T. C. İStanbul 13. AĞIr ceza mahkemesi



Yüklə 0,83 Mb.
səhifə3/6
tarix14.01.2017
ölçüsü0,83 Mb.
#5471
1   2   3   4   5   6

Sanık Veli Küçük:”Sen başkasın sen.”

Sanık Muzaffer Tekin söz almadan konuştu, anlaşılmadı.

Sanık Veli Küçük:”Sayın Başkanım şaka yapmıyorum artık bu komik bir hale geldi artık bu komik bir hale geldi işte buyurun size okudum. Bir liste daha var hazırlanan bunu okumuyorum utanıyorum çünkü artık benim emrimde olanlar o vakit niye Ethem Sancak alınmadı, onu niye sorulmuyor Ethem Sancak bende çalışıyormuş. O BOP eşbaşkanının kankası ha çağrılamaz. Fethullah dinine geçti Sayın Başkanım, uzatmıyorum bitiriyorum. Bu çalışmalarla beraber siz burada karar veriyorsunuz sizin verdiğiniz o tahliye taleplerinde yanlışınız var. Bu konu 4. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Başkanlığına verilen dilekçede yazıyor diyor ki; Köksal Şengün tahliye taleplerinde yanlış karar veriyor gerekçesi tahliye gerekçelerini açıklamıyor, diyor. Ve bu 4. maddenin f fıkrasında yazılmış 4. madde mi? Evet 4. maddenin f fıkrasında yazılmış yazan da Avukat Sadrettin Haşıloğlu, ama arkasında tabi Haşıloğlu’nun imzası yok, onun imzası yok, o Erzurum’da buraya yazmamış, imzasını atmamış. Ama Sedat Sami Haşıloğlu’yla, Hasan Hüseyin Özese’nin imzaları var, onlara da 4. hukuk mahkemesinde, ee 4. Yargıtay Hukuk Dairesinde dava açıldığı için savunmaları avukat tarafından. Başkanım, gülemiyorum da artık gülmeyi de unuttum bu hale geldik beni dinlediğiniz için teşekkür ederim bir şey anlatabildim mi bilemiyorum. Çünkü ben biraz anlatma özürlüsüyüm dinlediğiniz için saygılar sunuyorum sağ olun.”

Mahkeme Başkanı:”Buyurun.”



Sanık Osman Yıldırım söz istedi, verildi:”Sayın Başkan Sayın Heyet Üyeleri, Yüce mahkemenizin heyetini saygıyla selamlıyorum. Önce Sayın Veli Küçük’ün birkaç söylemine cevap vermek istiyorum; ben çaycılık yapmıyorum, ben kulüp işletiyorum, yani Sami Hoştan gibi kendisi bilir. Kulüp işleten bir kimse kumarhane işleten bir kimse kumar oynayan insanlara çayı parayla sattığı zaman oraya bir daha müşteri gitmez, bunu kendileri de bilir. Ayrıca aracımın taksitini de ödeyememiş değilim ben rent a carcılık yapıyorum, hem kulüp işletiyorum 2 yerde bir Sultanbeyli’de bir Ferhatpaşa’da artı olarak, artı olarak Bahçelievler’de Iğdır Turizm’in sahibiyle Sayın Bahattin Aras’la birlikte rent a car işi yapıyorum. Ondan ayrı Antalya’da da restoran işletiyorum turizmcilik yapıyorum ve Turgut Büyükdağ’la ilgili Turgut söylediği söylem Turgut Büyükdağ bu konuyu teyit etmiştir yazılı basında demeç vermiştir, teyit etmiştir, bu konuyu. Gülbahar Ateş tanımıyorum Ziya Aycan, Celal Ateş, Celal Ateş bizim Karslı hemşerimiz kendisi öldürüldü, Gülbahar Ateş kendisine hanım ağa diyorlar o da Abdullah Sülük’ün suç ortağı Abdullah Sülük o 17, 18 cinayetten yakalanıp yargılanan halen hapiste olduğunu bildiğim Sayın Veli Küçük bunları gayet iyi tanımaktadır. Zekeriya Öztürk’de Ziya Aycan’ı çok iyi tanımaktadır. Zira sürekli Balta Limanı Doğa Balık Restorana gidip orada yemek yiyorlardır. Bunlara cevap verdikten sonra Sayın Muzaffer Tekin’in söylemleri Recep Özkan reddetmedi Recep Özkan aksine kabul etti arkadaşlar gidip Osman Yıldırım’ı alıp eve getirdiler diye beyanı var. Savcı keşif yaptırmadı diyor keşfi yaptırmayan Avukat Zeynep Küçük, Sayın Avukat Zeynep Küçük. Zira kendisi itiraz etti keşfi kendisi yaptırmadı bunu bildiği halde sanırım Sayın savcımıza da iftira atıyor bu da TCK maddesi 267 artı Savcı Sayın Nihat Taşkın, Oktay Yıldırım söylemine cevap Sayın Nihat Taşkın keşfe kılavuzluk yapıyor diyor gel biz evi gösterelim. Sayın Savcımız böyle bir beyanda bulunmadı Sayın Savcım buraya gelmişken Pınar Sitesinde keşif yaptırsak mı diye bunu da yine Avukat Zeynep Küçük itiraz etmiştir ve itirazı da kabul edilmiştir bu da sanırım Sayın Savcımıza attığı bir iftiradır bu da TCK 267 maddeyi içeriyor. Bunlara cevap verdikten sonra Muzaffer Tekin’le ilgili hazırladığım konulara cevap vermek istiyorum, Muzaffer Tekin 16 Mayıs 2006 tarihinde telefon görüşmelerimin verdiği sinyalleri HTS raporları, 17 Mayıs 2006 tarihine aitmiş gibi realiteleri yok sayarak tarihleri çarpıtıp hedef saptırarak atfı cürümde bulunarak beni Danıştay olayıyla ilişkilendirmeye çalışarak şahsıma iftira atmıştır TCK maddesi 267. Ayrıca şahsıma iftira atmak suretiyle devletimize yapılan saldırının aydınlanmasını engellemeye ve faili meçhule götürmeye teşebbüs etmiştir. Artı, yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs etmek 277 ve adil yargılanmayı engellemeyi adaleti yanıltmaya teşebbüs etmek TCK madde 288. Muzaffer Tekin’in bu suçları işlediğine dair aşağıda belirteceğim somut maddi kanıtlarla resmi belge olan HTS raporlarıyla ve kamu tanıklarının beyanlarıyla kanıtlayıp bilgilerinize arz edeceğim. 2, A, 16 Mayıs 2006 tarihli telefon görüşmelerim ve HTS raporları. Bir, 16 Mayıs 2006 tarih ve günü saat 10 civarı; gündüz Ankara Ulus Selvi Otelinde uykudan kalktım ve lobinin üst katında kahvaltı yaptıktan sonra lobiye indim ve ilk Nusret Aras isimli köylümü aradım ve yanıma çağırdım yeğenlerimle ilgili görüşme yaptım. İki, Erhan Timuroğlu’nu aradım telefon görüşmesi yaptım. Üç, Cebeci semtine gittim ve burada Pazar olmadığını Yenişehir semtinde pazar olduğunu öğrenmem üzerine Yenişehir semt pazarına gittim ve bir süre pazarda dolaştım, yeğenlerimi göremeyince gerisin geriye yaya olarak kaldığım Ulus Selvi Oteline gittim ve saat 11:39, 11:47, 11:48 idi, Muzaffer Tekin’in kastettiği sinyaller. Dört, tahmini akşam saat 16, 17 civarı saatlerine kadar Ulus Selvi Otelin üst tarafında bulunan sıralı birbirlerine bitişik kıraathanelerinden birinde tek başıma çay kahve içerek gazete okuyup bulmaca çözerek vakit geçirdim. Beş, Alparslan Arslan beni aradı görüşmek istedi ve bulunduğu yerin adresini verdi Migros yanı Petrol Ofisinde olduğunu söylemesi üzerine ticari bir taksi ile tarif edilen adresi eski hal bölgesindeki Migros yanı Petrol Ofisine gittim. Ancak bana verilen adres yanlış olduğu için tekrar Alparslan’ı aradım ve bulunduğu yerde telefonu bir insana vermesini ve bana doğru adres vermesini söyledim. Netice itibarıyla bana tarif edilen adres Sıhhiye bölgesinde bulunan Migros yanı Petrol Ofisiydi. Ve bu adresi gittim ve daha önce arz ve izah ettiğim bir şekilde Alparslan Arslan ile kavga ettikten sonra gerisin geriye Selvi Oteline gittim. Altı, gece geç saatte Sinan Berberoğlu’nu aradım ve daha önce arz ve izah ettiğim şekilde iş evrak takibi için arkadaşım olan Sinan Berberoğlu’yla görüşmek istedim. Ancak kendisi Bolu Gerede’de olduğunu yarın Ankara'ya geleceğini söylemesi üzerine telefonu kapattım. İşte bu telefon görüşmelerim ve bu görüşmelerim verdiği sinyaller HTS raporları 16 Mayıs 2006 tarihine aittir, altını çiziyorum, aittir. HTS raporları resmi belgeler dosyada mevcut karşılaştırmanızı talep ediyorum. B, 17 Mayıs 2006 tarihine ait olan telefon görüşmelerim ve HTS raporlarım. Bir, 17 Mayıs 2006 tarih ve günü saat 13, 14 Ankara Ulus Selvi Otelinde uykudan kalktım. Kahvaltı saati geçmişti lobiye indim ve otelin hemen bitişinde bulunan restorana geçip kahvaltı yapmak üzere otelin çıkıp kapısında yürürken resepsiyonda bulunan görevli bayan personel bana hitaben; beyefendi kimliğinizi alır mısınız? Demesi üzerine dönüp baktığımda bayan personeli kimliğimi uzatır vaziyette gördüm ve ben kendisine hanımefendi; ben otelinizden ayrılmıyorum yan tarafa geçip kahvaltı yapacağım dedim ancak bayan personel halen elinde kimliğimi uzatır vaziyette görünce neyse deyip kimliğimi aldım cüzdanıma koydum ve bitişindeki restorana geçip yemek istedim ve bu arada başımı kaldırıp televizyona baktığımda Alparslan Arslan’ın görüntülerini gördüm ve tele haberler Alparslan’ın Danıştay suikastını gerçekleştirdiğini söylüyordu. İki, daha önce arz ve izah ettiğim şekilde Erhan Timuroğlu’yla İsmail Sağır’ı aradım telefon görüşmesi yaptım ve AŞTİ otogarına gittim. Üç, AŞTİ otogarında Sinan Berberoğlu isimli arkadaşımı aradım arkadaşım beni aradı ve Ankara’ya geldiğini söylemesi üzerini Ulus Heykel’in önünde görüşmek üzere randevulaştıktan sonra Ulus Heykel’in önüne gidip Sinan’ı beklerken Esen Türkyılmaz, Barış Cantay, Kekili Tunç isimli arkadaşlarım beni aradılar telefon görüşmeleri yaptım. Dört, Sinan Berberoğlu’yla bir restorana geçip yarım saat gibi bir süre sohbet ederken İbrahim Genç isimli işadamı arkadaşımın genel müdürü olan Şenol Değirmenci’yle telefon görüşmesi yaptıktan sonra Sinan Berberoğlu’yla vedalaşıp AŞTİ otogarına gittim. Siirt petrol firmasına ait 15:30 arabasıyla Nevşehir ilinde ikamet eden kardeşime gittim. İşte bu telefon görüşmelerim ve HTS raporları da 17 Mayıs 2006 tarihine aittir altını çiziyorum HTS raporlarını karşılaştırmanızı talep ediyorum. Sayın Başkan Sayın Heyet Üyeleri, dosyada mevcut olan ve resmi belgelerle olan HTS raporlarında hangi tarih ve saatlerde telefon görüşmesi yaptığım, hangi saatlerde hangi noktalarda sinyal verdiği açık bir şekilde belirtildiğine rağmen Sanık Muzaffer Tekin niçin tarihleri çarpıtıp hedef saptırarak adaleti yanıltmaktadır? Ve Cumhuriyetimize yapılan saldırının aydınlanmasını engellemeye teşebbüs etmektedir ve şahsıma iftira atmaktadır, bunun takdir ve ifası için bilgilerinize arz ediyorum. C, ayrıca telefon görüşmelerimle ilgili tarihleri yanlış telaffuz eden Cumhuriyet Savcımız Sayın Mehmet Ali Pekgüzel’in bu yanlışı düzeltmesini ve mahkemenize sözlü ve yazılı bildirmesini iddia makamından arz ve talep ediyorum. Zira Muzaffer Tekin şahsıma attığı iftirasını bu yanlışı destek yapmıştı. Ç, Sanık Alparslan Arslan beyanları. Bir, emniyet, savcılık, yargıç sorgusunda ve tüm duruşma safhalarında vermiş olduğu beyanlarında 16 Mayıs 2006 tarih ve günü kendisiyle birlikte olmadığa dair beyanlarıyla, 17 Mayıs 2006 tarih ve günü sabah tek başına çıkıp gittiğine dair beyanları dosyada mevcut iken Sanık Muzaffer Tekin şahsıma iftira atmasından ziyade aydınlatmaya çalıştığınız saldırının aydınlanmaması için adeta mahkeme heyetinizle rekabet halinde mücadele etmektedir. İki, yine Ankara Ulus Selvi Otelinin otopark görevlisi vermiş olduğu beyanında 17 Mayıs 2006 tarih ve günü sabah Alparslan Arslan’ın kendi aracına binerek tek başına çıkıp gittiğini, söylemektedir. Kamu tanıkları vermiş oldukları beyanları da 16, 17 Mayıs 2006 tarihlerinde yaptığım telefon görüşmelerimin verdiği tel sinyal bilgileri olan HTS raporlarıyla örtüştüğünü ve teyit etmesine rağmen Sanık Muzaffer Tekin şahsıma iftira attığını yani iftiracı ve müfteri olduğu bu resmi belgelerle kanıtlanmıştır ve mahkemenizin gereğini yapmasını arz ve talep ediyorum. E, Sanık Muzaffer Tekin’in yakalanması ve serbest bırakılması. Bir, Muzaffer Tekin cürümü olan Alparslan Arslan kendisini deşifre etmesi sonucu yakalanıp kendi diğer cürümleriyle birlikte serbest kaldığında, Mahmut Öztürk, Zeki Yurdakul Çalman ile yaptığı telefon görüşmesinde Danıştay olayı bize kadar aydınlandı diyerek itiraf etmişti. F, Alparslan Arslan ve tüm avukat arkadaşları Doğuş Factoring’e avukatlık yaptıklarına dair beyanları dosyada mevcut olmasına rağmen Muzaffer Tekin Alparslan Arslan’ın Doğuş Factoring’de avukatlık yapmadığını ve yaptığına da inanmadığını söylüyor 26.03.2010 tarihli 141 celse sayfa 12’de. G, Muzaffer Tekin suç ortağı olan 106 Semih’in şahsıma attığı iftirasını destekleyerek Osman Yıldırım Akıl Birdal suikastından dolayı gözaltına alındım, işkence gördüm diyerek şahsıma iftira atmıştır. 25.01.2010 tarihli 130 celse sayfa 66’daki beyanımı duruşma zabtını mahkemenize sunmuştum ve 156 Semih’le efendisi Muzaffer Tekin’in yalancı ve iftiracı olduklarını mahkemenizin huzurunda kanıtladım. Ğ, Sanık Muzaffer Tekin 26.03.2010 tarihli celse 141 sayfa 9’da defaatle Avukat Teoman Ekşioğlu Sincan Cezaevine gitmemiştir ve Osman Yıldırım’la görüşmemiştir ve bu söylemini sürekli tekrar etmişti. Bir, 26.08.2010 tarihli duruşma celse 155 sayfa 50, 51’de görüldüğü gibi Avukat Teoman Ekşioğlu tanık sorgusunda; evet Sincan Cezaevine gittim Osman Yıldırım’la görüştüm demiştir. Bu durum karşısında Muzaffer Tekin ertesi gün mahkemeye geçici başkanlık eden Üye Hakim Sayın Sedat Sami Haşıloğlu’na hitaben; Sayın Başkan Avukat Teoman Ekşioğlu Sincan Cezaevine gitmediğini ve Osman Yıldırım’la görüşmediğini lütfen benim, benim doğru söylediğimi söyleyin Osman Yıldırım’ı, Osman Yıldırım’ın yalan söylediğini söyleyin diyerek Mahkeme Başkanına lehime yalan konuşun teklifinde bulunarak Mahkeme Başkanına hakaret etmiştir bu da TCK maddesi 125. Üç, Sayın Sedat Sami Haşıloğlu ise ben görüş belirtmem diyerek duruşma zabtına bakarım diyerek yanıt vermişti Muzaffer Tekin’e. Dört, işte duruşma zabtı 26.08.2010 tarihli 155 celse 50, 51 sayfa Bay Muzaffer Tekin şahsıma iftira atmıştır TCK maddesi 267. H, Sayın Muzaffer Tekin, ETÖ soruşturmasını başlatılmasını sağlayan Ümraniye’deki gecekonduda bir sandık patlayıcı maddeleri yakalatan Oktay Yıldırım, sahip çıkarak Oktay Yıldırım isimli zatın söz konusu olan patlayıcı maddelerini Selimiye Kışlasının çöplüğünde bulmuştur zaten patlamayan zararsız patlayıcı maddeleridir diyordu. Ancak duruşmada ise önceki beyanlarıyla çelişerek söz konusu patlayıcı maddeleri emniyet teşkilatı gecekonduya bıraktı bize tertip düzenledi diyerek emniyete de iftira atmışlardır. I, Muzaffer Tekin 26.03.2010 tarihli 141 celse 12 sayfada, her 2 Kuva-i Milliye Derneğiyle alakam yoktur Bekir Öztürk isimli şahsı Silivri Cezaevinde tanıdım demiştir. Ancak kendi cürümü olan Sayın İmam Hüseyin iddianamede yer alan beyanında Bekir Öztürk de benim gibi saflamanın tekidir, her 2 Kuva-i Milliye Derneğinin arkasında Muzaffer Tekin vardır diyerek Muzaffer Tekin’in yalancı olduğunu tescillemişti. İ, Muzaffer Tekin 26.03.2010 tarihli 141 celse sayfa 9’da, Osman Yıldırım içkici olduğunu söylüyor diyerek şahsıma iftira atmıştır. Zira içkici olduğuma dair beyanım yoktur, tam aksine yaşamım süresince içki ve uyuşturucu kullanmadığımı, kullanmadığıma dair ve turizmcilik yaptığıma dair beyanlarım vardır. J, Sayın Muzaffer Tekin 25 yıllık sivil hayatımda hiçbir illegal oluşumun içinde yer almadım, diyor, 26.03.2010 141 celse sayfa 13’te doğrudur Muzaffer Tekin kendilerinden bağımsız illegal oluşumların içerisinde bulunmamıştır. Zira kendi sevk ve idarelerindeki illegal oluşumlarından sorumludur ve kendilerinin sevk ve idaresindeki oluşumların içerisinde yer alan Sedat Peker ile 156 Semih’i tanıyorum deyip ve Cumhuriyet Savcılarını tanımaktansa kendilerine biat eden tetikçileri tanımayı tercih ederim diyerek Cumhuriyet Savcılarını, Cumhuriyet Savcılarımıza olan bakış açısını ve kirli toplum özlemini ve arzusunu kinini kusuyordu. K, Muzaffer Tekin, Veli Küçük, İbrahim Şahin, Arif Doğan, Levent Ersöz, Cem Ersever, Çatlı, Yeşil, Özyeşil, Bozoğlar, itirafçılar Murat Demir, Murat İpek, Ahmet Demir gibi binlerce insanlarımızı mağdur ederek AİHM’e, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gönderttirerek devletimizin sabıkasını kabartarak ve tazminat ödemeye mahkum etmek suretiyle illegal faaliyetlerini günümüze kadar ifa etmişlerdir. Ve tüm bunlarda devletimizin ve milletimizin içerisinde cereyan etmiştir bir insan yalan konuşuyorsa en azından söylediği yalanı kendisinden başkasının bilmemesi gerekir. Ancak burada devletimizin ve milletimizin bildiği realiteleri burada yalandır derse şahıs tedavisi mümkün olmayan yalancılık hastalığına yakalanmıştır. Ancak kendilerine şunu belirtmek isterim ki; burası suç işleme imtiyazı olduğu doğu ve güneydoğu bölgesi değildir burası saldırdığınız Türkiye Cumhuriyeti Devletidir ve burada size çıkış yoktur. Ancak devlete saldıran üstlerinizin dışarıda olması ve sadece sizlerin burada oluşunuz beni de rahatsız ettiğini belirtmek isterim. Sayın Başkan, Sayın Heyet Üyeleri, mahkemenize sunduğum dilekçemde Sanık Profesör Yalçın Küçük isimli şahsın Beka Vadisinde PKK’nın kampında Öcalan’la birlikte konferans verdiğini ve devletimizi milletimizi tehdit ettiğini ve ayrıca Abdullah Öcalan’a yapılması planlanan suikastı bizzat kendisine bildirip hayatını kurtardığını ve bunu da görsel basındaki konuşmalarında itiraf edip kabul ettiğini ve Sanık Yalçın Küçük isimli şahsın Abdullah Öcalan’ın hayatını kurtardığı tarihten itibaren binlerce Mehmetçiğimiz, polisimiz ve halkımız Abdullah Öcalan’ın talimatları neticesinde şehit edildiğini ve Yalçın Küçük denen adamında en azından Abdullah Öcalan kadar sorumlu olduğunu belirtirken. Avukat Sayın Vural Ergül sözlerime tepki göstererek Yalçın Küçük denilen zatı savunmuştu ve ben devletimin mahkemesinde olduğunu sanıyordum. Yalçın Küçük’e, Doğu Perinçek’e ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bünyesinde arındırdığı bir avuç miadını dolduran ve kovulan macerapereste sadece Vural Ergül değil CHP ve ETÖ avukatı olan ve ibretlik bir akıbetle tahtından uzaklaştırılıp tarihin çöplüğüne atılan Deniz Baykal ile malum ETÖ yandaşı medya ve saldırıya uğrayan yargımızın içerisinde örgütlenip yaşamlarını ve varlıklarını idame ettiren YARSAV isimli dernek yargıya ve devletimize saldıran ihanetçilerin avukatlığını yaparak sahip çıkmaktadırlar. Ve ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bünyesinde birtakım vakıflar yargıya, Cumhuriyetimize saldırıp yargıçlarımızı şehit, şehit edenler ve anayasal düzeni cebir ve şiddetle değiştirmeye ve Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyetinin mevcut iktidarını devirmeye teşebbüs etmekle yargılananlara avukat tutmaları için bağış toplamaktadırlar. Ben hukuken kamu tanığı, kamu görevlisi, sıfatıyla devletimize yapılan saldırıyı aydınlatırken avukatımın avukatlık ücretimi ödeyemediğim için avukatım duruşmalara katılamıyor ve hukuki destek, hukuki destekten yoksun durumdayım. Bari devletimiz milletimiz yargı ve iktidar da bana bağış toplasın ki denge sağlanmış olsun. Sayın Başkan Sayın Heyet Üyeleri, Sanık Alparslan Arslan’ın pişmanlık noktasına gelmesi ve pişmanlık yasasından faydalanmak istemesi, devletimize yapılan saldırıyı hayatım pahasına aydınlatmak için vermiş olduğum mücadelemin meyvesidir. Alparslan Arslan 2 gün, 2 gün mahkemenize pişmanım, pişmanlık yasasından faydalanmak istiyorum diye mesaj veriyor ve 3. günde ise Veli Küçük’ü, Muzaffer Tekin’i, Doğu Perinçek’i cezaevinde gördüğünü söyleyerek size verdiğim mesajın içeriği hakkında bilgi veriyor. Ve sizden de kendisi hakkında hukuken yapabileceğiniz bir şey varsa diye sizin adım atmanızı beklemektedir. Alparslan Arslan gelişen şartlar beni pişmanlık noktasına getirdiğini ifade etmektedir, bunun yorumu ve değerlendirmesi ise kendisini azmettirenlerin artık gelinen noktada darbe yapamayacaklarını ve kendisini kurtaramayacaklarını idrak etmiş ve son umut olarak size sarılmıştır bunun anlamı bu Yüce mahkemenizin bu durumu değerlendireceğini umuyorum. Netice ve talep; son durumumun değerlendirilmesini suçlarım TCK maddesi 170/1-C ile sınırlı olduğunu ve TCK 170/1-C maddesini 2 kez ihlal ettiğimi ve bu nedenle 5 yılda tutuklu olduğumu. Burada 1, 2 paragraf var okumuyorum onu, sizin okumanızı arz ediyorum ve tutuklu kaldığım süre içerisinde şahsım ailem ve çocuklarımla birlikte ilk defa mağdur olduğumu dile getiriyorum, mağdur olduğumu dile getirmekten hiç hoşlanmıyorum, sevmiyorum ilk defa dile getiriyorum. Tutuklu kaldığım süre içerisinde şahsım, ailem ve çocuklarımla birlikte tedavisi mümkün olmayan maddi ve manevi mağduriyetlere maruz kaldığımı, kaldığımızı ve daha fazla mağdur edilmemiz için tutuksuz olarak yargılanmam için Yüce mahkemenizden tahliyemi arz ve talep ediyorum saygılarımı sunuyorum. Bununla birlikte şuraya yazayım ek 5 sayfa diye, 6 sayfa, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, saygılarımı arz ediyorum.”

Sanık Mehmet Demirtaş söz istedi, verildi:”Değerli Başkanım, Mehmet Demirtaş teşekkür etmeye devam ediyor. Son günlerce sıkça duyduğumuz müddei iddiasını ispat etmek zorundadır, devamı da var, ama benim terbiyem buna müsait değil. Sanıyorum, bu kelime hukukun geçerli olduğu mahkemelerde hayat bulacaktır. Mehmet Demirtaş olarak ben savcılara teşekküre devam ediyorum. Geçen celselerde ben tasarruf konusunda geniş bir izahatta bulunmuş ve sonunda da Silivri CİM savcılığını da boylamıştım. Önemsiz, nasıl olsa haklı olduğum orada ispatlanacaktır zaten şunu anladım mahkemelerin adil olanı ceza vermeyeni değil davayı bir şekilde bitirenidir. Savcı mütalaasında bombaların bulunduğu evde nasıl tasarruf sahibi olduğunun iddia makamı tarafından açıklanması diye konuya girip şöyle izahat getirmiştir; bu kanaate, bu kanaate tüm dosya kapsamından ve özellikle kendisinin avukatı eşliğinde verdiği emniyet ifadesindeki bu evin kiraya verilmesi işleriyle genel olarak ben uğraşmaktayım beyanı virgül. Efendim nihayet ve çok şükür Savcılarımız doğru yalan söylemeye başlamışlardır. Emniyet ifademe baktım ve gerçekten böyle bir cümlenin varlığına 42. ayda vakıf oldum doğru olan bu cümlenin orada olmasıdır. Ama o kadar çünkü gerisi yalan niye yalan? Niye yalan olduğunu belgelerle açıklayacağım. Aslında bu konuların tamamına cevap vermiştim ama o duvarlar yukarıdaki küçük salonda kaldı Başkanım bir de buradaki duvarlara anlatmayı deneyeceğim. Efendim ben Savcıları anlıyorum sanık kürsüsünden savcı sandalyesini seyrediyorum, suçluluğun telaşı içinde müfrit tüccarlar gibi veresiye defterlerini karıştırıyorlar. Neticede kılavuzu polis olanın başı dertten kurtulmaz Sayın Başkanım. Ben o ifadeyi okumadım, kimse okumadı, okutmazlar adam hakimi de savcıyı da sinkaf etmeyi kafaya koymuş. Orada yanınızda avukatınız olsa ne olur, karabaşlı kartal olsanız nafile. Ben belgeyle konuşalım diyorum belgeyle ispat etsinler dedim belge benim konuştuklarımın tamamının belgesi burada bulduk polis böyle yazmış bu belge değildir. Ben yoku da ispatladım yok da ispatlandı burada ben değil herkes yoku ispatladı belgeyle konuşacağız belgeyle. Ben belgelerle konuşmuştum o gün şu şu şu var ben orada tasarruf sahibi değildim demiştim. O da o belgeleri de bu meşhur kapsamlı dosya var ya ondan almıştım yani bir yerlerden getirmiş olduğum belgeler değil. Velev ki bu ifade bana ait olsun evet ben böyle bir şey söylemiş olayım, okumadım ama böyle bir şey söylemiş olayım kabul ediyorum. Bu beni terörist ilan etmeye üstüne de 42 ay esir etmeye karine olabilir Sayın Başkanım? Bahse konu olan şey evdir bisiklet değil her 15 dakikada bir birine kiraya verilmez araştırmışlar mı ben kaç kişiye kiraya vermişim burayı gerçekten böyle bir yetkim var mıymış? Bu çıkarımdan yola çıkarsak böyle düşünüp çıkarıyorlar Savcılarımız bu çıkarımdan yola çıkarsak burada duruşmalar geç saate kadar sürdüğünde E5 güzergahından İstanbul'a istikametine yol aldığınız zaman Edirnekapı’da Merter’de yol kenarında travestiler görürsünüz Sayın Başkanım pantolon giyenleri de vardır bunların. Bunlara bakıp aa her pantolon giyene travestidir diyebilir miyiz? Bu çıkarım buraya gider Savcıların anlatmış olduğu adam normalde emlakçı boş zamanlarında da teröristlik yapıyor. O ben değilim, ben emlakçı da değilim, yetkilide değilim. Bakın tekrar ediyorum, ben telefonla çağrıldım ve gözaltına öyle alındım meslek hayatınızda polis tarafından çağrılıp istenilen yere gelen bir terörist gördünüz mü? Küçük bir hatırlatmada bulunayım bu bahsi geçen ifadeler tutanaklar tutar yeri olmayan kağıttan paçavralar var ya işte onları hazırlayanlar TÜBİTAK denen belgeleri yumuşatan bir kurum var o kurumun göndermiş olduğu çözümleme sonuçlarında bu belgeleri hazırlayanlar şöyle diyorlar; tamam yuvarla orayı şey yapmaya gerek yok şimdi olay tutanağı olay, olay tutanağı gerçekten olay. Mahkemede değil olay yerinde tutulan mahkemede değin ki olay yerinde tutulan tutanak burayı düşünmüşler Sayın Başkanım. Devam ediyoruz ya olay yeri tutanağı bilgisayarda yazılır mı? Hı hı bir şey olmaz diyorsun olur mu? Olmaz yani onu diyorum yani adam diyecek ki çatıya bilgisayar mı çıkardın diyecek sana? Çatının üzerinde elle nasıl yazdın der ve sonucu bağlıyor savcının atıf yaptığı belgeleri düzenleyen arkadaşlar. Ben TÜBİTAK’ın göndermiş olduğu belgeye göre konuşuyorum kendi duyduğuma değil onun bir önemi yok sizde duydunuz ama onlar duymadı böyle bir şey yok dediler sonra itiraz ettiler bir şeyler oldu şöyle bağlıyorlar konuyu. Hiçbir mazereti olan oluyorsa sinkaf ederim öyle hakimi savcısını gülerek adamlar hakimi savcıyı elden geçirmeyi kafaya koymuş. Sayın Savcı da bak avukatın yanındaymış diye bilmekte buraya kadar inşallah anlaşılmıştır. Kısaca Sayın savcım adam mazeret kabul etmiyor neyse o mazeret ona bir çıkarım yaparlarsa teşekkür etmeye devam edeceğim ben Sayın Başkanım. Şimdi dönelim savcılık mütalaasında virgülü koyduğumuz yere. Savcı şöyle başlıyor; şuanda kabul etmese de yine aynı ifadesinde kendisine sorulan 12.06.2007 tarihinde Trabzon İl Jandarma Komutanlığına yapılan bir telefon ihbarıyla ilgili olarak yakalandınız ve yakalanmanıza konu olan 27 adet el bombasını yakalandığınız esnada askerlik yaptığınız dönemde komutanınız olan Astsubay Oktay Yıldırım’ın bıraktığını beyan ettiniz ve bu beyanınıza istinaden Oktay Yıldırım isimli şahıs da yakalanmıştır. Neden bu şekilde bir beyanda bulundunuz bu konu hakkında detaylı bilgi veriniz? Sorusuna ben bu soruya susma hakkımı kullanacağım şeklinde ki cevabı üzerine varıldığının kendisine izah edilmesine. Efendim ben diyorum ki bana tasarrufumu anlatın onlar yine o evrakları düzenleyen arkadaşların ifadelerine dayanak olarak gösteriyorlar, demiş savcı beyimiz böyle demiş. Bu izahı şöyle anlatalım herkes anlasın; bahçelerde maydanoz bu ne biçim lacivert gel bizi ara sıra. Bu bunu anlatıyor Sayın Başkanım başka hiçbir izahı yok bu işin. Susma hakkı konusunu önce işin ehli 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Sayın Köksal Şengün’den aktarayım sonra geniş izahta bulunacağım Sayın Başkanım; avukatım olmadığı bir celsede ek sorgumda Mahkeme Başkanı anlaşıldı susma hakkını kullandınız çok doğal hakkınız. Mahkeme Başkanı; yani ona gerekçe olarak susma hakkınız çok doğal en doğal hakkınız. Mahkeme Başkanı; yani susma hakkınız susma hakkınızı sorgulamıyoruz, onu asla ona hakkımız yok demiş. Gelelim benim kaçıncı olduğunu unuttuğum cevabıma; Değerli Başkanım her soruya verilecek mutlak bir cevap vardır ama bir soruya bakmalı soru mu diye bir de sorana bakmalı hakime savcıya sinkaf eder mi diye? Belirttim ya adamlar mazeret kabul etmeyen cinsten benim susma hakkımı kabul ederler mi sizce? Bana susma hakkım zorla kullandıttırıldı Sayın Başkanım özellikle ve zorla kullandıttırıldı. Ben o zaman hukukun böyle menem bir şey olduğunu da bilmiyordum. Susma hakkı nedir onu da bilmiyordum, sahte tutanakları düzenleyen, düzenlerken de video klip yapan hakimi savcıyı da unutmayan. Ayrıca 12 Haziran 2007’de soruşturmanın Ergenekon olacağını bilen, bilmiş polislerin sahte evraklarından başka kanıtı var mı Sayın Savcıların? Unutuyordum bir de iddianame dedikleri kutsadıkları metinleri var tabi. Ne yapsınlar onlarda hazır aldılar ve iadeye zamanları olmadı belki. Cahiliye döneminde undan şekerden putlar yaparlardı bu putperestler. Lakin belli bir müddet sonra acıkınca oturur yerlerdi, iddianameperest Savcılarımızı çok merak ediyorum her şeyin bir sonu var mutlak ve bu boş kağıt kapsamlı dosya yenmeyle de bitmez yenmez de zaten. Bu işin sonunda bu iddianamenin ne olacağını gerçekten merak ediyorum. Biliyoruz ki, çok yiyen çıktı bu iddianameyi ama onlarda bilmeden almışlardır iddianame demişken açık öğretim okuyorum Sayın Başkanım dil ve anlatım dersinde ders notlarında bir konu başlığı ve içeriği yaşadığımız garabeti açıklama getirircesine yazılmıştı sanki aktarıyorum. Masal düz yazı anlatımıyla oluşturulan bütünüyle düş gücünün ürünü olan bir anlatı türüdür. Dili olayların tek boyutlu oluşu ve anlatım yoğunluğuyla öteki anlatı türlerinden farklılıklar gösterir. Okuyucu ve dinleyiciye sunulan dünyanın düşselliği masalların dokusu içinde yer alan tekerlemeyle sürekli bir biçimde anımsatılır. Günümüzde masallar değişik edebi türlere kaynaklık etmektedirler. Masallarla bilimkurgu türü arasında sıkı bir ilişki vardır, bu masalın tanımıydı. Bir de iddianame tanımı var Türk Dil Kurumu sözlüğünde o da şöyle; iddianame savcılığın soruşturma sonunda elde ettiği kanıtları ve iddialarını içinde topladığı mahkemede okunan yazı, savıca. Size birkaç örnek vermek istiyorum Sayın Başkanım muhakeme sizin işiniz, MİT’e sordunuz doğrulamamış ham bilgi kaynaksız saçma sapan dediler. 2500 sayfayla türünün ilk örneği özelliği var, kaos ortamı olacakmış, darbe zemini oluşacakmış, 25.000 uzun namlulu silah taksi bagajında ülke değiştirecekmiş. İçinde turşu tarifinden basur tedavisine kadar her şey yazılı olacak ve buna hukuk belgesi diyeceğiz öyle mi? Ben bırakalım bu masalı diye düşünürken 3 gecedir Ezop ve La Fontaine elinde sopayla rüyamda beni kovalıyorlar. Git bu boş kağıt kapsamlı dosyaya başka isim bul diye, son olarak bir konunun da altını çizerek bitiriyorum Sayın Başkanım. Son günlerde yazılı ve görsel medyada sıkça yer verilen cezaevi yemekleri mönüsü konusunda bir açıklama yapmak istiyorum. bu basit bir konu bunu her yandaş yazabilir Sayın Başkanım başlarına bir şey gelmez. Öyle domatesi marula uydurmak makarnayı amacı dışında kullanmak gibi bir şey yok listeyi veriyorum; kurban bayramı boyunca Silivri mutfağı şudur Sayın Başkanım; hukuk türlü çorba, hukuk her mevsim türlü türlü, hukuk rizotto, hukuk bayıldı, hukuk kalbi yarık, hukuk iz ara, hukuk buğulama, hukuk dolma, hukuk tava, hukuk kuyuda kebap, hukuk bazlama, hukuk közleme, hukuk haşlaması, hukuk suyuna sanık pilav, CMK soslu lazanya, hukuk Adana, hukuk Urfa, hukuk Habur, Hukuk Silivri. Tatlı bölümünde; hukuk burma, hukuk parmağı, hukuk sarma, acılı hukuk paşa yerseniz tabi. Bitiriyorum, Silivri güzel dükkan eğer böyle giderse her celsede bir tanık heyet uygun görürse iftiracı devşirme mahkeme evet derse güzel gidiş bu gidiş eğer sonu gelmezse. Sürem var zannediyorum Sayın Başkanım, ben biliyorum ki normal şartlarda sizden tahliye istesem mevcut tahliye kontenjanı doldu e şimdi benim ruhum bu bedendeyken de benden gizli tanık olmaz. Ama şeyi biliyorum yani burada gizli tanık olana bir kontenjan var en azından 1, 2 aylık bir pazarlık sonucu gizli tanık olan tahliye edilebiliyor. Ben şunu söyleyeceğim benden gizli gizli gizli tanık olmaz Sayın Başkanım bir şeyde bilmiyorum zaten. Ben açıktan gizli tanık olmak istiyorum bunu şunun için istiyorum tahliye olabilmek için, açıktan tahliye olabilmenin yolu yok bunu anladım kontenjan doldu çünkü. Bir şey bilmiyorum buradan Savcılarıma sesleniyorum onların listeye koyduğu adamlardan olmak istemiyorum onların listesinde belli adamlar var zaten özel adamlar. Ama ben o kontenjandan tahliye olmak istiyorum, bir şey bilmiyorum kendileri bir şey yazarlarsa zaten gizli tanık olsam 3 gün sonra savcılar açık ederler adamı saklayamazlar yani. Onların kendi kontenjanlarından açıktan gizli tanık olmak istiyorum Sayın Başkanım sizin kontenjanınız dolu biliyorum zora sokmakta istemiyorum. Kendileri yazsınlar zaten imza da atabilirler yani sorun yok o kontenjandan tahliyemi talep ediyorum Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.”

Sanık Kemal Kerinçsiz söz istedi, verildi:”Değerli Başkanım Sayın Üyeler. Değerli Başkanım bir çok beyanımda, sözde Ergenekon projesinin sadece bir ceza davası olmadığını asıl amacının rejimsel dönüşüm sağlama gayreti içerisine girildiğini beyan etmiştim. Bu bapta burada yargılanan sanıklardan birçoğu özellikle şahsım sadece bir ceza davasına muhatap kılınmadı ceza davasının dışında etki altına alınan kurum ve devlet birimleri tarafından birçok soruşturmaya tabi tutulduk. Bu soruşturmaların iyi niyetli yapıldığını söylemek mümkün değildi, çünkü soruşturmaların muhteviyatına baktığımızda birçoğunda yasa dışılık ve hukuk dışılık ilke haline gelmişti. Bu soruşturmaların gerçek amacı doğrudan doğruya şahsımın sosyal hayatta yalnızlaştırılması ekonomik açıdan çökertilmesi ve toplumdan tasfiyesine yönelik soruşturmalardı. Bunlardan 1 tanesini örnek olarak kısaca bahsetmek istiyorum Değerli Başkanım. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından Sayın Savcıların yapmış olduğu ihbarlar sonucu başlatılan soruşturmadır. Burada bir yazı okuyacağım öncelikle İstanbul 1. İş Mahkemesinde açmış olduğum menfi tespit davası hala derdesttir devam etmektedir. Bu mahkemeye gelen yazı, soruşturmanın özellikle Sayın Savcılarımız tarafından yapılan soruşturmanın hukuksal boyutlarını da ibret verici bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Kısa bir paragraf efendim, yine İstanbul Cumhuriyet Savcısı İstanbul Emniyet Müdürlüğü yazıyor bu yazıyı İstanbul 1 İş Mahkemesine 13.10.2010 tarihli yazı. Yine İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel’in şifahi talimatı ile Dursun Koç isimli şahsın sosyal güvenlik kurumu rehberlik ve teftiş başkanlığı İstanbul 2 nolu grup başkanlığında görevli İdris Akçan’a ifade vermesi için müdürlüğümüze davet edilmesi talimatına istinaden 17.07.2008 ve 18.08.2008 tarihlerinde görevlilerimiz tarafından müdürlüğümüz hizmetlerinde kullanılmakta olan sabit telefondan Dursun Koç isimli şahsın kullanmış olduğu falan numaralı telefonu aranarak müdürlüğümüze davet edildiği ve şahsında bu davet üzerine müdürlüğümüze gelerek Müfettiş İdris Akçan’a ifade vermiş olduğu anlaşılmış olup diyor. Bu yazıyı yazan terörle mücadele şube müdürü efendim. şimdi sosyal güvenlik kurumu yasası daha önce 506 sayılı bir yasamız vardı o kaldırıldı 5510 sayılı yasamız vardır bu konuda dayanak madde 100. maddedir. Müfettişler ve görevliler, sigorta görevlileri Cumhuriyet Savcılarından malumunuz ilgili bilgi ve belgeleri almak ve savcılarda bu ilgi ve belgeleri kendilerine teslim etmek zorundadırlar, bunda sorun yok. yine savcılar eğer söz konusu iş yerleri sigortalı değilse veya sigortasız çalıştırma konusunda bir kanaat sahibi olmuşlarsa ifadelerden pekala sosyal güvenlik kurumu başkanlığına söz konusu belgeleri verebilirler bu konudaki yasal dayanaklar bunlar. Ancak burada sıkıntı şu; Dursun Koç Sayın savcımızın yapmış olduğu soruşturma kapsamında ceza usul hukukunun veya ceza hukukunun bir sujesi değildir. Bu çağrıdan önce alınmadan önce 4 ay önce bilgi edinme kapsamında emniyete yine yasadışı onu bırakıyorum bir kenara yasadışı götürülmüş. Bilgi edinme tutanağı tutulmuş bırakılmış soruşturma kapsamında şüpheli değil sanık zaten değil bu konumda Sayın savcının tamamen sigorta hukuku kapsamında yapılan incelemede sırf benimle ilgili olması dolayısıyla bir şahsın ki bu şahsın sıfatı lehine sigortalılık kazandırılmak istenen kişi veya iddia edilen yanımda çalıştığı iddia edilen işçidir, sıfatı budur. Bu bapta bu sıfata sahip olan bir şahsı Sayın savcı terörle mücadele şube müdürlüğüne şifahi telefon açarak gidin bu şahsı alın, getirin terörle mücadeleye İdris Akçan isimli bir sigorta müfettişi de gelecek orada terörle mücadele şubenin bilgisayarlarını odalarını her türlü imkanını kullanarak bu şahıstan ifade alın diyebilir mi? Böyle bir yolu açabilir mi? Eğer böyle bir yetkisi varsa buyursunlar bana yasal dayanaklarını söylesinler. Bakın tekrar hatırlatıyorum Dursun Koç bu soruşturmada hiçbir şekilde zanlı, şüpheli konumda da değil bir işçinin soruşturması bile terörle mücadelede baskı altında alınabiliyorsa bu soruşturmanın boyutlarının nerelere vardığını buyurun sizler düşünün. 2 gün boyunca telefonla aranıyor arkasından gidip kalındığı yerden alınıyor polisler tarafından bu arada Avukat Mehmet Demirlenk’i arıyor, beni böyle böyle alıyorlar, içeriye terörle mücadeleye diye tabi sebebini de açıklanmadan içeriye giriliyor tutanak hazırlanmış, burayı imzalayacaksın diyorlar Dursun Koç hayır imzalamam ben diyor. Bu sizin yazdıklarınız kabul etmiyorum doğru değil diyor ve o tutanakta da işin ilginç tarafı var sigorta müfettişinin tutanağında polisin bizzat tanzim ettiği tutanakta yazılı ve imzası var ve imzalamıyor, imzalamayınca odaya atıyorlar imzalamadan buradan çıkamazsın diyorlar avukat geliyor sigorta müfettişi diyor ki ben avukatı içeri almayacağım siz de almayın diyor ve avukatı da içeri almıyorlar. Ama avukatın orada yapmış olduğu müracaatlar sonucunda yarım günden 1 güne yakın bir süre gözaltında tutulduktan sonra bu işçi serbest bırakılıyor. İşte soruşturmanın boyutu bu Değerli Başkanım bu yüzden bahsettim olay sadece bir hukuki olay değil olay sadece bir soruşturma ceza soruşturması da değil. Toplumsal bir olay toplumsal bir proje ve toplumun bütün dokularına yayılmış vaziyette ve aşama aşama de işletiliyor. Ben Sayın savcımızdan istirham ediyorum veriyorum belgelerimi önüne gelecektir lütfen sizin bir işçiyi hangi hak ve hukukla terörle mücadele şubesinin elemanları tarafından 2 gün boyunca telefonla aratıp arkasından terörle mücadeleye getirip zorla ifade alma yetkiniz var mı? İdris Akçan’ın sizin terörle mücadelenin bilgisayarlarından, odalarından istifade ettirme imkanınız var mı? 2 gün boyunca o polisleri bir işçi arkasına koşturma yetkisini nereden alıyorsunuz, nasıl zorla orada ifade hatta bilgi diyeyim ben ona. Çünkü ifade geçmez sigorta hukukunda bu şekilde zorla imzalatmaya kalkıyorsunuz bütün bunların mutlaka sizin tarafınızdan açıklanmaya muhtaç olduğuna inanıyorum. Değerli Başkanım, bir rapor sunulmuş rapor demeye bile lüzum görmüyorum çünkü gerçekten hiçbir hukuki kıymeti ve delil değeri yok HTS telefonları alınıyor efendim sürekli işte birtakım kişilerle telefon edildiğine ilişkin sayılar yazılarak rapor diye mahkemenize delil olarak sunulmaya çalışılıyor. Ve orada da birçok rakamlar abartılıyor ki bu abartı zaten benim suallerimde de 2 gün önce ortaya çıktı Sayın Sedat Beyin tutanaklarından almış olduğum rakamlar bile kendileri tarafından itiraz edildi. Doğrudur yapmış olduğum tespitlerde onu gösteriyor, bu bakımdan sanki suç içeren delil gibi mahkemeye aktarılmakta olmayan şüphe oluşturulmak istenmekte ve tutukluluğun devamı için hukuka aykırı gerekçeler yaratılmak istenmekte ve tutukluluğun devamı için suni gerekçeler imal edilmektedir. Kişiler arasındaki medeni ve sosyal ilişkileri ihtiva eden telefon görüşmeleri, tekrar tekrar rapor isminde yazılmakta emniyet ve savcılık eliyle suni delil yaratılmaktadır. HTS kayıtlarının tekrar tekrar dökümleri yapılarak şüphe yaratmaya çalışmak sadece çaresizliğin bir ifadesidir. Söz konusu bahsettiğim rapor İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından tanziminin istenildiği tarih 22.04.2010’dur. Raporun istendiği soruşturma dosya numarası 2010/857’dir. Söz konusu suni ve yapay dökümde yer alan isimlerin tamamı 1. ve 2. sözde Ergenekon davasının sanıklarından oluşmaktadır. Ceza muhakemeleri kanundaki sistemimize göre iddia makamının sanıklar hakkındaki her türlü delili kovuşturma başladıktan sonra mahkeme yoluyla toplanmasını ve celbini istemesi gerekirken muvazaalı olarak almış olduğu yasadışı işlemlerine paravan olarak kullandığı soruşturma dosyalarından delil toplaması yasanın mutlak ihlalidir. Savcılar kanuna karşı hile yaparak paravan soruşturma dosyaları ile sanıklar hakkında soruşturma dosyasının dışında delil toplamakta ve tek taraflı yargılamayı ve infazı mahkemenin dışında devam ettirmektedir. Adeta çift başlı bir yargılama sürmektedir mutlaka bu sizin dikkatinizi çekmektedir ve siz de rahatsızsınız eminim. Sanıklar hakkında paravan dosyalardan sonu gelmez soruşturma yürütülmekte, mahkemenin bilgisi ve yetkisi dışında delil toplanmakta ve yargılama Savcıların istedikleri doğrultuda yönlendirilmektedir bu paravan soruşturma dosyalarında. Dava açıldıktan sonra savcılık sanıklar hakkındaki soruşturma işlemlerine devam ettiremezler. İddianamenin tanzimiyle birlikte sanık hakkında delil toplama tasarrufu tarafların talepleri ve mahkemenin kararlarıyla yargılama makamının tasarrufuna geçer. Aksi halde iddianameyi çerçeve belge olarak korumanız mümkün değildir. Sanıkların bu durumda kovuşturma aşamasında hangi suçlama ve hangi delille yargılandıklarını bilmesi de mümkün değildir. Sonu gelmeyen bir soruşturmadır, her an yeni bir delil ortaya çıkacaktır sanık için sınırsız ve hudutsuz bir yargılama sürecinin bu şekliyle önü kesilmesi mümkün değildir. Bu durumda iddia makamı yargılamayı paravan dosyalardan temin ettiği suni ve yapay delillerle istediği gibi etkileme ve yönlendirme imkanına kavuşur. Yasadışı bu yönteme dur denmediği takdirde savcılık ve emniyet yargılama devam ederken mahkemenin dışında tamamen taraflı ve tek yönlü yaptıkları işlemlerle tanıkta dinleyecek keşif ve bilirkişi incelemesi de yapacak ve her türlü delili toplayacak 2. bir yargılama sürecini mahkemenin dışında devam ettirmiş olacaktır. Böyle bir halde sınırsız suçlama ile karşı karşıya kalacak olan sanıklar her gün karşılarına getirilecek yapay delillerle savunma hakkını kullanmaktan mahrum hale gelecektir. İddianamede olmayan bir delil hakkında sanığa savcılarca soru sorulmasını men eden Sayın mahkemenin yargılama sürecinde yapay ve paravan soruşturma dosyalarından elde edilen delilleri de reddetme ve dosyaya konulmasına karşı çıkma görevi de vardır. Aksi halde sanıklar hakkında esas yargılamanın Savcıların paravan dosyalarından yapıldığı gerçeğini kabul etmiş olacaktır. Böyle bir yargılamanın da adil olmayacağı ortadadır. Nitekim mahkeme birçok defa ara kararında sanıklar hakkındaki tüm delillerin ibrazı için savcılık makamına defalarca müzekkere yazdığı halde olumlu hiçbir cevap alamamasına rağmen iddia makamının tek taraflı delil toplama ve dosyaya ibraz çalışmalarına seyirci kalması yargılama yetkisini devrettiği anlamına gelecektir. İddia makamının kovuşturması devam eden sanıklar hakkında tek taraflı işlemlerle delil toplama süreci sona erdirilmeli ve tüm delillerin ve yazışmaların mahkemeden talep edilmesi sağlanmalıdır. Aksi halde iddia makamı kendisinin mahkemece reddedilen ya da mahkemeye bile müracaat etmeden istediği yasa ve usul dışı da olsa her türlü delili keyfi ve tek yanlı olarak paravan dosyalardan toplayacak buradaki sanıklar hakkında başka o diğer soruşturmalarda başkaca şüpheler hakkında değil. Ancak sanığın talebi reddedildiğinde buradan delil toplanma talebimiz reddedildiğinde başka bir başvuru imkanı kalmayacaktır ki, bu durum adil yargılanmanın ihlalinin ötesinde silahların eşitliği prensibine de ters düşecektir. Yani iddia makamının sınırsız bir delil toplama ve sunma. Ancak sanığın sadece mahkemenin karar verebildiği delilleri toplatma hakkı olacaktır. Buradaki haksızlık ve eşitsizlik doğrudan göze çarpmaktadır, söz konusu ismi rapor olarak geçen belge İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 13:05.2010 tarihinde sunulmuştur. Savcılık bu raporu 6 ay yerinde tutup 6 ay, mahkemeye sunması nasıl bir hukuk dışı tutum içinde bulunduğu göstermektedir. Keyfilik ve hukuksuzluk iddia makamının ilkeleri arasında yer almaktadır. Bu raporda şahsımın isminin geçtiği telefon görüşmeleriyle ilgili olarak 3 kayıt geçmektedir. Bu konulara savunmamda değinmeme rağmen kısaca bahsetmekte fayda görüyorum çünkü tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda raporlardan da bahsedilmeye başladı yeni yeni. Birincisi raporun 3. sayfasında Mahmut Öztürk’e ait olduğu iddia edilen 0212 673 44 50 numaralı telefon ile 28.09.2007 yani kendisi cezaevindeyken bir görüşmem olduğu ifade edilmiştir. Mahmut Öztürk’ü tanımadığımı ifade ettim sadece tutuklandıktan sonra cezaevinde Muzaffer Tekin’le birlikte kalan bir kişi olarak biliyorum. Bunun dışında geçmişini tanımam bilmem hiçbir telefon irtibatım da yoktur. O telefon irtibatını sanki sözde örgütsel bağ olarak gösteriliyor bu telefonu açan kişi de İsa Öztürk’tür kardeşidir soruşturma kapsamında davanın ne aşamada olduğunu iddianamenin tamamlanıp tamamlanmadığını tamamen hukuki çerçevede açmış olduğu bir telefon, kaldı ki onun dışında bazı telefonları da zaten iddianameye delil olarak konulmuştur. Cezaevinde olan bir kişiyle herhalde benim sözde örgütsel bağım olduğu düşünülemez bu telefona bakılarak. 2. olarak efendim, Adil Serdar Saçan’ın 23.09.2006 ve 21.01.2007 tarihlerinde 2 görüşme olduğu ifade edilmiştir bu kişiyle yüz yüze görüşmediğimi ifade etmiştim bir yönetmelik iptalinin usulüyle ilgili birkaç defa kendisinin beni aradığını biliyorum nitekim kendisi de ifade tutanaklarında bunu teyit etmiştir bunun dışında bir tanışıklığımız mevcut değildir. Üçüncü olarak da Sayın Veli Küçük’ün 506 340 06 06 numaralı telefonuyla 74 iletişimim olduğunu iddia edilmiştir. Sayın Veli Küçük sehven 174 dedi 74 iletişimin olduğu iddia edilmiştir bu tespit de gerçek dışıdır. Benim 2 numaram biri ekonomik hattır farklı değildir yaptığım görünürdeki toplam iletişim sayısı mükerrer yazılımlar düşüldüğünde 23’tür. Tek telefon 3 defa yazılmış 2 defa yazılmış aynısıyla tamamıyla saniyeleri saliseleriyle beraber. Bu iletişimin 17’si telefon görüşmesi 6 tanesi de mesajdır. İlk iletişim 19.02.2007 son iletişim tarihi de 19.07.2007’de olmuştur kaldı ki bu miktarı dahi kabul etmek mümkün değildir hayali yazılımlar olmayan telefon görüşmeleri de yaratıldığı kanaatini taşıyorum başından itibaren. Diğer tüm iletişimler mükerrer olarak yazılmıştır 74 neresi 23 neresi yaklaşık hemen hemen yüzde 300 artışla önümüze getirilmiştir. HTS kayıtları incelendiğinde bu mükerrer yazılım derhal tespit edilebildiği halde raporu yazan kişilerin bu mükerrer yazılımları görmemesi mümkün değildir. İletişim rakamları maksatlı olarak abartılmış ve arttırılmıştır, onun dışında dilekçemde ayrıntılı olarak sundum Değerli Başkanım daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Ancak bu raporda 3 telefonla alakalı ismim geçiyor sırf herhangi bir şüphe yaratılmaması amacıyla bu açıklamada bulunmak durumunda kaldım. Bu konudaki talebim şudur; iddia makamının kovuşturması devam eden sanıklar hakkında tek taraflı yaptığı soruşturma işlemleriyle delil toplama faaliyetlerinin sonlandırılması ve sanıklar hakkındaki delil toplama taleplerinin ve yazışmaların mahkemeye yapılması konusunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasını arz ediyorum. ve bugüne kadar yapmış olduğum hiçbir telefon görüşmemde de tek bir suç unsuru da yoktur. Değerli Başkanım Sayın Üyeler, Yargıtay’ın 4. Hukuk Dairesinin 2009/16 esas 2010/11 karar sayılı 08.06.2010 tarihli ilamı ile aynı davada yargılanmakta olan bir başka sanığın tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararlarında en azından ağır kusur halini öngörerek hukuk usulü mahkemeleri kanununun 573/2 maddesi uyarınca manevi tazminata hükmettiğini hepimiz biliyoruz. Söz konusu kararda hakim için yasada tutuklama zorunluluğunun bulunmadığı tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler ile gerekçelerinin gösterilmesi gerektiği. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde masumiyet kuralının Anayasanın 90/4. maddesi uyarınca iç hukuk kuralı haline getirildiğini ve mutlaka uyulması gerektiğini. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde ceza muhakemeleri kanunu 100. maddesinde düzenlenen katalog suç düzenlemesinin bulunmadığı ve katalog suç düzenlenmesinin de bu nedenle suç niteliğine kaçma veya delillerin karartma şüphesinin gerekçe yapılmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlali anlamına geldiğini. Ceza yargılamasında kural olanın tutuksuz yargılama olduğu salt suçun niteliğinin tutuklama veya tutukluluğun devamı için yeterli sayılamayacağını. Her olayda somut olguların gösterilmesi gerektiği kalıplaşmış ifadelerin yeterli sayılamayacağını tutuklama dışında başkaca koruma tedbirlerinin uygulama imkanının olup olmadığının tartışılması gerektiği. Kaçma tehlikesinin yalnızca maruz kalınan cezanın katılığı temelinden değerlendirilemeyeceğini kefaletle tahliyenin düşünülmesi gerektiğini. Bankolar meslek ilkelerinin iç hukuk kuralı haline geldiğini ve mutlaka bu meslek ilkelerine uyulması gerektiğini uyulmadığı takdirde hakimin cezai ve hukuki sorumluluğunun olabileceğini. Benzer ya da daha ağır isnatlarla yargılanan kişilerin tutuksuz yargılanırken daha hafif ve benzer isnatlarla yargılanan sanıkların tutuklu yargılanmasının eşitlik ilkesinin göz ardı edilmesi gerektiği anlamına geldiğini. Kaçma ve delillerin karartılmasına ilişkin değerlendirmelerde sanığın kişiliğinin, toplumdaki konumunun, öz geçmişinin dikkate alınması gerektiğini. Sanıkların tüm yaşam faaliyetlerinin çok yakından izlendiği anlaşıldığından kaçma ve delillerin karartılmasının inandırıcı bulunmadığının tutuklamanın adeta kural haline dönüştürüldüğünü bu durumun masumiyet ve adil yargılama ilkesini ihlal ettiğini belirterek davalı hakimleri evrensel hukuk normlarını hukuku ve yasaları kesin açık ve yorumu gerektirmeyecek ölçüde ihlal ettikleri gerekçesiyle tazminata mahkum etmiştir. Söz konusu karar malumunuzca Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından 05.11.2010 tarihinde onanmış ancak ücreti vekalet… Manevi tazminatın miktarı açısından dosya 4. Hukuk Dairesine iade edilmiştir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda belirlenen kriterler şahsımın durumuna tatbik edildiğinde 19.10.2009 tarihinden itibaren çoğunluk oyuyla tutukluluğumun devamına karar veren Sayın 2 üye hakimin karardaki hakimlerden çok daha ağır ve baskın bir irade yoğunluğu ile evrensel hukuk normlarını ve yasaları ağır kusurun ötesinde bilinçli ve isteyerek ihlal ettikleri anlaşılmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararı, 05.10.2010’dur tarih. Oysa aynı 2 Sayın üye hakim en son verdikleri 23.11.2010 tarihli tutukluluğun devamına ilişkin kararda da 19.10.2009 tarihinden itibaren verdikleri çokluk oyunda belirttikleri bir tutuklama nedenini beyan etmekle yetinmişlerdir. Sadece kendileri hakkında açılan manevi tazminat davalarında savunmada kullanmak ve sorumluluktan kurtulmak amacıyla dosyadaki mevcut belgeler, raporlar ve bir kısım beyanlar sözcüklerine ek olarak yer verilmiştir, en son tutukluluğun devamına ilişkin kararda. Sayın 2 Üye Hakim tutukluluğun devamına ilişkin kararda, tutuklama nedeni olarak sadece delillerin toplanmamış olmasına dayanmışlardır. Kuvvetli suç şüphesinin varlığı şartını da öncelikle işlendiği iddia edilen suçların katalog suçlardan olmasını, ayrıca somut hiçbir olgu göstermeksiniz suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığının devam ettiğinden bahsedilmiştir. Aynı tutuklama nedeni ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı 22 sanık hakkında hiçbir ayrım yapılmadan gösterilmiştir. Oysa iddianamede her sanığa isnat edilen ki onu belirtiyorsunuz, her sanığa ayrı ayrı isnat edilen suçlamalar her sanığa ilişkin deliller her sanık hakkında suç şüphesinin derecesi her sanığın konumu işlendiği iddia edilen amaç ve araç suçları sosyal ve toplumsal konumları sözde örgütte kendisine emniyetçe veya iddia makamınca keyfi olarak verilen yeri farklı farklı olmasına karşılık tüm sanıklar hakkında aynı tutuklama nedeninin gösterilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Her bir sanık hakkında fiili ve hukuki tutuklama nedenleriyle tutukluluğun devamı gerekçelerinin gösterilmesi CMK 101/2. maddesinin açık emridir. Tüm sanıklar adeta bir torbaya atılarak değerlendirilemez. Her biri sanığın, her bir sanığın fiili tutuklama nedenlerinin ve gerekçelerinin farklı olması zorunlu bir doğa kuralıdır. Hiçbir kimsenin diğer bir kimsenin eylemine benzemesi aynı eylemi yapması mümkün değildir. Bir sanığın delilleriyle hakkındaki suç işlediğine ilişkin olguların aynı olması imkansızdır. Tüm sanıkların konumlarının da birbirine benzediğini iddia etmek mümkün değildir. Kaldı ki 2 Sayın üye hakimin tutuklama nedeniyle gerekçenin aynı şey olmadığını tutuklama nedenlerinin hukuki ve fiili olarak farklı nitelikte olduklarını 100. maddede belirtilen sebeplerin tutuklama gerekçesi değil madde başlığında yazıldığı gibi tutuklama nedeni olduğunu gerekçenin gösterilmesinin zorunluluğunun CMK 34, 101, 230 ve 289. maddeleriyle Anayasanın 141. maddesinden kaynaklandığını bilmemeleri mümkün değildir. Tutuklama gerekçesinin hukuki ve fiili nedenlerinin gösterilmesinin ihsas-ı rey anlamına geleceği kendileri tarafından her ne kadar açmış olduğum tazminat davasına savunma olarak getirmişseler de tutukluluğun devamına ilişkin kararın gerekçeli olması tutuklamanın hukuki nedenlerini dışında fiili nedenlerinin olgular ile birlikte gösterilmesinin evrensel hukuk normlarının anayasanın ve yasanın emri olduğu hiçbir mazeret ileri sürülerek gerekçesiz karar yazılamayacağı ihsas-ı rey olacağı hususunun sorumluluktan kaçmak amacıyla bir bahane olarak gösterildiği anlaşılmaktadır. Bir hakim ihsas-ı reye yol açmadan hukuki ve fiili nedenleri göstererek gerekçe ihtiva eden tutukluluğun devamına ilişkin bir karar yazmıyorsa bunun altında mesleki yetersizliği aramak elbette ki mümkün değildir. 2 üye Sayın hakim en az 15, 20 yıldan bu yana on binlerce dava dosyasına bakıp sonuçlandırmışlardır. Bu dosyaların bir çoğu yüksek mahkemeden onanmıştır yasaları bilmeme anlayamama ya da yorumlayamama gibi bir eksikliklerinin varlığı da kabul edilemez. Yukarıda da belirttiğimiz iç hukuk kuralı haline gelmiş Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesini Anayasanın 141. maddesini CMK 37, 101, 230 ve 289. maddelerin emredici hukuk kuralı olduğunu bilmemeleri de asla beklenemez. Bu kurallarını sadece şahsım hakkında 60’ı aşkın ara kararda bilerek ve isteyerek ihlal etmeleri yasayı bilinçli ve kasıtlı bir şekilde ihlal ettiklerini göstermektedir. Kaldı ki ülkemizdeki yargı ve içtihat birliğini sağlayan Yüksek Yargıtay hukuk genel kurulu 05.11.2010 tarihli onama kararıyla yukarıdaki maddelerin tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda uygulanması gerektiğini belirtmesi karşısında her ne kadar ceza davası açısından bağlayıcılığı olmasa da bir hakimin bu kararı mutlaka dikkate alması gerekirken bilerek ve isteyerek onanmış bu içtihadın şahsım hakkında uygulanmaması 2 üye hakimin tutukluluk konusunda bilinçli davrandıklarını ortaya koymaktadır. Kasıtlı davranmalarının saikı önemli değildir. Yasa her zaman saike değer vermez kaldı ki bu saiklerin bir çoğu Değerli mahkemeye sunduğum dilekçelerde ve yapmış olduğum açıklamalarda ayrıntılı olarak da sunmuştum. Ancak şunu net olarak ifade edebilirim ki, 2 üye Sayın hakimin evrensel insan hakları bildirgelerini iç hukuk halinde gelmiş Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarını, hakimlerin mutlaka uygulaması gereken Bangolar ve Budapeşte meslek ilkelerini Anayasanın ve CMK’nun yukarıda belirttiğimiz hükümlerini yüksek Yargıtay 4. hukuk dairesiyle bu kararı onayan Yargıtay hukuk genel kararını yaptıklarının hukuk yanlışlığı olduğunu ayrıntılı ve sürekli olarak uyaran Sayın Mahkeme Başkanının azlık oyu sadece hukuk kurallarının yorumu gerektirmeyecek ölçüde açık, kesin ve ağır kusurlu olarak ihlal ettikleri bir kenara muhtelif saiklerle kasıt içerisinde hareket ettiklerini göstermektedir. 23.11.2010 tarihli tutukluluğun devamına ilişkin karara savunma amaçla sorumluluklarını bertaraf etmek amacıyla ilave ettikleri mevcut belgeler, raporlar ve bir kısım beyanlar şeklindeki sözcüklerin 22 sanık hakkında somut olarak her bir sanık hakkında. Hangi raporun hangi beyanın ve hangi delilin şüphe yarattığının belirtilmeden mücerret olarak ifade edilmesi yürekleri kanatan ayrı bir hukuk ihlali olarak ortaya çıkmıştır. Şahsım hakkında hangi rapordaki, hangi bilginin, hangi belgedeki, hangi yazının, hangi beyandaki, hangi sözlerin şüphe yarattığını bilmeden bir sanığın hakkındaki şüpheyi ortadan kaldırma ve kendisine adil bir şekilde savunma imkanı verilmiş olabilir mi? Şüphe taşıyan olguların gösterilmesinden neden çekinilmektedir? Uluslararası sözleşmeler ve mahkemeler Anayasa ve yasalar yüksek mahkemenin kararı sizlerden somut tutukluluğun fiili nedenlerini ve gerekçeleri göstermenizi emrederken siz nasıl olurda 22 sanık hakkında soyut olarak 3 sözcük ile kendinizi sorumluluktan kurtarmanın gayretine girebilirsiniz? Yaptığınız yargılamanın konusunun insan hayatı olduğunu, burada haksız yere tuttuğunuz insanlarla birlikte tüm ailesini keyfi ve indi olarak peşin önyargılarınızla cezalandırdığınızın hüküm olmaksızın cezanın infazı yoluna gittiğinizin, yargılamanın çok ciddi bir iş ve kutsal bir faaliyetin olduğunun farkında değil misiniz? Bir torba içine koyduğunuz 22 sanığın birçoğu hakkında şüphe yaratabilecek rapor, belge ve beyan yok iken siz nasıl olurda tüm sanıkların hakkında ne olduğunu somut olarak ortaya koymadığınız halde bu 3 sözcüğü fiili tutuklama nedeni olarak gösterebilirsiniz? Yargılamanın en önemli kuralı aleniyettir. Bu kural ortaçağ engizisyon yargılamalarında ve bilahare kral mahkemelerinde dahi uygulanan hukukun en evrensel insan haklarından biri olduğu unutulmamalıdır. Tutukluluğumun devamına ilişkin kararda rapor diyorsunuz ama hangi rapor olduğunu belirtmiyorsunuz. Belge diyorsunuz, hangi belge olduğunu yazmıyorsunuz, beyan diyorsunuz hangi beyan olduğuna işaret etmiyorsunuz. Şüphe yaratan olgu ve delillerin sanıktan saklanmasını ihsas-ı rey gibi evrensel ve iç hukukun kabul etmediği bir mazerete sığınarak savunamazsınız. İhsan-ı reyinin belli etmeden de fiili nedenleri gösterip gerekçe yazabilirsiniz yasalar ve yüksek mahkeme size bunu emretmektedir. Hangi yasada ihsas-ı rey nedeniyle ara kararlar gerekçesiz yazılabilir hükmü mevcuttur? Tam tersine tüm kararların ara kararlar da dahil olmak üzere mutlak surette gerekçeyle yazılması hem Anayasanın hem CMK’nun açık emridir bu emirleri kasıtlı olarak uygulanmamasının tek bir sebebi ortaya koyacağınız fiili neden olgu ve gerekçelerin tutuklanmayı gerektirecek ölçüde kuvvetli şüphe yaratmaktan yoksun olması nedeniyle her bir sanık hakkında CMK 101/2 maddesine uygun yasal gerekçe göstermekten imtina etmektesiniz. Çünkü vereceğiniz ara karar hukuki denetime tabi tutulduğunda evrensel hukuk normlarını ve yasaları aşikar bir şekilde ihlal ettiğiniz ortaya çıkacaktır. Hakimlerin kişisel kusurlarından ötürü açılacak davaların devlete karşı açılması gerektiğine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen yasa teklifi yasama organında görev yapan bir partiye mensup milletvekillerince kabul edilip uygulama sokulmasıyla açık bir anayasa suçu işlenmiş olacaktır. Bu teklifi suç işleme kastı içinde verenler anayasa ve içişleri komisyonunda teklifi kabul edecekler genel kurulda yasalaştıracak olanlar Türk Ceza Kanununun 309. maddesinden yargılanacaklarını iddia etmek abartılı bir düşünce olarak kabul edilemez. Bu düzenleme kişiseldir ve sözde Ergenekon davasında siyasi iktidarın etkisi altında faaliyet gösteren hakimleri kurtarmaya yönelik yasama erkinin verdiği gücün kötüye kullanılarak yapılan bir operasyondur. Yasalar geneldir ve nesneldir, kişisel ve bir grubun hukuksal statüsünü değiştirmek için yasa çıkarılamaz. Özel durumlar için meclis çoğunluğunun yasa çıkarması anayasanın vermiş olduğu yetkinin suiistimalidir. Yasa teklifi açık bir biçimde sözde Ergenekon davasında kişisel kusur kapsamında hukuk ihlalleri yapan hakimlerin sorumluluktan kurtulmaları için verilmiştir. Böyle bir düzenleme hukukun temel prensiplerine aykırıdır. Hiçbir yasa derhal tatbik edilmek suretiyle geçmişe şamil olarak vatandaşların haklarını ortadan kaldıramaz. Yasaların daha önce verdiği hakları değişikliğin usule ilişkin olduğu ileri sürülerek derhal tatbik edilmesi devam etmekte olan davaları kaldırması bir hukuk cinayetidir. Çünkü o davaların içerisinde maddi hak söz konusudur. Maddi hakkı siz yasa çıkartarak geçmişe şamil olarak ortadan kaldıramazsınız, görevli mahkeme ayrıdır ama maddi hakkın ortadan kaldırılması ayrı bir hadisedir. Kaldı ki böyle bir düzenleme birçok Anayasa hükmünün planlı ve programlı bir şekilde ihlalini ortaya çıkaracaktır. Anayasanın 6. maddesi hiçbir kimsenin veya organın kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz, 9. maddesinde yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanır. 10. maddesinde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. 12. maddesinde herkes kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlere sahiptir. 40. maddesinde anayasada tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanı sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Özellikle konuyla alakalı 138. maddesi hiçbir organ, makam, merci ve kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi beyanda bulunamaz. Yasama ve yürütme organlarıyla idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez, hükmü getirilmiştir. Anayasanın 138. maddesinde devam etmekte olan bir dava hakkında soru sorulması dahi yasaklanmış iken o davanın sonuçlarını ortadan kaldıracak bir yasa teklifinin verilmesi anayasanın ihlalidir. Yasama organının mahkeme kararlarını yasa dahi hiçbir işlemi değiştirmesi mümkün değilken özel bir yasayla ortadan kaldırması anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin açık bir şekilde ihlali anlamına gelecektir. Dikkat edilirse yasa hükümetin tasarısı şeklinde değil 3 AKP’li milletvekilin teklifi olarak verilmiştir, bilinçlidir, tasarı değil teklif olarak getirilmiştir. Ancak teklifin aynı partiden 3 milletvekili tarafından verilmesi gerek komisyonda gerekse genel kurulda sadece AKP’nin oylarıyla kabul edilmesi halinde hukuk devleti ilkesinin bu parti tarafından bir kez daha çiğnendiği ve bununda bir kapatma sebebi olarak gündeme getirilmesi kaçınılmaz olacaktır. bu yasanın çıkarılması sözde Ergenekon projesinin yürütme ve yargı içerisinde bir ekip tarafından birlikte ve dayanışma içerisinde yürütüldüğünü de ortaya çıkarmıştır. Bu iddia tarafımdan değil Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan tarafından çekinilmeden ortaya konmuştur. Abdullah Gül Dışişleri Bakanıyken sözde Ergenekon operasyonu için önce savcı bulun sonra delillendirin demiştir. Başbakan da sözde Ergenekon operasyonunun yürütme ve yargının işbirliği içerisinde sürdürüldüğünü açıkça belirtmiştir. Sözde Ergenekon tertibinde görev alan yargı mensuplarının çeşitli saiklerle iktidarın etkisi altında kalmadan işlemlerde bulunduklarını iddia etmek inandırıcı olmayacaktır. Gizli tanık yasasının iptaline ilişkin davanın 3 yılı bulmasını rağmen Anayasa Mahkemesinin Başkanı tarafından gündeme alınmaması, sözde Ergenekon tertibinin soruşturma ve kovuşturmasında görev yapan yargı mensupları hakkında yapılan ceza şikayetlerinde 3 yılı geçen incelemelerin bitirilmemesi ve sürüncemeye bırakılması. Açılan manevi tazminatlardan kurtarmak amacıyla hukukun tüm genel prensiplerini alt üst edilerek özel yasa çıkarılması girişimleri sözde Ergenekon projesinde iktidarın ve bir kısım yargı görevlisinin nasıl bir işbirliği ve dayanışma içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır. Unutulmamalıdır ki, Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde belirtilen cebir unsurunun, yasama organındaki çoğunluğun yasanın içerdiği yaptırımdan istifade ederek anayasayı ihlal eden yasaları çıkarması halinde de gerçekleşeceği doktrinde kabul edilen bir görüştür. Sivil darbe sürecinin sonlandığı, hukuk devleti çarkının işlemeye başlayacağı süreçte anayasanın 2. maddesindeki hukuk devletini ortadan kaldırmaya yönelik 7, 8 ve 9. maddelerdeki erklerin yetki ve görevlerine tecavüz teşkil eden 138. maddede sayılan işlemleri gerçekleştiren ve anayasayı ihlal suçunu işleyen yasama çoğunluğu ve yürütmeyle birlikte işbirliği içerisinde bu proje kapsamında yer alan yargı mensuplarının da Yüce divanda yargılanacağı günler çok uzakta değildir. Kırşehir’in milletvekili oylarıyla ilçe haline getirenlerin günü geldiğinde hesap vermiş olmaları, eninde sonunda hukuk devletinin galebe çaldığının önemli bir kanıtıdır. Teklif edilen bu yasa dilenci toplumu yaratılacak, yaratılarak yönlendirilen millet iradesini perde olarak kullanan rejimle sorunu olan gizli ajanda sahiplerinin devlet erklerinin içerisinde devletin yaptırım gücünü kötüye kullanarak oluşturduğu kadroların nasıl bir dayanışma içerisinde olduklarını gösterdiği gibi, aynı zamanda işlenen suçun bir unsurunun da ortaya çıkmasına vesile olacaktır. Yukarıda arz ve izah ettiğim üzere Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 08.06.2010 tarihli kararının Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun onandığının, onandığı da dikkate alınarak kararda belirtilen tüm kuralların şahsımda gerçekleşmesi karşısında ortada ciddi ve dikkate alınabilecek hiçbir tutuklama nedeni olmadan. Kimi fiili, olgu ve delilin de bulunmadığından CMK 109. maddesinde de belirtilen adli kontrol hükümlerinin tatbik edilerek tahliyeme karar verilmesini arz ediyorum. Değerli Başkanım, birkaç dakika içinde de şu delillerimi sunacağım hiç açıklama yapmadan. Malumunuz telefonlarımız dinlenmişti benim yaklaşık o süreç içerisinde 20.000’in üzerinde telefon tapem vardı. bunların çok az bir kısmı zannediyorum 40’ın üzerinde telefon tapesi iddianameye konulmuş diğerlerinde kendilerince herhangi bir unsur bulunmadığı gerekçesiyle konulmamıştır. Ancak maalesef telefon tapelerinde de Ceza Muhakemeleri Kanununun 160. maddesi diğer konularda olduğu gibi işletilmemiştir. Aslında tabi bu telefon tapelerini dinleyen bunların içerisinde suç unsuru olup olmadığını tespit eden savcılık makamı olmamıştır. Nitekim, iddia makamı burada şahsımın açmış olduğu manevi tazminat davasına vermiş olduğu cevapta, ben kesinlikle savcılık makamı olarak bu tapeleri dinlemedik, ayrıştırmadık, içindeki suç unsuru olup olmadığını ayırmadık. Bunu polis yapmıştır bize teslim etmiştir biz doğrudan iddianameye koymuşuz diye böyle bir ikrarda bulunmuşlardır. Bu anlamda bu ayrımı yapan doğrudan doğruya emniyet olduğu bu uygulamanın hem avukat olmam dolayısıyla avukatlık yasasının 61. maddesine hem de Ceza Muhakemeleri Kanununun bizzat soruşturmayı savcı yapması gereken 251. maddesine aykırı olduğu ortadadır. Ancak bu telefon tapeleri eğer dikkatlice gerçekten adil, hukuku benimsemiş bir savcı tarafından dinlenmiş olsaydı değerlendirilmiş olsaydı en azından tapelerin bir kısmı şu iddianamede tarafıma isnat edilen birçok olayın anlamsız, gerçekdışı olmadığı, telefon tapeleriyle dahi ortaya çıkabilecekti. Bu anlamda benim dinlediğim telefon tapeleriyle tarafıma isnat edilen suçların tamamen gerçekdışı olduğu, bu telefon tapeleriyle kanıtlanmış bulunmaktadır. Bunları Değerli mahkemenize sunuyorum, konu itibariyle belirteyim Değerli Başkanım hiç ayrıntısına girmeyeceğim ayrıntıları dilekçemde ve her birini ayrı olarak CD’lere çektim Değerli mahkemeye sunacağım zannediyorum mahkeme de bu CD’leri dinlediğinde sözünü ettiğim iddialara katılacaktır. İddianamenin 1864. sayfasının 4. paragrafında soruşturma aşamasında sanıklardan Muzaffer Tekin ve Ergün Poyraz'ın müdafiliğini yaptığım esnada çalışmalarımın adaletin tecellisini yardımcı olmak yerine şüpheli Kemal Kerinçsiz’in örgüt üyelerini yargılamak ve ceza almaktan kurtarmak için farklı yol ve stratejilere tevessül ettiği anlaşılmıştır şeklinde suçlama konusu yapılması karşısında mahkemenize sunduğum ve dilekçemin ekinde yer alan telefon konuşmaları dinlendiğinde, davanın soruşturma aşamasında hukukun ve adaletin biran önce gerçekleşmesi, adil bir soruşturmanın yapılması için ne ölçüde etkin ve meşru faaliyet gösterdiğim buradan belli olacaktır bu tapelerden. Diğer bir olaya Değerli Başkanım, iddianamenin 1821. sayfasının 5. paragrafında müdafiliğini yapmış olduğum Muzaffer Tekin’in şahsi dava dosyasının içinden alınarak delil gösterilen bir adet Kara Kuvvetleri Komutanlığı başlayan takdirname verilmesi uygun görülmüştür ile biten boş takdirname ele geçirilmiş olup takdirnamenin orijinal belge olup olmadığı gizli belgelerden olup olmadığı şekliyle başka şahıs ve kurumlardan bulmasında sakınca olup olmadığı konusu Genelkurmay Başkanlığından sorulmuş Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olmadığı belirtilmiştir şeklindeki beyana yer verilmiştir. Bu takdirnamenin diğer takdirnamelerle birlikte Muzaffer Tekin’in ağabeyi Rıza Tekin tarafından müvekkilimin Türk Silahlı Kuvvetlerinde gösterdiği başarıların belgelenmesi zımnında dosyaya konulması için delil olarak şahsıma getirildiğinin kanıtlanması yönünden bir telefon tapesinde diyor orada da açık bir şekilde bu takdirnamenin tarafıma getirildiği belirtiliyor efendim. Yine büyük hukukçular birliği derneğinin hiç kimseden emir ve talimat almadığını hiçbir zaman ve hiçbir faaliyetinde sözde örgüt ilişkisi içerisinde bulunmadığını tüm etkinlikleri yönetim kurulu ve üyelerinin kararları yasalar çerçevesinde sürdürdüğüne ve hiçbir suç unsuru bulunmadığına ilişkin konuşma tapelerim onlarca telefon tapesi var. Buradaki konuşmalarım yönetim kurulu üyeleriyle ve üyelerle hiçbirinde şurada ismi geçen sanıkların ne ismi telaffuz edilmiştir ne de onların herhangi bir etkisinin olmadığı bu telefon tapeleriyle de sabittir. Yine bir başka husus efendim iddianame eklerinde yer alan teknik takiplerde söz örgütün Beşiktaş 35. noter olan Mehmet Beşiroğlu’nun noterlik işlerinde toplantılar yapıldığı iddia edilmiştir. Ekte ibraz ettiğim 3 adet telefon tapesi Beşiktaş noterliğine bir defa gittim yerine dahi bilmediğim, noter Mehmet Beşiroğlu’nu da daha önce görmediğim benim çıkışımda geldiği iddia edilen kendisini tanımadığım Fikri Karadağ’ın isminin dahi geçmediği, beni çay içmek ve sohbet etmek amacıyla 80 yaşlarında beni bir evladı gibi seven Mahmut Bey isminde bir kişi davet ettiğini teyit etmiştir. bu 3 görüşme kamuya açık noterlikte ayaküstü yapılan bir sohbetin nasıl hayali bir örgüt toplantısına dönüştürüldüğünü de trajikomikliğini ortaya koyacaktır. Bu CD’leri de sunuyorum Değerli Başkanım. ayrıca büyük hukukçular birliğinde bir dönem hizmetli görevini yapan Asım Demir’in Kartal 2 Sulh Hukuk Mahkemesi kalemine gönderip Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki vekil sıfatıyla yürüttüğüm davada verilen kararın tebliğ masraflarını yatırarak karşı tarafa tebliğe gönderdiğime. Bu arada kararın fotokopisini gönderdiğim kişiye kalemde tebliğ edileceğine ilişkin kalem yazı işleri müdürüyle görüştüğümü teyit eden 4 adet telefon tapesini ve çözümlerini de sunuyorum savunmam doğrultusunda. Yine sanıklardan Behiç Gülcan’la son derece basit düzeyde kısa süreli birkaç görüşme 2006 yılı 11. ayda son bulmuş, tutuklanma tarihimden 20 gün önce hiç istemediğim halde rahmetli değerli bir dostum olan Kemal Çapraz’ın emrivakisiyle bir defa büroma 3 gazeteciyle gelip bir çay içmesi süresi kadar kaldığına ilişkin beyanları teyit eden 4 telefon tapesi söz konusudur bunlar da açıktır bunları da sunuyorum. İddianamede büyük hukukçular birliği olarak birçok sivil toplum kuruluşuyla birlikte geçleştirdiğimiz etkinliklere sözde örgüt eylemi olarak değerlendirmiştir. Oysa söz konusu etkinliklere katılan sivil toplum kuruluşlarının yönetici ve üyeleriyle yapmış olduğum görüşmelerin hiç birinde sözde örgütsel ilişkinin varlığına delalet eden tek ibare kullanılmadığı gibi ilişkilerimin tamamı yasal çerçeve sınırları asla aşmamıştır. Aşağıda yine ekte sunduğum CD’de onlarca telefon görüşmesi, sivil toplum kuruluşlarının başkanlarıyla yapılmıştır, hiçbirinde de buradaki o sözde örgütsel ilişkiye dair tek bir cümle, tek bir intiba, en ufak bir izlenimi de almanız mümkün olmayacaktır. Son olarak Değerli Başkanım, iddianamenin 177 ve 228. sayfalarda şöyle denmiştir; büyük güç birliğinin başkanı Türk kızı olarak Sevgi Erenerol’dur denmiştir. Ayrıca 170. sayfasında büyük güç birliğinin 21.09.2006 tarihi Beyoğlu Adliyesinin önünde etkinliğe katılmıştır diye bir ibareleri vardır. Oysa o tarihte büyük güç birliğinin henüz daha genel kurulunu yapmadığı başkanını dahi seçmediği ki ondan sonra da seçme imkanı olmuştur. Ona ilişkin dernekler müdürlüğünden almış olduğum belgeler Sevgi Erenerol’un hiçbir şekilde bu dernekte dernek başkanlığı yapmadığını bu derneğin söz konusu etkinlikten çok daha sonra kurulduğunu da açıkça göstermektedir, dinlediğinizden ötürü teşekkür ediyorum, sabrınızdan ötürü efendim.”

Yüklə 0,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin