ÇAĞDAŞ folklor: problemləR, perspektiVLƏr baki – 2015 TƏRTİBÇİ: Nuridə muxtarzadə


ALEVİLİKTE HURİFİK VE ŞAH İBRAHİM OCAĞI



Yüklə 1,27 Mb.
səhifə3/13
tarix21.04.2017
ölçüsü1,27 Mb.
#14969
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13

ALEVİLİKTE HURİFİK VE ŞAH İBRAHİM OCAĞI

Hurufilik, harflerin büyüsüne dayanarak yaratılışın gizemine varma düşüncesidir. Tarihin eski çağlarına uzanan bu arayış Yunan uygarlığında ilk kıvılcımlarını aratır ve İran’da yoğun düşünce düzeyine erişir. Arap kimliği ve kültürüne karşı en önemli direnişi veren Fars uygarlığı, seçeneğini geçmiş din ve kültüründe bulur. İşte Fazlullah Neimi’nin düşünsel dizge oluşturmaya çalıştığı Hurufilik böyle bir gereksinimden doğar.

Geçmişte Hurufiliğin Alevilik içindeki yeri yeterince araştırılıp değerlendirilmiş değildir. Yakın dönemde yapılan bir çalışma Türk okuruna yeni bir ufuk açmıştır. Bu çalışma, Fuzuli Bayat’ın derin bir birikime dayanan makalesidir.

Bir insanı yüzüne karşı övmek zordur. Ama ben, Fuzuli Bayat’ı yüzüne karşı övmek zorunluluğunu hissediyorum. Çünkü, yazacaklarım, övgü değil, gerçek.

Azerbaycan’dan gelen sosyal bilimcilerin büyük çoğunluğu Türkiye’deki akademisyenleri düş kırıklığına uğrattı. Beklentilerin altında bir düzey sergiliyorlardı. Sonradan bunun nedenleri anlaşıldı. Belli üniversite çıkışlılar, değişik düzeyler sergiliyorlardı. Ancak bunlar arasında Fuzili Bayat bize çok şeyler anlatan bir bilim adamı olarak kendini kanıtladı. Türkiye’de yayınlanan çok sayıda kitabı ile bize daha önce ulaşamadığımız bilgileri sundu. Bir anlamda büyüleri bozdu.

Altay halklarının Şamanlığını Türk okuru ondan öğrendi. Daha önce batılı kaynaklardan okuduğumuz şamanlığın ne ölçüde eksik olduğunu Fuzuli Bayat’ı okuduktan sonra fark ettik. Bir çok yazısı ve kitabı ile bize yeni ufuklar açtı. İşte bu yazılardan biri de Hurifilikle ilgili yazısı oldu.

Bayat bu yazısında yalın bir biçimde Hurufiliğin Fars kökenini belirliyor, Anadolu’ya sızarken Türkleşmesine değiniyordu ve biz de Hurufilik ve Şah İbrahim ocağı yazımızı Füzuli Bayatın Halk Sufizmi, Hurufilik, Safevilik, Alevilik çalışmaları üzerine kurduk.57

Gerçekte Alevilik Hurifiliğin karışık sayı ve harf yorumlarını algılayıp değerlendirecek konumda değildir. Hurufilik Aleviliğe deyiş (şiir) yoluyla girmiştir. Bunda da en büyük etken Seyit Nesimi’dir. Alevi-Bektaşi edebiyatında yedi ulu ozandan biri olarak saygı duyulan Nesimi, Türkçenin en kıvrak deyişlerini yazarak Alevi kitleyi büyülemiştir. Bu etki ile Hurufilikten Aleviliğin kutsal kitabı olarak bilinen Buyruk’ta önemle söz edilmektedir.

Buyruk’ta söz edilen yerlerin en dikkat çekeni “Fazlı Darıdır. Cem töreninde duruş biçimini karşılayan dar kavramı Buyruk’ta.58 şöyle açımlanır:

Ve de "dar kaçtır" diye sorarlarsa, "dörttür" diye karşılık ver.

Birinci Mansur darı, ikinci Fazlı darı, üçüncü Nesimi darı, dördüncü Fatıma darıdır.

(Demek) nazarda durmakta dört erkân vardır.

Birinci Mansur darı(dır). Dara asılır gibi doğru(ca) pir önünde dürüp elini sallandırıp asılı durmaktır. Talip, dara geçip durduğunda Mansur olur.

İkinci, Fazlı darı(dır). Fazlı darı "Aşk ola" denilince secdeye varmaktır. Nedeni, Hazreti Fazlı'yı yüz üstü bıçağa bırakmışlardır. (Bu darın anlamı) "Fazlı gibi hançer ciğerimde" demektir.

Üçüncü Nesimi darı(dır). (Talip) doğrulup oturduğu zaman Nesimi darı olur. (Bunun anlamı) Nesimi gibi postum yüzdürdüm" demektir.

Dördüncü Fatıma darı(dır). Fatıma darı ayağını birbirinin üstüne koymak(tır). (Fatıma darı) İmam Hüseyin'den kalmıştır. Bir gün İmam Hasan ile İmam Hüseyin dururken Sultan-ı Enbiya Hazretleri bir su istedi. İmam Hüseyin çabuk idi. (İmam Hüseyin ivecen) davranınca sol ayağının mübarek parmağını taşa vurup kanattı. Efendimize su verirken utandığından dolayı sağ ayağını sol ayağının üstüne koydu. (Talip) gülbenk alıp gidince günahından azad olur. Arınıp tertemiz olur. Onların amellerini Haktan başka kimse bilmez.

Bir sofu sıdk ile dara dursa bu dört darın piri o mümine şefaat eder.”

Burada açık biçimde Fazlullah Neimi ve Nesimi söylenceye dönüştürülerek övülmektedir. Buyruk’ta açık biçimde Hurufilik izi taşıyan bu bölümle yetinilmez. “Uğru” bölümümde suçlular tanımlanırken, Mansur ve Nesimi gibi Hurifi öncülerini öldürenler anılır. O bölüm şöyledir:

“Cüzzam olanlar bir söylentiye göre yedi, bir söylentiye göre sekiz kişidir. Birinci, ulu Tanrı'nın hışmına uğrayıp enbiya ve evliyadan kargış alanlardır. İkinci, Mansur'un öldürülmesine fetva verip dara çekenlerdir. Üçüncü, Seyyit Nesimi'nin sözlerini küfür sayıp derisini yüzenlerdir. Dördüncü, Hazreti Resul'ün ak devesini çalıp inkâr edenlerdir. Beşinci hayız ya da gebeyken avratlarla cinsel ilişkide bulunanlardır. Altıncı, yolda cünüp gezenlerdir. Yedinci fahişe kadınla cinsel ilişkide bulunanlardır. Sekizinci, kendi bedenini pis bilip aynen gözü gece görmeyenlerdir. Hazreti İmam Hasan'a ağı içirip ve Hazreti İmam Hüseyin'in başını kesip ihanet edenlerdir59.

Buyruk’ta harf oyunlarına girilen bölümler de vardır. Bunlar öylesine derin, karmaşık oyunlar değildir. Çok yalın göstergelere, harf sayılarına dayanır. Bu harf oyunları toplu olarak şöyle verilir:

Şimdi "halife" beş harftir. Birisi düşmüştür. (Bunu alfabenin harflerinden çıkarırsak) yirmi dokuz kalır. (Bu kalan) on iki - on iki bölündüğünde (geriye) beş kalır. Beş şeriattır. Hazreti Resul'ün şartıdır. Ve halife Muhammed Mustafa'nın işini işlemeli ki âyin-i erkân yerini bula. Ve de şeriat tarikatın kapısıdır. Bir kimse şeriatı yerine getirmezse tarikata giremez.

"Ve de "pîr" adı dört harftir. O dört harf (yirmi dokuzdan çıkarıldığında yirmi dokuz) yirmi beş olur. On iki - on iki bölündüğünde (geriye) bir kalır. O bir tarikattır.

Ve "tarikat" da yedi harftir. Hazreti Emirelmüminin Ali Veliyullah'tır. O (tarihat) Ali işleği gerektirir ki âyin-i erkan yerini bulsun. O pir kendini bilmezse pirlik canına büyük olsun.

Ve de "zâkir" adı dört harftir. (Bu dört harf yukarda kalan yirmi beş harften çıkarıldığında orası) yirmi bir olur. (Yirmi birden) on iki çıkarıldığında dokuz kalır. Dokuz ise doksan bin sözdür. Ulu Tanrı'nın sözüdür. Tanrı, bu doksan bin sözü Hazreti Muhammed aleyüsselam'a bildirmiştir. İşte zâkir'in bu doksan bin sözü içinde gezdirmesi gerekir ki ulu Tanrı var olsun. Zâkir yerde, gökte zikir sırasında tabibdir, arıdır. Zikirle uğraşan kimsedir.

Tanrı zâkir için:

"Cebrail'in hizmetini üstlenmiştir. Yer ile gök arasında yetmiş bin nur kanatlı melek zikretsin" buyurmuştur

Halife ve zâkirler öz adlarını bilmezlerse, öz adları kendilerine büyük ola. Tamunun yedi kapısı bunların yüzüne açıla. Ve cennetin sekiz kapısı yüzlerine örtüle. Şeytan aleyhüllâne gibi olalar60.

İranda kurulup Tebriz, Şemahı ve Bakü’de tekkelerini oluşturan Hurufilik Anadolu Aleviliğinde böylesine izler bırakmıştır. Alevilik kökü Azerbaycan’da gövdesi Anadolu’ya yayılmış bir Türk inançlar dizgesisidir. Bunun yayılmasında ve Anadolu’da gelişmesinde en büyük etken Hatayi mahlası ile deyişler yazan Şah İsmail’dir.Onun Anadolu’da doğrudan ocağı vardır. Bu ocak doğrudan Erdebil’e bağlıdır ve onun uzantısı konumundadır. Kendi ailem de bu ocaktan gelmektedir. Ocak Anadolunun en yaygın Alevi ocaklarından olup, merkezi Malatyadadır.

Ocağın soy kütüğü elimizde olup, doğrudam kendini Hatayi sultana bağlamaktadır. Fakat ocağın kendini Şah İbrahim Ocağı olarak adlandırması ilginçtir. Bu adın, Hatayi sultanın dedesinin adına bağlandığı söylenirse de bu sav inandırıcı değildir. Ayrıca ocak kendini DedeKargın’a bağlamaktadır.

Sevgili Fuzuli Bayat’ın bu konuyu da aydınlatması dileğiyle, Şah İbrahim ocağını burada vermek istiyorum.


DEDE KARGIN'DAN, ŞAH İBRAHİM'E61
Kargın adı, Oğuz Hanın altı oğlundan Bozok kolunu oluşturan Yıldız Han boyuna bağlanır. Afşar, Beydilli, Kınık, Kargın oymaklarından birinin adıdır. Tarama Sözlüğü'ne göre Meşbu, ağzına kadar dolmuş, medd, tuşyan durumunda anlamlarına gelir. Derleme Sözlüğü'nde ise doymuş, tok, hesabını bilmeyecek ölçüde zengin adam, tarlada ekinin çok büyüyerek yatması, malın çokluğundan fiatın düşmesi, biçiminde açıklanır. Şemseddin Sami, Kamus-u Türki'de (s. 1023) bir tür büyük rende anlamında gösterir. Başka bir kaynakta ise kargın, mızrak anlamındadır. Yiğitliği, savaşçılığı temsil eder. Kargınlılar, Çorum'un Alaca ilçesinde yaşarlar.62
OĞUZ'UN KARGIN BOYU

Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han, Gün Han, Ay Han; Oğuz Türklerinin atası sayılıyor. Her birinin dörder boyu var. Böylece Oğuzlar toplam yirmi dört boydan oluyuşor. Yirmi dört boydan Bozoklu kolu, Yıldız, Gök, Dağ hanlardan Yıldız Hanın (Avşar, Kınık (yada Kızık), Beydilli, Kargın boylarından biri. Her boyun birer damgası ve av kuşu var. Divan'da; her nedense Kargın boyunun adı geçmiyor, damgası verilmiyor. Vambery Hünername adlı kitabında Kargın boyunu veriyor. Kargın'ın totemi (av kuşu) Tavşancıl'dır. Tavşancıl bir kartal türüdür. Tavşan avlayarak yaşar. Söyek ya da Sögük denen şölen eti "Etli Omaça"dır.



Ziya Gökalp Türk Medeniyete Tarihinde Sügek sözünü şöyle anlatıyor: "Sögük kelimesi Sögüş kelimesinin aslıdır. Dinsel ve siyasal mahiyetleri cami olan Milli ziyafetti şölenle mukaddes kurbandan Bidayette Tibetöküzü denen"Yak" idi. Bu öküz İl'in timsalidir. Yani ictimai uzviyeti temsil eder. İli oluşturan çeşitli her biri toplumsal bünyenin bir uzvu olduğundan belli bir (Sögüşe söğüşe) sahiptir. Öküzün başı Han'ın; Karnı: Hatunun, Sağ yanı ilin sağ kolunu Sol yanı ilin sol yanını temsil eder. Bozoklar kolundaki üç boyun sögüşleri sağ butla sağ aşıklı kaburgadır. Sol butla sol aşıklı sırt eti sol kolu oluşturan okların söğüşleridir. Böylece yukardaki etli omaça: etli omurga olacaktır.

20 yüzyıl başlarında bile Her Yakut boyunun atası ve totemi olan bir hayvan vardır. Tavşan atadan inen boy, geyik atadan inen boydan kendini özenle ayırır. Taşan atalı boy bu hayvanı ulular, onu öldüremez ve yiyemez. Fakat geyikleri öldürür vey er. Geyik atalı boyda bu hayvana dokunamaz, ama tavşanı yer.63



Menakıbu'l-Kudsiye'ye göre Dede Kargın kendi müritleriyle Anadolu'ya gelip yerleşiyor. Zamanla büyük ün kazanıyor. Birçok mürit ediniyor. Dönemin sultanı onun yeteneklerini görüp dostluk kuruyor. Kendisine 17 köyü vakıf olarak veriyor. Velayetnameye bakarak Elbistan'a yerleşmiş olmalı. Dede Kargın yıllar boyu burda düşüncelerini yayıyor. Müritlerini artırıyor. Baba İlyas da dahil, Rum'a giden dört yüz halifesi oluyor.

Dede Kargın 13.yüzyıl başlarında Elbistan yöresinde yaşamış bir Türkmen dervişi. Baba İlyas Çat köyüne gelmeden Elbistan'da kalmış olmalı. Elvan Çelebiye göre Baba İlyas, Rum diyarında Dede Kargın adındaki bir başka şeyhin halifesi sıfatıyla geliyor. Amasya yakınlarında bulunan Çat köyüne yerleşiyor. Burda zaviye açıyor. Bu yerleşme I. Aleâddin Keykubad döneminde oluyor. Sultan Aleâddin Şeyhi ziyarete geliyor. Onunla görüşüyor. Baba İlyas buradaki zaviyesinde işe koyuluyor. Düşüncelerini yaymaya başlıyor.

Dede Kargın ile Baba İlyas ilişkisi üzerine yalnız Elvan Çelebi bilgi veriyor. Elvan Çelebiye göre Dede Kargın kendi halifelere arasında Hacı Mihman, Başdın Hacı, Şeyh Osman ve Ayna Dola adlarında dört kişi seçiyor. Baba İlyas'ın buyruğuna veriyor. Onları Rum'u irşad etmek üzere görevlendiriyor. Rum diyarına gelen Baba İlyas, yanındaki dört halifeyi çeşitli yerlere gönderiyor. Yerleşmelerini sağlıyor. Dede Kargın üzerine yalnız Velayetname'de bir kesit geçer. Elvan Çelebinin verdiği bilgiler Velayetname'den eski ve de onu bütünlüyor.

Menakıbu'l-Kudsiyye'ye göre,, büyük olasılıkla Moğol yayılması yüzündenü kendi müritleriyle Anadolu'ya gelip yerleşmiş. Zamanla büyük ün kazanarak müritlerinin sayısını artırmış. Dönemin- büyük olasılıkla 1. Alaeddin Keykubad dönemi- sultanı, bu kişinin niteliklerini görerek onunla dostluk kuruyor. Bunun sonucunda kendisine on yedi köy vakıf veriliyor. Dede'nin yerleştiği yer Velayetname yardımı ile Elbistan olduğu sanılıyor. Dede Kargın burada yıllar boyu düşünsel görüşlerini yayıyor. Yandaşlarını artırıyor. Elvan Çelebi'nin öyküsüne göre, Dede Kargın'ın, Rum'da Baba İlyas'la birlikte dört yüz halifesi bulunuyor.64

Bu verilerden çıkan şu: Baba İlyas, ile Dede Kargın'la birliktelikleri daha eskilere dayanıyor. Aynı gizemci çevre içinde yetişip pişiyorlar. Anadolu'ya birlikte geliyorlar. Büyük olasılıkla, bu gizemci ortam, Harezm Türkleri ile birlikte Anadolu'ya geliyor. Dede Kargın Elbistan dolaylarında yerleşiyor. dede Kargın'ın burada zaviyesinin bulunması, 13. yüzyılın ilk yarısında Elbistan çevresinde yaşamış olduğu düşüncesini güçlendiriyor.

Yine kimi varsayımlar var. Baba İlyas da Çat köyüne gelmeden önce Elbistan'da bulunmuş olmalı. Nitekim Velayetname'de de bu doğrultuda ipuçları var. Hacı Bektaş Rum diyarına gelmeden önce Elbistan'da bulunduğu söyleniyor.



Velayetnâme'de benzer bir olasılık sözkonusu.

Hacı Bektaş Rum diyarında Zülkadir iline gelmeden önce Elbistan'da kalıyor. Hacı Bektaş'ın, İbrahim Hacı adında bir müridi var. Hacı Bektaş ona geyik derisinden yapılma bir başlık veriyor. Onun ölümünden sonra bu başlık, Hacı İbrahim oğulları ile Dede Kargın müritleri arasında bir anlaşmazlığa neden oluyor. Hacı İbrahim oğulları da , Dede Kargın oğulları da aynı tür başlıklar kullanıryorlar. Arada tartışma oluyor. Sonuçta geyik derisi başlığı kullanma yetkisi Dede Kargın oğullarında kalıyor. Bu başlık onların tarikatının göstergesi sayılıyor..

Bu olay Velâyetnâme'de şöyle anlatılır:

Hazreti Hünkâr Hacı Bektaş Veli Horasani Ruma geldi. Önce Türkmen içine Dulkadirliler arasından, Bozok'tan girdi. Giderken yol üzerinde bir koyun çobanı gördü. Bu koyuncuklar Hazreti Hünkâr'dan ermişlik kokusunu aldılar. Seğirdişip Hazreti Hünkâr'ın ardına düştüler. Çoban koyunların önünü kesti. Önünü kesince sürünün ardı gitti. Bir yanını durdururken sürünün öbür yanı gitti. Nice uğraştıysa da koyuncukları döndüremedi. Gönlünden şöyle dedi: Bu koyunun böyle ettiği boşuna değildir. Ola ki, bu giden kimse erenlerdendir. Ermişlerdendir. Bu koyuncuklar kadar aklım yoktur. Ben eline ayağına düşeyim. Ola kim bana himmet ve nazarı safa ede"

Gelip Hünkâr'a yetişti. Ellerine ayaklarına düştü. Yüz sürdü. "Gerçek er bize de kerem bağışlayın, himmet edin, safa edin" dedi.

Hazreti Hünkâr bir yere oturdu. Hünkâr Hacı Bektaş Veli çobana:

-Adın ne?- dedi. Çoban:

-Adım İbrahim Hacı'dır.

Hünkâr başındaki ululuğu gösterdi:

-Başındakini önüme koy!

Çoban başındaki Hünkâr ululuğunu önüne indirdi.

Söylendiğine göre, o zaman çobanın başında bir geyik derisinden takkesi vardı. Hünkâr başlığı tekbir edip geri başına vurdu. Ve de gözünü sığadı. Arkasına bastı. Erin bakışı gizemlidir. Kara toprağa göz atsa altın olur. İbrahim Hacı, o anda nasibin aldı. Erenlik katına ulaştı.

Bundan sonra Hünkâr şöyle dedi:

-Yürü, Bozok ile Üçok'u sana yurt verdik. Etmeğin olsun. Ve de o koyuncuklar seninle birlikte varsınlar.

Hazreti Hünkâr'dan sonra, İbrahim o illerde acaip ve garip velilik ve keşf-i kerâmetler gösterdi. Dulkadirli arasında kendini İbrahim Hacı diye çağırttı. Hünkâr'ın buyurduğu gibi Üçok ve Bozok kendisinin etmeği oldu. Ayağına taş dokunan "Ya Hacı" diye çağırdı. Ve de bu güne dek o ad ile ünlüdür.

Hacı İbrahim Hazretleri yaşarken o Hünkârın başlığı geyik derisi tacı giyerdi. Kendisine mürit olanlara da geyik derisi tacı giydirirdi. Kendileri öbür dünyaya göçtükten sonra Dedekargın oğulları geldiler. Hacı İbrahim oğullarına:

-Bu geyik derisi tac Dedekargın'ındır. Siz bunu nerden buldunuz?- dediler.

Onlar karşılık verdiler:

-Bu geyik derisi tacı, İbrahim atamıza Hacı Bektaş Veli Hünkâr sunmuştur. Bizim meşrebimiz safayı nazarımız Bektaş'tandır- dediler.

Dedekargın oğulları:

-Yok, Bektaşilerin tacı elfi Hüseyni'dir. Geyik derisi değildir. Kuşkusuz geyik derisi tac ünlüdür. Dünyada Dedekargın'ındır -dediler.

Arada çok tartışma geçti. Sonra yalnız İbrahim Hacının kendi giymesi için ona verildiği görüşü belirdi. Torunları zorunlu olarak Geyik derisi tacı Dede Kargınlara verdiler."65

Günümüzde Hacı Bektaş'ın 1240 Babalı ayaklanmasını başlatan Baba İlyas'ın halifelerinden olduğu biliniyor. Ayaklanma Selçuklu yönetimince ezildikten sonra bir süre izini yitirdiği, daha sonra değişik bir işlevle Sulucakaraöyük'te ortaya çıktığı anlaşılıyor. Artık ayaklanmacı görüşlerden uzak bir barış elçisi olarak gözüküyor. Bir barış güvercini olarak Anadolu'ya geldiği söylencesi yayılıyor. Zamanla örülüp dal budak salan söylencenin içnine İç Asya motifleri yerleşmeye başlıyor. Sözgelimi onun evlenmeden yaşam sürmesi de bir söylenceyi birlikte getiriyor. Olay şöyle:

Hacı Bektaş, Rum'a ayak bastığı şimdilerde dergahının bulunduğu Sulucakaraöyük'te o dönemde Selçuklu Sultanlarının Yunt Pınarı vardır. Burada Çepni boyundan bir obaya konuk olur ve obanın ulu kişisi olan Yunus Mukri'nin büyük oğlu İdris Hoca'nın eşi ya da kızı Kadıncık Ana (Kutlumelek) adlı hatunu safa, nazar ve himmet ederek kendine büyütmelik edinir. Bu ailenin soyundan gelecek kuşaklar Çelebi sanı ile Ocak Bekçisi olurlar. Bu olay eski bir Velayetname yazmasında şiir düzeninde şöyle anlatılır:

Çünkü Çepni boyu Oguzdan ayrılır

Doğruluben Rum mülkine gelür

Çepni boyundan meğer kim bir aziz



Yunus Mukri idi hem anın adı

Çepni'nin ol idi şeyhi mürşidi



Karayük kurbinde Kayı nam bir yerde

Gelüben karar etdi göre

Dört ogulu var idi kim her biri

Kande varsa, belli olmışdı yeri

Ulu oglunun adı İdris idi

Kârı ilme iştigal tedris idi



Sarı İbrahim, Süleyman üçü de

Onun oglu idi bunlar ey dede



Şah Sultan Alaüddin'in ol

Yund Bendi idi ey sahib kabul

Karayük'de ol evvel kıldı karar

Padişah Yund'ın güder idi ey yâr

Çepni boyundan üç ev dahi gelür

Yund nedi ile Karayük'de kalır

Ol üç evin bir ulusu var idi

Kim Güherdeş'di ol kişinin adı

Çünkü iki konşu anda geldiler

Karayük'ü mesken edip kaldılar.

Velayetname'nin bundan sonraki bölümde, 'Hacı Bektaş'ın Yund obasına nasıl geldip yerleştiği, Kayı boyundan Ertuğrul oğullarının sınır beyliği için Sultan Alaaddin Selçuki katında nasıl aracılık ettiği, desteklediği, keçesinden serpuşlar keserek "Yeniçeri" adnı verip kutsadığı, erenlerin başlarına giydirdiği' anlatılır.

Tüm bu anlatılanlardan şu iki sonuç çıkar: Türk ulusunun bu yayılma ve yerleşme, toplumsal yönetim kurma evresinde Oguz töre geleneği egemendir. Bugünkü Hacıbektaş ilçesi merkezinin çekirdeğini Çepni oymağı güvertip yeşertmiştir.
Bozgeyikli

Hacı Bektaş ve müritlerinin yaşamları düşlerle süslenir. Hacı Bektaş Veli'nin Bozgeyikli ile ilişkisi Nizip'in Akçaköylü olan ve Gaziantep'in Haral köyünde oturan Ali Koç dede 1950 yılında araştırmacı Naci Kum'a söylence anlatır:66



Boz geyikli ünlü ermiş Emir Sultan'dır. Hacı Bektaş Veli Urum erenlerinin nasıplarını dağışıtırken Emir Sultan yatıp kalıyor. Akıl başına gelip ayaktığında Hacı Bektaş'tan nasibini istiyor. Hacı Bektaş Veli'ye:

-Şu çevgini sen mi atarsın, ben mi atayım- diyor.

Hacı Bektaş Veli Sultan "destur" deyip çevgeni atarken Emir Sultan'a:

-Erciyes tut...-diyor.

Çevgen Erciyes'e takılıyor. Bir bölümü kırılıyor. Kalanı Suriye'de Beşir denen yere düşüyor. Burası Meskana'dan aşağıda bir yer. Orda Mevaliler aşireti yaşıyor. Aşiretler çevgenin yurtlarına düştüğünü görünce kaldırmak istiyor. Ancak kaldıramıyorlar. Bir süre sonra Emir Sultan çevgeni aramaya geliyor. Burada bulunca çevgeni kaldırıyor. Böylece çevgenin kendisinin olduğunu da kanıtlamış oluyor. Oradaki aşiretler müritleri oluyorlar. Herkes birbirine soruyor:

Boz geyikli kim?-

Bozgeyiklinin Emir Sultan olduşunu anlıyorlar.

Emir Sultan Hacı Bektaş Veli darı çecinin üstünde namaz kılarken o darının içinden bir bir darı artıyor. Bu darı Emir sultan oluyor. Emir Sultan da post sahibidir. Ne ki sonradan Hacı Bektaş ocağından kopuyor.

Bozgeyikli türbesinde iki mezar vardır. Biri Hoca Ali, öbürü Bozgeyikli67 diye anılır. Bura ziyarete gidildiğinde ilkin Hoca Ali sonra Boz geyikli tavaf edilir. Hacı Bektaş dergahından verilmiş soykütükleri ve vakıfları vardır. Bu makamın temsilci ve post sahibi İsmail dede oğlu Arap Ali -ki kendisi Ali Koç'un dedesidir- Dergah'a giderek bu izin belgesini ve soyağacını alır. Ali Koç'un ocağı Gaziantep'in Mileles köyünde oturan Musa Kazım evlatlarından Halil dede ile akrabadır. Halil dedenin ocağı Çepnilerin dedesidir. Bu aile ise Sivas'ta yaşayan Gözükızıl ailesi ile birleşirler. Birbirini mürşid edinerek, Balıkesir, Aydın, İzmir yöresindeki Çepnilere sürek sürerler.

Kilis, Antep yöresinde 100 evden çok ve Doğu'da Azerbeycan'a doğru olan bölgelerde Yalavaçlar denen bir vardır. Bunlar yarı Alevi yarı Sünni durumdalar. Nizip, Kilis yöresinde oturan Yalavaçlar da Sünni. Ancak bunlar Alevi Yalvaçlarla akraba olduklarını bilirler ve hoşgörü ile bakarlar.

Bilindiği gibi "yalvaç" sözü Türkçede "peygamber" sözünün karlışılığıdır. Yalvaçlar Türkmen boylarındandır. Oğuz Han'ın Dağ Han boyundan Salur kolundan gelirler. Salurlar Moğol tarihinde önemli işlevler üstlenirler. Yalvaçlar, Karamanlar, Anaböleği olmak üzere üç büyük kola ayrılırlar. Araplar 9. yüzyılda Horasan'a dayandıklarında karşılarında Yalvaçları bulurlar. Günümüzde Anadolu'nun çeşitli yerlerinde ve Horasanda bu boyun torunları vardır. İsparta'nın Yalvaç ilçesinde de büyük ölçüde bu boyun soyundan gelen insanlar yaşıyor. Ve yine Salur ya da Salarlar arasında bir söylence anlatılır. Alevilik açısından ilginç bu söylenceye değinmekte yarar var:

Türkmen boylarından Salgur /Salur adından gelir. Bu ad ilk olarak Divan'da geçer. Daha sonra Dede Korkut öykülerinde anılır.

Salarlar Oğuz soylu Türklerdir. Kökende Türkmenlerin Salır uruğundan gelirler. Birçok destan ve söylenceleri vardır. Nitekim Çin'deki halk arasında bir söylence anlatılır. Bu söylenceye göre, "Salır uruğu Karaman ve Akman adlı iki kardeş boydan oluşur. Karamanlar ile Akmanlar, Ahmet Yesevi'nin oğlunu öldürürler. Ahmet Yesevi onlara kargış verir. Türkmenistan'da yaşayamaz olurlar. Topraklarını bırakıp Çin'e göçmek zorunda kalırlar." Nitekim kendileri de Türkmenlerin Teke oymağından olduklarını söylerler. Benzer bir söylence de Türkmenistan'da yaşayan Salarlar arasında anlatılır.



Ali Rıza Yalkın Cenupta Türkmen Oymakları adlı kitabında Bozgeyikli üzerine şu bilgileri verir:

"Bozgeyikli türbesi Mımbıç kasabasında, Kurudere'ye bir saat uzaktadır. bozgeyikli Şeh Ahmet Yesevi ahvadından bir şeyhtir. Bu şeyh ve evlatları, boylar arasında çıkan uzlaşmazlıkları çözmekle görevlidir. Bozgeyikli ilbeyi boyundan biridir. İlbeyin boyundan Deli Ahmet'in lakabına Bozgeyikli derler. Deli Ahmet birgün Urum'a, Hacı Bektaş'a gider. Onun kerametini görür, Bektaşi olur. Sonra kendisi keramet gösterir ve veli olur. Bir gün eline çevgeni alıp güneye doğru fırlatır. Çevgen günümüzde türbesinin olduğu yere düşer. Çobanlar bu çöveni almak isterler, ama kimse yerinden kaldıramaz. Mevali aşiretinin halkı biz kaldırırız der. Çevgeni develere bağlayıp çekmeye kalkışır. Ama develerin beli kırılır ve çevgen yerinden kıpırdamaz. Günlerden bir gün Bozgeyikli kendisi gelir, asasını yerden alır, aşiret içinde ulu olur.

Hacı Bektaş Veli yanındaki adamlarına meratip verir. Bozgeyikli de bulunmasına karşın nasılsa ona meratip verillmez. Bunun üzerine Bozgeyikli çövenini Hacı Bektaş'a doğru yeniden fırlatır. Çevgen gelirken Hacı Bektaş:

-Tut Nurhak - diye seslenir.

Çevgen Nurhak'ı yarar. Bunun üzerine Hacı Bektaş Bozgeyikliye meratip verironu Bişiri'yi aydınlatmakla görevlendirir.

Bozeyikli Deli Ahmet kökende Tokatlıdır. Aşiretinin Raka'da bulunduğunu ibldiği için buraya gelir."



Yüklə 1,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©azkurs.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin