yazarın deyişiyle ülkede kıyametler kopar. Türk köylerinin, Türk 
köylülerinin  sefaletini,  ilkelliğini  bütün  çıplaklığıyla  ortaya  çıkardığı  için  “vatanseverlikle 
bağdaşmayan”  tutum  içerisine  girdiği  gerekçesiyle  Mahmut  Makal’ın  eseri  yasaklanır. 
Anadolu  köylerinin,  köylülerinin  sefaletini  yabancılara  bu  şekilde  duyurmanın  ülkede  utanç 
kaynağı  olarak  görüldüğünü  düşünen  yazar  yasakları  eleştirir.    Aynı  yazısında  “Yasaklar 
zararlıdır.  Yasakla  kötülüğün  önüne  geçemezsin.  Bir  şey  saklamakla  onu  ortadan 
kaldıramazsın.  Hele  insan  sefaletini  hiç  kaldıramazsın.  Eğer  Anadolu’daki  hayatımız  bu 
haldeyse  bunun  çoğunluk  sebebi  yasaklardır.”  diyecektir.  13.05.1973  tarihli  bir  “Türkiye 
Kendini  Savunur”
681
  başlıklı  yazısında  da  kitap  yasaklarına  göndermede  bulunurken 
“Türkiye’nin  uzun  süren  sürekliliği  bunun  en  büyük  ölçüsüdür.  Türkiye  bu  cağda  kitap 
yasağına  izin  veremez.  Kendisini  kitap  yasaklanan,  yakılan,  toplatılan  bir  memleket  haline 
düşürmeye  çalışanlara  gereken  sözü  söyler.”  ifadelerine  yer  verecektir.  15.07.1973  tarihli 
“Kıyım Kıyım Üstüne”
682
  başlıklı  bir  başka  yazısında  da  “Bir  yayımcı  otuz  yıl  giyer  mi  bir 
kitaptan? Bir çevirmen on beş yıl? Bir gazeteci on yıl, on beş yıl yer mi? Polis karakollarının 
                                                           
678
 Yaşar Kemal, “Gene Gereksiz Yasaklar Üstüne”, A.g.e., YKY, İstanbul, 2013, s.42-44. 
679
 Yaşar Kemal, “Aaaaah Amerika, Vaaaaaaaah Amerika”, Baldaki Tuz, Der. A.g.e., s.230-233. 
680
 Yaşar Kemal “Yasaklar”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.56-59. 
681
 Yaşar Kemal, “Türkiye Kendini Savunur”, Baldaki Tuz, Der. A. Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.223-225. 
682
 Yaşar Kemal, “Kıyım Kıyım Üstüne”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.238-242 

191 
 
depoları toplatılmış kitaplarla doldurulur mu?” diye soracak ve Çetin Altan’ın hapsedilmesini 
eleştirecektir.  Aynı  yazıda  Süleyman  Demirel’in  genç  bir  ortaokul  öğretmenine  “Yaşar 
Kemal’i  okuyacağına  Hasan  Paşa’yı  okuyun.”  dediğinin  de  altını  çizen  yazar,  Demirel’in 
kastettiği  kişinin  Yedi  Sekiz  Hasan  Paşa  olduğunu  ifade  eder.  “Eeeeh,  ne  yapalım, 
kültürsever,  aydın,  mühendis  hem  de  eski  başbakan  Süleyman  Bey  de  edebiyatımıza  Yedi 
Sekiz Hasan Paşa’yı kazandırdı.” derken Demirel’le dalga geçecektir. 
Doğu  Anadolu  köylerine  yaptığı  ziyaretlerde  insanların  mağaradan  beter  evlerde 
oturduklarını  gözlemleyen  yazar,  bu  evlerin  yerin  altında  olmasını  eleştirir.  Bu  çağda  bu 
sefalet  akıl  dışıdır.  Bir  yazar  olarak  bu  durumdan  utandığını  belirtir;  bu  gerçekleri  dile 
getirdiği  vakit  birtakım  çevrelerin  rahatsız  olduğunu  ve  kendisinin  de  bu  yasaklarla 
yüzleştiğini ifade eder. “Yiğit Yazarlar Çağı”
683
 adlı yazısında kendisi gibi birtakım yazarların 
bu  duruma  karşı  koyduklarını  ancak  bunun  sonucunda  gericilerle  ve  hükümetle  karşı  karıya 
geldiklerini,  başlarına  olmadık  işlerin  açıldığını  bildirmektedir.  “Yoksulluğu,  eşitliği 
söylemek,  söyleyebilmek  artık  yiğitlik  olmaktan  çıkmalı.  Bunlar  yazarların  birinci  ödevi 
olmalı.”  diyen  yazar;  aynı  yazısında  eşitliğin  savunulmasını,  ezenlere,  sömürenlere  karşı 
konulmasını yazarların yurttaşlık ödevi olarak görür.  
Türkiye’de milliyetçilerin, Turancıların Anadolu’daki bu sefaletleri görmeden hamaset 
edebiyatıyla  Orta  Asya’ya  özlem  duyup  sefer  naraları  atmalarını  sert  bir  dille  eleştirir. 
02.05.1962 tarihli Ne İstiyorlar
684
 başlıklı yazısında milliyetçilere “Aman, etmeyin eylemeyin 
Anadolu  perişan…  Bu  seferi  Anadolu’nun  kurtuluşu  için  yapsak,  bütün  gücümüzü 
Anadolu’nun kurtuluşu için harcasak… Kendi memleketindeki insanların bu halde kalmasına 
rıza gösterenler, uzaktaki insanları sevemezler.” diye çatan yazar, bu görüşü dile getirdiği için 
kendisinin milliyetçiler tarafından düşman olarak görüldüğünü, bozguncu ve vatan haini ilan 
edildiğini  dile  getirmektedir.  Anayurt  bu  haldeyken  atayurdun  hayalini  kurmak  Yaşar 
Kemal’e  göre  gerçek  dışıdır.  Bunun  için  adı  geçen  yazısında  okuyucuya  “Gözlerini 
Altaylardan  ayırmayan  mı,  bir  hayale  doğru  koşan  mı,  yoksa  Anadolu  insanının  derdini 
kendine dert edinen mi vatan haini?” diye sorar.  
Yaşar Kemal’in Milliyetçilere ağır eleştiriler yönelttiği yazılarından biri de 07.02.1967 
tarihli  “Köpeksiz  Köy”
685
  adlı  denemesidir.  Yazarın  bizim  burjuvalar  olarak  nitelendirdiği 
çevre  milliyetçilerdir.  Milliyetçilerin  sosyalistlere  yönelik  ileri  sürdüğü  ithamları,  “Bizim 
                                                           
683
 Yaşar Kemal, “Yiğit Yazarlar Çağı”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.67-70. 
684
 Yaşar Kemal, “Ne İstiyorlar”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.74-76 
685
 Yaşar Kemal, “Köpeksiz Köy”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.132-134. 

192 
 
burjuvalar ne yapmışlar, komünistlik pezevenkliktir, demişler. Bizim burjuvalar ne yapmışlar, 
komünistlik  kızlbaşlıktır  demişler.  Komünistler  kendi  vatanlarını  kültürlerini,  geleneklerini 
yok  ederler,  demişler.”  şeklinde  değerlendirmede  bulunurken  milliyetçilerin  bu  ithamları 
asılsız, saptırılmış, gayesini aşan ifadeler olarak görür. Çünkü yazara göre Amerika’ya karşı 
çıkan  bir  komünist  vatan  haini  olamaz;  Amerikalılar  karına  kızına  saldırınca  karşı  çıkan 
komünist ırz düşmanı olamaz; yozlaştırılan milli kültüre sahip çıkan komünist kültür düşmanı 
olamaz;  geleneklerin  yozlaştırılmasına  karşı  çıkan  komünist  gelenek  düşmanı  olamaz.  Yine 
aynı yazıda “Yunus Emre’yi Koca Sinan’ı yaratmış bir millet, tutsaklığa, aşağılanmaya layık 
bir  millet  değildir.”  diyen  yazar  milliyetçiler  tarafından  ortaya  atılan  komünistlerin  kendi 
tarihlerine  düşman  kesildiği  söylevinin  gerçeği  yansıtmadığına  değinir.  Milliyetçiler 
tarafından ortaya  atılan  Komünistler neden Rusya’ya karşı savaşmıyor, suçlamalarına da  bir 
paragraf açan yazar “Bir milliyetçi milletini çürütmeye gelen herkese karşı savaşır. Kültürünü 
yozlaştıran,  milletini  aşağılayan,  halkını  sömüren,  toprağının  ölmesine  sebep  olan  herkese, 
karşı  savaşır.”    cevabını  verir.  Yaşar  Kemal,  sömürünün  kimden  geldiği  ile  ilgilenmez, 
sömürgeci  zihniyetler  arasında  bir  ayrım  ya  da  sömürü  türler  arasında  bir  sınıflandırma 
yapmaz; ona göre sömürü gayesi ile hareket eden her toplum aynı derecede aşağılıktır ve bu 
toplumlara karşı da birlikte mücadele edilmelidir. 
14.05.1965  tarihli  “Kültür  Sömürücülüğü”
686
  başlıklı  yazısında  Sosyalistlerin  her  tür 
sömürücülüğe karşı olduğu gibi kültür sömürücülüğüne de karşı durduğunu belirtir. Batılılar 
kültürleri yozlaştırmakla insan tarihinin en büyük cinayetlerini işlemişlerdir.  Misyonerlik bu 
açıdan  önemli  bir  olgudur.  Çünkü  Batılılar  iyilik  kisvesi  adı  altında  girdikleri  yerlere 
peşlerinden  ordularını  sürüklemişlerdir.  Türkiye’nin  de  Tanzimat’la  birlikte  sömürge  bir 
toplum  haline  getirildiğine  değinen  yazar,  Tanzimat’ı  Batılıların  Afrika’ya  yaptığı  iyiliğe 
benzetir.  Mustafa  Kemal’e  gelinceye  kadar  bu  süreç  böyle  devam  etmiştir.  Bu  süreçte 
yaşananları  “…  bizimkiler,  Türk  milletini,  Türk  Edebiyatını,  sanatını,  geleneklerini,  dinini 
küçük  görmüşlerdir.”  sözleriyle  açıklar.  Bu  yüzdendir  ki  milli  bir  edebiyatın  da  Türkiye’de 
Mustafa  Kemal’le  başladığına  inanır.  Nazım  Hikmet’i  Türkiye’nin  büyük  milli  şairi  olarak 
nitelendirirken  bu  büyüklüğü  ona  sosyalist  olmanın,  sömürücülüğe  karşı  durmanın 
kazandırdığına  vurgu  yapar.  Çünkü  Yaşar  Kemal’e  göre  yalnız  sosyalistler  milli  kültürlere 
saygı  duyarlar  ve  her  türlü  sömürücülüğe  karşıdırlar.  Türk  burjuvazisi  olarak  nitelendirdiği 
çevreler, zamanlarını başka milletlere öykünmekle harcadıkları için ülkeyi sömürülmeye açık 
hale getirmişlerdir. Bu kesim, işe kültür sömürücülüğü ile başlamıştır. Çünkü Yaşar Kemal’e 
                                                           
686
 Yaşar Kemal, “Kültür Sömürücülüğü”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.115-119. 

193 
 
göre  yozlaşmış  bir  milletin  kişileri  sömürgeciliğe  başkaldıramaz.  “Filler  Sultanı  ile  Kırmızı 
Sakallı  Topal  Karınca”
687
  adlı  çocuk  romanında  Yaşar  Kemal,  bu  sömürü  düzenini  konu 
edinir. Romanda filler ezen, sömüren, güçlü emperyalist devletleri, karıncalar ise sömürülen, 
ülkeleri  işgal  edilen  ulusları  simgeliyor  diyen  Osman  Şahin
688
,  fil  emperyalizminin 
karıncaların  ülkesine  nasıl  yerleştiğine  dikkat  çeker.  Dil  ile  başlayıp  kültür  ile  devam  eden 
yozlaşma  neticesinde  karıncalar  bir  süre  sonra  “Her  karınca  bir  fildir”;  “Aslımız  ceddimiz 
fildir bizim…” sloganları atacaktır. Karıncaların uyanışı Kırmızı Sakallı Topal bir karıncanın 
telkinleri  ile  olacaktır;  Malcolm  X’in  “Bütün  uyuyanları  uyandırmak  için  bir  tek  uyanık 
yeter.” savında olduğu gibi Kırmızı Sakallı Topal Karınca bütün karıncaları örgütler ve fillere 
karşı başkaldırı başlar, toprağın altı oyulup  filler yerle bir edilir. Romanda verilmek istenen 
mesaj açıktır: Emperyalizme karşı birlik olunduğunda sömürgeciler alt edilecektir.  
Sömürgecilik  düzenini  yürüten  zihniyeti  kapitalistler  olarak  nitelendiren  yazar 
03.01.1967  tarihli  “Milliyetçilik  ve  Sosyalizm”
689
  başlıklı  yazısında  kapitalistlerin  her  türlü 
kutsal  kavramı  sömürdükleri  gibi  milliyetçilik  kavramını  da  sömürdüklerinin  altını  çizer. 
Kapitalizm yazara göre Beynelminel bir soyguncu şebekesidir ve kendisine karşı direnen her 
türlü  gücü  yok  etmeye  odaklıdır.  Din,  milliyetçilik,  gelenek  ve  tarih  gibi  kavramlar 
yozlaştırılarak  ülkemizde  sömürü  düzeni  kurulmaya  çalışılmıştır.  Bir  nebze  de  olsa  bunda 
başarılı olunmuştur. Çünkü kendilerini milliyetçi, dindar, vatanperver olarak addeden topluluk 
kapitalistlerin bu oyununa alet olmaktadır. Yaşar Kemal bu yazısında kendisi gibi bu gerçeği 
dile getiren sosyalistleri ise malum çevrelerin vatan haini, dinsiz gibi ithamlarla yaftaladığını 
dile  getirmektedir.  Kapitalist  zihniyet  ile  savaşım  halinde  olanlar  yazara  göre  dünyanın  her 
yerinde  olduğu  gibi  Türkiye’de  de  sosyalistlerdir.  Sosyalistler,  milletin  çoğunluğu  ile  birlik 
olmaya çalıştıkları için de kapitalistler bu birliği bozma eğilimindedir, onların silahları budur, 
çünkü millet  birliği sanatçıya  göre kapitalizme karşı  koyacak  en önemli  güçtür. Sosyalistler 
gücünü halktan alır. Yaşar Kemal bahsi geçen yazısının sonunda bir sosyalist olarak içerisinde 
yer  aldığı  savaşın  nedenini,  “Nerede  olursa  olsun,  nerede  emek  sömürülüyorsa  biz  orada 
sömürücülüğe  karşıyız.  Dövüşüyoruz.  Nasıl  emekte  eşitlik  istemekse  bizim  mesleğimiz, 
kültürde  de  eşitlik  istemektir.  Hiçbir  insan  hiçbir  insanı  sömürmesin,  savaş  bunun  içindir. 
Hiçbir  millet  hiçbir  milleti  sömürmesin,  savaş  bunun  içindir.  Hiçbir  milletin  kültürü,  öteki 
milletin kültürünü ezmesin, yok etmesin, savaş bunun içindir.” sözleriyle açıklar.  
                                                           
687
 Yaşar Kemal, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, YKY, İstanbul, 2013 
688
  Fillerin  karınca  ülkesinde  uyguladıkları  sömürü  düzeni  için  bkz.  Osman  Şahin,  Yaşar  Kemal  Geniş  Bir 
Nehrin Akışı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2013, s.115-116. 
689
 Yaşar Kemal, “Milliyetçilik ve Sosyalizm”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.124-
127. 

194 
 
02.05.1967  tarihli  “Sömürgecilik,  Milliyetçilik  ve  Din”
690
  başlıklı  yazısında  da 
kapitalist  düzene  yardım  ettiğine  inandığı  milliyetçilere  ağır  eleştirilerde  bulunmaya  devam 
eder.  Yazar,  kapitalistlerin  sömürüsü  olmaktan  kurtulmanın  yolunu  “sosyalist  düzene 
yönelmek”  olarak  gösterir;  “beynelminel  kapitalistlerle  ilişkisi  olanlar  milliyetçi  olamaz” 
savını ileri sürür. Bu  yüzden onun, çağın  milliyetçiliği olarak işaret  ettiği kavram “sosyalist 
milliyetçilik”tir.  Kapitalistlerin  dini  bir  sömürü  aracı  olarak  kendilerine  kalkan  gibi 
kullandıklarına  değinen  Yaşar  Kemal,  bu  sahte  inanç  sömürüsünü  aynı  yazısında 
“Ramazanlarda  İmam  Hatip  Okullarında  iftar  yemeği  verenlerin  birçoğunun  hayatlarına 
bakın,  Allah’la  kitapla,  dinle  imanla  hiçbir  ilişkileri  var  mı?  Şu  burjuvaların,  dindar 
burjuvaların  yaşayışlarını,  gece  kulüplerini,  yedikleri  türlü  herzeyi  görüyorsunuz  ya,  dinle 
imanla en küçük ilişkileri var mı?” sözleriyle eleştirir. Yazar, din sömürüsü yapan sahte inanç 
avcılarına  da  “Kendi  milletlerinin  ecnebi  kapitalistler  tarafından  sömürülmesine,  öksüzlerin, 
hastaların,  elsizlerin,  dilsizlerin,  tüyü  bitmedik  yetimlerin  haklarını  yenmesine,  halk 
uyanmamış  diye  onların  sömürülmesine  yardımcı  olanların,  yardım  edenlerin,  milliyetçi 
güçlere karşı gelenlerin din adamı olmalarının mümkünü yoktur. Allah onları kahredecektir.” 
diye seslenir. Gerçek dindarların kapitalistlere alet olmayacağına inandığını belirtir. 
Türkiye’nin  içinde  bulunduğu  şartları  göz  önünde  tutarak  zaten  geri  kalmış  bir  ülke 
olduğuna  değinen  yazar,  bu  perişan  haliyle  bile  Amerika’nın  sömürgesi  olmaktan 
kurtulamadığını belirtir. 17.01.1967 tarihli “Amerikan Yazarlarına Açık  Mektup Amerika’yı 
Kurtarınız”
691
  başlıklı  yazısında  adından  da  anlaşılacağı  üzere  onurlu  Amerikan  yazarlarına 
açıkça  bir  çağrıda  bulunur.  Türkiye’yi  müttefik  olarak  görmelerinden  ötürü  Amerikalılara 
“Dost  gibi  geldiniz,  bir  ihanet  hançeri  olarak  yüreğimize  girdiniz.”  diye  seslenecektir. 
Amerikalıların  Türkiye’de  işbirlikçi  uşaklar,  kompradorlar  yarattıklarını  ve  bunlar  eliyle 
ülkeyi  sömürge  haline  getirdiklerine  değinen  yazar,  yine  bu  kişiler  aracılığı  ile  Köy 
Enstitülerinin  kapatılarak  halkın  cahil  bırakıldığını,  sanayinin  kurulmasına  imkân 
verilmediğini,  içinde  yetiştikleri  kültüre  düşman  nesiller  yetiştirildiğini,  sömürgeci  kültüre 
hayranlığın  pompalandığını,  bilinçli  olarak  topraklarımızın  verimsiz  hale  getirildiğini  ileri 
sürer. Çünkü “Yaşamın ve üretimin içinde eğitim görmüş insanlar baskı düzenlerine, ırkçılığa, 
eşitsizliğe  izin  veremezlerdi.”
692
  Amerika’nın  bu  sömürgecilik  anlayışı  ile  Türk  halkını 
                                                           
690
 Yaşar Kemal, “Sömürgecilik, Milliyetçilik ve Din”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, 
s.141-144 
691
  Yaşar  Kemal,  “Amerikan  Yazarlarına  Açık  Mektup  Amerikayı  Kurtarınız”,  Baldaki  Tuz,  Der.  Alpay 
Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.128-131. 
692
 Yaşar Kemal, “Edebiyat ve Kürt Sorunu Üstüne” Yavuz Baydar ile Söyleşi, Yeni Yüzyıl 31 Temmuz-6 Nisan 
1995, Zulmün Artsın, YKY, İstanbul, 2013, s.40
 

195 
 
aşağıladığına  değinen  Yaşar  Kemal,  yaşanan  durumdan  rahatsızlığını  aynı  yazısında 
“Binlerce,  on  binlerce  kişiyi  sokaklara  dökecek  kadar  sokaklarda  askerleriniz  Türk 
kadınlarına  saldırıyor.  Askerleriniz  boyuna  Türk  bayraklarını  yırtıp  ayakları  altında 
çiğniyorlar. Adamlarınız ha bire insan eziyor, Türk mahkemelerinde bile yargılanmıyorlar…” 
sözleriyle ifade edecektir. Fakat gayri insani baskıların devamı halinde Amerika’nın karşısına 
ikinci  bir  Vietnam  olarak  çıkılmasının  da  kaçınılmaz  olduğunu  şu  sözleriyle  belirtir:  “Biz 
Amerika’yla savaşsak da savaşmasak da bir  gün  bulunduğumuz bu kötü  durumdan mutlaka 
kurtulacağız. Çünkü bu topraklar Homerosların, Yunus Emrelerin, Koca Sinanların, Mustafa 
Kemallerin,  Nazım  Hikmetlerin  toprağıdır.  Gururlu,  haysiyetli,  kişiliği  olan  bir  topraktır. 
Hürriyeti için savaşacaktır.”  
 
11.04.1967  tarihli  “Ezeli  Polis  Oyunları”
693
  başlıklı  yazısında  “Türkiye, 
Amerikalıların  sömürgesidir.  Türkiye  işgal  altındadır.”  diye  görüş  bildirir,  bu  kadar  verimli 
toprakları bulunmasına rağmen ülkedeki yokluğu/yoksulluğu eleştirir. “Bir cihangir devletten 
dünyanın  en  yoksul  milletini  kim  çıkardı?”  diye  kapitalistlerle  işbirliğine  giden  ülke 
burjuvazisini eleştirir. Ezeli polis oyunları şeklinde adlandırdığı bir yapılanma ile emekçilere, 
gerçek milliyetçilere, öğretmenlere baskı  yapıldığının, halk arasında insan avına çıkıldığının 
bilgisini  verir.  Kanunsuz  olduğuna  inandığı  bu  uygulamaların  icracılarına  “Yok,  aklınızı 
başınıza  toplamaz  da  baskılara,  gayrı  meşruluklara  devam  ederseniz,  millet  de  direnme 
hakkını kullanacak.” diyerek uyarılarda bulunur.  
 
Yaşar  Kemal,  27.02.1968  tarihli  “Zorbaların  Gücü”
694
  başlıklı  yazısında  Yassıada 
Mahkemesindeki  izlenimlerine  yer  verir.  Menderes’in  17  Eylül  1961’de  asılmasının 
üzerinden  yedi  yıl  geçmiştir.  Demokrat  Partilileri  “Onlar  bu  halkın  düşmanıydılar,  bunu  iyi 
biliyorum.  Amerikan  işgal  güçlerini  onlar  getirdiler  Türkiye’ye.  Tarihinde  hiç  tutsak 
edilmemiş  milletimizi  tutsak  ettirenler  onlardır.”  diye  eleştiride  bulunan  Yaşar  Kemal 
Menderes’i Türkiye’de zorba idaresi kurmakla ve muhaliflerine kan kusturmakla itham eder. 
Yazara göre aradan geçen yedi yılda Türkiye’de siyasal anlamda değişen pek bir şey olmamış; 
AP hükümeti yaşananlardan ders çıkarmamış, zorbalıklarına devam etmektedir. Bu açıdan AP 
hükümetini  DP’nin  bir  devamı  olarak  görür.  Hatta  bunun  için  yazar,  “Onlardan  da  beter 
azdılar. Kanun dışı, insanlık dışı zorbalığa başladılar. Yassıada öncesini bile mumla aratacak 
bir  zorbalık  bu.  Mecliste  muhalif  milletvekillerini  linç  etmeye  kalktılar.”  diyecektir. 
Demokrasinin selameti uğruna Türk halkının  bu yapılanları  yuttuğunu, kanunsuzluklara göz 
                                                           
693
 Yaşar Kemal, “Ezeli Polis Oyunları”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.139-141. 
694
 Yaşar Kemal, “Zorbaların Gücü”, Baldaki Tuz, Derleyen Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.163-166. 

196 
 
yumduğunu  belirten  sanatçı,  komprador  burjuvazi  olarak  nitelendirdiği  çevrelerin  de  bu 
durumdan  nemalanmasını  eleştirir.  Yazısını  “Ve  Yassıadada  bir  sabahtı.  Ve  bir  salon… 
Salonda kanı kurumuş insanlar. Ve bir kara yığın, bir insan posası salonun dibine bir tortu gibi 
çökmüştü.” sözleriyle bitirirken iktidardakilere Menderes gerçeğini hatırlatır.  
 
Yaşar  Kemal,  tıpkı  Henry  David  Thoreau  gibi  Amerikan  Hükümetinin  kapitalist, 
sömürgeci  zihniyetine  karşıdır.  19.03.1968  tarihindeki  “Vietnam  Arenası”
695
  başlıklı 
yazısında  Amerika’nın  Vietnam  politikasını  sert  bir  dille  eleştirir.  Yazara  göre  bu  savaşta 
kaybeden  Amerika  olmuştur.  Sömürgeciliğin  efendi  ve  köleler  dünyası  yaratmayı 
amaçladığına  değinen  yazar,  gücünü  kompradorlardan  yana  kullanan  Amerika’nın  bu 
sınıflandırmada  efendi  rolüne  soyunduğuna  değinir.  Yüzyıllardır  Amerika’da  süregelen 
siyahları sınıflandırma çalışmasını da aynı gayenin tezahürü olduğunu belirtir. Yazısında “… 
kara derililere köle oldukları, köle kalacakları durmadan telkin edilmiştir. Yönetici sınıfların 
zenci  kültürünü  yok  etmek  için  yapmadıkları  kalmamıştır.”  diyen  yazar,  nihayetinde 
zencilerin  Amerika’da  başkaldırmalarını  köleciliğin  hiçbir  zaman  sürdürülemeyecek  bir 
anlayış  olmasına  bağlar.  “Türkiye  ne  bir  Vietnam’dır,  ne  de  bir  zenciler  topluluğudur. 
Yeryüzünün  en  büyük  imparatorluklarından  birisini  kurmuş  bir  soyun  çocuklarıdır  Türkler” 
diye yazısını sürdüren yazar, ülkeyi Amerika’nın fiili işgali altına getirenleri eleştirir. Çünkü 
ona  göre  Amerika  kendi  içinde  köleleştirdiği  zencilere  nasıl  davranıyorsa  işgal  ettiği 
topraklardaki  insanlara  da  benzer  şekilde  davranmaktadır.  Yaşar  Kemal,  bu  savaşımı  zenci-
beyaz  dövüşü  olarak  değil;  efendiyle  kölenin  kavgası,  emekçiyle  patronun  kavgası  olarak 
görür.  14.05.1968  tarihli  “Sandıklı  Demokrasi”
696
  adlı  yazısında  da  Türkiye’yi  elli  bin 
askeriyle  işgal  eden  Amerika’yı  hükümetlerin  müttefik  olarak  gösterme  çabalarını  hayretle 
karşılar.  Ülke  böylesi  bir  işgal  altındayken  çıkardıkları  haftalık  dergideki  muhalif  tutumları 
nedeniyle  haklarında  175,5  yıl  hapis  istemiyle  yargılanmalarını  ise  alaycı  üslubuyla 
eleştirecektir. 
 
Yaşar  Kemal’in  Alpay  Kabacalı  ile  birlikte  6  yıla  kadar  hapis  istemiyle  yargılandığı 
bir  başka  yazısı  da  30.07.1968  tarihli  “Kanlı  İktidarın  Ortakları”
697
  adını  taşır.  Yazar, 
yazısında  da  Türkiye’nin  Amerika’nın  üssü  olarak  kullanılmasına  çok  sert  tepki  gösterir. 
Sovyetlere  karşı  Türkiye’yi  koruyacağı  yalanıyla  Amerikan  askerlerinin  Türkiye’ye 
yerleştirilmesi  akıl  dışıdır.  Yaşar  Kemal,  Amerikalı  askerlerinin  Türk  insanını  aşağılayan 
                                                           
695
 Yaşar Kemal, “Vietnam Arenası” Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s. 167-169. 
696
 Yaşar Kemal, “Sandıklı Demokrasi”, Baldaki Tuz, Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 171-174. 
697
 Yaşar Kemal, “Kanlı İktidarın Ortakları”, Baldaki Tuz, Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 179-181. 

197 
 
tutumlarını, “Bayrak yırtmalardan tut da sokakta oynayan çocukları keyif için kurşunlamalara 
kadar iğrenç rezaletler.” diye deklare edecektir. Aynı yazıda onuru kırılmış bir Türk olmanın 
hicviyle  bu  süreçteki  izlenimlerini  şöyle  aktarır:  Bir  zamanlar  Türk  kızları  Amerikalılar 
yüzünden  şehir  sokaklarına  çıkamıyorlardı.  Türk  kıyı  şehirleri,  Amerikan  6.  Filosunun 
şehvetlerini  tatmin  merkezleri  haline  gelmiştir.  Bu  millet  için  ne  iğrenç  değil  mi,  ne  utanç 
verici bir hal değil mi? Sen denizlerde dolaş dolaş, sonra gel Türk şehirlerini genelev olarak 
kullan. Şimdi  hiçbir Avrupa kıyı şehri,  Amerikalıları kabul  etmiyor, Amerikalıların  genelevi 
olmak zilletine düşmek istemiyor. Ama camilerinde beş vakit selalar verilen Türk şehirleri… 
Ayıp, rezalet, utanç verici, yüz kızartıcı… Ve Müslüman geçinen gazeteciler de Amerikalıların 
yanında…  Türk  halkının  ülkede  olup  biten  tüm  bu  rezilliklere  sessiz  kalmasını  da  eleştiren 
yazar, “Türk milleti gibi bir millet buna nasıl katlanır?” diye soracaktır. Bu işgale karşı duran 
bir avuç üniversite gencini de “Yüzümüzdeki bu karayı, bu utanç lekesini azıcık da olsa onlar 
hafifletiyorlar.” diye savunacak, fakat bu süreçte polisin Türk gençlerine reva gördüğü şiddeti 
de  nefretle  dile  getirecektir.  Ülkenin  aydınlarına  “Eğer  mülkün  temeli  olan  adalet  buysa,  bu 
mülkten  hayır  beklemeyin.”  diye  seslenen  yazar,  dostlarından  harekete  geçmelerini  ister. 
Yaşar Kemal ve Alpay Kabacalı yargılandıkları bu yazıdan beraat edeceklerdir.  
03.08.1968  tarihli  “Bırakın  Çürüsünler”  başlıklı  yazısında  AP  hükümetinin  gericilere 
verdiği  tavizleri  eleştiren  yazar,  “yeşil  sarıklılar”  olarak  nitelendirdiği  güruhun  Sultan 
Mahmut’tan bu yana birtakım çevrelerin oyununa alet edildiğini vurgular. “Yunan ordusuyla 
birlikte  yeşil  sarığı  da  denize  döktü  Mustafa  Kemal.  Şeyh  Said’i  de  denize  döktü.”  diye 
belirtirken,  sağduyu  ile  hareket  eden  gerçek  Müslümanların  bu  oyuna  düşmediğinin  altını 
çizer.  Bu  sağduyulu  kesim,  vatan  aleyhine  kışkırtmalardan  ve  sömürgeci  uşaklığından  uzak 
kalmış;  yeşil sarığa ve sömürgeciliğe pirim vermemiştir. Yaşar  Kemal’e  göre  Menderes, bu 
çevrelere  verdiği  tavizlerden  ötürü  bir  çürümüşlük  örneğidir.  Çünkü  Türkiye,  Amerika’nın 
güdümüne  onun  idaresindeki  hükümetle  sokulmuştur.  Türk  ordusunun  Menderes’i  asmakla 
onun  günahlarının  bir  kısmını  yüklendiğine  değinen  yazar,  Süleyman  Demirel  iktidarını  da 
aynı  yolda  yürümekle  eleştirir.  “Süleyman  Bey’in  Morrison  firmasının  mümessili  olduğunu 
bilmeyen  yok.”  diye  Demirel’le  ilgili  ağır  ithamlarda  bulunurken  ülkeye  yerleştirilen 
Amerikan güdümündeki kompradorluk politikasını Troya Atı’na benzetecektir. 
Türk  insanının  dini  zafiyetinin  Amerika  tarafından  kullanıldığını  düşünen  yazar, 
29.10.1968  tarihli  “Halka  Güvenmek”
698
  başlıklı  eleştirisinde,  “Türkiye’deki  her  cami  bir 
                                                           
698
 Yaşar Kemal, “Halka Güvenmek”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s.190-192. 

198 
 
harp  meydanı  haline  getirildi.  Amerikalıların  bu  uzun  araştırmalarından  sonradır  ki,  devlet 
içindeki  eli  sopalı  çember  sakallılar  ordusu  kuruldu.  Türkiye’de  bugün  eli  sopalı  çember 
sakallıların  diktatörlüğü  var.”  ifadelerini  kullanacaktır.  Yazara  göre  kapitalist  Amerika, 
Türkiye’de ibadet yerlerini kardeşi kardeşe düşman kılmak için kullanmış, dolayısıyla dini de 
sömürüsüne  alet  etmiştir.  Camilerin  AP  hükümeti  lehine  propaganda  merkezi  haline 
getirildiğine  değinen  yazar;  Amerika  aleyhtarı  yahut  bağımsızlık  yanlısı  olanlara  karşı  bu 
camilerde  düşmanlık  aşılandığını  dile  getirir.  İlgili  yazısında,  dinin  halkı  sömürme  aracı 
olarak kullanılmasına “Bu komünistlere ölüm!” naralarının camilerde atılmasını somut örnek 
olarak gösterir. 
Demirel hükümetine hakaret ettikleri gerekçesi ile Alpay Kabacalı ile birlikte altı yıla 
kadar  hapis  istemiyle  yargılanmalarına  neden  olan  bir  diğer  yazısı  da  25.02.1969  tarihli 
“Camiler  Kışla  Oldu”
699
  başlığını  taşır.  Başlıktan  da  anlaşılacağı  üzere  Yaşar  Kemal,  AP 
hükümetinin  camileri  sömürücü  Amerika’nın  birer  kışlası  haline  getirdiğine  değinir. 
Komünistleri  camilerde  kâfir  olmakla  itham  ettiklerine  değinen  yazar,  “Cami-kışlaların 
insanları öylesine şartlandırılmış, öylesine Amerikan kölesi haline getirilmiştir ki, sözümona 
Müslümanlar, çember sakallılar Boğazdaki Amerikan filosuna karşı Fındıklı ve Dolmabahçe 
camilerinde namaz kılmışlardır.” diyecektir. Yazısında Bunlara gerçek Müslümanları, İslam 
dininin  müminlerini  karıştırmamak  gerek  diye  belirtirken,  gerçek  Müslümanların 
sömürücülere  kendilerinden  daha  çok  öfkelendiğini  belirtir.  Yaşar  Kemal,  AP’yi  camilerde 
milis  yetiştirmekle  suçlar  ve  16  Şubat  1969  tarihinde  Taksim’de  İşçi  Partilileri  öldürmeye 
çalışanların  bu  milis  güçlerin  ihtilal  kıtası  olduğunu  iddia  eder.  “Amerikan  Morrison 
firmasının  Türkiye  mümessili  Süleyman  Demirel,  Türk  ordusuna  karşı  kurulacak  200.000 
kişilik milis ordusu tehdidini savururken biz ona inanmamıştık” diyen yazar, Türk ordusuna 
karşı hareketlenecek milis güçlerini 31 Mart vakasına benzetir. AP iktidarının hegemonyasına 
girmiş  basını  da  olup  bitenlere  kör-sağır  kaldıkları  gerekçesi  ile  devekuşuna  benzetir. 
“Türkiye’yi  inek  gibi  sömürücülere  sağdırdı,  yanına  kaldı.  Camiler  bir  kanlı  ihtilal,  katliam 
hazırlığının alanları oldu, yanına kaldı. Şimdi de, camiler milis kışlası yapıldı, yanına kaldı.” 
diye  eleştiriler  yönelttiği  Demirel  idaresindeki  AP  hükümetinin  Yüce  Divan’da 
yargılanmasını ister.  
                                                           
699
 Yaşar Kemal, “Camiler Kışla Oldu”, Baldaki Tuz, Der. Alpay Kabacalı, YKY, İstanbul, 2013, s. 195- 197. 

199 
 
 
Dünya  Ticaret  Odalar  Kongresinin  İstanbul’da  toplanmasını  10.06.1969  tarihli 
“Kapitalizmin Zirve Toplantısı”
700
 başlıklı yazısı ile eleştiren yazar, bu toplantının İstanbul’da 
gerçekleştirilmesine  müsaade  eden  AP  hükümetini  kapitalistlerle  işbirliği  yapmakla  suçlar. 
İstanbul’un zirve toplantısına mekân olarak seçilmesini, “Konstantiopl dünya kapitalizminin 
ilk  komprador  şehridir.”  ifadesiyle  eleştirir.  Çünkü  Yaşar  Kemal’e  göre  İstanbul’un  mekân 
seçilmesinin  simgesel  bir  anlamı  vardır.  Yazara  göre  komünist  partilerin  zirve  toplantısı 
Moskova’da  yapılırken  kapitalistlerin  zirve  toplantısı  da  Konstantinoplda  yapılmıştır. 
Moskova’nın  komünist  ihtilalin  başkenti  olduğu  düşünülürse  İstanbul’un  hangi  amaçla 
kapitalistler tarafından mekân seçildiği yazara göre daha iyi anlaşılacaktır.  
 
Osmanlı  kültürüne,  bu  milletin  kültürü  denilemeyeceğinin  de  altını  çizen  yazar, 
Osmanlı’yı  kendine  ait  ayrı  bir  kültür  oluşturmakla  suçlar.  Sanatçıya  göre  Osmanlı,  halkla 
bağını  koparmıştır;  bu  yüzden  “bizim  kültürümüz,  halkımızın  kültürü”
701
dür,  der. 
Dadaloğlu’nun,  Köroğlu’nun,  Yunus  Emre’nin,  Pir  Sultan  Abdal’ın  halk  kültürünü  temsil 
ettiğini belirtirken Türk milliyetçilerine, Osmanlıya değil hep beraber bu kültüre sahip çıkalım 
önerisinde bulunur. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’le birlikte yüzünü halkla dönmüş ve doğru 
kaynağa  yönelmiştir.  Fakat  geçiş  dönemindeki  kontrolsüzlükten  yararlanan  bazı  kimseler 
kırsalda derebeylik olgusunu canlandırmaya çalışmış, kendilerine imtiyaz sağlamışlardır. 
Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin