hâşian
: huşû ile boynunu bükmüş olarak
|
hâşiatun
|
: öne eğik, zillet içinde, dehşet içinde
|
hasibe
|
: hesap etti, zannetti
|
hasîben
|
: hesap görücü, hesap gören olarak
|
hasibet-hu
|
: onu zannetti
|
hâsibîne
|
: hesap görenler, hesap görücüler
|
hasibte
|
: sen sandın
|
hasibtum
|
: siz zannettiniz
|
hasîden
|
: hasat edilmiş (biçilmiş) ekinler
|
hâsidin
|
: haset eden
|
hasiîne
|
: zelil, hakir, kovulmuş olanlar
|
hâşiîne li allâhi
|
: Allah'a karşı huşû duyarlar
|
hasîmen
|
: taraftar, savunucu
|
hasîmun
|
: hasım, düşman
|
hasımûne
|
: düşmanlar, düşman olanlar
|
haşî-nâ
|
: biz korktuk
|
hasira
|
: hüsrana uğradı
|
hasırat
|
: daralmış olarak
|
hasire ed dunyâ
|
: dünya hüsrandadır
|
hasîren
|
: kuşatıcı
|
hâsiretun
|
: hüsrandır, ziyandır, zarardır
|
hâsirîne
|
: hüsrana uğramış olanlar
|
hâşirîne
|
: haşredenler, toplayanlar, toplayıcılar
|
hasirû
|
: hüsrana uğradılar, hüsrana düştüler
|
hasirû enfuse-hum
|
: nefslerini hüsrana düşürdüler
|
hâsirûne
|
: hüsrana düşenler
|
hasîse-hâ
|
: onun uğultusu
|
hâşiûne
|
: huşû duyanlar
|
haşiye
|
: huşû duydu
|
hasmâni
|
: iki hasımdır
|
hasretâ
|
: yazıklar olsun
|
hasreten
|
: hasret, pişmanlık
|
haşrun
|
: haşır, toplama
|
hasunet
|
: güzel oldu
|
haşyete
|
: korku
|
haşyete el infâkı
|
: infâk (harcama, tükenme) korkusu
|
haşyeten
|
: korku
|
haşyeti
|
: korku
|
hâtabe-hum
|
: onlara hitap etti
|
hataen
|
: hata ile, yanlışlıkla, kasıtsız
|
hatâyâ-kum
|
: sizin hatalarınız
|
hatâyâ-nâ
|
: bizim hatalarımız
|
hatbu-kum
|
: sizin konunuz, meseleniz, konuşacağınız konu
|
hatbu-kumâ
|
: sizin (ikinizin) durumu
|
hatbukunne
|
: üzerinde konuşma yaptığınız konu, mesele
|
hateme
|
: mühürledi
|
hâteyni
|
: işte bu ikisi
|
hatîeten
|
: kasti işlenen suç, günah
|
hatîetî
|
: benim hatalarım
|
hâtıetin
|
: günahkâr
|
hatîetu-hu
|
: onun hataları
|
hatıfe
|
: kaptı, kaçtı
|
hâtıîne
|
: kasten günah işleyenler, suç işleyenler
|
hatmen
|
: hüküm, yapılmasına karar verme
|
hattâ
|
: olmadıkça, oluncaya kadar, o zaman, nihayet
|
hattâ hînîn
|
: belli bir süreye kadar
|
hattâ izâ
|
: nihayet, olduğu zaman: o zaman
|
hattâ na'leme
|
: biz bilinceye kadar, bize belli oluncaya kadar
|
hattâ tahruce
|
: sen çıkıncaya kadar
|
hattâ tedaa
|
: bırakana kadar
|
hattâ tunezzile
|
: sen indirinceye kadar (indirmedikçe)
|
hattâ tunfikû
|
: infak edinceye kadar, infak etmedikçe
|
hattâ yathurne
|
: temizleninceye kadar
|
hattâ yeb'ase
|
: gönderinceye kadar, göndermedikçe
|
hattâ yebluga
|
: erişinceye kadar
|
hattâ ye'tiye
|
: gelinceye kadar
|
hattâ yulâkû
|
: kavuşuncaya kadar
|
hattâ yu'minne
|
: mü'min oluncaya, îmân edinceye kadar
|
hattârin
|
: çok gaddar
|
hâtû
|
: getirin
|
hâulâi
|
: bu, bunlar, böyle: onlar
|
havdın
|
: lüzumsuz bâtıl şeyler
|
havfen
|
: korku
|
havfi-him
|
: (onların) korkuları
|
havfun
|
: korku
|
hâviyeten
|
: harabe, boş, çökmüş
|
hâviyetun
|
: yıkık, çökmüş, harabe halinde
|
hâviyetun
|
: yıkık, çökmüş, harabe halinde
|
hâviyetun
|
: haviye, cehennem ateşi
|
hâviyetun alâ
|
: üzerine yıkılmış, çökmüş halde
|
havle
|
: etrafı
|
havle-hâ
|
: onun etrafında
|
havle-hu
|
: onun etrafını, çevresini
|
havleyni
|
: iki sene
|
havli-him
|
: onların etraflarında
|
havvânen
|
: ihanette israr eden
|
havvânin
|
: hain olanlar
|
havvele-hu
|
: ona verdi, lütfetti
|
havvelnâ-hu
|
: ona verdik, ona lütfettik (gönderdik)
|
hayâten
|
: hayat
|
hayâtun
|
: hayat
|
hayâtu-nâ
|
: bizim hayatımız
|
hayâtuned dunyâ
|
: dünya hayatımız
|
hayra
|
: daha hayırlıdır
|
hayra ez zâdi
|
: azığın hayırlısı
|
hayra ummetin
|
: hayırlı ümmet, topluluk
|
hayran
|
: hayırlı: daha hayırlı
|
hayrâtun
|
: hayırlı olanlar, şükür ve hamde vesile olanlar
|
hayren
|
: hayır, güzellikler
|
hayru
|
: en hayırlısı
|
hayru el hâkimîne
|
: hüküm verenlerin en hayırlısı
|
hayru el munzilîne
|
: indirenlerin en hayırlısı
|
hayrun
|
: hayırlıdır, daha hayırlıdır
|
haysu
|
: yer, : yere yerde
|
hayyen
|
: hayy, diri
|
hayyen
|
: diri, canlı olarak
|
hayyetun
|
: bir yılan
|
hayyev-ke
|
: seni selâmladılar
|
hayyin
|
: canlı
|
hâzâ
|
: bu, bunu
|
hâzâ el beyti
|
: bu ev
|
hâzâ el kitâbi
|
: bu kitap
|
hâzâ el kur'âne
|
: bu Kur'ân
|
hâzâ el kur'âni
|
: bu Kur'ân
|
hâzâ yumdid-kum
|
: bu size yardım
|
hazâin allâhi
|
: Allah'ın hazineleri
|
hazâin el ardı
|
: bu yerin hazineleri
|
hazâine
|
: hazineler
|
hazâinu
|
: hazineler
|
hazâinu-hu
|
: onun hazineleri
|
hâzâni
|
: bu ikisi
|
hazara
|
: korku
|
hâze el belede
|
: bu şehir, bu belde
|
hâze el kur'âne
|
: bu Kur'ân'ı
|
hâzellezî (hâzâ ellezî)
|
: bu ki (o şey)
|
hazenetu-hâ
|
: onun bekçileri
|
hâzihî
|
: bu
|
hâzihi ed dunyâ
|
: bu dünyada
|
hâzihi el hayâti ed dunyâ
|
: bu dünya hayatı
|
hâzirûne
|
: sakınılan, korkulan, tedbir alan
|
hazûlen
|
: yardımsız bırakan, yardımı engelleyen
|
hazzan
|
: bir haz, bir nasip
|
hazzı
|
: pay
|
hazzın azîmin
|
: hazzül azîm, en büyük haz
|
heb
|
: bağışla
|
heb lî
|
: bana bağışla, ver
|
hebâen
|
: toz toprak, zerreler halinde
|
heb-lî
|
: bana bağışla
|
heb-lî
|
: bana bağışla
|
hedâ
|
: hidayete erdirdi
|
hedâ allâhu
|
: Allah hidayete erdirdi
|
hedâhumullâhu (hedâ-hum allâhu)
|
: Allah onları hidayete erdirdi
|
hedâ-kum
|
: sizi hidayete erdirdi
|
hedallâhu (hedâ allâhu)
|
: Allah hidayete erdirdi
|
hedâ-na allâhu
|
: Allah bizi hidayete erdirdi
|
hedâ-ni
|
: beni hidayete erdirdi
|
hedden
|
: çökerek
|
hedeynâ
|
: hidayete erdirdik
|
hedeynâ-hu
|
: onu hidayet ederiz, ulaştırırız
|
hedeynâ-hum
|
: onları hidayet erdirdik, ....'a hidayet ettik, ilettik
|
hedîmun
|
: sarkmış, açılmış
|
hediyyeti-kum
|
: hediyeleriniz
|
hediyyetin
|
: hediye
|
hel
|
: (var) mı
|
hel âmenu-kum
|
: size güvenir miyim, size inanır mıyım, sizden emin olur muyum
|
hel aseytum
|
: sizden umulur mu, sizin
|
hel edullu-ke alâ
|
: sana delâlet (önderlik) edeyim mi
|
hel edullu-kum
|
: size delil (rehber) olayım mı, size yol göstereyim mi
|
hel edullu-kum alâ
|
: size delil olayım mı, size yardım edeyim mi
|
hel entum muslimûne
|
: siz müslümanlar mısınız, teslim olanlar mısınız
|
hel etâke
|
: geldi mi
|
hel ettebiu-ke
|
: sana tâbî olabilir miyim
|
hel hâzâ
|
: bu mu
|
hel imtele'ti
|
: doldun mu
|
hel lenâ
|
: bizim için var mı
|
hel min muddekirin
|
: tezekkür eden (ibret alan) var mı
|
hel ta'lemu
|
: sen biliyor musun
|
hel testevî
|
: bir mi, bir olur mu
|
hel yesteviyâni
|
: ikisi eşit (müsavi) mi
|
hel yestevûne
|
: eşit (musavi) midir
|
hel yestevûne
|
: eşit (musavi) midir
|
helumme
|
: gelin, buyurun
|
hemmet
|
: hamle yaptı, yeltendi, kastetti
|
hemsen
|
: bir fısıltı (çok hafif ses)
|
henîen
|
: afiyetle
|
heşîmen
|
: kuruyup, ufalanır
|
hevâ
|
: düştü, kaydı, kayboldu
|
hevâ-hu
|
: hevasına, nefsinin afetlerine
|
hevâ-hu (hevâ)
|
: hevesleri (hevesler: nefsin afetleri ile şeytanın talepleri)
|
hevâun
|
: heva (hevesler), nefsin afetleri (vardır)
|
hevnen
|
: mütevazi olarak, tevazu ile
|
heyhâte
|
: heyhat, yazık
|
heyte
|
: hadi gel
|
heyyinen
|
: kolay, basit, önemsiz
|
heyyinun
|
: kolay: kolaydır
|
hezemû-hum
|
: onları hezimete, yenilgiye uğrattılar
|
hi
|
: onu
|
hıbâle-hum
|
: onların ipleri
|
hicâben
|
: bir perde
|
hicâben mestûren
|
: hicab-ı mesture, gizli perde
|
|