T. C. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı



Yüklə 2,72 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə16/23
tarix09.04.2020
ölçüsü2,72 Mb.
#30799
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   23

2.5.1.2 Çukurova ve Çocukluk 
Yaşar Kemal, Antik  Çağlardaki  adı  Kilikya olan  Çukurova’da  1923  yılında dünyaya 
gelmiştir. Ortaokuldan sonra eline geçen nüfus cüzdanında, her ne kadar doğum bilgisi 1926 
olarak işaret edilse de bu tarihin doğru olmadığını kendisi saptamıştır.
530
 
Çukurova, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin binlerce yıldan beri Toroslardan taşıdıkları 
alüvyonlarla  oluşmuş  uçsuz  bucaksız  bir  düzlüktür.  Akdeniz’in  Toroslara  uzaklığı  yer  yer 
120-150  kilometreyi  bulurken  ailenin  yerleştiği  Hemite  köyü,  kuşbakışı  Akdeniz’e  otuz 
kilometre mesafededir. Çukurova’daki pek çok yerleşim yeri gibi Hemite, 1865’te -yani Yaşar 
Kemal  doğmadan  yaklaşık  60  yıl  evvel-  Ahmet  Cevdet  Paşa  tarafından  kurulmuştur.  Bir 
Türkmen  aşireti  olan  Bozdoğan  Aşireti  buraya  cebren  yerleştirilmiştir.  Yaşar  Kemal’e  göre 
Osmanlı  Devleti  19.  yüzyılın  ikinci  yarısında  yörüklerden  vergi  ve  asker  alabilmek  için 
zorunlu  iskân  politikasını  devreye  sokmuş  ve  göndermiş  olduğu  büyücek  bir  ordu  (Fırka-i 
Islahiye) ile sayıları bir milyonu geçen yörüğü toprağa bağlamıştır.  
Türkmenler  yerleşik  hayata  alışık  olmadıklarından  bir  de  Çukurova’nın  sıcağı-
sıtmasıyla baş edemeyeceklerini bildiklerinden buna karşı durmuşlardır.  Bölgede Kozanoğlu 
Aşireti  önderliğinde  ayaklanan  ova  Türkmenleri  Osmanlı  Devleti’ne  başkaldırmış  ancak 
savaşı dağda değil de ovada kabul edince yenilgiye uğramışlardır.
531
 İsyan başarısız olunca da 
çaresiz mecburi iskâna boyun eğmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Yaşar Kemal’in köyü 
de  bir  başkaldırmanın  yenilgisiyle  oluşturulmuştur.  Aziz  Şeker,  Yaşar  Kemal’in  edebiyat 
geleneğindeki başkaldırı olgusunda bu yörenin ve bu yöredeki başkaldırı türkülerinin etkin rol 
oynadığını dile getirir: 
…  yöresinin  başkaldırı  türküleri  doğduğu  köyde  yaşam  penceresinden  süzülenlerle 
birlikte  ilerleyen  yıllarda  özellikle  başkaldırı  olgusu  olarak  Yaşar  Kemal’in  edebiyat 
geleneğinde temel belirleyici olacaktır.
532
 
                                                           
529
 Yaşar Kemal, Kimsecik 1 Yağmurcuk Kuşu, Yapı Kredi Yayınları, Ankara, 2016, s.56. 
530
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.25. 
531
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.24. 
532
 Aziz Şeker, Homeros’tan Binboğalara Yaşar Kemal, Sabev Yayınları, Ankara, 2014, s.5. 

151 
 
1939-1942 yılları arasında Çukurova ve Toros köylüklerinden derlediği Ağıtlar Yaşar 
Kemal’in ilk eseridir. Eser 1943’te  yayımlanır. Bu derlemede Kozanoğlu  başkaldırısı apayrı 
bir yer tutar. Çünkü bu başkaldırı bütün bir bölgeyi sarsmış, Güney Türkmenlerinin yaşamını 
altüst  etmiştir.  Yazara  göre  bu  başkaldırının  büyük  şairi  Dadaloğlu’dur.  Yaşar  Kemal 
Dadaloğlu’nu dilimizin en büyük başkaldırı şairi
533
 olarak nitelendirir. 
Türkiye’de  onun  aşağı  yukarı  herkesçe  bilinen  bir  şiiri  daha  belleklerdedir. 
“Hakkımızda  devlet  vermiş  fermanı/Ferman  Padişahınsa  dağlar  bizimdir.”  Ben  bu 
başkaldırının onurunda, bu yenilginin acısı içinde doğdum, büyüdüm.
534
 
Bu Türkmen köyündeki tek Kürt aile Yaşar Kemal’in ailesidir. Köyde onlardan başka 
Kürtçe  konuşan  hiç  kimse  yoktur.  Kürtçe  ailede  yalnızca  bu  evde  konuşulur.  Çocuklarsa 
Kürtçeyi evde de dışarıda da hiç konuşmazlar. Bu yüzden yazar, Kürtçeyi anlayabilmekte ise 
de  bir  hikâye  anlatacak  kadar  konuşamamaktadır.  Üstelik  bu  Türkmen  köyü  yazara  göre 
“belki  de  Türkçenin  en  zengin  konuşulduğu  yer”dir.  Köydeki  her  kadın  bir  şairdir  ve  ağıt 
yakmasını  bilmeyen  bir  kadın  ya  delidir  ya  da  aptal.  Öyle  ki  köyde  bir  Karacaoğlan  şiiri 
bilmeyen  hiç  kimse  yoktur.
535
  Şifahi  kültürü  bu  kadar  ileri  olan  köyünde  dini  sohbetlerin 
gündelik yaşamda pek fazla yer kaplamadığı yazar tarafından şöyle dile getirilir: 
Bizim  köyde  dinsel  söz  çok  az  edilirdi.  Köyün  bir  camisi  vardı  minaresi  olmayan. 
Cumadan  cumaya,  o  da  yaşlı  köylüler  namaz  kılarlardı.  Başka  din  üstüne  bir  şey 
anımsamıyorum.  Geçenlerde  Suriyeli  bir  şair  bana  soru,  sizde,  sizin  romanlarınızda,  dedi, 
insanlar çok az namaz kılıyorlar, ya da hiç kılmıyorlar, acaba sizin halk Müslüman değil mi? 
Bizim halk Müslümandı ama din onlar için yaşamın hep aşağısındaydı.
536
  
Köyün inanç durumu genel hatlarıyla bu şekilde olsa da yazarın babası Sadık Bey dini 
ritüellerini  yerine getirmek için gayret  sarf  eder.  Öz  yaşam öyküsel  romanında (Kimsecik  1 
Yusufçuk  Yusuf)  pek  çok  yerde  babasının  namaz  kıldığı  vurgulanır.  Yine  Alain  Bosquet’e 
İslam dininin ülke insanını etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu dile getirirken “Bu etki benim 
romanlarımda belli olmuyorsa, yanlışlık benimdir.”
537
 ifadesini kullanacaktır. 
Yaşar  Kemal,  doğduğunda  babasının  çok  yaşlı  -belki  elli  yaşın  üstünde-  olduğunu, 
buna mukabil annesinin ise on yedi yaşında olduğunu dile getirmektedir.
538
 Ancak bu bilgiler 
İrfan  Can’a  göre  hatalıdır.  Bu  konuda  ya  yazar  yanılmakta  ya  da  Alain  Bosquet’e  çeviri 
                                                           
533
 Yaşa Kemal, Ağıtlar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1993, s.23. 
534
 Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 
2013, s.121. 
535
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.35. 
536
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.70. 
537
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.112. 
538
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.25. 

152 
 
yapılırken bir yanlışlık yapılmaktadır. Çünkü Yaşar Kemal’in kardeşi olan Recep Songül’ün 
hanımı Fatma Songül, Sadık Bey’in yedi yıl çocuğu olmadığını, Yaşar Kemal’in yedinci yılın 
sonunda  doğduğunu  ve  bunun  üzerine  Sadık  Bey’in  kurbanlar  kestirdiğini  bildirmektedir. 
Fatma Hanım kendisiyle yaptığım görüşmede aynı bilgileri bana da vermiştir. Yaşar Kemal’in 
annesine  ölene  kadar  kendisinin  baktığını  dile  getirmiştir.  Nigâr  Hanım’ın  yedi  yıl  çocuğu 
olmadığı hesaba katılırsa Sadık Bey’in Nigâr Hanım’la on yaşında evlenmiş olması gerekir ki 
bu  bilgiler  gerçek  dışıdır.
539
  Zaten  Nigâr  Hanım’ın  Kadirli  Asri  Mezarlıktaki  kabrinde  yer 
alan  kitabede  doğum  tarihi  1890  ölüm  tarihi  ise  1966  olarak  geçmektedir.  Bu  durumda  76 
yaşında vefat eden Nigâr Hanım, Yaşar Kemal doğduğu vakit 33 yaşındadır.  
Köydeki  tek  Kürt  aile  olmasına  rağmen  Türkmenler  asla  onları  dışlamamışlardır. 
Yaşar Kemal, 2013’te –vefatından iki yıl evvel- dönemin Osmaniye Valisi Celalettin Cerrah 
ile Hemite köyünde açılışına katıldığı “Yaşar Kemal Kültür Evi”nde yaptığı konuşmada orada 
bulunanlara şöyle seslenmiştir: 
Bana bir kez bile “Kürtsün” demediler. Hiçbir köylü beni Kürdüm diye dışlamadı. Biz 
cennette büyüdük. Hiçbir kötülük görmedim, anadan, babadan, dededen. Şimdi bağırıyorum 
yine  buradan  ve  Türkiye  bunu  dinlesin,  bunu  bilsin,  bütün  Türkiye  desin  ki  “Bütün  Türkiye 
Yaşar Kemal’in köyü gibi olsun” ben de bunu yazayım.
540
 
Hemite Köyü’ne yaptığım ziyarette bu durumu ben de gözlemledim. Yaşar Kemal’in 
babasının öldürüldüğü caminin hemen yanındaki çay ocağında oturan köylüler, yazarın babası 
Sadık  Bey’in  kısa  sürede  köyün  ileri  gelenleri  arasına  katıldığını  ve  büyüklerinden 
öğrenebildikleri  kadarıyla  da  bir  müşkülleri  olduğunda  mutlaka  ona  fikir  danıştıklarını 
söylediler.  Anlaşılan  o  ki  Sadık  Bey,  ahlakı,  sağlam  mizacı,  dürüst  kişiliği  ile  kısa  sürede 
köylünün  güvenini  kazanabilmişti.  Ancak  yazar  dört  buçuk  yaşında  iken  onu  derinden 
etkileyen  bir  hadise  gerçekleşti.  Göç  sırasında  yolda  bulup  evlat  edindikleri  Yezidi  çocuk 
Yusuf, camide namaz kılarken Yaşar Kemal’in gözleri önünde babasını öldürdü: 
Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, 
sabaha kadar “yüreğim yanıyor”, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma 
kadar zor konuştum.
541
 
                                                           
539
 Bkz. 
http://www.iha.com.tr/haber-annesi-yasar-kemali-dunyaya-getirdiginde-kac-yasindaydi-561664
, 22.03.2017

540
 
http://www.radikal.com.tr/hayat/yasar-kemal-bana-bir-kez-bile-kurtsun-demediler-1135079
;  
http://www.yeryuzuhaber.com/yasar-kemal-akil-insanlar-teklifini-kabul-etmedim-haberi-57917.html
, 22.03.2017.
 
541
 Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 
2013, s.26;  Ayrıca  Bkz. Kimsecik serisinin birinci cildi olan Yağmurcuk  Kuşu’nun  sonunda ve ikici cildi olan 
Kale  Kapısı’nın  başında  bu  cinayet  anlatılmaktadır.  Y.  Kemal,  Kimsecik  1  Yağmurcuk  Kuşu,  Yapı  Kredi 
Yayınları, İstanbul, 2016; Y. Kemal, Kimsecik 2 Kale Kapısı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015. 
 

153 
 
 
Cinayet  ile  ilgili  Zülfi  Livaneli’nin  tespiti  dikkat  çekicidir.  Livaneli,  1980  yılında 
henüz  yeni  çıkan  yazarın  öz  yaşam  öyküsel  romanı  Kimsecik  hakkında  bir  yazı  kaleme 
almıştır.  Ona  göre  Sadık  Bey’i  öldüren  şey,  oğulluğu  Yusuf’un  ona  duyduğu  sevgidir.  O 
zamanlar  bütün  dünyayı  şoke  eden  bir  başka  cinayet  daha  işlenmiştir.  Ünlü  müzisyen  John 
Lennon,  Marc  Chapman  adındaki  bir  hayranı  tarafından  öldürülmüştür.  Livaneli’ye  göre  bu 
iki  cinayet  arasındaki  benzerlik  şaşırtıcıdır.  Çünkü  her  iki  cinayette  de  katil,  kurbanına 
hayrandır: 
 
Adam sürekli olarak Lennon müziği dinliyor, duvarlarına onun resimlerini asıyor ve 
hayatının  tek  kahramanı  olarak  müzik  adamına  sarsılmaz  bir  hayranlık  duyuyordu. 
Dünyasında başka  kimseye  yer  yoktu.  Ama Marc Chapman ne  yaptı? Gidip  John Lennon’ı, 
yani kahramanını öldürdü. Bütün dünyayı şaşırtan bir eylemdi bu ve herkes cinayetin sebebini 
arıyordu.  Oysa  cevap,  Yaşar  Kemal’in  bu  olaydan  yıllarca  önce  yazmaya  başladığı  ve 
cinayetle aynı günlerde yayımlanan “Kimsecik” romanındaydı.
542
 
 
Livaneli’nin  böylesi  bir  analojiyi  kurmasındaki  sebep,  Yusuf’un  Sadık  Bey’e  olan 
hayranlığıdır. Yaşar Kemal, Kimsecik serisinin birinci cildi olan Yağmurcuk Kuşu’nda cinayet 
anına kadar bu hayranlığı işler. Yusuf, bu eserde Salman karakteri ile özdeşleştirilmiştir: 
 
Salman’ın  sevgisiyse  bambaşkaydı,  onun  sevgisi  bir  tapınma,  bir  sonsuz  hayranlıktı. 
Salman’ın dünyası yalnızca oydu. Salman bu dünyada ondan başka hiçbir şeyi düşünmüyor, 
her adımını onun için atıyor, her devinimi onun için oluyordu. Onun için soluk alıyor, onun 
için yapıyordu. Salmanın ne Tanrısı, ne anası babası, ne hiçbir kimsesi, ne köyü, ne köylüsü, 
ne  kardeşi,  ondan  başka  hiçbir  şeysi  yoktu.  Bundan  dolayı  da  kanının  her  damlasında  onu 
yaşıyor, onu duyuyordu.
543
 
Livaneli,  “İnsanın  başına  gelen  en  önemli  iki  olay  doğum  ve  ölümse,  yaşamını  en 
derinden  etkileyen,  değiştiren  iki  kişi  de  anası  ve  katilidir.  Mark  Chapman,  Lennon’ın 
hayatının en önemli kişisiydi, hayatını sona erdiren adamdı.”
544
  der.  Sadık  Bey  için  de  aynı 
durum  söz  konusudur.  Yusuf,  onun  hayatının  en  önemli  kişisi  olmak  istedi  ve  Sadık  Bey’i 
öldürdü.  Hem  de  bunu,  sevgisini  paylaştığı  öz  oğlu  Yaşar  Kemal’in  gözleri  önünde  yaptı. 
Ancak  onu  öldürmedi,  bu  acıyla  yaşattı.  Sadık  Bey’in  kabri  köy  mezarlığındadır.  Mezar 
taşındaki  kitabenin  bir  yüzünde,  Sene  927  Van  muhaciri  Hacı  Sadık  ruhuna  Fatiha 
                                                           
542
 Zülfü Livaneli, Gözüyle Kartal Avlayan Yazar Yaşar Kemal, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2016, s.53-54. 
543
 Yaşar Kemal, Kimsecik 1 - Yusufçuk Yusuf, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2016, s.185-186. 
544
 Livaneli, A.g.e., s.56. 

154 
 
yazmaktadır. Tarih, Yaşar Kemal’in beyanıyla uyuşmaktadır. Kitabenin diğer yüzünde ise bir 
kubbe  ve  altında  kare  figürü  ile  cami  simgesi  yer  almaktadır.  Bununla  cinayetin  camide 
işlendiği anlatılmak istenmiştir.
545
  Babasının öldürülüşü Yaşar Kemal’in  hayatındaki  kırılma 
anlarından birisi olmuştur: 
Babamın ölümü de beni çok üzdü. Babamın ölümüne uzun yıllar inanmadım ve onun 
mezarına hiç gitmedim. Uzun yıllar mezarlığın yanından bile geçmedim. Öldüğünden dolayı 
da  ona  derinden  kırıldım,  küstüm.  Herkesin  babası  yaşarken  benim  babam  neden 
öldürülmüştü, bunu da bir türlü anlayamıyordum.   
Sadık  Bey  öldürülmeden  bir  yıl  evvel  Yaşar  Kemal  adına  kestiği  kurban  da  yazarın 
yaşamını  etkileyen  bir  başka  hadise  olacaktır.  Yazarımız,  bir  gözünü  bu  kurban  kesilirken 
kaybedecektir: 
 
Babam ölmeden bir yıl önce de, babam benim için her yıl kurbanlar kestiriyordu, o yıl 
da  kurbanlar  evin  avlusuna  getirilmiş,  koyunların  ayakları  bağlanmıştı.  Halamın  kocası  da 
bir  koyunu  kesmiş  karnını  yarıyordu  ki,  bıçak  deriden  kaydı,  ben  karşısında  duruyordum, 
bıçak benim sağ gözümün üstüne saplandı, o gözüm görmez oldu.
546
 
Altan  Gökalp,  Yaşar  Kemal’in  yetim,  kekeme  ve  tek  gözlü  olmasından  ötürü  onu 
İskandinavların  en  görkemli  tanrısı  olan  Odin’e  benzetir.  Gökalp,  kahramanları  güçlüler, 
düşmanlar ve doğaüstü güçlerle savaşıma girişmeye itecek “eksikliklerin” kökeninde yer alan 
bu özellikler, eşsiz bir yazar olacak olan Yaşar Kemal’de de bulunmaktadır.
547
 Sadık Bey’in 
ölümünden sonra aile için rüzgâr tersine dönmeye başlar. Çok iyi bir adam olmasına rağmen 
amcası Tahir, dört yılda ailenin bütün birikmişini tüketir. Kimsecik serisinde Hasan karakteri 
ile özdeşleştirilen amcası Tahir ve Zero karakteri ile özdeşleştirilen annesi Nigar Hatun katili 
bulup öldürtmek için ellerinde neleri var neleri yoksa har vurup harman savururlar. Bu durum 
aile  içinde  yaşanılanların  bir  yansımasıdır.  Çünkü  Tahir  amcası,  Sadık  Bey’i  öldürenden 
intikam almak için her yolu deneyecektir: 
Tahir amcam yüzlerce ağıt çıkardı. Yıllar yılı her yerde ağabeyinin ağıtların söyledi. 
Onun ölümünü hiç unutmadı. Derdi günü babamı öldüren Yusuf’u öldürmekti. Babamın bütün 
servetini  diyemeyeceğim  ama,  paranın  büyük  bir  kısmını  bu  yolda  harcadı,  Diyarbakır 
                                                           
545
 http://cezmyurtsever-kadirlitarihi.blogspot.com.tr/2010/10/yasar-kemalin-babasinin-mezar-tasinda.html 
546
 Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet ile Görüşmeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 
2013, s.26. 
547
 Altan Gökalp, Yaşar Kemal’i Okumak, Adam Yayınları, İstanbul, 1999, s.11.  

155 
 
hapishanesine, suç işletip adam soktu, adam birkaç kere yaralandı ama ölmedi. Sonra adam 
on  sekiz  yıl  hapiste  yatıp  çıkınca  bizim  köye  gelmiş,  amcam  bunu  haber  aldı,  çok  yaşlı  ve 
hastaydı  artık,  ama  gene  de  durmuyor,  tabancasını  beline  takıp  onu  öldürmeye  gitmek  için 
yola düşüyordu.
548
 
Amcası  Tahir,  babasının  ölümü  üzerine  dul  kalan  annesi  Nigâr  Hanım’la  ikinci  eş 
olarak  evlenir.  Gelenek  aile  için  bu  evliliği  meşru  kılar.  Böylece  evde  hır  gür  de  başlamış 
olur. Yengesi ve annesi bir türlü anlaşamazlar. Nigâr Hanım, amcası Tahir’le evlense de onu 
pek  sevmez.  Anlaştıkları  tek  ortak  nokta,  ikisinin  de  Sadık  Bey’in  katili  Yusuf’u  öldürtmek 
istemeleridir.  Nigâr  Hanım,  Yusuf  öldürülünceye  kadar  Yaşar  Kemal’den  onu  kendisinin 
öldürmesini ister. Ancak  yazar bu fikre hiçbir zaman sıcak bakmaz.  Nihayetinde  Yusuf, bir 
akrabaları olan Osman tarafından on sekiz yıl sonra köye döndüğü vakit öldürülür. Fakat yine 
de Nigâr Hanım, bütün ömrü boyunca etrafındakilere Yusuf’u Yaşar Kemal’in öldürdüğünü 
söyleyecektir: 
Osman’ın babamın katilini öldürmesi çok zoruna gitti ve Yusuf’u benim öldürdüğüme 
ve  Osman’ın  üstüne  attığıma  kendisini  inandırdı  ve  herkese  de  bunu  anlatmaya  başladı. 
Bereket  versin  ona  kimse  inanmıyordu.  Çünkü  Yusuf  öldürüldüğünde  ben  Çukurova’da 
değildim.
549
 
Yazarın, öldürülen öz babasından bir, amcası Tahir’den de iki erkek kardeşi dünyaya 
gelir, fakat üç kardeşi de sıtmadan ölür.
550
 Bütün bu yaşananlar neticesinde Yaşar Kemal git 
gide evden uzaklaşır; asi, başına buyruk bir karaktere bürünür. “Başıma buyruk bir çocuktum, 
etki falan dinlediğim yoktu sanırsam. Babamı bilmiyorum, eve başkaldırmıştım, köye de öyle. 
Durmadan kaçıyordum.”
551
 der. Çukurova’daki toprak düzenini kavrayıp buna ilk başkaldırışı 
da  yine  bu  döneme  rastlayacaktır.  En  yakın  arkadaşı  olan  Mehmet’in  (Şahin)  babası  İsmail 
Ağa’nın tarlasında yarıcı olarak çalışırlar: 
İsmail  Ağa  tarlasını  veriyor,  biz  ekiyor  biçiyor,  hasat  ediyor,  ürünün  yarısını  ona 
veriyorduk. Mehmet de ben de buna başkaldırıyorduk ya elimizden bir şey gelmiyordu.
552
 
                                                           
548
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.71. 
549
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.72. 
550
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.64. 
551
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.69. 
552
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.27. 

156 
 
2.5.1.3. Yazmaya Merak: Okul Yılları 
 
Yaşar  Kemal  sekiz  yaşlarında  iken  yazı  ile  tanışır.  Köye  gelen  bir  çerçi,  köylü 
kadınların isteklerini onlara verip karşılığında alacaklarını bir deftere kaydetmektedir. Sözün 
uçup  yazının  kaldığını  bu  şekilde  anlayan  yazar  bu  durumdan  çok  etkilenir.  Çünkü  her  ne 
kadar annesi  karşı  çıksa da o, halk  şairleri gibi şiirler söylemeye  yeni  yeni  merak salmıştır; 
ama ortada bir sorun vardır, söylediği şiirleri bir türlü aklında tutamamaktadır. Şiirleri kalıcı 
hale getirmenin tek yolu ise tıpkı bu çerçi gibi okuyup yazmaktır. 
 
Abdale Zeyniki Kürtlerin dengbej adını verdikleri büyük saz şairlerindendir. Bu büyük 
zatın Van’da iken ailenin evine gelip destan söylemesi aile için bir övünç kaynağıdır. Yazar 
kendisine anlatılanları: “Benim gözümde Abdale Zeyniki bir ermiş olmuş çıkmıştı.”
553
 ifadesi 
ile dile getirir. Yaşar Kemal, bu dönemde hiç kimseyi dinlemediği gibi anasını da dinlemez, 
şiir söylemeye devam  eder.  Ünü de  git  gide  yayılır, çıkardığı  türküler  “Âşık Kemal”  adıyla 
dillere  düşmüştür.  Toroslardan  gelen  ve  iki  gözü  de  görmeyen  Âşık  Ali  ile  henüz  çocuk 
denilecek  yaşta  olmasına  rağmen  bir  gece  sabaha  kadar  çakışır.  Çakışma  iki  âşık  arasındaki 
atışmadır.  Çocuktaki  yeteneği  fark  eden  Âşık  Ali,  daha  sonradan  ünü  topraklarımızı  aşacak 
olan yazara: “Sen bu yaşta bu kadarsan sonunda Karacaoğlan gibi olacaksın”
554
 der.  
En  yakın  arkadaşı  Mehmet,  köye  bir  saat  uzaklıktaki  Burhanlı  Köyü  İlkokuluna 
gitmektedir.  Onula  birlikte  okula  başlar.  Kararlıdır,  üç  ay  kadar  kısa  bir  sürede  okuma 
yazmayı  öğrenir.  1928’de  –yani  yazar  doğduktan  beş  yıl  sonra-  harf  inkılabı  ile  Arap 
alfabesinden  Latin  alfabesine  geçilmiştir.  Bu  yıllarda  yeni  alfabeyi  okuyup  yazanların  sayısı 
oldukça  azdır.  Köyün  imamı  dâhil  hiç  kimse  okur-yazar  değildir.  Bu  yüzden  köyün  ilk 
okuryazarları da bu iki kafadar olur.
555
  İkinci sınıfa Kadirli’deki akrabalarının yanında devam 
eder.  Aynı  sınıfta  okuduğu  ve  kendisinden  daha  ünlü  bir  şair  olan  Âşık  Mecid’e  hayranlık 
duyar,  onun  çıraklığını  gönüllü  olarak  kabul  eder.  Ne  var  ki  Mecid,  beşinci  sınıfa 
geçtiklerinde vefat eder. Babasının vefatından sonraki ikinci sarsıntıyı yaşayacaktır:  
Âşık Mecit ne yazık ki ilkokul beşteyken öldü ve babamın ölümünden sonra en büyük 
acımla karşılaştım. Bütün bir yıl, nasıl olur, nasıl olur, diye söylendim durdum. Onun üstüne 
çok ağıtlar yaktım, duyanı ağlatan.
556
 
                                                           
553
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.27. 
554
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.28. 
555
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.90. 
556
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.29. 

157 
 
Aynı  yıl,  yukarı  Torosların  ünlü  destancısı  Âşık  Rahmi  ile  tanışır.  Onunla  da  atışır. 
Âşık Rahmi de tıpkı Âşık Ali gibi Yaşar Kemal’deki söz ustalığını fark eder, ona hayran kalır 
ve  küçük  bir  de  saz  hediye  eder.  Âşık  Rahmi,  Yaşar  Kemal’e  ilkokulu  bitirince  kendisiyle 
gelmesini,  bütün  Anadolu’yu  köy  köy  dolaşıp  birlikte  destanlar,  türküler  söylemeyi  teklif 
eder.  Bu  teklif  yazarın  hayatındaki  dönüm  noktalarından  biridir.  Uzun  süre  bunun 
muhasebesini yapar, kararsız kalır ve bir hayli düşünür. Neticede çok istemesine rağmen Âşık 
Rahmi’nin  teklifini  kabul  etmez  ve  ortaokula  devam  kararı  alır.  Lakin  ailenin  ekonomik 
durumu artık onun daha fazla okumasına müsaade etmez.  
İlkokul  öğretmeni  Abdullah  Zeki  Çukurova,  yazarın  okuması  için  kasabanın 
zenginlerinden para toplar, yazar bu parayı almamak için onun gözüne görünmez. “Oysa ben, 
Abdale Zeyniki’nin diz çöküp destanlar söylediği bir evdendim. Böyle bir parayı nasıl kabul 
edebilirim!”
557
  diye  düşünür.  Kasabanın  Belediye  Başkanı  Hakkı  Çözeli,  toplanan  parayı 
yazar  ortaokula  başladığı  vakit  kendisine  götürüp  elden  teslim  etmek  ister.  Çok  diller  dökse 
de  bir  türlü  bu  parayı  kabul  ettiremez.  Toplanan  para,  fakir  bir  göçmen  çocuğuna  verilir. 
Çocuk bu parayla okur ve üniversiteyi bitirir. Yazarın anlattığı bu hadiseyi kasabada bilen bir 
diğer kişi ise Fehmi Gürkan adlı soylu bir zattır. Bu zat, aynı zamanda Yaşar Kemal sosyalist 
savaşıma girdiğinde kasabada ona sırtını dönmeyen tek kişi olacaktır: 
Ben  sosyalist  savaşıma  girdiğimde  hiçbir  kasaba  soylusu,  zengini  benimle 
konuşmazken  Fehmi  Gürkan  bana  eski  dostluğunu  her  zaman  gösterdi.  Benim  de  her 
kasabaya  gidişimde  hala  ilk  aradığım  insan  bu  soylu  kişidir.  Daha  da  bir  çocuğun  bu 
direnişine şaşar.
558
 
Yaşar  Kemal  için  tek  çıkar  yol  vardır,  başının  çaresine  bakmak.  O  da  öyle  yapar. 
Amcasının izni ile evdeki tek tosunu satıp Adana’ya çalışmaya gider. Bu dönemde ilkokulu 
yeni  bitirdiği  hesaba  katılırsa  on  üç-on  dört  yaşlarında  olmalıdır.  Belçikalılara  ait  bir  çırçır 
fabrikasında çocuklar da çalıştırılmaktadır, burada işe başlar. Fabrikanın  müdürü Aslan Bey 
ona  sahip  çıkar.  Yaz  boyunca  bu  fabrikada  çalışıp  para  biriktirir.  Biriktirdikleri  ile  de 
Adana’da ortaokula başlar.  
Bütün  eserlerinin  şaşmaz  parçası  olan  doğa,  henüz  çocukluk  yıllarında  kişiliği  ile 
özdeşleşmiştir;  bu  tutku  ileride  siyasetinin  de  olmazsa  olmazı  olacaktır.  Tıpkı  Hanry  David 
Thoreau gibi bir tabiat aşığıdır. Aziz Şeker, “Yaşar Kemal’in doğaya olan insanca tutkusu onu 
                                                           
557
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.30.  
558
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.31. 

158 
 
yıllar  sonra  politikaya  atılacağı  Türkiye  İşçi  Partisinde  doğa  ve  toprak  sorunlarını  sık  sık 
gündeme taşımasıyla anlam bulacaktır.”
559
 der. Yazar, “Doğadaki her yaratık, her renk, koku 
beni  sevinçten  delirtiyor,  kendimden  geçirtiyordu.”
560
  deyişi  ile  doğaya  hayranlığını  dile 
getirir. Makineleşmeden, yani değişim ve dönüşümden önceki Çukurova’da yaşamış olmanın 
bahtiyarlığını  duyumsar.  Ne  var  ki  bu  bahtiyarlık,  kapitalizmin  götürdükleriyle  onda  bir 
yıkıma dönüşecektir. Çünkü tek bir rengin solmasına, eksilmesine; tek bir hayvanın yitmesine 
yüreği el vermeyen yazar, tabiata sonsuz bir hayranlık beslemektedir. Çocukluğunun dünyası, 
kendi deyişiyle anlatılamayacak kadar zengindir
Köyün  yakınında  Anavarza  kayalıklarından  başlayan  büyük  Akçasaz  bataklığı  vardı. 
O  bataklıkta  yüzlerce  kuş  türü  vardı. Köyümün  kayalıklarında  da  yüzlerce  kartal  uçuşurdu. 
Kara kartallar, kızıl kartallar. Ben Akçasaz’da çok çok filamingo gördüm. Renk renk büyüklü 
küçüklü  kuşlar,  kelebekler  bulutlar  gibi  uçuşuyorlardı.  O  kadar  çok  kelebek  vardı  ki 
buralarda bütün bahar, bütün sonbahar kuşlar, kelebekler rüzgârlar gibi esiyorlardı. Dünya 
öylesine  bir  renk  cümbüşünde  çalkalanıyordu  ki,  inanmak  olası  değil…  O  gün  bu  gündür 
bütün düşlerim ak bulutlu ve renklidir. Doğa alabildiğine zengin ve verimliydi. Bir de daha 
düşlerime hep pamuk tarlaları girer. Ovada, bütün köycek pamuk toplamaya giderdik. Bir de 
arılara merak sardırmıştım…
561
 
 
Ortaokulu bitirebilmek için birkaç yaz da Kadirli’de bostan tarlalarında bekçilik yapar. 
Bu  tarlaları  beklerken  kimi  geceler  eşkıyalarla  karşılaşır.  Pamuk  çapalama,  pamuk  toplama, 
ekin  biçme,  traktör  şoförlüğü  gibi  çeşitli  işleri  de  yürütür.  Çevresinde  gördüklerini  en  ince 
ayrıntısına kadar inceler, müthiş bir gözlem yeteneği vardır: “Bir şeye gözümü dikip günlerce 
durmadan seyretmek benim çocukluk huylarımın başlıcalarındandı.”
562
der.  Yitirdiği  insanlar 
kadar  çevresinde  can  veren  hayvanlar  için  de  aynı  acıyı  duyumsar:  Çok  keklik  besledim. 
Ölümleri  benim  için  korkunç  bir  acıydı.
563
  ifadesi  bu  durumun  bir  yansımasıdır. 
“Çocukluğumun krallığı” olarak nitelendirdiği yıllar Yaşar Kemal için düşle gerçek arası bir 
masal diliminden ibarettir. Bu krallığı şöyle tarif eder:  
Bir  yanım  kan  içinde,  bir  yanım  düşlerin  büyüsündeydi.  Bir  yanımda  çangal  bıyıklı 
kanlı  eşkıyalar,  at  hırsızları,  bir  yanımda  büyük  destancılar,  bir  yanımda  tüyden  ince 
                                                           
559
 Aziz Şeker, Homerostan Binboğalara Yaşar Kemal, Sabev Yayınları, Ankara, 2014, s.25 
560
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.37. 
561
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.31. 
562
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.32. 
563
 Yaşar Kemal, A.g.e., s.34. 

159 
 
Karacaoğlanlar, bir yanımda 1865 Kozanoğlu başkaldırısının şiirini söyleyen Türk tarihinin 
en büyük başkaldırı şairi Dadaloğlu…
564
 
Sanatçı, bu yıllarda ilk şiirlerini de yayımlamaya başlar. 1939’da yani on altı yaşında 
iken ilk şiiri olan “Seyhan”, Adana Halkevi Dergisi Görüşler’de  yayımlanır. Bir taraftan da 
Çukurova’nın  köylerini  dolaşıp  köylülere  Karacaoğlan  destanını  anlatır;  onlardan  ağıt, 
tekerleme, türkü, halk hikâyesi gibi folklor ürünleri derler. Bu nedenle halk bilimi ürünlerinin 
onun sanatçı kişiliğini, yazarlığını belirlemedeki etkisi çok büyüktür.  
Ben  Türk  destanları  ve Kürt  destanları  ile  büyüdüm.  Çocukluğumda  edebiyata  şiirle 
başladım. On altı yaşlarımda bir destan anlatıcısıydım. Köy köy dolaşıp destan anlatır, sonra 
da folklor derlemeleri yapardım.
565
 
1941’de  ekonomik  nedenlerle  ortaokul  son  sınıftan  tasdiknameyle  ayrılır.
566
  Artık 
yavaş  yavaş  kişiliği  oturmaya  başlamıştır,  iç  sesini  dinleyerek  kendi  hayatında  seyirci  değil 
başrol oynamaya karar verir. 1950 yılına kadar pek çok işte çalışır. İnşaat kontrol memurluğu, 
ırgat  kâtipliği,  arzuhalcilik,  pamuk  tarlalarında  amelebaşılık,  pirinç  tarlalarında,  Savrun 
Çayı’nda  su  bekçiliği,  çiftliklerde  kâtiplik,  öğretmen  vekilliği,  traktör  sürücülüğü,  Adana 
Halkevine  bağlı  Ramazanoğlu  Kütüphanesi’nde  hademe  kadrosunda  memurluk  gibi  sayısı 
kırka  varan  işlere  girip  çıkar.  Bu  kadar  çok  işe  girip  çıkmasının  nedeni  ise  siyasi  eğilimi 
nedeniyle sürekli takip edilmesindendir.  
Bir  de  beni  Çukurova’da  köpek  gibi  kovaladılar  yıllarca.  Bir  işe  giriyordum,  izimi 
yitirtiyordum.  Bir  hafta  on  gün  sonra  polis  mi  jandarma  mı  ne  zıknabutsa  geliyorlar  beni 
işten  çıkartıyorlardı.  Batos  ırgatlığı  yapıyordum.  Günde  on  beş  saat,  kırk,  kırk  beş  derece 
sıcak altında. Orada bile beni rahat bırakmıyorlardı. Elli yedi kiloydum. Belki otuzdan fazla 
işe  girdim  çıktım  birkaç  yılda.  Sonunda  arzuhalciliği  buldum  da  rahat  bir  iki  lokma  ekmek 
yiyebildim. Bir de traktör şoförlüğünde izimi yitirdiler.
567
 
Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin