Duruşmaya kısa bir ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Sanık Ergün Poyraz müdafii Avukat Hüseyin Buzoğlu söz istedi verildi:”Efendim biz bütün dilekçelerimizde ve sözlü açıklamalarımızda ifade ettiğimiz gibi, müvekkil Ergün Poyraz 22 Temmuz seçimleri ertesinde polisin bu konuda, emniyetin bu konuda bir talimatı, bir ifadesi, bir talebi olmamasına rağmen Savcı Zekeriya Öz’ün talimatıyla 27 Temmuz 2007’de göz altına alınmıştır ve bugün itibariyle yaklaşık 3 buçuk yıla yakın bir süreden beri kendisi tutukludur. Mahkemeniz nezdinde bugün itibariyle yapılan yargılama 20 Ekim 2008’deki yargılamadan itibaren 2 seneden fazla olmuştur. İlk birinci sene dolduğunda bir meslektaşımız burada Türkiye’deki özellikle özel yetkili mahkemelerdeki her bir duruşmanın 3 ay, 6 ay arasında olmasından hesapla yaklaşık 50-60 senelik bir hesaplamadan bahsetmişti. Bugün itibariyle 170. duruşmaya doğru yaklaşıyoruz. 169, 178 mi? Eğer yine aynı hesaplamayı yaparsak artık bir insan ömrünü geçen bir yargılama süresini bitirmiş oluyoruz. Bir seneye yakındır huzurunuzdaki tüm duruşmalarda sanıklar ve meslektaşlarım Yargıtay Başkanının ifade ettiği objektif ve sübjektif tarafsızlığınızı yitirdiğiniz konusunda sürekli bir değerlendirme yapıyorlar. Ve tutuklu yargılamaya devam etmenizin sonuçlarını her seferinde zapta geçirebilmek için huzurunuzda ifade ediliyor. Fakat bu sürede tutuklu yargılamaya devam edilmesinin çok önemli bir sonucu var. Nedir bu? Bir saniyesi bile çok çok önemli olan özgürlük. Türkiye’nin en çok okunan yazarı özgürlüğünden mahrum bırakılıyor. Huzurunuzda 19. celsede 25 Kasım 2008 tarihindeki müvekkilin ifadesi alınması sorgusu aşamasında bakın ben size şunları ifade etmiştim. Bunları ifade ederkenx 2 sene öncesi itibariyle 2 seneden fazla bir süre önce ben size bunları söylemiştim. Bunlarda bizzat çıktıyı ifade etmek için değil, geldiğimiz noktada, artık bundan sonra maalesef sizlerin kontrolünde gitmeyen, 2 üyenin ciddi bir kararlılık ve sebat gösterdikleri tutuklu yargılamanın sonuçlarına bir kez daha dikkatinizin çekmek için söylüyorum. Hayır, bilerek soruşturmanın ucu açık bırakılmıştır. Bakın bunlar 25 Kasım 2008’de ifade edildi. Nitekim 1 Temmuz itibariyle Çok değerli Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları alınırken yeni bir aşamaya geçilirken, yeni bir dalga öngörüsü yaratılırken Türkiye Cumhuriyeti Devletinde bizzat bürokrasisi yargı mensupları ve halkı üzerinde burada sizinde burada sizinde o tarihte siz bunu ifade etmiştiniz. Sizinle benim telefonumun dinlenmediği ne malum, denecek bir korku imparatorluğu oluşturulmuştur. Aradan geçen süre içerisinde sizin korkunuzun gerçekleştiğine hep beraber şahit olduk. Nitekim iddianamede hala soruşturmanın devam ettiği, bir kısım şüphelilerle incelemenin devam ettiği bildirilirmiş ve iddianamenin hazırlanmasından önce bir kısım şüpheliler alınmış, iddianame huzurunuza sunulmuş, 442 klasörlük iddianamenin ne derece incelenebileceği bilinmemekle beraber buda somutlanmış ve size iddianamenin sunulduğu tarih itibariyle eklerinin mahkemenize getirildiği tarihten 8 veya 9 gün sonrasında siz 2455 safa iddianameyi 442 klasör eklerini incelediğinizden bahisle, ki bunun maddeten mümkün olmaması, olmadığı kesinlik kazanmıştır. Siz iddianameyi kabul ettiniz. Sayın mahkeme tarafından bu iddianame kabul görmüş ve iddianamenin içerisindeki satıra uygun bir biçimde 23 Eylül itibariyle yeni bir dalga daha yaratılmış yeni şüpheliler alınmıştır. Ve hem 1 Temmuz hem de 23 Eylülde alınanların yargılanması halen devam etmektedir. Bugün matematiğin bakın bu çok önemli. Bugün matematiğin 2 kere 2’in 4 ettiği kadar, hepimiz biliyoruz ki bizzat yargı mensuplarının en üst düzeyde ilgilendiğinin artık basında yer aldığı. Bu soruşturmayla ilgili olarak yeni dalgalar gelecektir. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ulusalcı olduğu bilinen yeni insanlar savcının talimatı üzerine fakat kendilerini inisiyatifinde dahi olmadan demek ki daha önce ben bunu ifade etmiş. Biraz önce sicilini size ifade etmiş olduğum emniyet istihbarat daire başkanlığının da arkasındaki odaklarca yeni dalgalar getirilecektir huzurunuza. Tüm bu biraz sonra yapacağım uzun açıklamaların tek bir gerekçesi vardır dedikten sonra sizlere Atatürk’ün iddianamede sorgulanan bu nutkunun doğru olup olmadığı konusunda Savcı Zekeriya Öz’ün Türk Tarih Kurum’a yazmış olduğu Bursa Nutkuyla ilgili açıklamalar yapıp maalesef bugün itibariye yani 25 Kasım 2008 yani bundan 2 seneden fazla öncesiydi. Tarih itibariyle sizin sadece 1 aylık bir yargılama içerisinde bile tutuklu yargılamayı sona erdirmeniz gerektiğine dikkat çekercesine mahkemenizi Atatürk’ün Bursa Nutkunda ifade ettiği gibi ikna edemediğimiz noktaya geldiğimizi 1 aylık yargılamadan sonra artık bizler sanıklar ve vekilleri Yargıtay’ı mı ikna etmek zorunda kalacağız sorusunu size ifade etmiştim. Fakata biz 2 seneden fazla bir süre geldi artık sizin objektif ve sübjektif tarafsızlığın yitirildiği konusunda çok ciddi somut iddialar var ve biz bugün hala tutuklu yargılamaya devam ediyoruz. Biraz sonra ki tüm açıklamaların bütünün gördüğünüzde bu Ramazan, yani orda ki o günkü ifadeyi, bu Ramazan Akyürek’in istihbarat daire başkanlığının, bu Ramazan Akyürek’in şahsıyla ilgili bir işlem değildir diye ifade etmişim ben size. İstihbarat daire başkanlığını aşan bir soruşturmadır burada bulunan 2 tane sayın savcı. Veya Savcı Zekeriya Öz’ü de aşacak bir soruşturmadır diye ifade edilmiş. Ve neticesinde bütün bunların Türkiye’de yapılmak istene bir senaryoyla bağlantılı olduğunu ifade etmişim. Bakın aradan 2 seneden fazla bir süre geçti. Burada kalkan tüm meslektaşlarım size ayın şeyleri ifade ediyor. Peki, bu 2 senelik süreç içerisinde değişen nedir? Değişen hiç bir şey yok. Fakat meslektaşlarımın ifade etmek istediklerini düşündüğüm fakat ifade edilmesi gereken asıl önemli husus şu; biz bu yargılamada maddi gerçekleri arıyoruz. Sizler maddi gerçeklik üzerinden karar vermek zorundasınız. Fakat dikkat edin maddi gerçeklikle ilgili bir yargılamaya dönük bir şuanda ne bir kovuşturma var nede bunun gerçekleşme şansı var. Neden? 2 sene öncesi itibariyle ifade ettiğim ucu açık soruşturma bugün itibariyle beyefendiler tarafında devam ettiriliyor. Yani bir tarafta soruşturma devam ederken sizden yargılamanın tamamlanması ve kovuşturmanın gerçekleşmesi bekleniyor. Vural Bey söyledi yani bu soruşturma devam ederken, diğer tarafta emniyet ve savcılık arasında size intikal etmeyen yazışmalar bizim bilmediğimiz Zeynep Hanımın ifade ettiği gibi eğer soruşturma devam ederse sizin burada, sizin burada bir yargılama yapma şansınız kalmayacak. Fakat bunun önüne geçmesi gereken Sayın mahkemeniz maalesef önüne geçememiştir. Ve geçememesinin de tek bir nedeni vardır Sayın 2 üyenin tutuklu yargılamada gösterdikleri kararlılık. Bu kararlılığın ertesinde ne olmuştur? Fakat öncesinde bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Bakın 24 Kasım ve 25 Kasımda Ergün Poyraz’ın sorgusu yapılmıştır 2008. Ve o gün Ergün Poyraz şöyle ifade ediyor; terör örgütü üyesiyim diyorsunuz. O gün savcılık kendisine yönelik bir soru yöneltmişti, kendisi de şu şekilde yanıtlamıştı. Terör örgüt üyesiyim diyorsunuz beni üyesi olmakla suçluyorsunuz, bana terör örgütü üyeliği ile ilgili bir soru sorun. Allah rızası için de birilerine anlatayım nasıl örgüt üyesi oldum, nasıl halkı silahlı isyana tahrik ettim, nasıl ruhsatsız silah taşıdım, nasıl ruhsatsız silah taşıyarak örgütün silahlı elemanı oldum? Bana bu soruları sorun dedi. Bakın aradan geçen süre içerisinde bugün itibariyle ne zaman nerede kimler tarafından nasıl kurulduğu belli olmayan bir örgütle ilgili olarak kimin vasıtasıyla, hangi hiyerarşik yapı içerisinde hangi maddi olgularla üyesi olduğu konusunda Ergün Poyraz’a en ufak bir soru yöneltilmemektedir. Fakat kendisi 3 buçuk seneye yakın bir süredir tutuklu kalmaktadır. Neden? Ergün Poyraz’ın biraz sonra açıklayacağım gerekçelerden göreceğiniz üzüre Ergün Poyraz ve buradaki diğer yurt severlerin tutuklu olmasına çok daha önceden karar verilmiştir. Neden 2001 Martı itibariyle hazırlanan 2006-2007 döneminde önünüze bugün itibariyle yargılama konusu getirilen bir süreçten bahsediyoruz. Bakın 2 veya 3 gün öncesi itibariyle gazetede çıkan haberde birlikte örgüt üyesi olduğu iddia edilen kimselerin mahkeme huzurunda kendisinden hesap sorulacağını söyledikleri Hanefi Avcı, hem Fethullah Cemaati, hem de bu somut bilgileri savcılıklarla paylaşması ertesinde tutuklanmasından önce yazdığı kitabında 433. sayfasında bakın ne diyor. Danıştay olayında faillerin Ergenekon’la ilişkilendirilmesini Ahmet ve Şammaz yani İstanbul Emniyet Şube, İstihbarat Şubesi desteklememiştir. Bunun yanlış olduğunu, bakın çok önemli bu. Danıştay olayında failleri Ergenekon’la ilişkilendirilmesine burada siz çok iyi bileceksiniz ama hatırlatmak için söylüyorum bu yorgunluk üzerine Danıştay saldırısı 17 Mayıs 2006 tarihinde oldu. Cumhuriyet Gazetesine bombalar 5-10-11 Mayısta atıldı. Ergenekon denilen bugünkü, şuanda yargılamasını yaptığınız süreç 12 Haziran 2007 tarihinde Ümraniye’de bombaların bulunduğu iddiasıyla başlatıldı. Biraz sonraki açıklamalarıma esas olmak üzere söylüyorum. Hrand Dink’in öldürülmesi 19 Ocak 2007 tarihinde oldu. Hanefi Avcı’nın iddiasına göre Danıştay olayında faillerin Ergenekon’la ilişkilendirilmesi yani 17 Mayıs 2006 tarihinde daha ortada Ümraniye bombaları yokken. Ankara’nın talimatıyla ilişkilendirilmenin den bahsediyor. Bu çok önemli. Bunun yanlış olduğunu eldeki delilerle böyle bir bağlantının kurulamayacağını aksine Alparslan Arslan’ın her eylemden önce ve sonra İstanbul’daki Şeyh Salih Kurter’le irtibat kurduğunu, Arslan’ın telefon HTS raporları iyi okunursa bu irtibatın daha tutarlı olduğunun görüleceğini savunmuşlardır. Bakın Zeynep Hanımın ifade ettikleri kitapta var. Fakat önemli olan konu şu 17 Mayıs 2006’da Danıştay saldırısı olduğu tarih itibariyle Ankara’da birileri bu saldırıyla size buradaki yargılamada ifade edildi 17 Mayısın hemen ertesinde emniyet ve MİT tarafından Star Gazetesinde çıktı beyanlarımızın eklerinde var. Star Gazetesinde bunu Ergenekon yaptı diye haberler yaptı diye haberler yapıldı. Emniyet ve MİT’in bu konuda Başbakan ve o dönem Dışişleri Bakanın hiçbir yetkisi olmamasına rağmen brifingler verildiği söylendi. Bakın yapılmaya çalışılanlar orada görülüyor. Zeynep Hanım bugün Hanefi Avcı’nın bu kitabındaki HTS raporlarının detaylarını huzurunda size ifade ediyor. Peki, ne olmuş sonra? Aslında işte o gün Ahmet’in İstanbul’dan alınması gerektiğine karar verildiği kanaatindeyim. Neden? İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürü 17 Mayıs 2006’daki Danıştay saldırısını daha 12 Haziran 2007’deki bulunmayan Ümraniye bombaları üzerinden Ergenekon’a irtibatlandırmaya çalışılan Ankara’da ki istihbarat daire başkanlığının talimatını uygun görmediğinden alınmasına karar veriliyor. Ankara Danıştay olayı ile Ergenekon bağlantısını kurmak istiyordu. Delilin olup olmaması önemli değildi. Onlar istiyordu bunu. Ve biz bugün sizin önünüze sunulan burada meslektaşlarımızın ifade ettiği savcılıkların bilgisi dâhilinde olmadıkları iddianamede parantez içerisinde okumadıkları sabit. İddianameler üzerinde maddi gerçeği bulmaya çalışıyor. Bunun bulunması mümkün değil. Mahkemenizi Eylül 2008 ayında iftar yemeğinde ağırlayan İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü ile bağlı oldukları istihbarat dairesi başkanlıklarının yurt çapında ki konumları aynı kitapta şu şekilde ifade ediliyor; İşte son yıllarda böyle bir planın uygulandığını görüyoruz. MİT’e hakim olsanız sadece bilgi toplarsınız. Belki bunları saptırarak kullanabilirsiniz ama daha ilerisini yapmazsınız. Aksiyoner bir eylem gerçekleştirme arzusundaysanız MİT size yetmez. Bu doğrultuda önce KOM daire başkanlığı, sonra istihbarat daire başkanlığı, ardından da İstanbul ve Ankara İstihbarat Şubesi ve bunlarla paralel olarak özel yetkili mahkemelerin savcı ve hâkimlerinin de belli oranda belirli eğilimlerde olan kişilerden oluştuğunu bugün net olarak görmek mümkün. Dosyaya sundum, istihbarat daire başkanlığını bir önceki dönemde yapan Ramazan Akyürek’in Fethullahçı sicili olduğu konusunda resmi bir belge var. İstihbarat daire başkanlığına Ramazan Akyürek’in atandığı yani daire başkanlığı görevini devraldığı tarih 9 Mayıs 2006 yani bininci Cumhuriyet Gazetesine bombanın atılmasının, atıldığının ertesinde İkinci bomba atılmadan bir gün önce. Ve Milliyet Gazetesinde onu da size sunuldu. Milliyet Gazetesinde Ramazan Akyürek’in bir sonraki Trabzon Emniyet Müdürü apar topar bana makamını devretmeden Ankara’da göreve başladı diye ifade ediyor. Bunlar çok önemli bilgiler. Hanefi Avcı’nın bu ifadesiyle birlikte değerlendirilen somut olgu sizin önünüzde. Emniyet ve biraz sonraki anlatacağım birimler tarafından pişirilen bir senaryo içi boş olduğu için sadece Osman Yıldırım üzerinden aylardan beri burada yargılamam neticesinde sonuçlanıyor. Fakat neticesi nedir? Bizler o günde ifade etmiştim buradan çıkıp gidiyoruz, fakat benim müvekkilim burada yok ama bütün tutuklular tekrar cezaevine gidiyorlar. Ve bu süreç yaklaşık 4 seneye yaklaşıyor. Ve bunların ifade, huzurunuzda ifade edilmesinden itibaren de 2 seneden fazla bir süre geçiyor. Neticede bugün geldiğimiz ülkede Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu eski başkanı başka hiçbir ülkede yargısıyla kavga eden bir örneğin bulunmadığını ifade ettiği, bu anlamda emsalsizliği artık üst düzeye çıkan, hükümete yakın olan Nazlı Ilıcak’ın makalesine ki makalesine göre kendisinin aldığı bilgilere göre Adalet Bakanı Sayın 2 üyenin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurlu tarafından alınmaması için çaba gösterdiğini ifade ediyor. Yeni Ferhat Sarıkaya’lar olmasın diye çaba gösterdiğini söylüyor. Ve bakanın açıklamaları neticesinde kedisi dahi dinlendiğini ifade etmektedir. Bugün geldiğimiz ülkede sürecine içerisinde yer alanlar kendiler korkmaktadırlar. Ne oldu sonuçta? Sayın iki üyenizin Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu tarafından görevden alınmaması için bir referandum düzenlendi. 150 milyon Türk liralık bir maliyeti var. Bugün geldiğimiz nokta nedir? 2 üyenin hakkında ki tazminat davları açılmasın diye yasama organı şuanda torba yasa diye ifade edilen bir yasal düzenleme yapıyorlar. Yani bugün burada sayın iki üyenizin göstermiş olduğu tutukluluğun devamı konusu da ki karar ve siyasi iktidarın bu konudaki uygulamaları ne kadar bir bütünlük içerisinde bakıldığında biraz önce ifade edilen burada maddi gerçekliğin çıkmaması, çıkmasının mümkün olmadığı konusundaki feryatlar somut birer olgu olarak karşımıza çıkıyor. Ne oluyor peki bu arada Türkiye’de? 2011 seçimleri sürecine hazırlık olmak üzere PKK’yla ciddi bir pazarlık yapılıyor. Bu konuda Aslı Aydın Taşbaş’a yanılmıyorsam 7-8 Kasım 2010 tarihinde Zübeyir Haydar tarafından bir açıklamalar yapılıyor bu açıklamalarda çok net bir şekilde şu ifade ediliyor. Bakın bu süreçle yine bağlantılı. Devlet diyor ilk defa 2005 yılında bize müracaat etti diyor. Fakat çok ciddi bir şekilde 2006 yalında biz diyor artık görüşmelere başladık diyor. Bakın 2005-2006-2007 süreci ve o dönemdeki bu yargılama bağlantısı çok açık. Bugün geldiğimiz nokta nedir? İki üyenizin tutuklu yargılaması neticesinde Türkiye’de ki yaratılan Sayın Çetinkaya’nın ifadesiyle korku imparatorluğunun sonucu. PKK ile artık müzakere aşamasından pazarlık aşamasına geçilmiş durumda. İçişleri Bakanı Atalay bunu açık açık gidip Barzani’yle görüşebiliyor. Recep Tayyip Erdoğan sanki hükümet kendisi değil ve bu anlamda hükümet devlet birlikteliğini göz ardı ederek devlet görüşebilir diye söylüyor. Kendisinin talimatı dışında bunlar yapılıyormuşçasına. Ve Başbakanlık resmi internet sitesine Neşirvan Barzani geldiğinde kürdistan ifadesi onun resmi sıfatı olarak ifade edilebiliyor. Fakat gerçekler göz ardı edilemiyor ve bir bir ortaya çıkıyor. Bu sürecin başlangıcı 1 Ağustos 90’dan itibaren körfez birinci körfez krizi, 2003’deki Kuzey Irak, Irak işgaliyle birlikte neler oluştu? O dönemde kendine çok güvenip pazarlık yaptıkları Bush tarafından son kitabında ifade ediliyor. Nasıl ifade ediliyor? AKP’nin ekonomik ve askeri yardımda bulunma, Türkiye’ye IMF’nin kilit programlarına erişim sağlanması için yardım etme ve Türkiye’nin AB’ye katılımını güçlü desteğini sürdürme sözü karşılığından Irak’ın ABD tarafından işgalini uygun gördüğünü ifade ediyor. Buradaki yargılama bununla doğrudan bağlantılı olduğu için ifade ediyorum. Ve Necmettin Erbakan Recep Tayyip Erdoğan için ne diyor? Onları bazı dış güçler buraya getirdi. Şuan ki dünya düzeninin ırkçı Siyonist emperyalizmin insanları köleye çeviren güçleri bu güçleri o şekilde ifade ediyor, Erdoğan Siyonizm’in kasiyeri oldu diye ifade ediyor. Belki çok doğrudan bağlantılı görmeyeceksiniz ama biraz sonra özellikle paralel istihbarat örgütleriyle birlikte değerlendirildiğinde bunların önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yargılamanın getirdiği diğer bir sonuç Recep Tayyip Erdoğan ATV Televizyon Kanalında bir açıklama yapıyor. Anadolu sermayesini içlerine almadılar ama isteseler de, istemeseler de Türkiye’de sermaye ciddi manada el değiştirmeye başladı. Bu bizim için çok önemli bir güven kaynağı. Bakın bu güven kaynağının da arkasında maalesef sayın iki üyenizin tutuklu yargılamada göstermiş olduğu kararlılık var. Çünkü neden TUSİAD’la ilgili basında yer alan haberlerde, basına kapalı görüşmelerde aynen sizin 2 sene önce ifade ettiğiniz gibi dinlenme korkusu vardı. Ve bu sermaye bugün itibariyle geçtiğimiz günlerde yayınlanan dergide Türkiye’nin en büyük 500 şirketiyle ilgili ciddi bir sermaye değişimi, Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarıyla teyit etmektedir. Peki, Ergün Poyraz burada nerde? Ergün Poyraz bunları seneler önce ifade etmişti. Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisiyle birlikte Kürtçü ve şeriatçı ciddi bir yapılanmanın ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışıldığı konusunda çok değerli yayınlar yapmıştır. Ve eğer Ergün Poyraz tutuklu olur ise yayınlarına devam edemeyeceğini düşünmüşlerdir. Fakat bunda yanılmışlardır. Ve bugün itibariyle dahi kendisi tarafından kaleme alınan bu süreç içerisinde ki Amerika’daki imam ve Takunyalı Führer isimli kitaplar en çok okunan kitaplar arasında yer almaktadır. Ergün Poyraz’a Poyraz’la ilgili olarak, sayın iki üyenizin 26 Ekim 2010 tarihinde hangi gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verdiğine baktığımızda ise yine aynı şekilde boya yapıştır mantığıyla dosya kapsamı, isnat edilen suçlamalar, delillerin toplanamamış olması, sanıkların sorgularının halen bitmemiş olması atılı suçların işlendiği konusunda kuvvetli suç şüphesi ve 100/3 katalog olarak bildirilmiştir. Biz hep aynı şeyi ifade ediyoruz. Delillerin tamamen toplanmamış olmasının sorumluluğu müvekkile yüklenemez. Sanıkların savunmalarının bitmemiş olması müvekkile yüklenemez. Bugün Kemal Bey size 4. Hukuk Dairesinin Hukuk Genel Kurulu tarafından onanan o kararını aynen aktardı. Gerekçeli kararının nasıl okunması gerektiği konusunda, nasıl aktırılması gerektiği konusunda ve tutukluluk devamı konusunda nasıl gerekçenin bildirilmesi konusunda daire kararı çok açık. Daha önceki bir beyanımda ifade etmiştim. Sayın iki üye tutukluluğun devamı konusunda gerekçe bildirmeyince ben gerekçeli bir karar yazma konusunda kendin genel olarak böyle bir yaklaşımları olmadığını düşünmüştüm. Fakat Erzurum’daki iddianameyle ilgili olarak sizin 4. iddianamenizle ilgili olarak itiraz ettiklerinde o kararlarını okuduğunda yok hayır yani 24 saat içerisin çok ciddi Yargıtay kararlarında bularak gerekçeli karar yazdığını görüyoruz. Fakat o gerekçeli karar üslubu maalesef bugüne kadar bu dosyada hiç yansımamıştır ve bu gerekçelere katılabilme olanağı yoktur. Ergenekon sürecindeki ABD istihbaratının rolü ortaya çıkartılmadan burada Sayın mahkemenizce bir somut bir maddi olguya ulaşma olanağı bulunmamaktadır. Bakın geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesinde arka arkaya 3 tane haber çıktı. Çok fazla basında yer bulmadı. 7 Kasım tarihli bir haberde ABD Büyükelçiliklerinin kontrolünde Norveç ve Almanya’da 2000 yılından itibaren paralel istihbarat birimleri kurulduğu açıklandı. ABD’den yapılan açıklamada ise bu tür operasyonların birçok ülkede yapıldığı ifade edildi. Aynı haberde Norveç’te kurulan birimin 15-20 kişilik Norveçli eski üst düzey güvenlik yetkilisi ile ABD’li istihbaratçılardan oluştuğu bildirildi. Daha sonra ikinci bir haber çıktı 8 Kısımda ve Norveç’teki ABD’ Büyükelçiliği emekliğe ayrılan bazı üst düzey polisleri işe aldığı ve bunları terör zanlılarını kayıtlara geçirtmekle görevlendirildiğini söyledi. Bakın üst düzey polisleri işe almışlar bunları terör zanlılarını kayıtlara geçirtmekle görevlendirildiğini bildirdiler. Buradaki ABD aynı haberde birçok ülkede de aynı birimleri kurduğu gerçekliğini gizlemediğini ifade etmiştir. Sonra 10 Kasımda 3. bir haber daha yapıldı. Ve bu haberde ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Flip Hörli şu açıklamayı yaptı; dünya çapındaki temsilcilikler içerisinde böyle bir programın varlığını kabul ediyoruz. Bunun sayesinde elçiliklerimizi gözlem altında tutan kişiler ile ilgili olarak uyarıda bulunabiliyoruz dedi. Bunları neden söylüyorum? Sürecin başından beri mevcut istihbarat daire başkanlığının fonksiyonu ötesinde, yurtdışında ciddi bir istihbarat ve dezenformasyonun yapıldığı ve destek sağlandığı somut kanıtlarıyla ifade edildi. Hatta bazı haberlerde sayısı hangi adreste birlikte, birlikte çalıştıkları, nerelerde görevlendirildikleri, hangi tarihte girdikleri ifade edildi. Burdan nasıl bir sonucu ulaşıyoruz? Ülkemizde de bu paralel istihbarat birimleri kurulduğunu düşünüyoruz. Bu paralel istihbarat birimleri mevcut şuan ki devam eden soruşturma ve önünüze istendiği zaman getirilen bilgilere dayalı yargılama sürecinde de kullanılmaktadır. Bakın bu son 11 Eylül ABD Dışişlerinin 11 Eylül saldırıları olarak ifade edilen bu Wikileaks’te çıkan haberlerde ABD diplomatlarıyla ilgili bakın şu ifadeler var; bir haberde bize etkili bunu ABD Büyükelçiliğinin yazmış olduğu yazıda söylüyor. Bize etkili İslamcı Fethullah Gülen Cemaati içinden yapılan yorumlara bakıldığında, diğer bir haberde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Teşkilatındaki bir bağlantımızdan aldığımıza göre. 3. bir haberde ise benim bulabildiğim, asker, sivil çekişmesine de geniş bölüm ayrılan bu İspanyol Gazetesinde ki Wikileaks’teki Türkiye ile ilgili haberde Cumhuriyet Gazetesinden İlgün Cerrahoğlu’nun ifadesi ABD Büyükelçiliği siyasi müsteşarının polis yetkilileri tarafından ABD’ye sunulan Ergenekon belgeli bilgilerin inandırıcı bulmadığını ifade edildiğini söylüyor. Bakın biraz önce ifade ettiğim paralel istihbarat birimleri diğer ülkelerde emekli emniyet birimlerinden, emniyet mensuplarından oluşturularak kuruluyor. Bizde ise baktığınızda istihbarat daire başkanlığı ve mevcut cemaatin aynen 18 Aralık 2002 tarihinde menfur bir saldırıda öldürülen Necip Hablemitoğlu tarafından kaleme alıp yayınlanan etki ajanları fonksiyonunu üstlendiklerini görüyoruz. Necip Beyle ilgili çok önemli bir bilgi olduğunu düşünüyorum hala soruşturması devam ettiği için çok daha detaya girmeye gerek görmüyorum. Öldürüldüğü gün Necip Bey eşi bir arabaya gel, kendi arabasını çalıştırmak istediğinde yan taraftaki bir arabada çok yüksek volümde dini müzikler çalan bir araba vardı. O arabadaki bulunan 2 kişi araştırıldığında yanıt olarak ABD Büyükelçiliğine bağlı olarak çalıştıklarını ve ABD mens….,vatandaşların güvenlikleri için orda bulunduklarını söylüyorlar. Arabanı konumu, evin konumu böyle bir şeye müsait değildi. Biraz önceki bahsettiğim haberlerle 2002 yılındaki saldırı ertesindeki bu somut bilgi ülkemizde de böyle bir paralel istihbarat biriminin kurulduğunu gerçekliyor. Peki böyle bir durumda neden burada ki ortak bütün burada ki sanıkların veya soruşturmaya dahil edilen şüphelilerin ortak özellikleri nedir? Antiemperyalist olmaları, yurtsever olmaları ve ABD karşıtı olmaları. Bu soruşturmaya yürüttüğünü iddia eden Savcıları bırakın emniyet mensuplarına dair bu bilgiler ciddi bir şekilde benim kaygı duyduğum Sayın mahkemenize tüm bu açıklamaları yaparak biraz önceki, biraz sonraki talebimde ifade edeceğim ülkemizde bu paralel istihbarat birimleri kurulmuş mudur, kurulmamış mıdır? Kuruldu ise bu konuda İçişleri Bakanlığına müzekker yazılmasını, paralel istihbarat birimlerinin kurulup kurulmadığı konusunda bilgi alınmasını istiyorum. Bunun bu soruşturma bu yargılamayla ilgili ciddi sonuçlara ulaştıracağını düşünüyorum. Yazılı talebimde bildirmediğim bir hususu da Sayın mahkemenizden öğrenmek istiyorum. Bakın Danıştay saldırısıyla ilgili birleştirme kararını 107. celsede verdiniz. Bugün ben 179 biliyordum Zekeriya Bey, pardon 169 biliyordum 168 diye ifade ettim. 62 celseden beri Osman Yıldırım’ın peşinden gidiyoruz. Danıştay saldırısıyla ilgili dosyanıza yansıyan 3 tane kanıt var iddianameye göre. 9 nolu gizli tanık Osman Yıldırım’ın beyanı, 17 nolu gizli tanık. Neticesinde 2 tane gizli tanık ki gizli tanıklardan bir tanesi açıkça ifade ediliyor Osman Yıldırım olarak. Sonuçta Osman Yıldırım’ın beyanının peşine gidiyoruz. Peki, siz 62 celseden beri Ankara’da 11. Ağır Ceza Mahkemesi tam sayısını bilmiyorum onlarca celseden sonra ulaştığınız sonuçta Osman Yıldırım’ın iddialarıyla ilgili bir tane somut maddi olgu var mı? Bir tane somut maddi olgu var mı? Sadece olan nedir? Osman Yıldırım’ın 17 Mayıs 2006 saldırısından itibaren tarihte hata olabilir 13 Şubat 2008 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza mahkemesinde karar verdiği tarihe kadar ifade etmediği fakat daha sonra Şamil Tayyar’ın Neşe Düzel’e bugün çok önemli bir gün Danıştay saldırısıyla ilgili açıklamalar yapacak değip açıklamadığı. Aksine Mustafa Kemal Atatürk’e sinkaf ettiği. Ve sonrasında da Süleyman Esen’in sizin serbest bıraktığınız Süleyman Esen’in avukatı Mehmet Ener’in Osman Yıldırım şunları açıklayacaktı dediği Mehmet Ali Pekgüzel’e, Mehmet Ali Pekgüzel’e Osman’ın ifade ettiklerinin peşindeyiz şuan. Hala aynı noktadayız. Ama benim müvekkilim dahil buradaki yurtseverlerin özgürlükleriyle ilgili bir saniyesine asla karşılama olanağınız yok. Bakın bu gerçeklikten sizden samimi bir şey öğrenmek istiyorum. Üçünüz yani heyetiniz üç üyesi sadece Ergenekon davasıyla ilgili görevlendirilmeden önce birlikte görev yaparken Beşiktaş’ta hiç ayrık oyunuz oldu mu acaba. 2 ye 1 olduğunuz oldu mu? 1’e 2 olduğunuz oldu mu? Hiç oldu mu acaba merak ediyorum efendim. Ben bu konuda sizden bir talep bulunuyorum. Siz 3 üyenin birlikte yargılama yaptığı Beşiktaş’taki dosyalarınızdaki birlikte karara çıkan dosyanızda kalemden bir araştırma yapılmasını ve 1’e 2 değil, 2’ye 1 her hangi bir kararınızın olup olmadığını. Yargılama aşamasında bu kadar uzun vadeli bir sürecin olup olmadığı konusunda bir yanıt verilmesini istiyorum. Ve çokta iddialı bir şey söylüyorum Türkiye’de siyasi bir davayla ilgili, siyasi Saikli bir örgüt bağlantılı bir davayla ilgili acaba bir başkanın ayrık oyunun olduğu ısrarla yargılama aşamasında tutuklu oldukları başka bir dava var mıdır acaba? Çünkü neden; eğer bir üye bir hukukçunun ifadesiyle ben kendim dinlemedim, meslektaşlarımın ifadesine göre, eğer bir dava, bir üye daha doğrusu başkan, bir konuda ayrık oyunda bulunuyorsa diğer iki üye tutuklu yargılama konusunda bu dosyada olduğu gibi sebat ve kararlılık gösteriyorlarsa tutuklu yargılamanın devam etmesi için ciddi bir direnç vardır diye ifade etmiş. Ben bu sözlere katılıyorum. Daha önceki yazılı beyanlarımızda da ifade ettiğimiz gibi 2 üyenin müvekkili hakkında her hangi bir tahliye kararı vermesi konusunda bir yetkisi bulunmadığından tahliye talep etmiyoruz, Fakat İçişleri Bakanlığına müzekkere yazılması ve siz değerli 3 üyenin birlikte karar verdileri kaç tane dosya da bu şekilde ayrık oyunuz olduğu konusunda kalemden bir araştırma yapılarak bir yazışma yapılmasını talep ediyorum, saygılarımla efendim.”
Bu arada Sanık Muzaffer Şenocak müdafii Avukat Kenan Aşık’ın geldiği görülmekle, huzurdaki yerine alındı.
Sanık Muzaffer Şenocak müdafii Avukat Kenan Aşık söz istedi verildi:”Şimdi müvekkilin tutuk bulunduğu suç her duruşmada ifade ettiğimiz gibi devletin güvenliğine ilişkin bilgileri çalma, bulundurma suçu. Bu suçla ilgili mahkemeniz tarafından yapılan araştırma neticesi alınan dosyada 2 tane rapor var. Bu raporun içeriğini önceki duruşmalarda uzun uzun anlattık. Sayın mahkemenin de malum. Yine bu bilgilere, bilgilerin bulunduğu CD’nin nasıl oluşturulduğu da yine Sayın mahkemenin malumu. Bütün bu dosya gerçeği Sayın mahkeme tarafından mutlak bir şekilde bilinmesine rağmen 25 Haziran 2007 tarihinde tutuklanan müvekkile tutuk hali bu suçtan dolayı bugüne kadar sürdürülmektedir. Tutukta geçen süre yaklaşık 42 aydır. Ben buradaki yargılamanın bana göre adil olmadığını, hukukun, hukukun temel prensiplerine aykırı yargılama yapıldığı… uzunu uzun yazılı sözlü ifade ettim. Burada bunları tekrar etmeyeceğim, sayın meslektaşlarım uzun uzun etmiştir, zannediyorum. Ama ısrarla üzerinde durmak istediğim husus sizlerinde, sizlerinde dikkatine bu husus sunmak istiyorum. Dosyada 2 tane rapor var. Bu rapor dışında Sayın mahkeme tarafından bu CD’yle ilgili yapılan bir araştırma bir talep, sıhhat, içeriği ile ilgili yok. Müvekkilin bu olayla ilgili sorgusu da 1 Aralık 2008 tarihinde yapılmış. Yaklaşık 24 ay, 2 yıl gibi uzun bir süre de geçmiş. Bu süre içerisinde de müvekkille ilgili Sayın mahkemenizin yaptığı bir yargılama faaliyeti yok. İstediği, araştırdığı hiçbir husus yok. Bütün bu yokları bir araya topladığımızda ve yasalarımız nezdinde değerlendirdiğimizde ortaya bir hukuksal gerçek çıkıyor. Sayın mahkemenin de hukuka uygun karar verip vermediğini ortaya koyacak bir durumda bu. Nedir bu? İsnat edilen kanun maddeleri 326 ve 327. Dosya gerçeği karşısında bu her iki madeninde müvekkil açısından uygulanması söz konusu değil. 334 değerlendirilebilir. Ama bizim savunmalarımızı Sayın mahkeme hiçbir şekilde doğru kabul etmiyor tutuk halini sürdürüyor. Soracağım ve merak ettiğim konu şu; müvekkile isnat edilen suçlardan hangi ceza verildi de 42 ay gibi uzun bir sürede bu suçun cezası infaz ediliyor. Müvekkile gelinen aşamada isnat edilen ceza, suçtan ceza verilse dahi müvekkile verilebilecek ceza infaz edilmiş durumda. Öncelikle bu gerçeği gözetmenizi talep ediyorum. Şimdi her son bir yıl içerisinde Sayın mahkeme başkanı olarak müvekkilin tahliyesi yönünde görüş bildiriyorsunuz. 2 tane üye hâkimde müvekkilin tutuk halini diğer sanıklarla birlikte sıradan gerekçelerle rutin gerekçelerle sürdürülmesini talep ediyor. Bunun gerekçesini meslektaşlarımdan bugüne kadar öğrenemedi. Sanıklarda öğrenemedi bende öğrenemedim. Merak ediyorum eğer bu duruşmada bu yönde bir karar verilirse bunun gerekçelerinin daha somut delillerle ifade edilmesini bizimde bu konuda bilgilendirilmemizi talep ediyorum. İki Sayın üyenin kararını tamamen hukuksuz ve keyfi olduğunu düşünüyorum. Yine çok önceki, bir sene önceki savunmalarımdan, talep, savunmalarımdan birisinde bu raporları değerlendirip müvekkilini hukuki nitelemesini yaptıktan sonra şunu demiştim yani müvekkilin tutuk halinin sonlandırılması ve tahliye edilmesi gerekiyor ama siz tutuk halini sürdürüyorsunuz. Bu dosyada sürdürülmesini gerektiren bir sebep biz göremiyoruz. Bizim bilmediğimiz bir şeyler mi var? Varsa söyleyin demiştik. Bir şeyler olduğunu öğrendik. Nedir bu? Müvekkil hakkında bir soruşturma yürütülüyor ama bu soruşturmada müvekkile isnat edilen suç silahlı terör örgütüne üye olmak. Suç tarihi 12.11.2008. Yani burada tutuklu olduğu tarihte, yani müvekkil bu tarihte bu suçla bu örgüte üyeyse sizlerle birlikte üye sizlerde bu suçun bana göre zanlısı, şüphelisi olma durumunuz var. Gelinen aşamada müvekkille ilgili toplanacak bir delil yapılacak bir yargılama bir talep bulunmamakta. Müvekkilin tutuk halini sürdürülmesi hukukun tüm temel prensiplerine, evrensel değerlere, Anayasa’ya, yasaya her şeye aykırı. Daha fazla mağduriyetine sebebiyet verilmemesi için bihakkın tahliyesine verilmesini saygıyla talep ediyorum.”
Mahkeme Başkanı:"Müdahil Danıştay vekili?”
Danıştay müdahil vekili Avukat Perihan Özcan:”Herhangi bir beyanım yok şu aşamada.”
İddia makamından soruldu.
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Sayın Başkan, sanık ve sanık müdafileri taleplerinin bir kısmına ilişkin iddia makamı mütalaasını bildiriyorum. 1. Sanık Muzaffer Tekin’in 6.12.2010 havale tarihli dilekçesindeki talebinin kabul edilip; dilekçe ekindeki Kurmay kıdemli Albay Mahir Kök imzalı iki adet takdirnamenin, sanık dilekçesi ve konu hakkındaki önceki cevabi yazı ile birlikte yeniden Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına gönderilerek, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir belge olup olmadığının, Belgelerdeki imzanın Kurmay kıdemli Albay Mahir Kök’e ait olup olmadığının, adı geçen kişinin bu şekilde belge tanzimine yetkili bulunup bulunmadığının, bu konuda hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığının Mahkemeye bildirilmesinin istenilmesine. Konu hakkındaki yazışmaların dosyadan çıkartılması talebinin ise reddine, 9.12.2010 havale tarihli savunma amaçlı açıklamalar içeren dilekçesinin dosyaya konulmasına, 2. Sanık Doğu Perinçek’in . Mahkemeniz Üye Hâkimleri Sayın Hasan Hüseyin Özese ve Sayın Sedat Sami Haşıloğlu’nun davadan çekilme talebini içerir dilekçesinin dosyaya konulmasına, talep konusunu değerlendirmenin Sayın Hâkimlerinin takdir yetkisinde bulunduğuna, 9.12.2010 havale tarihli dilekçesinin dosyaya konulmasına, 3.Sanık Osman Yıldırım’ın 9.12.2010 havale tarihli savunma amaçlı açıklamalar içeren dilekçesinin dosyaya konulmasına, 4.Sanık Ergün Poyraz müdafileri Sayın Avukatlar Hasan Gürbüz ve Mustafa Hüseyin Buzoğlu’nun 9.12.2010 havale tarihli dilekçesindeki, İçişleri Bakanlığı’na yazı yazılarak ABD tarafından Türkiye’de paralel istihbarat birimleri kurulup kurulmadığının bildirilmesinin istenilmesi talebinin yargılamaya bir yenilik katmayacağının anlaşılması karşısında reddine, 5, Sanık İsmail Yıldız’ın 6.12.2010 havale tarihli, 1 numaralı dilekçesindeki; 2,3 ve 6 Aralık 2010 tarihli duruşmalardaki açıklamaları uyarınca açık tanık ve hedef haline geldiğinden bahisle Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın birlikte kararlaştıracakları başka bir cezaevine naklinin sağlanması talebinin reddine, kendisine ilgili yerlere başvuruda bulunabileceğinin ihtarına, ancak Cezaevi Yönetimi ve Cezaevi Jandarma Komutanlığı’na yazı yazılarak gerekli önlemlerin alınmasının istenilmesine, 2 numaralı dilekçesindeki; 1.Cezaevinde Oktay Yıldırım ve Mehmet Demirtaş ile birlikte kaldığı koğuşunun değiştirilmesi, gerek cezaevi gerekse duruşmalarda can güvenliğinin sağlanması talebi konusunda önceki mütalaamızın esas alınmasına. Dilekçesinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, MİT Müsteşarlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilmesi talebini karara bağlamanın Mahkemenin takdir yetkisinde bulunduğuna. Bu dilekçenin Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilerek, dilekçe içeriğine göre, görevli Cezaevi Cumhuriyet savcılığınca gerekli araştırma yapılmasının temini ile yapılan işlem sonucu hakkında Mahkemeye bilgi verilmesinin istenilmesine, 7.12.2010 havale tarihli, duruşmalardaki açıklamaları uyarınca tahliye edilmesi gerektiğine dair dilekçesinin dosyaya konulmasına, 9.12.2010 havale tarihli savunma amaçlı açıklamalar içeren dilekçesinin dosyaya konulmasına, 6. Sanık Erkut Ersoy’un 3.12.2010 havale tarihli, A,K ve L harfli dilekçelerindeki talepleri gereğinin yerine getirildiği, dilekçe üzerindeki derkenar notlarından anlaşıldığından, talep konuları hakkında karar verilmesine yer olmadığına, B,C,D,I ve İ harfli dilekçelerinde yazılı, dava konusu ile ilgili olduğunu belirttiği değişik televizyonlarda yayınlanan programlarının dijital kopyalarının getirtilmesi taleplerini karara bağlamanın Mahkemenin takdir yetkisinde bulunduğuna, H,J,O,Ö ve S harfli savunma amaçlı açıklamalar içeren dilekçelerinin dosyaya konulmasına, bu dilekçelerindeki taleplerin ise yargılamaya yenilik katmayacağının anlaşılması karşısında reddine, E ve M harfli el konulan dijital verilerin ve içlerindeki programların iadesi konusunda önceki mütalaamızın esas alınmasına, N harfi dilekçesi ekindeki meil grubu üyelerinin telefon HTS dökümlerinin istenilmesi, P harfli dilekçesindeki Cezaevindeki telefonuna mikrofon takılmasına izin verilmesi ve R harfli dilekçesindeki Türk İntikam Birliği Teşkilatı ile ilgili taleplerini karara bağlamanın mahkemenin takdir yetkisinde bulunduğuna, 7, Sanık Nusret Senem’in sözlü beyanındaki talebinin kabulü ile Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’nden gönderilen dosyanın dijital bir kopyasının çıkartılarak kendisine verilmesine, 8.Sanık Sevgi Erenerol müdafi Sayın Avukat Vural Ergül’ün 9.12.2010 havale tarihli dilekçesindeki taleplerinin kısmen kabul edilerek, Dilekçe ve eklerinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilip belirtilen ihbarlar konusunda Mahkemeye açıklayıcı bilgi gönderilmesinin istenilmesine, Cumhuriyet Savcıları hakkındaki suç duyurusu talebinin reddi ile bu konuda serbestliği bulunduğunun ihtarına, Diğer taleplerinin yargılamaya bir yenilik katmayacağının anlaşılması karşısında reddine, 9, Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk’ün 9.12.2010 havale tarihli, 1 numaralı dilekçesindeki; banka hesaplarında yer alan telefon numarası hakkındaki talebi konusunda kalem araştırması yaptırılmasına, 2 numaralı dilekçesindeki Saipir Debzlelvidze hakkındaki talebinin yargılamaya bir yenilik katmayacağının anlaşılması karşısında reddine, 3 numaralı dilekçesindeki, Âdem Taşdemir hakkındaki talebinin yargılamaya bir yenilik katmayacağının anlaşılması karşısında reddine, Gizli Tanık 9’un diğer beyanlarını içeren çözüm tutanaklarının verilmesi talebinin reddine, 4 nolu dilekçesindeki talebinin kabul edilerek, Mahkemenizin 2009/191 Esas numaralı davasının duruşma tutanaklarının dijital ortamda kendisine verilmesine, 5 nolu dilekçesindeki talebinin kabul edilip Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazı yazılarak, 17 Mart 2010 tarihli 77 ve 17 Temmuz 1987 tarihli 123. oturum tutanaklarının yazımı yapılmış ise Mahkemeye gönderilmesinin istenilmesine, 6 nolu dilekçesindeki talebinin kabul edilerek istediği dosya evrakların kendisine verilmesine, 7 nolu dilekçesindeki dijital veriler konulu talebi konusunda önceki mütalaalarımızın esas alınmasına, 8 ve 9 nolu dilekçelerindeki talebinin yargılamaya bir yenilik katmayacağının anlaşılması karşısında reddine, 10. Sanık Kemal Kerinçsiz’in, savunma mahiyetli açıklamalar içeren dilekçelerinin dosyasına konulmasına, 11.Firari Sanık Saipir Debzlelvidze, Hakkındaki yakalama kararının devamı ile infazının beklenilmesine, 12.Bizzat veya müdafileri aracılığı ile tahliye talebinde bulunan tutuklu sanıklar ile diğer tutuklu sanıkların, Kendilerine yüklenen terör örgütü yöneticisi veya üyesi olmak ile buna bağlı suçları işlediklerine dair iddianamede de gösterilen kuvvetli suç şüphesi doğuran delillerin bulunması, Yüklenen bu suçun CMK 100/3 üncü maddesinde sayılı tutuklama nedenlerinden olması, Tutuklama nedenlerinde herhangi bir değişiklik olmaması hususları gözetilerek, Tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur.”
Duruşmaya kısa bir ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
1-Bu hafta ve geçen haftaki oturumlarda vaki yazılı ve sözlü taleplerin celse arasında değerlendirilmesine,
2-Sanık Saipir Debzelvidze’nin yakalamasının beklenilmesine,
3-Dosya kapsamı, dosyadaki mevcut belgeler, raporlar ve bir kısım beyanlar, her sanığa iddianamede ayrı ayrı isnat olunan suçlamalar ve bunlarla ilgili sevk maddeleri, delillerin tamamen toplanmamış olması, atılı suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığının devam etmekte ve bu suçların CMK’nun 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması dikkate alınarak, tutuklu sanıkların mevcut hallerinin sürdürülmesine, bir kısım sanıkların kendileri ve de müdafilileri aracılığı ile vaki tahliye taleplerinin Reddine,
Ancak sanıklardan Kemal Kerinçsiz, Hayrettin Ertekin, Hüseyin Görüm, Erkut Ersoy, Muzaffer Şenocak, Mehmet Demirtaş, İsmail Yıldız, Mehmet Zekeriya Öztürk, Ergün Poyraz, Sevgi Erenerol, Doğu Perinçek ve Mehmet Fikri Karadağ’ın üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyetlerine, mevcut delil durumlarına, haklarında isnad olunan suç vasıflarının değişme ihtimallerine, yattıkları sürelere, tutuklamadan beklenilen gayenin sağlanmış olup tutukluluktaki makul süreninde aşılmış olması ve de toplum içerisindeki konumları da dikkate alındığında bu aşamadan sonra kaçma, saklanma ve delilleri karartma şüphelerinin de bulunmadığı ve gerekirse de haklarında Adli Kontrol uygulamasının da düşünülebileceği, keza sanık Doğu Perinçek’in iddianamedeki sevk maddeleri ile tutuklama müzekkeresindeki sevk maddeleri arasındaki farklılıklar ve de Mehmet Fikri Karadağ ile birlikte yaş durumları, sanıklar Hikmet Çiçek ve Nusret Senem’in ise tutuklandıkları yasa maddesinin iddianamede suç maddesi olarak konulmadığı gibi iddianamedeki suçlama maddeleri ile de haklarında herhangi bir tutuklama müzekkeresinin bulunmadığı, bu sanıkların yattıkları süreler, üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyetlerine mevcut delil durumlarına, yattıkları sürelere haklarında isnat olunan suç vasıflarının değişme ihtimaline, tutuklamadan beklenilen gayenin sağlanmış olup tutukluluktaki makul sürenin de aşılmış olması ve de toplum içerisindeki konumları da dikkate alındığında bu aşamadan sonra kaçma ve saklanma şüphelerinin bulunmadığı ve de gerekirse haklarında Adli Kontrol uygulamasının da düşünülebileceği dikkate alınarak, isimleri yazılı bu sanıklarında tahliye edilmeleri gerektiği yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’ün karşı oyuyla ve oy çokluğuyla,
Tahliye taleplerinin reddine dair verilen ara karara İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz hakları bulunduğu konusunda sanıklar ve müdafilerine ihtarat yapılmasına,
Bu nedenle duruşmanın 24.01.2011 günü saat 09.00’a bırakılmasına oybirliği ile karar verildi. 09.12.2010
BAŞKAN 20909 ÜYE 28298 ÜYE 37266 KATİP 134033
Dostları ilə paylaş: |