Ayələrin Tərcüməs(n)i



Yüklə 6,43 Mb.
səhifə29/60
tarix28.03.2017
ölçüsü6,43 Mb.
#12706
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   60

ayələrin tərcüməs(n)i

224- Yeminlerinizi bahane ederek Allah'ı, yaxşılıq etmənizə, çəkinmənizə və insanların arasını tapmanıza engel kılmayın. Allah eşidəndir biləndir.

225- Allah yeminlerinizdeki beyhudelikle sizi sorumlu tutmaz; ancak kalplerinizin qazandıqları ilə sizi sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, halimdir.

226- Kendi eşlerinden uzaq durmaya yemin edenler üçün dörd ay bekleme süresi vardır. Əgər dönerlerse Allah bağışlayandır, rahimdir.

227- Və əgər boşamaya azmederlerse, şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir.

ayələrin AÇIKLAMAsı

224) Yeminlerinizi bahane ederek Allah'ı, yaxşılıq etmənizə, çəkinmənizə və insanların arasını tapmanıza engel kılmayın. Allah eşidəndir biləndir.

İfadenin orijinalinde geçen "el-urzatu" sözü, "əl-ərz" kökünden gelir və bir şeyi birine işine gelip gelmediğini və neticede isteyip istemediğini öğrenmek maksadıyla kendisine sunmak demektir. Bir malı satışa sunmak, bir evi konaklamaya açmak və bir yiyeceği sunmak gibi. Kelimenin əsl manası bundan ibarettir. Fakat, yolda karşılaşılan engel veya okların hedefi gibi gidip gelen şeylerin karşısına dikilen şeyler anlamında kullanılan "el-urzatu" engellerin çokluğunu ifade edər. Bunun gibi daha birçok değişik anlamda kullanılır. Bu anlamlar, kullanıldığı yere göre belirginlik kazanır. Ancak kelimenin əsl anlamı ilə bir bağlantısı yoktur və sonraları bulunmuştur.

İfadenin orijinalinde geçen "eyman" kelimesi də "yemin"in çoğuludur və "and içme" anlamına gelir; "sağ" əl anlamındaki "yemin"den türemiştir. Çünkü Ərəblər içinde and içme, anlaşma və alış-veriş yapmada, sağ ellerle müsafaha yapılırdı.

Dolayısıyla işin aracı olan bir şeyin isminden işin kendisi üçün ad türetilmiştir. Çünkü orada vazgeçilmez bir bağlantı vardır. Bunun gibi, işin isminden araca də ad türetilebilir. Nitekim sebbetmek (parmak basmak) üçün kullanılan parmağa də "sebbabe" yani, parmak basma işlemini yapan parmak denilir.

Buna göre -Allah herkesten daha yaxşı bilir- ayetle ilgili olarak şöyle bir anlam çıkıyor karşımıza: İyilik yapmamak, sakınmamak və insanların arasını bulmamak üzere yaptığınız yeminleri bahane ederek, Allah'ı bunlar üçün bir engel kılmayın. Çünkü Allah, isminin, iyilik, takva və insanların arasını bulma gibi emrettiği şeyler üçün engelleyici bir etken olarak kullanılmasından razı değildir. Meseleyi rivayetler açısından incelediğimiz zaman göreceğimiz gibi, ayetin eniş sebebi ilə ilgili olarak rivayet edilen hadisə də bu değerlendirmemizi pekiştirici niteliktedir.

Buna göre, "iyilik etmənizə..." şeklindeki ifadeyi "iyilik etməməniz" şeklinde takdir etmek, yani cümlenin orijinalinde olumsuzluk edatı "la"nı varsaymak gerekir. Böyle bir uygulamaya, məsdər edatı olan "ən/en" ilə birlikte sıkça rastlanır. Nitekim bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyruluyor: "Yubeyyinullahu lekum ən/en tezillu (=Allah, şaşırıp saparsınız diye açıklar.)" (Nisa, 176) Yani açıklıyor ki sapmayasınız.

İncelediğimiz cümlede "la" edatı takdir edilmeyebilir də. Bu durumda "iyilik etmənizə, sakınmanıza və..." ifadeleri, ayetin başındaki "la tec'alu (=kılmayınız)" ifadesinin işaret ettiği yasağa taalluk etmiş olar. Yani, "Allah bu növ yeminler yapmanızı yasaklıyor" ya da "iyilik yapmanız, sakınmanız və insanların arasını bulmanızla ilgili bu hükmünü açıklar."

Ayetin orijinalinde geçen "el-urzatu" kelimesinin, ərz edilişi çokça olan şey anlamında kullanılmış olması də mümkündür. Bu durumda, yüce Allah adına çox yemin etmenin yasaklanışı, söz mövzusu olar. Buna göre ifadenin anlamı şöyledir: Allah adına çox yemin etmeyin; əgər böyle yaparsanız, bu sizi iyilik yapmamaya, Allah'tan korkup, sakınmamaya, insanların arasını bulmamaya yöneltebilir. Çünkü yemini bir alışkanlık halına getiren, çokça yemin edən kimse, bir süre sonra adına yemin ettiği zata gereken saygıyı, lazım gelen önemi göstermemeye və yeminine konu olan hususu küçümsemeye başlar. Artık yalan söylemeye aldırış etmez; tez-tez yalan söylemeye başlar. Ayrıca kendisi də saygınlığını yitirir. İnsanların yanında değeri düşer. Çünkü xalq onun doğruluk adına bir payeye sahip olmadığının farkında olduğunu və halkın sözlerini tasdik etmediklerini bilir.

Xalq onun kendi nefsine bir değer vermediğini bildiğinden ona güven də duymaz. Dolayısıyla bu ayəs(n)i kerimede vurgulanan durum somut olarak gerçekleşir: "Yemin edib duran aşağılık heç kimseye itaat etme." (Kalem, 10) Bu manaya göre ayəs(n)i kerimenin orijinali üçün "la" olumsuzluk edatını takdir etmemek, çox daha uygun olabilir. Bu durumda "ən/en teberru" ifadesi hərfi cerrin hazfedilmesinden dolayı mənsubdur ya da mefulu lehdir. Daha önce də söylediğimiz gibi "və la tec'alu" ifadesindeki nehiy buna delalet edər.

"Allah işitendir, bilendir." ifadesi, ayəs(n)i kerime ilə ilgili bütün anlamlara ilişkin bir növ tehdittir. Bununla beraber ilk önce işaret ettiğimiz anlamın daha belirgin olduğu ortadadır.

225) Allah, yeminlerinizdeki bihudəliklə sizi sorumlu tutmaz; ancaq ürəklərinizin qazandıqları ilə məsul məbləğ. Allah bağışlayandır, halimdir.

Ayetin orijinalinde geçen "el-lağvu" rast gele söylenen, boş, amaçsız söz demektir ki, bir sonuç doğurmayan fiiller üçün də kullanılır. Hər şeyin sonucu, aid olduğu şeylere və yönlerine göre değişiklik arz eder. Bu halde, bir lafız olması bakımından yeminin sonucu vardır. Sözü pekiştirici olması bakımından də bir sonuca, bir etkiye sahiptir. Bir əqd və ayrıca bozulabilir olması açısından də sonucu və etkisi söz konusudur. Ancak ayəs(n)i kerimede, yeminlerdeki rast gele söylemler, boş, amaçsız sözlerden dolayı kişinin sorumlu tutulmayacağı hususu ilə, kalbin kazandıklarından dolayı sorumlu tutulacağı hususu arasında, özellikle yemin açısından bir karşılaştırmanın yapılmış olması gösteriyor ki, yeminlerdeki rast gele söylenen, boş və amaçsız sözlerden maksat, yeminin maksadı üzerinde etkisi bulunmayan sözlerdir. Bu da, "Hayır, vallahi" və "Bəli, vallahi" gibi kişinin bir əqd bağlama amacı ilə değil, bir dil alışkanlığından dolayı söylediği sözlerdir.

Ayetin orijinalinde geçen "kəsb (=kazanç)" bir sanat veya bir meslek aracılığı ilə çalışıp menfaat celp etmek demektir. Kelimenin əsl anlamı, insanın maddi ihtiyaçlarını giderecek şeyleri elde etmedir. Zamanla insanın herhangi bir ameli ilə edindiği hayır və şər gibi hər türlü sonuç üçün kullanılır olmuştur.

Güzel əxlaq və hizmetler sonucu övgü, şan və iftihar kazanma; uygun davranışlar sonucu güzel əxlaq və faydalı və faziletli elm sahibi olma; bir takım davranışlar aracılığı ilə kınama, yergi, lənət, serzeniş, günah və kötülük kazanma gibi... Kəsb və iktisabın anlamı budur. Bazılarına göre, iktisap; kişinin herhangi bir menfaati kendi nefsi üçün kazanması, kəsb isə; həm kendi nefsi, həm də başkası üçün kazanması demektir. Kölenin efendisi üçün velinin vəlayəti altında bulunan kimseler üçün menfaat kazanması gibi.

Hər halükarda kasib və muktesib (kazanan, iktisab edən) insanın ken-disidir, başkası değil.

ÜRƏK KAVRAMININ KUR'AN'DAKİ ANLAMI ÜZERİNE

Bu ayəs(n)i kerime, diğer bir çox delil gibi "ürək" kavramı ilə kastedilen şeyin, nefis və ruh anlamında bizzat insanın kendisidir. Çünkü, herhangi bir insan avam insanların kanılarına dayanarak, bedendeki kavrayıcı organ olması hasebiyle, ağıl etme, düşünme, sevgi, öfke, korku və benzeri duyguları kalbe atfedebilir. İşitme duyusunun kulağa, görme duyusunun göze və tatma duyusunun dile nisbət edilmesi gibi, bunlardan hər biri bir kavrama işlemidir və kavrama də kəsb və iktisab (kazanma) olayının bir ferdi olması itibariyle ancak insanın kendisine nisbət edilebilir, ürək, göz, kulak və dil gibi organlarsa buna bir araçtırlar sadece. Gerçek müdrik (kavrayıcı) insanın kendisidir.

Bu ayəs(n)i kerimeler də bu kategoride değerlendirilebilir: "Şüphesiz onun kalbi günahkardır." (Bakara, 283) "İçten Allah'a yönelmiş bir ürək ilə gelen" (Qaf, 33)

Bu açıq bir gerçektir ki, insanoğlu kendini və diğer canlı türlerini gözlem altına al/götürüb üzerinde düşündüğü zaman, şöyle bir durumla karşı karşıya gelir: Herhangi bir canlı bayılma ya da sara nöbeti sonucu algılama və kavrama yeteneğini, bilincini yitirir. Ancak kalbin hareket etmesi bu durumda hayatın devam ettiğine delalet edər. Halbuki ürək durduğu zaman, hayat sona çatar. Bu da kesinlikle gösteriyor ki, hayatın kaynağı ürəkdir. Yani, canlı türlerinde varolduğuna inanılan ruhun ilk olanlardan ilişkisi, kalple olmuştur. Oradan hayat belirtisi olan diğer organlara də sirayet etmiştir. Dolayısıyla, bilinç, irade, sevgi, öfke, ümid və korku gibi bütün vicdani duyarlılıklar, ruhsal özellik və sonuçlar, ruhun ilgili olduğu ilk merkez olması bakımından kalple ilintilidirler. Ancak bu durum, hər organın kendine özgü olan fiillerin kaynağı olması gerçeği ilə çelişmez. Beyinin düşünce, gözün görme, kulağın duyma, akciğerin solumanın kaynağı oluşu gibi. Bu organların tümü, ancak bir aracı ilə gerçekleşebilen fiillere ilişkin aracı aletler konumundadır.

Bu teoriyi bir çox bilimsel deneyler də desteklemektedir: Örneğin bir operasyonla beyinleri yerinden çıkarılan kuşlar ölmemektedir; sadece kavrama və algılama yeteneklerini yitirmektedir. Bu yüzden heç bir şeyi algılayamaz şekilde gıdasızlıktan kalpleri durana kadar bu halde beklerler.

Bu teoriyi pekiştirici bir diğer husus də şudur: Bilimsel araştırmalar bu güne kadar, bedenle ilgili bütün hükümlerin kaynağı olan, buyrukları bedendeki bütün organlar tarafından yerine getirilen merkez konumundaki bir organ təsbit edebilmiş değildir. Oysa bedeni oluşturan organlar nitelik və etkinlik bakımından farklılık göstermelerine karşın, aynı sancak altında toplanmış, tək bir komuta merkezinden əmr alan/sahə gerçek bir birlik görünümündedir.

Bu değerlendirmeyi, beynin fonksiyonundan, onun kavrama yeteneğinden gafil olma şeklinde algılamamak gerekir. Çünkü insanoğlu ən/en eski çağlardan beri "baş"ın öneminin farkındadır. Bunun somut kanıtı də, dillerinin farklılığına rağmen bütün ulusların və bütün toplulukların hüküm və əmr merciini "baş" olarak nitelemeleri, bundan çeşitli kavram və adları türetmiş olmalarıdır. Başbaşkan, başkanlık, ipin başı, sürenin başı, mesafenin başı, sözün başı, dağın başı, canlı türlerinin başı, kılıçların başı vs.

Görüldüğü kadarıyla kavrama, algılama və sevgi, öfke, ümid, korku, yönelme, kıskançlık, iffet, cesaret və cüret gibi kavrayış və algılayış kategorisine giren duyguları kalbe isnad etmenin sebebi də budur. Aslında bu nisbət edişte, insanların əsl kastettikleri bedenle ilintili olan ya da ürək aracılığı ilə bedene sirayet edən ruhtur. Bu yüzden söz mövzusu faaliyetleri ruha və kendi nefislerine nisbət ettikleri gibi kalbe də nisbət edebiliyorlar. Örneğin insanlar: Onu sevdim "ruhum onu sevdi" "nefsim onu sevdi." və "kalbim onu sevdi." diyebiliyorlar. Zamanla bu məcazi kullanım dile yerleşti və ürək mutlak olarak algılanıp onunla mecazen nefis kastedilir oldu. Bazı durumlarda məcazi kullanım kalbi də aşıb göğüs kavramını də kapsayabiliyor. İnsanlar kalbi kapsamına aldığı üçün göğsü, kavrama faaliyetinin ruhsal eylem və sıfatların merkezi olarak algılıyorlar.

Quranı Kerim'de bu cür nisbətlərin bir çox örnekleri vardır: "Onun göğsünü İslama açar." (Ən'am, 125) "Senin göğsün daralıyor." (Hicr, 97) "Kalpler hançereye gelip dayanmıştı." (Ahzab, 10) Bu ifade ilə, göğsün daralması kastedilmiştir. "Şüphesiz Allah, göğüslerin özünde olanı bilir." (Maidə, 7) Allah'ın kitabındaki bu örneklerle, o kadar açıq olmasa bile söz mövzusu teorinin gerçekliğine işaret ediliyor olması çox da uzaq bir ihtimal değildir.

Şeyx Əbu Əli İbn Sina kavrama yeteneğinin ürəklə ilgili olduğunu söylemiştir. Ona göre, beynin kavrama olgusundaki fonksiyonu, alət olmaktır. Bu halde ürək kavrar, beyin də buna aracı olar.

* * *

İncelediğimiz ayete yeniden dönüyoruz: "Ancaq kalplerinizin kazandıkları ilə sorumlu tutar." Mənəvi mecaza bir örnektir. Çünkü insanları yeminin bir kısmından, yani boş və amaçsız olanlarından sorumlu tutmayıp, diğer bir kısmından sorumlu tutma söz konusudur. Yeminin kendisinden çox, sonuçları əsas alınmıştır; yeminin bozulması ilə kazanılacak günah gibi. Bu halde burada bir mənəvi mecaz və i-raz içinde i'raz söz konusudur. Bununla yüce Allah'ın ancak kalplerle ilgilendiğine işaret ediliyor. Nitekim bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruluyor: "İçinizdekini açığa vursanız də, gizleseniz də Allah sizi onunla sorguya çeker." (Bakara, 284) "Ancak ONA sizden takva ulaşır." (Həcc, 37)

"Allah bağışlayandır, halimdir." ifadesinde, boş və amaçsız yeminlerin xoş karşılanmadığına yönelik bir işaret vardır. Böyle bir yeminin müminden kaynaklanması yakışık olmaz. Yüce Allah başka bir yerde şöyle buyuruyor: "Müminler gerçekten felah bulmuştur; onlar namazlarında huşu içinde olanlardır; onlar, tümüyle boş şeylerden yüz/üz çevirenlerdir." (Mü'minun, 1-3)

226-227) "Öz bərabər/yoldaşlarından uzaklaşmaya yemin edenler üçün dörd ay gözləmə müddəti vardır. Əgər dönsələr, Allah bağışlayandır, rəhmdir...

Ayetin orijinalinde geçen "yu'lune" kelimesi "if'al" qəlibindən "iyla" mastarının muzari (gelecek zaman) çekimidir. Kökü "eleye"dir və "yemin" anlamına gelir. Şeri literatürde isə, kocanın öfkelenerek və zarar verme amacı ilə karısı ilə birleşmemeye yemin etmesi anlamında kullanılır. Ayette kastedilen anlam də budur. Yine ayetin orijinalinde geçen "et-tarabbus" bekleme, gözlem altında tutma, "fau" kelimesinin mastarı "əl-fey'" isə dönüş anlamına gelir.

Görüldüğü kadarıyla "iyla" kelimesinin "min" hərfi cerri ilə geçişli kılınmış olması, uzaklaşma və benzeri bir anlamı kapsıyor olmasından dolayıdır. Bu durumda, yeminin cinsel birleşmeden kaçınma ilə ilgili olarak gerçekleştiğini ifade etmiş olar. Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenlerin dörd ay beklemeleri şeklinde bir sınırlandırmanın getirilmiş olması də bu anlamı çağrıştırmaktadır. Çünkü şeriata göre, eşlerin birleşmelerinin zorunlu olduğu süre dörd aydır. Bir insan dörd aydan fazla bərabər/yoldaşı ilə cinsel ilişkiye girmeye axtar/ara veremez. Bundan dolayı anlıyoruz ki, boşanmaya karar vermekten maksat, boşanmanın fiilen gerçekleşmesidir. Bu değerlendirme cümlesi də bunu çağrıştırmaktadır: "Şüphesiz Allah işitendir, bilendir." Çünkü işitme ancak gerçekleşmiş bir boşanmaya taalluk edər, boşanma kararına değil.

"Allah bağışlayandır, rəhmdir." ifadesi gösteriyor ki, sonunda eşine dönme durumu gerçekleştikten sonra "iyla"dan dolayı bir cezalandırma olmayacaktır. Keffarete gelince, bu şer'i bir hükümdür. Bunda bağışlama olmaz. Yüce Allah bir ayəs(n)i kerimede şöyle buyuruyor: "Al-lah sizi, boş yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz; lakin gücləndirdiyiniz andlardan ötəri sizi sorumlu tutar. (Belə bir andı pozsanız) keffareti, ya ailenize yedirdiğiniz yeməyin ortalaması üzərindən on yoksulu doyurmak…" (Maidə, 89)

Buna göre ayəs(n)i kerime bu anlamı ifade etmektedir: Kim karısına yaklaşmamaya yemin ederse (iyla yaparsa) yargıç onun üçün dörd ay bekleme süresi tayin edər. Əgər bu süre sonunda evliliğin gereklerini yerine getirmeye, yani cinsel ilişki kurmaya yeniden karar verir, yeminin keffaretini ödeyip eşiyle birleşirse, kendisine herhangi bir cezai müeyyide uygulanmaz. Şayet boşanmaya karar verir və bu kararını uygularsa, bu durumda də cezadan kurtulmuş olar. Allah her şeyi işitir, bilir.

AYETlerİN hədislər işığında şərhi

Tefsir'ul-Ayyaşi'de İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) "Yeminlerinizi bahane ederek Allah'ıengel kılmayın. " ayeti ilə ilgili olarak, burada adamın "Hayır vallahi" və "Bəli vallahi" demesi kastedilmiştir." dediği rivayet edilir.[114]

Yine aynı eserde İmam Məhəmməd Mis (ə.s) və İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) ilgili ayə hakkında: "Yani adam kardeşi ilə konuşmamaya və benzeri bir şey yapmamaya ya da annesi ilə konuşmamaya yemin edər. İşte bu kastedilmiştir." dedikleri rivayet edilir.

əl-Kafi kitabında, İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) ilgili ayə hakkında şöyle dediği aktarılır: "İki kişinin arasını bulmak üzere çağrıldığın zaman, 'Daha önce bunu yapmamaya yemin etmiştim.' deme."[115]

Mən deyərəm ki: Gördüğün gibi ilk rivayet, ayəs(n)i kerimeyi, iki anlamdan biriyle tefsir etme esasına dayanıyor. İkinci və üçüncü rivayetlerde isə, ayəs(n)i kerime öteki anlamı əsas alınarak tefsir ediliyor.

Tefsir'ul-Ayyaşi'de İmam Məhəmməd Mis (ə.s) və İmam Cəfər Sadiqdən (ə.s) aktarılan bu sözler də buna yakındır: "Burada kastedilen, iki kişinin arasını islah ederken bir parça sözlü günah (yalan, gıybet gibi) üstlenen kimsedir. Sanki şöyle bir mesaj veriliyor; bundan dolayı kişi yemin etmesin və söz mövzusu iki kişinin arasını bulsun və əgər gerekiyorsa bir parça günah də üstlensin, Allah onu bağışlar. Böyle bir kimse, bu haliyle ayetin hükmünün somut uygulayıcısı konumundadır."[116]

Yine el-Kafidə " Allah yeminlerinizdeki beyhudelikle sizi sorumlu tutmaz." ayeti ilə ilgili olarak Mes'ede isimli ravi İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediğini rivayet edər: "Ayette geçen "əl-lağv (=boş, amaçsız) sözdən maksat, kişinin, herhangi bir əqd gerçekleştirmeksizin 'Hayır vallahi' və 'Bəli vallahi' demesidir."[117]

Mən deyərəm ki: Aynı anlamı içeren bir diğer rivayet, başka bir kanaldan, ayrıca Mecma'ul-Beyan təfsirində İmam Məhəmməd Misdən (ə.s) rivayet edilmiştir.

əl-Kafi kitabında İmam Məhəmməd Mis (ə.s) və İmam Cəfər Sadiğin (hər ikisinə Allahın salamı olsun) şöyle dedikleri haber verilər: "Kişi karısı ilə cinsel ilişki kurmamaya yemin ederse (iyla yaparsa), dörd ay içinde kadının söyleyecek bir sözü və herhangi bir haqq iddia etmesi söz mövzusu değildir. Adam, bu dörd ay içinde kadınla ilişki kurmamasından dolayı bir günah də kazanmış olmaz. Dörd ayın sonunda, adam kadınla ilişki kurmazsa, kadın buna səs çıkarmadığı, razılıq gösterdiği sürece adam üçün bir rahat hareket etme imkanı vardır. Ancaq kadın meseleyi yargıya intikal ettirirse, adama şöyle denir: Ya kadına dön və onunla ilişki qur ya da boşa. Əgər adam boşamaya karar verirse, kadından uzaq durur. Kadın aybaşı halını geçirip temizlenince adam onu boşar. Üç aybaşı halı geçmediği sürece kocası, karısını geri alma önceliğine sahiptir. İşte yüce Allah'ın kitabında değindiği və Re-sulullah'ın (s. a. a) fiili uygulaması ilə pratiğe geçildiği "iyla" (kadınlarla ilişki kurmamak üzere yemin etme) meselesi bundan ibarettir.[118]

Adı geçen eserde, İmam Cəfər Sadiğin (ə.s) şöyle dediği rivayet edilir: "İyla" adamın şöyle demesidir: 'Vallahi seninle bu bu cinsel münasebeti kurmayacağım.' ya da 'Vallahi seni öfkelendireceğim.' demesi və bunu yapmasıdır..."[119]

Mən derim ki: İyla'nın özellikleri və sonuçları ilə ilgili olarak Ehlisünnet və Şiə fıkıh ekolleri arasında bir takım farklılıklar vardır. Konu fıkhı ilgilendirdiği üçün, fıkıh kitaplarında etraflıca ələ alınmıştır.



Yüklə 6,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin